ÇUVAL
BEDİZ YILMAZ

İÇERİK

Giriş

Çuval nedir? Sözlük anlamını vererek işe koyulabiliriz. Bu bize çuvalın malzemesini, bu malzemedeki çeşitliliği, ayrıca işlevindeki çeşitliliği de verecektir. Örneğin Nişanyan Sözlük’te “çuval”ın Farsça “kaba kumaştan yapılmış torba” anlamına gelen cuwāl جوال veya cūl جول sözcüğünden alıntı olduğu yazılmış; “çul”a bakınca da Farsça “kaba kumaş, çuval bezi” anlamındaki cul جل veya cūl جول sözcüğünden geldiği, bu sözcüğün Arapça aynı anlama gelen cull جلّ sözcüğü ile eş kökenli olduğu ifade ediliyor. İlhan Ayverdi’nin Kubbealtı Lügati’nde de kelimenin Farsça kökenli olduğu, Arapçaya ise Türkçeden geçtiği yazılmış. Anlamı şu şekilde aktarılmış: “1. Erzak, öteberi koymaya yarayan, kenevir, pamuk gibi bitkilerin elyâfından veya naylon iplikten yapılmış büyük torba; 2. Hint keneviri ipliğinden seyrek dokunmuş çok kaba bir dokuma” (Ayverdi, 2010: 243).

Ancak bir çuval, ne malzemesinden ne de işlevinden ibarettir. Bu cümle tüm nesneler için kurulabilir elbet; yine de, çuval gibi, kendi halindeyken kaba ve biçimsiz bir kumaş yığını olan, herhangi bir dikkat çekici özelliği bulunmayan, hatta görünmez olan bir nesne için daha da geçerli.1Sağlam bir çuvala biraz daha fazla para ödemeye hazır pek çok insan bulunsa bile, sırf lüks bir malzemeden yapıldı diye bir çuvalı kat kat pahalıya satın alacak kimse bulamayız. Fakat timsah derisinden yapıldı diye ya da sadece markası için bir çantaya çuvallar dolusu para harcayacak pek çok kişi bulunur; oysa çanta da nihayetinde bir taşıma aracıdır. Çuval, işlevi açısından da kolayca gözden çıkarılabilir; imkânlar elverdiğinde elindekileri çuvalla değil de bavulla, yahut sağlam kasalarda taşımayı tercih eder insanlar.

O halde niye çuvalı 100 nesneden ibaret bir cumhuriyet tarihi ansiklopedisine dahil ediyoruz? Bunun cevabını sadece bu nesnenin taşıdığı yükler ve o yüklerle birlikte üstlendiği anlam sunacaktır. Öyleyse gelin, bu en ilkel taşıma nesnesinin cumhuriyet tarihi boyunca sırtlandığı anlamlara, içine doldurulan envai çeşit yüklere, taşımaması gerekirken ona taşıttırılanlara, sessizce yaptığı tanıklıklara bakalım.

Çuval Diye Neye Derler?

İzmir limanına çuvallarla taşınan ve yüklenmeyi bekleyen tahıl ve incir, 1913. Kaynak: Library of Congress / Underwood & Underwood / 2009632304 []

Çuvalın bir taşıma nesnesi olarak varlığı, şüphesiz, cumhuriyet döneminden çok gerilere tarihlenir; ancak, biz merceğimizi bu dönemle sınırlı tutmak durumunda olduğumuz için onun son yüz yıldaki tanıklıklarına bakacağız ağırlıklı olarak. Fakat öncesinde, bizim güncel dil içerisinde aynı “çuval”a tıkıştırdığımız çok sayıda nesne olduğunu, bunların hem malzeme, hem boyut, hem de yerel lehçeler açısından farklı adlarla anıldığını belirtmekte fayda var. Bu çeşitlilik dahi, bu nesnenin gündelik hayat içerisinde ne denli zengin işlevler üstlendiğini ortaya koymuyor mu?

Örneğin, “genellikle kıldan dokunmuş büyük çuval” anlamına gelen “harar” (haral, gırar, garar), büyük hacimli veya ağır yüklerin taşınmasında kullanılır (Karadeniz Bölgesi’nde ise aynı kelime büyük sepetleri tarif etmektedir). Refik Halat Karay tadına doyulmaz Üç Nesil, Üç Hayat adlı eserinde bu eski taşıyıcıya dair şunları yazar (2009 [1943]: 179):

[E]şya taşımaya yarayan daha birtakım kaplar vardı ki, nesli tükenmişlerin başında evvela ‘harar’ gelir. Harar, sert tüylü, seyrek dokunmuş, Yörük çadırı kumaşından kocaman bir çuvaldı; göç esnasında hemen hemen münhasıran şilte konmaya yarardı. Hararsız kibar göçü olmazdı. Sayfiyeye taşınma veya kışlığa dönüş zamanı hararlar dolaptan çıkarılır, içlerine şilteler tıka basa yerleştirilir ve ağızları çuvaldızla dikilerek öküz arabalarına yerleştirilirdi. Bazen yolda, tekerleklerin veya sırıkların temasıyla bu hararların delindiği, yendiği de olurdu; onun içindir ki üç dört senede bir, onlar tamirciye gönderilir, örülür, yine yerlerine istif edilirdi. Zaman ile hararın yerine Avrupa mamulatından bezler, bilhassa Amerikan bezi kam oldu.

Gelgelelim, günümüzün bir harar üreticisinin websitesinde, çeşitli ebatlarda “harar çuvalı” imal edildiği yazılarak bunların kullanıldığı muhtelif alanlar sıralanmış:

Şeker, tuz, un gibi temel gıda maddelerinin; pirinç, bulgur, nohut, kuru fasulye, mercimek gibi bakliyatların; mısır, fındık, ceviz, fıstık, kestane, ay çekirdeği, kabak çekirdeği gibi yağlı yemişlerin; arpa, buğday gibi hububatların; yeşil fasulye, bezelye, bakla, barbunya, biber, patates gibi sebzelerin; tekstil, pamuk ve tütünün; muhtelif tohumların saman ve yemlerin ve gübrelerin; çimento, alçı, kireç, seramik yapıştırıcısı, kum, çakıl gibi yapı malzemelerinin; ve katı, toz ve granül formundaki muhtelif kimyasal maddeler gibi ürünlerin ambalajlanmasında kullanılır.

Görülüyor ki çuvala konmayan, çuvalla taşınmayan herhangi bir şey yok gibi. Ancak bugün artık harar ile çuvalı birbirinden ayıran malzeme veya ebat farklılığı ortadan kalkmış durumda; yaygın kullanılan çuval çeşitlerinin tamamı polipropilenden imal ediliyor.2Oysa eskilerin dilinde harar, daha kaba ve hacimli yüklerde kullanılan ve kıldan imal edilen bir nesneyi anlatırken, daha küçük olan çuval, ekseriyetle gıda ürünlerinin taşındığı, malzemesi de bitkisel ipler olan bir nesne idi.

Bir diğer çuval türü ise “telis”. Bu terimin kullanımı da farklılaşıyor: TDK tanımına göre “bitkisel tellerden yapılmış, kaba örgülü büyük çuval” iken, başka kaynaklarda daha küçük boyutlu ve naylondan imal edilmiş, daha çok soğan taşımada kullanılana da aynı ismin verildiği görülüyor. Boyutuna ilişkin farklılıklar olsa da, dokumanın seyrek olması ve içindekine hava aldırması temel özelliği gibi görünüyor.

Telis çuvalların bahsine Yaşar Kemal kitaplarında rastlamak mümkün. Yazarlığının yanı sıra çok iyi de bir röportajcı olan Yaşar Kemal’in 1951-1958 arasında yaptığı röportajların derlendiği Bu Diyar Baştan Başa adlı kitabın “Kaçakçılar Arasında 25 Gün” başlıklı bölümünde Antep’te, karanlık bir gecede yapılan kaçakçılık anlatılır (1976: 81):

Güç bela eve gelebiliyoruz. Arkadaş içeri girmeyip, dışarıda kolaçan ediyor. Telis çuvallarını evin kadınları çocuklan sır ediveriyorlar. El çabukluğu marifet! Evin en beceriklisi, beli bükülmüş, seksenlik ana. Oradan oraya ikibüklüm mekik dokuyor. Emirler veriyor; Kaçakçı anası!

Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki gazetelerde basit bir tarama yapınca çuval hırsızlıkları, artan malzeme bedeli nedeniyle çuval üretiminde yaşanan sıkıntılar, bundan dolayı çuval ithal etmeler, malzemeden çalmalar, çuval pahalandığı için onunla taşınan ürünlere zam yapmalar ve yerli çuval üretiminin artması için gösterilen çabalarla ilgili haberler göze çarpıyor. Örneğin 1939 tarihli İsmet Hulûsi imzalı şu yazıyı okuyalım (Son Posta, 17.12.1939):

İhtikar ve fiyat yükselmesi sarî bir hastalığa benzedi. Eşyadan eşyaya sirayetle devam edip duruyor. Şimdi de çuvala sirayet etmiş. Dünkü gazeteler yazdılar.
– Çuval fiyatları birdenbire yükselivermiş.
Dokunmuş emtia arasında hor görülen çuvalın yükselivermesi:
– Kumaş bulamazsak nihayet çuval giyeriz diyenlerin bile ümitlerini kırmış oluyor.”
(…)
“Eskiden:
– Ben çuvalcıya kız mı veririm?
Diyen kız anne babaları bir çuvalcı kızlarını istediği zaman şapkalarını göğe atacaklar. Öğünecekler.
– Kızıma öyle bir kısmet çıktı ki sormayın… Adam bugüne bugün çuvalcı!

Bir nükte yazısında görülen böylesi bir yere göğe konulamama hali herhalde çuvalın hayallerine bile uğramamıştır. Gerçekte, delik ya da yırtık değilse çuvalın kendisinden çok bahis açılmaz, ilgi içindekilere yöneltilir daha ziyade. O halde, içi boş iken görünmez olan bu nesnenin dolduğunda ne yükler ve ne anlamlar üstlenerek görünür hale geldiğine geçelim daha fazla vakit kaybetmeden.

Çuval hırsızlığına dair. Kaynak: Vakit no. 5361 (11.12.1932), s. 3.
Çuval üretimindeki sorunlara dair, 1939. Kaynak: Vakit no. 7547 (13.01.1939), s. 2.
Çuval imalatındaki sorunlara dair, 1941. Kaynak: Yeni Sabah no. 1098 (26.05.1941), s. 2.

Çuval Ne Taşır?

Yaşam

Köyden kente göçün alamet-i farikası olarak, şehirler arası otobüslerin orta koridorlarını tıka basa doldurmuş veya arabanın bagajına istiflenmiş çuvallar içinde kente giden erzaklar gelir akla. Mevsimine, yöresine göre değişir çuval içeriği; ama, işlevi değişmez: Kentte daha az para harcamayı sağlamak. Çuvalla un, bulgur, nohut, mercimek, fasulye; kış boyu yetecek kadar elma, ayva gibi uzun süre dayanan meyveler; fındık, ceviz yahut kuru kayısı; ille de patates, soğan…

2009 tarihli bir haberde, bir otobüs firması yetkilisi “yazın günde 8, sonbaharda da 6 sefer” yaptıklarını ve “yolcuların İstanbul’a çuvallarla, ağızdan geçerek mideye inen ne varsa getirdiklerini” söylüyor: “Bagajlar dolu geliyor. Yiyebileceğimiz ne varsa, aklınıza ne gelirse getiriliyor. Etinden, sütünden tutun da yoğurt, patates, soğan, kuşburnu, kızılcık, elma, armut ve üzüme kadar her şey geliyor.” Haberde şu kısım da ilgi çekici: “İstanbul’un varoşları olarak bilinen kenar mahallelerde, değişik il plakaları olan kamyonlara sıklıkla rastlanıyor. Bu kamyonların, genellikle köy dernekleri organizasyonuyla, yakınları tarafından İstanbul’daki akrabalarına gönderilen çeşitli temel gıda maddeleri ile sebze ve meyve taşıdıkları görülüyor. Kamyonlarla taşınanlar arasında otobüslerin almadığı onlarca turşu bidonları da dikkati çekiyor.”

Köylerden çuvalla ürünler gelir; ancak, kentte de kışlık erzak alışverişi perakende değil toptan yapılır: Makarna, bakliyat, un, şeker, soğan, patates çuval ile alınıp evin serin bir yerine konur ve kış boyu bir daha alınmaz. Buraya efkârlı bir mim koyup, cümleyi –di’li geçmiş zamanda yazmak gerekecek sanırım; zira bu şekilde çuval çuval erzak alışverişi uzak bir geçmişte kalmış gibi görünüyor. Nisan 2022’de yoksulluğun ve zamların araştırılması talebiyle muhalefet tarafından verilen araştırma önergesi, AKP ve MHP oylarıyla –bekleneceği üzere– reddedildi. TBMM’deki görüşmelerde söz alan CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl, “İnsanlar çuvalla bulgur, patates, soğan alırdı. Şimdi, sizin iktidarınız sayesinde gram ve adet ile alınıyor,” dedi.

Köyden kente göçe dair edebi olsun, akademik olsun hemen her metinde erzak göçü de bahsi geçen hareketin bir mütemmim cüzü niteliğindedir. Göç sosyolojisi alanı, ekonomik göç olarak tabir edilen, artık köylerde yaşamı idame etmenin imkânsızlaşmasının bir sonucu olarak yaşanan göçlerde, kente giden öncü grupların gittikleri yerlerde hayatlarını sürdürebilmelerinde köyden gelen erzak desteğinin yaşamsal önemde olduğunu vurgular. Bunun mekanizması son derece açıktır: Kentlerdeki nakdi harcamaları asgariye indirerek birikim sağlayabilmenin yolu, köyden tedarik edilebilecek her şeyi oradan getirmekle mümkündür. Köyde kalanlar için ise kente gitmiş olanlarla kurulan böylesi bir ilişkilenme, ileride kendisi de muhtemelen göçecek haneler için bir nevi alacak-verecek ilişkisi anlamına da gelir. Sema Erder, 1998 senesinde kaleme aldığı “Köysüz Köylü Göçü” adlı makalesinde, 90’larda köy boşaltmaları sonucunda yaşanan kitlesel ve hazırlıksız göçlerin, geride bir köy kalmamış olması nedeniyle bu erzak desteğinden de yoksun olduklarını, tam da bu nedenle bu zorunlu göç dalgasıyla gelenlerin kente tutunmasının çok daha zor olduğunu vurgular (2015: 32-33).

Velhasıl, 1950’lerden bu yana çuvallar, köylerden kentlere eşya taşır, erzak taşır, kentte aç kalmama garantisi taşır, kente tutunma ihtimali taşır, memleketi burnunda tütenin burnuna birazcık memleket kokusu taşır… Bu hummalı taşıma faaliyetinin göçün hızıyla paralel seyretmesi, zamanla yavaşlaması beklenir; ancak, ekonomik daralmalar olduğu sürece memleketten gelen çuvallar azalacak gibi değil; iş ki geride kalan memlekette üretim devam ediyor, çuvalla erzak gönderecek yakınlar yaşıyor olsun. Örneğin, 2021 yılının Aralık ayında kaleme alınmış bir haberde, İstanbul Esenler Otogarı’ndaki bir otobüs firması yetkilisi şöyle söylüyor:

Markette ne ararsan bagajlarda var. Bulgur, un, peynir, pirinç, tandır, patates, zeytin, et, zeytinyağı, yoğurt… Aklına ne gelirse! Her sene böyledir ama bu sene başka… 40 kişilik otobüs 25 yolcu ile geliyor ama bagaj dolu… Bir kişide 6-7 çuval oluyor. Sen buraya pazartesi geleceksin, çuval çuval kışlık erzak, kuru gıda görürsün. Belli ki kışı onla geçirecek, ne yapsın! En çok un gelmeye başladı, insanlar evinde ekmek yapıyor.” Bir başka yetkili de, “Her yıl böyledir ama eskiden tadımlık getiriyorlardı. Şimdi insanlar ihtiyaçtan dolayı getiriyorlar. İnsanımız ekmekle ekmeği bir arada yiyecek hale getirildi. Marketlere yaklaşılmıyor, köyü olan artık oradan getirmeye çalışıyor. İnsanlar, ekonomik anlamda kendini idame ettirebilecek her türlü yolu deniyorlar.

Çuvalla bir şeylerin taşınmasına göç meselesinden başlamak çok da doğru olmadı aslında. Çünkü bir yerden başka bir yere taşımazdan önce, ürünlerin yetiştiği veya üretildiği noktadan alınıp başka bir yere götürülmesinin ve depolanmasının aracıdır çuval. Feminist çuval kuramına kulak kabartacak olursak, “insan soyunun icat ettiği en ilkel gereçtir” (Fisher’dan akt. Le Guin, 1998: 58-64).

Çuval Kuramı: O Harikulade, Büyük, Uzun, Sert Şey Nerede?

“İlk kültürel gereç mızrak değil, bir çuvaldı,” diyen feminist kuramla bu yazıyı hazırlarken karşılaştım ve onca nesne düşünülebilecekken tutup en göze görünmeyen nesneyi seçen bir kadın olarak dedim ki, elbette çuval olacaktı, en az onun kadar görünmez olan kadınların icat ettikleri gereç. Öyle bir gereç ki sessizce biriktirmiş, taşımış, doyurmuş, saklamış, istiflemiş, açlığa anlık bir avlama ile değil, uzun süren bir emekle direnmiş… Çuval kuramı cumhuriyet dönemi toplumsal tarihiyle ilgisiz görünebilir; ama, kadınların hikâyeden silindiği, kahramanların omuzlarında yükselen bir tarih anlatısına karşı durarak, gündelik hayatın olağan ve daha az olağan nesnelerini hikâyenin tam ortasına koyan, dahası bu hikâyeyi de (erkek) kahramanlar üzerinden değil; hikâyesi anlatılmayanların gözünden anlatmaya yeltenen bu ansiklopedide bu kuramın başımızın üstünde yeri var.3

Ursula Le Guin’in (1998) bu kuramı enfes bir şekilde anlattığı yazısının tamamını aktarabilmek isterdim, şimdilik şununla yetineyim; gerisini muhakkak bulup okuyun ve insanın tarihini sivri uzun şeylerin değil yuvarlak kapların yazdığını görün:

“Eğer içine dolduracak bir kabınız yoksa, yulaf gibi uysal ve beyinsiz bir yiyecek bile elinizden kaçıp gider. Elinizin altındayken yiyebildiğiniz kadarını midenize indirirsiniz, ne de olsa en temel kap midedir; ama yarın sabah yağmurlu, buz gibi havada uyandığınız zaman da ağzınıza atacak bir iki avuç yulafınız olsa, biraz da küçük Oom’a verseniz de ağlaması dursa fena olmazdı hani; iyi de, bir mide ve bir avuç dolusundan fazlası eve nasıl götürülür? Ne yapalım, yağmur altında vıcık vıcık çamur olmuş allahın cezası çayırlığa gidersiniz, orada da Oo Oo bebeyi içine koyacak bir şeyim olsaydı da yulafları iki elimle toplayabilseydim diye aklınıza gelir. Bir yaprak boş bir kabak bir deniz kabuğu ağ çanta çuval torba şişe çanak kutu kap. Tutacak bir şey. Doldurulacak bir şey.

‘İlk kültürel gereç, büyük ihtimalle doldurulacak bir nesneydi… Pek çok kuramcı, en erken kültürel buluşların toplanan ürünlerin içine doldurulduğu bir kap ve bir de file gibi bir taşıma gereci olması gerektiğini belirtiyor.’

Women’s Creation’da (Kadınların Yaratısı) Elizabeth Fisher böyle diyor. Ama yo, olamaz. O harikulade, büyük, uzun, sert şey nerede? (…) Bilmiyorum. Umurumda bile değil. Ben o hikâyeyi anlatmıyorum. Onu daha önce duyduk; bütün o sopalar, mızraklar, kılıçlar, o beyin göçerten, saplanan, vurulan şeyler, o uzun ve sert şeyler hakkında işitmediğimiz kalmadı; ama içine bir şeyler konan şeyi, mazrufun zarfını şimdiye kadar hiç dinlemedik. Bu yeni bir hikâye. Yeni bir haber.

Ama eski de. Sonradan icat edilmiş, lüks, olmasa da olur bir gereç olan silahtan önce (düşünürseniz, herhalde çok çok önce); gerekli bıçak ve baltadan çok önce; vazgeçilmez kesici, öğütücü ve kazıcı gereçlerle aynı sıralarda -çünkü yiyemediklerinizi eve taşımak için kullanacağınız bir şey yoksa, dünyanın patatesini kazıp çıkarmanın manası olmazdı- enerjiyi dışa vuran gereçten ya önce ya onunla beraber, enerjiyi eve taşıyan gereci yaptık. Bana mantıklı geliyor. Fisher’ın insanın evriminde Çuval Kuramı dediği kuramın yandaşıyım ben.”

Bu en ilkel gereç, hâlâ en ilkel haliyle kullanımda; zira insan her daim üretiyor, ürettiğini istifliyor, bir yerden bir yere taşıyor, dağıtıyor, bölüyor, yeniden paketliyor, başka bir yere götürüyor… Ancak, bir taşıma gereci olarak çuval sadece envai çeşit metayı değil, üretim ilişkilerini de taşıyor. Örneğin, Karadeniz’deki çay işçisi kadınlar makasla çayları keserken, çuval oradaki sömürünün de tanığı, emeklerinin hakkı için verdikleri mücadelenin de.

Hangi kente giderseniz gidin, varoşlarla çuvallar iç içe. Yağmurlu günlerde evi sel basmasın diye alçak evlerin önüne kum çuvalları konur; yağmursuz günlerde ise kadınlar öbek öbek oturur, parça başı iş yaptıkları yerlerden gelen çuvallara ellerini sokup çıkarırlar. Genellikle fason konfeksiyon işidir gelen, kesmeler, biçmeler, yapıştırmalar, sökmeler, hizalamalar, nakışlamalar… Siirt ve Antep’te fıstıkla veya cevizle dolu olurlar, çuval ödeme birimi demektir aynı zamanda. Bir başka haberde ise İzmir’de defne yaprağı ayıklayan kadınlar var; defnenin mis gibi kokusuna karşılık sömürünün kesif kokusu hemen burna çarpıyor. 4

Bazı mahallelerde ise önce uzaktan kapıların önünde pembe file çuvalları görürsünüz, altlarından deniz suyu sızar; yaklaşınca içerden gelen kokuyu da alırsınız: Midye dolma için midyeler ayıklanmakta, kaynatılmaktadır. Beyoğlu’nun bednâm bölgesi Tarlabaşı’nda ise en faal iş kollarından biri ve Mardinlilerin hakimiyetinde olan midye dolmacılığının izlerini sokaklarda yığılı midye çuvallarından ve sabah erken saatlerde o çuvalları indiren kamyonlardan sürmek mümkündür.5 90’lardaki köy yakmalar ve boşaltmalar sonucu yaşanan zorunlu göç, denize kıyısı olmayan bir kentin sakinlerini Tarlabaşı’na ve midye sektörüne sürüklemiştir. Yine aynı mahallelerde, atık toplayıcılarının çek-çekleri de park edilmiştir kapı önlerine; günboyu şehrin sokaklarını arşınlayan koca çuvalların içindeki atıklar buradaki depolara yığılır, gelip fabrikaya götürecek kamyonu bekler (bkz. ÇÖP maddesi).

UMUT

Her umutlu girişimin arkasında çuval vardır. İddialı bir cümle oldu; ama, düşününce o kadar da yanlış değil. Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık romanında hikâyesini anlattığı boza satıcısı Mevlut’u ele alalım; bozacılıktan öncesi, pilavcılığa başladığı dönem (2014: 241-242):

Yıllarca nohutlu pilavcılık yaptıktan sonra felç olup ayakta duramayan Muşlu bir satıcı ile Mevlut’u bir garson tanıştırmıştı. Hasta Muşlu hem arabasını hem de artık kendisinin “hakkı” olduğunu iddia ettiği Kabataş araba vapuru iskelesinin arkasında arabasıyla durup satış yapma hakkını satmak istiyordu. Mevlut araba devreden bütün satıcıların iddia ettikleri park etme hakkının abartılı olduğunu tecrübeyle biliyordu. Bir köşede belediye zabıtasına yalvararak ve biraz bir şeyler vererek birkaç gün arabasını park edebilen her satıcı, o köşenin milletin ya da devletin değil kendi tapulu malı olduğuna içtenlikle inanmaya başlardı. Buna rağmen Mevlut yıllarca sırtında sırık sokaklarda yürüyerek satıcılık yaptıktan sonra bir dükkânın sahibi gibi, şehirde belirli bir yer sahibi olma hayallerine kapılmıştı ve işin geleceğine de içtenlikle inanıyordu. (…) Bir gün de Mevlut arabayı iterek eve getirdi. Sirkeci’deki büyük bir
toptancıdan bir çuval pirinç ve bir çuval nohut alıp evde mutfakla televizyon arasına yığdı.

Rayiha. Gece yatmadan önce nohudu güzelce ıslatıyor, sabah saat üçte çalar saatle uyanıyor, nohudun yumuşadığını görüp kısık ateşte tencereye koyuyordum. Sonra altını kapatıp Mevlut ile birbirimize sarılarak ve soğuyan tencerenin fısıltısını huzurla dinleyerek gene uyuyorduk.

Birbirine sarılıp tencerenin fısıltısını dinleyerek yeniden uykuya dalmada o nohut-pilavın, o kokuların, o arabayı artık kendinin belleyeceği bir noktaya sabitleyip satış yapacak olmanın, kazanacağı paraların verdiği umudun da payı yok mudur?

Bir başka umutlu çuval hikâyesi ise uykudan ziyade bir uykusuzluk hikâyesi. 31 Mart 2019 Mahalli İdareler Genel Seçimleri’nin ardından 46 ilde bazı sandık sonuçlarına itirazda bulunulması üzerine oyları koruma ihtiyacı duyuldu ve çuvalların üzerine yatmak suretiyle bekçilik yapanlar görüntülendi. Bunlardan biri de Ümraniye oylarını korumaya çalışan CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal idi. Daha sonra verdiği bir röportajda 17 gün boyunca uyumayarak oy çuvallarını beklediğini ifade eden Tanal’ın kimse oyların üstüne yatamasın diye oyların üzerine yattığı pozu, siyasi manzaranın değişmesine dair umudun ve iradenin simgesi olmuştu.

Oy çuvallarını bekleyen Mahmut Tanal, 2019. Kaynak: “Çuvalların üstüne yatan Mahmut Tanal: Uzun süre ayakta durunca ayaklarım şişiyor”, Birgün [Çevrimiçi Edisyon] (02.04.2019) []
Kömür yardımı Kaynak: “Sosyal yardımlar kapsamında, 17 yılda 30 Milyon ton kömür ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı.” Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu / Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı []

Umut tacirliğinde de çuvalın yeri var. AKP iktidarıyla özdeşleşen kömür yardımlarına dair Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’nun sitesinde şu bilgiye yer verilmiş: “2003 yılından bugüne kadar geçen 17 yılda; 30 milyon ton kömür, muhtaç ailelere dağıtılmak üzere ülkemiz genelindeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına teslim edilmiştir. 2020 yılı sezonunda 1949 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı kapsamında yaklaşık 1,6 milyon ton kömürün 2 milyon aileye dağıtımı tamamlanmıştır.” Bu yardımların AKP’nin iktidarını muhafaza etmesindeki rolü, dağıtılan kömürler üzerinden kurulan saadet zinciri benzeri kazanç ilişkileri,6sosyal politikaların yardımlar üzerinden sadakavari klientalist bir nitelik kazanması çokça tartışılan başlıklar oldu, muhalif kesim için makarna-kömür söylemi AKP seçmenine yönelik aşağılayıcı bir ifadeye dönüştü; fakat, herhalde asıl konuşulması gereken, giderek yoksullaşan bir ülkede insanların bu kömür yardımına muhtaç olması7 (bkz. KÖMÜR maddesi).

Bir umut ve dayanışma hikâyesini de Yaşar Kemal’den okuyalım. Samsun’dan bindiği Aksu vapurunda geçirdiği günleri Ambar Yolcuları ile Seyahat yazısında aktarır Yaşar Kemal; orada çuval çuval taşınan yiyeceklerle giyecekler de anlatılır; ama, esas dikkat çeken “Biletsizler Çuvala” diye bir başlık altında anlattıklarıdır. Bilet kontrolü sırasında, bileti olmayan iki yolcu olduğunu fark eden bir delikanlı onları saklamak için inisiyatifi ele alır ve iki çuval bulunması talimatını verir:

Delikanlı önce efendi kılıklıya yaklaştı. Gülümsedi. Gözleri, bir iyilik yapmanın sevinci ile dolmuş, pırıl pırıl yanıyordu. Çuvalı açıp: -Gir! dedi. Efendi düşkünü, hiç istifini bozmadan, dudağında o hoş gülümsemesiyle çuvala girdi. Delikanlı da çuvalın ağzını iyice bağladı. İki kişi çağırıp, köşeyi, üç kadının bulunduğu yeri eli ile işaret etti: -Götürün oraya! Kaldırıp götürdüler. Patates çuvalı gibi, geminin kaburgasına dayadılar. Kaburgaları görünen adamın, başı daha önünde. Yüzü de daha morarmış. Delikanlı çuvalı gösterip: -Gir! dedi. Adam, oralı bile olmadı. -Gir be; dedi ölüm değil ya! Ben belki yüz defa girdim çuvala… Bir türlü kımıldamıyor. Delikanlı hırsla, tutup adamı yere yatırdı. Adam, sanki ölüydü. Hiçbir can eseri göstermiyordu. Çarçabuk çuvala yerleştirip, ağzını bağlayıp öteki çuvalların yanma koydular. Derken memurlar damladı. Kadınlar, çuvalların üstüne bir yorgan örtüp, bellerini de çuvala dayadılar. Memurlar, teker teker biletlere bakıyor. Ambardakilerin hepsinin yüzü çuvallara dönük, heyecanla çuvalları kolluyorlar. Nedense, bu sırada, bütün ambarda bir öksürme başladı. Hep bir ağızdan, ara vermeden habire öksürüyorlar. Bunca insanın bir ağızdan öksürmesi, insanın kulağını sağır edecek derecede müthiş bir gürültü yapıyor. Memurlar çuvalların yanından ayrılınca, öksürük de birden durdu. (…) Memurlar ambardan çıkar çıkmaz birkaç kişi hemen çuvallara saldırıp, ağızlarını açtılar. Efendi düşkünü hala gülümsüyordu. Ötekisi ise bir külçe halindeydi. Çuvaldan cansızcasına yere dökülüverdi.

Kaçakçının Çuvalı Neyle Yüklü?

Çuvalla yakından ilişkili bir iş kolu daha var ki, onu yaşamla mı, ölümle mi, yoksa umutla mı ele almak gerekir, karar vermekte zorlandım: Kaçakçılık. İnternette “kaçak” ve “çuval” kelimelerini birlikte aratınca ortaya dökülen sonuçlar bu alanın yaşamla da ölümle de ne kadar iç içe olduğunu gösteriyor (yanına herhangi bir yıl yazıp aratırsanız taşınan mallar farklılaşıyor ama gerek kara sınırlarından sırtlarda veya katırlarla, gerekse deniz yoluyla kaçak malların bütün cumhuriyet dönemi boyunca ülkeye getirildiği gerçeği değişmiyor; nerede sınır var ise orada kaçakçılık da var zira): 203 çuval kaçak ayakkabı; 200 çuval dolusu sigara ve hap; 249 çuval kaçak çay; 10 ayrı çuvalda 140 adet pompalı tüfek; 150 çuval kaçak midye; 54 çuvalda 2 ton kara kıllı midye; çuvallar dolusu 450 kilo inci kefali; 126 kilo kaçak tütün; tuz çuvalları arasında/fıstık çuvalında/kum dolu çuvallarda/çöp dolu çuval yüklü TIR’da/un çuvalında kaçak sigara sevkiyatı; 5 çuval salyangoz; çuval çuval kaçak et; 1 çuval cep telefonu; 120 çuval plastik pirinç; 49 çuval defne yaprağı; 223 çuval toz şeker; mısır unu/ay çekirdeği/patates/saman/gübre çuvalında silah kaçakçılığı; bagajda/et yüklü kamyonda, kaza yapan TIR’da, toprağa gömülü halde/tekstil ürünlerinin arasında çuval çuval esrar; 1 çuval kaçak döviz; 120 çuval içinde 480 paket nargile tütünü; çuval içinde Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait 103 parça tarihi eser; çuval çuval kaçak maske; sırtında bir çuval kaçak çay ile mayın tarlalarından geçerken…………………………..

“Halkın savcısı” lakaplı Cumhuriyet Senatörü Mehmet Feyyat’ın, 1977’de senato tutanağına geçmiş konuşması kaçakçılık konusunda ilginç unsurlar barındırıyor:

“Hudutta işte falan kaçakçı yakalandı, bu kadar arkacı, bu kadar çuval kaçak eşya, bu kadar mensucat yakalandı, şu yakalandı, bu yakalandı; ama Bakanlar Kurulu kararından neşet eden veya Hükümet ile belli çıkar çevreleri arasındaki anlaşmadan mütevellit kepazeliklerden bahsedecek, yetkili Döviz Mahkemesinin Savcısı idi. Savcı o brifinge katılmadı, sadece jandarma, zaptiye, şu bu katıldılar. Bunlar da ilkel kaçakçılık metotlarından bahsederler. Yekûn etsen, yurt dışına para gönderen bir kaçak ihracatçının, döviz transfer eden bir kaçakçının binde biri kadar memleket dış ödemeler dengesinde zarar vermez. (…)

Özellikle bu kaçakçılık meseleleri Türkiye’de, hudutta vazifesini kötüye kullanan zaptiyeler için iyi bir adam öldürme vesilesidir. Niçin öldürdün? Kaçakçılık yaptı. Bu bir de, af buyurun, üst yapının günü bu korporatif bünyeden neşet eden basın ağalarının bazı gazetelerine yansıdı mı ‘Kaçakçı vuruldu’ diye; kaçakçının işlediği suç ya vardır ya yoktur; orada âdeta Kıbrıs’ı fethetmiş gibi bir eda içerisinde, haksız yere öldürülen kaçakçı üzerinde oradaki zaptiye de bir de nutuk atar, vatanperver olur; fakat kaçakçı, vatan haini olur.”

Ölüm

Hayatın her anının tanığı ve her şeyinin taşıyıcısı çuval, ölümü de taşımaktan kurtulamaz. Çoğumuz üçüncü sayfa haberlerinden aşinayızdır cinayet sonrası çuvala konup yol kenarına yahut ormana atılan cesetlere. Bir kadın cinayeti olur bazen, bazen de örtbas edilmek istenen bir infaz…

Hafıza Merkezi’nin “1990’larda devlet görevlilerinin dahliyle yaygın ve sistematik olarak işlenen hukuk dışı infazlar ve zorla kaybetmelere ilişkin davalarla başladığı izleme çalışması” Faili Belli’de, JİTEM’e dair bir tanıklıkta okuyoruz çuvalın ölümle ne kadar yakın ilişki içinde olabileceğini:

JİTEM Komutanı’nın bazen bizzat sorguya katıldığını ve işkence yaptığını belirten Aygan, şöyle devam etti: “Sorgu odasındaki herkes işkenceye katılmak zorundadır. Orada duygusallığa yer yoktur. İşkence yapmayan personele şüphe ile bakılır. Sorguda işkence sınırsızdır. Kaba dayak, filistin askısı, ayaklarından tavana asma, ayaklara araba lastiği bağlanıp tavana asma, çıplak vücudunda sigara söndürme, üzerine soğuk su dökülmesi, günlerce aç ve susuz bırakmak, tehdit, şantaj, küfür ve hakaret gibi yöntemler uygulanır. İşkenceli sorguda istenilen bilgi alındıktan sonra, kablo veya iple boğulmak veya arazide kafasına kurşun sıkılmak suretiyle infaz edilirdi. Öldürülen kişi ya halka korku salmak maksadıyla açık araziye çuval içerisinde atılır, ya da rastgele kazılan bir toprak çukura gömülürdü. Bazen cesedin bulunmaması için göle veya nehre ağırlık bağlanıp atılırdı.

Bulunmaması için kuyulara atılan, topluca çukurlara gömülen, göllere bırakılan cesetler yıllar süren hukuk mücadelesi sonucunda ortaya çıkarıldığında, bir zamanlar yaşam dolu olan o bedenlerden geriye kalan her ne varsa çuvallara konuyor, kayıplarının ölüsüne ya da dirisine kavuşmayı yıllardır umutla bekleyen yakınlarına bir haber verilebilmesi için kimlik teşhisi amacıyla adli tıp laboratuvarlarına gönderiliyor.

Çaresizlikten çuvalda taşınan cenazeler var bir de. 2014 yılının Şubat ayında Van’da, yolların kardan kapalı olması nedeniyle 1.5 yaşındaki oğlu Muharrem’i hastaneye götüremeyen Abdulvahap Taş’ın bebeğinin cenazesini sırtındaki çuvalla taşıdığı resim unutulmayanlar arasındadır. Bu resimle akla Türkiye devrimci hareketinin “ser verip sır vermeyen yiğidi” düşer; Diyarbakır Cezaevi’nde günlerce süren işkenceler sonucu 18 Mayıs 1973’te ölen, parçalanmış vücudu babasına çuval içinde teslim edilen ve kayıtlara intihar ettiği yazılan İbrahim Kaypakkaya.8

Bebeğinin cenazesini sırtındaki çuvalla taşıyan Abdulvahap Taş. Kaynak: “Cenazesi çuvalda taşınan Muharrem’in ölümünde ihmal görülmemesine itiraz” Cumhuriyet [Çevrimiçi Edisyon] (18.02.2018) [] / © Doğan Haber Ajansı

Başka türlü bir cinayette yine çuvalı görüyoruz; bu defa taşıdığı bir erkek kafası, tanıklık ettiği ise ataerkil düzende erkek şiddeti karşısında çaresiz bırakılan bir kadının kendi adaletini kendi sağlaması. Isparta’nın Yalvaç ilçesi Koruyaka köyünden Nevin Yıldırım, 29 Ağustos 2012 tarihinde, kendisine silah zoruyla sürekli tecavüz eden akrabası Nurettin Gider’i öldürmüş, başını bir çuvala koyarak “İşte namusuma uzananın kellesi, benim arkamdan konuşmayın!” diye köy meydanına atmıştı. Tecavüzcüsünü öldürdüğünde 26 yaşında ve 24 haftalık hamile olan Nevin, “Ölsem de doğurmam,” dediği bebeği doğurmak zorunda bırakıldı. Nevin, “Karnımda her kıpırdanışında tecavüzü ve tecavüz edeni yeniden hatırlatıyor,” demişti.

Nevin Yıldırım için feministlerin düzenlediği “kadınlara adalet için, yaşadığımız adaletsizlikleri çarşaf çarşaf ortaya döküyoruz” kampanyasından. Kaynak: “Nevin Yıldırım’ın Hikâyesi Neden Bu Kadar Tanıdık?” 5Harfliler (03.11.2021) []

Ölüm-çuval ilişkisinde son örnek kentlerin ve doğanın katliyle ilişkili. Kentbilimci Jean-François Pérouse (2014), “Molozların Hüzünlü Diyarı” başlıklı yazısında şöyle yazıyor:

Terk edilmiş sahipsiz molozlar, çevreye ve yasalara karşı işlenen suçlar ve ihmallerden oluşan çirkin bir silsilenin görünen ucudur. Üretim sürecini aşama aşama incelediğimizde, “kaynaktan” taaa terk edilme alanına kadar uzun bir yolculukları var. Merkezî ilçelerden restorasyon çalışmalarının alt ürünü olarak kontrol dışı molozlar, çuvallanıp, İBB ya da yetkili bir şirkete bağlı olmayan bir kamyon üzerine acele acele atılır… Bu işler için, son zamanlarda, yabancı ve kayıt dışı işgücü kullanılır. Ve daha sonra molozlardan kurtulma macerası başlar. Bu süreci birkaç defa takibe aldım… Kamyon beyaz çuvallarını doldurup, periferilere kaçıyor… Çoğu zaman, saat ve gün uygunsa (ya sabah erken yapılır, ya akşam geç saatlerde ve daha çok hafta sonlarında), kontrolsüz kusma alanına varılır. Sağı solu kolaçan eden kamyoncular, yüklerini boşaltmaya başlarlar. Nasıl loşluklarda bir ceset derin sulara atılıyorsa, çuvallar da ormanların kenarına öyle bırakılır.

“Parçalandık. Birbirimizi dövdük, birbirimizi vurduk, birbirimizi kırdık… Birbirimize düşman olduk. O zaman biz neyiz, kedi miyiz? Biz niye düşünmedik bizi çuvala atanlar kimlerdir diye? Biz niye birbirimizi suçladık? Niye asıl suçluyu aramadık? Niye düşünemedik, niye bulamadık? Sağı da solu da birbirine düşmandı. Sağ da bu memleketin insanı. Öldü, öldürdü. Hiç düşünmedik. Biz kediydik çünkü. Çuvala attılar bizi, biz birbirimizi kediler gibi tırmaladık.”

Aziz Nesin, Çuvala Doldurulmuş Kediler

Yük Taşımadığı Halde En Yüklü Çuval: Çuval Hadisesi

Çuval ile ilgili yapılan tüm aramalarda çıkan ilk başlık “4 Temmuz 2003 Çuval Hadisesi.” Bu nesnenin asli işlevi olan taşıyıcılık ile ilgisi olmamasına rağmen olay, toplumsal hafızada çuvalın işgal ettiği tüm yerleri ele geçirmiş durumda. Wikipedia’da hadiseye dair açıklama şu şekilde:

Başlarına çuval geçirilen Türk askerleri. Kaynak: “The Hood Event Revisited” End Times Cafe [Kişisel Blog] (12.11.2014) []

Çuval Hadisesi ya da Süleymaniye Olayı 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan bir binbaşı komutasındaki 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak’taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı’na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir şekilde sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmeleridir. Operasyon için ABD’nin en önemli millî bayramı olan 4 Temmuz (Bağımsızlık Günü) tarihinin seçilmiş olması, günün cumaya denk gelmesi, bu şartlarda konuyu süratle ve diplomatik tarzda çözüme kavuşturabilecek yetkili Amerikan makamlarına ulaşmanın uzun sürmesi ve Türk askerlerinin bu yüzden 60 saat gözaltında bekletilmeleri, Amerikan askerlerince küçük düşürücü kasıtlı hareketlere başvurulmuş olması, Çuval Hadisesi’nin bir provokasyon olduğu görüşlerinin dile getirilmesine sebebiyet vermiştir.

Olayla ilgili, milliyetçi duyguları kaşımak ve bir nevi intikam almak amacıyla çekilen 2006 yapımı Kurtlar Vadisi Irak filmi 14 milyon dolarlık bütçesi ile o zamana kadar yapılmış en pahalı yerli filmlerden biri olmuştu. Çuval olayı milli gurura vurulan büyük bir darbe ve Amerika ile Türkiye arasındaki dostluğa sürülen en kara leke olarak resmi tarih anlatısında yerini aldı; arka planında neler olduğuna dair kitaplar yazıldı.9

Bu olayın ardından düzenlenen çeşitli intikam eylemlerinde de çuval kullanıldı. Bilhassa Türkiye Gençlik Birliği üyeleri Türkiye’ye gelen ABD’li askerlerin başına çuval geçirdi ve bunu da şu şekilde duyurdu: ÇUVALIMIZI GEÇİRDİK!

ABD’li askerlerin başına çuval geçirilmesi. Kaynak: Twitter / @genclikbirligi (02.11.2021) []
Bir Şey Taşımazken Bile İşe Yarar Bir Şey

ABD’de yoksul ailelerin un çuvallarından kendilerine giyecekler yaptığı, 1929 buhranından sonra da bu durumun yoksulları aşarak genelleştiği anlatılır. Öyle ki, un imalatçıları pamuklu bir kumaştan imal edilen çuvalları kadınların daha zevkle giyeceği çiçekli veya çocuklarına kıyafet dikebilecekleri neşeli desenlerle üretmeye, hatta çocuklarına oyuncak yapabilecekleri kalıplar basmaya başlamışlar.

ABD’de çuvaldan yapılan giysiler. Kaynak: Quilting Online

Türkiye’de de benzer durumlar yaşanmış. Ercan Kesal, üstünde Kayseri Şeker Fabrikası mührü olan iç çamaşırı giydiğini anlatıyor Peri Gazozu kitabında (2013); gazoz imalatında kullanılan şekerin taşındığı çuvallardan annesi kesip dikmiş o çamaşırı. Yine eskiden, henüz jean pantolonlar ülkede yokken, beyaz çuvalların maviye boyayıp jean gibi giyildiği de dilden dile aktarılan hikâyelerden.

Yumuşaklığıyla ünlü olmayan çuval kumaşından iç çamaşırı bile yapılabildiyse başka neler neler yapılmaz ki: Çanta, saksı kılıfı (ve başka kılıflar), masa örtüsü, yer yaygısı, perde, tohum veya ufak şeyler saklamak için küçük keseler ve erzak vb. koymak için daha büyük keseler, süsler…

Çuval Dergisi

Tespit edebildiğim kadarıyla Çuval adını taşıyan bir kaç farklı dergi yayımlanmış bugüne kadar, ekserisi siyasi mizah türünde. Osmanlı ve cumhuriyet dönemlerindeki mizah dergilerini kayda geçirmiş olan Seyriadem isimli arşivden, 1960 dönemi dergileri arasında Çuval adlı bir mizah dergisi olduğunu, ilk sayısını 9 Şubat 1960’ta yayımlayan derginin yazarları arasında Bedii Faik, Aziz Nesin, Hilmi Yavuz gibi isimler bulunduğunu ve derginin Demokrat Parti’ye muhalif yayın yaptığını öğreniyoruz.

1970’lerdeki Çuval, 60’lardakinin bir süre ara verdikten sonra çıkan devamı mıdır, yeni bir dergi midir, net bilgiye ulaşamadık; ancak, 1985’te bir Çuval daha var ki detaylı malumat edinemedikse de onun yeni ve başka bir dergi olduğu kesin. Bütün bunlar arasında en sivri dilli muhalif siyasi mizahı yapan ve bekleneceği üzere, sıkça toplatılan ve susturulmaya çalışılan, 60’lardaki.10

Çuval no. 1 (09.02.1960), kapak sayfası. Kaynak: Seyriadem []
Çuval no. 9 (06.07.1960), sayfa 4. Kaynak: Ela Doğanay, “27 Mayıs 1960 Askeri Darbenin Mizaha Yansıması: Çuval Mizah Gazetesi Örneği”, Nosyon: Uluslararası Toplum ve Kültür Çalışmaları Dergisi no. 8, (2021), s. 45.
Çuval no. 8 (30.03.1960), sayfa 2. Kaynak: Ela Doğanay, “27 Mayıs 1960 Askeri Darbenin Mizaha Yansıması: Çuval Mizah Gazetesi Örneği”, Nosyon: Uluslararası Toplum ve Kültür Çalışmaları Dergisi no. 8, (2021), s. 53.

En güncel Çuval ise kendisini Almanya’nın Türkçe kültür-sanat ve edebiyat dergisi olarak tanımlıyor, ilk sayısı Mart 2019’da çıkmış.

En güncel Çuval dergisi kapaklarından. Kaynak: Dost Kitabevi / Dergiler []
En güncel Çuval dergisi kapaklarından. Kaynak: Dost Kitabevi / Dergiler []

En güncel Çuval dergisi kapaklarından. Kaynak: Dost Kitabevi / Dergiler []

Sonuç Niyetine

Her dönemde mızrak artık çuvala sığmasın, muktedirlerin ipliği pazara çıksın, yalanları dolanları faş olsun umuduyla nice mücadeleler verilmiş, şiirler yazılıp türküler söylenmiş. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Deli Kuşun Öttüğü şiiri bunlardan biri. Cumhuriyetin ikinci yüz yılında olanlar artık böyle olmasın, ağalar paşalar değil susanlar konuşsun, kimse aç karnına sırtında bir çuval ile yurttan yurda göçmesin, mızrak çuvala girmesin umuduyla yazıyı bu şiirle bitirmek isterim.11

Deli Kuşun Öttüğü – Fazıl Hüsnü Dağlarca

Hey göklere duman durmuş dağlar hey
Değirmenin üstü her gün yel olmaz
Dinle ağa, dinle paşa, dinle bey
Sen söylersin o susar mı bel olmaz…

Kızılırmak akar suyun içerler
Aç karnına yurttan yurda göçerler
Tarifeylen Köprüsünü geçerler
Çamın başı yine kar mı bel olmaz…

Olmaz artık olanlar böyle olsun
Yeni çağda mızrak çuvala girsin
Vergi dersin, ümük dersin, can dersin
Verdiler mi aldılar mı bel olmaz…

KAYNAKÇA

Alkan, S.B. (2021, Ocak 27). Bir Kadın Keşfetti Ateşi. 5harfliler. https://www.5harfliler.com/bir-kadin-kesfetti-atesi/

Eyüboğlu, O.M. (2021, Ekim 3). Nevin Yıldırım’ın Hikâyesi Neden Bu Kadar Tanıdık? 5harfliler. https://www.5harfliler.com/nevin-yildirimin-hikayesi-neden-bu-kadar-tanidik/

Bora, A. (2016, Ekim 20). Hafıza Mekânları. Birikim. Hafıza Mekânları – Aksu Bora | Birikim Yayınları (birikimdergisi.com)

Burgan, E. (2015). İlk kültürel gereç çuval ise: Erkeklik ve et yemenin kesişimselliğinde bilimsel anlatıların kuruluşu. Fe Dergi, 7, 34-47. https://cins.ankara.edu.tr/14_3.pdf

Cumhuriyet. 18/02/2018. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cenazesi-cuvalda-tasinan-muharremin-olumunde-ihmal-gorulmemesine-itiraz-928897

Dağlarca, F.H. (2008). Bütün Şiirleri 1. İstanbul: YKY.

Doğanay, E. (2021). 27 Mayıs 1960 askeri darbenin mizaha yansıması: Çuval Mizah Gazetesi örneği. Nosyon: Uluslararası Toplum ve Kültür Çalışmaları Dergisi, 8, 39-63.

Emiroğlu, K. (2011). Gündelik Hayatımızın Tarihi. İstanbul: İş Bankası Kültür.

Erder, S. (2015). Köysüz Köylü Göçü. İstanbul Bir Kervansaray (mı?)-Göç Yazıları içinde. İstanbul: Bilgi Üniversitesi.

Kapusuz, N. (2014, Aralık 10). Makarna ve Kömürü Geri Almak. Başlangıç Dergi. https://baslangicdergi.org/makarna-ve-komuru-geri-almak-nazir-kapusuz/

Kapusuz, N. (2019, Temmuz 11). Makarna, Kömür ve İmamoğlu. Karşı Mahalle. https://www.karsimahalle.org/2019/07/11/makarna-komur-ve-imamoglu-nazir-kapusuz

Kemal, Y. (1976). Bu Diyar Baştan Başa. İstanbul: Cem.

Kesal, E. (2013). Peri Gazozu. İstanbul: İletişim.

Kurt, A. (2011). 1950 Sonrası Türk Romanında Anadolu’dan İstanbul’a Göç (1950-1980), (Yayımlanmamış Doktora Tezi). http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/48574.pdf

Le Guin, U. (1998). Çuval Kuramı ve Kurgu. Kadınlar Rüyalar Ejderhalar içinde. Çev. D. Erksan. İstanbul: Metis.

Nesin, A. (1995). Çuvala Doldurulmuş Kediler. İstanbul: Nesin.

Öztaş, Ö. (2020, Ağustos, 23). İsmi kaçakçıya çıkan emekçiler: Kolberler. Sol Gazetesi. https://haber.sol.org.tr/haber/ismi-kacakciya-cikan-emekciler-kolberler-12765

Pérouse, J.F. (2014, Şubat 1). Molozların Hüzünlü Diyarı Periferiler. BİA. https://m.bianet.org/biamag/toplum/153157-molozlarin-huzunlu-diyari-periferiler

Soytemel, E. (2013, Haziran 11). Çapulculuk, Kömür, Makarna ve Yoksullar. BİA. https://m.bianet.org/biamag/siyaset/147447-capulculuk-komur-makarna-ve-yoksullar

Kapak Görseli: Pazarda çuvallar içerisinde satılan bakliyat tezgahı, 1953. Kaynak: ETH-Bibliothek Zürich, Bildarchiv / Comet Photo AG (Zürich) / Com_L02-0122-0008-0002 [https://bit.ly/419GIf6]

DİPNOTLAR
  1. Hatta o kadar görünmez ki, Kudret Emiroğlu (2011), 300’den fazla nesneyi ele aldığı Gündelik Hayatımızın Tarihi adlı muhteşem eserinde ona minicik bir yer dahi vermemiş.
  2. Hayatımızın hemen her alanını kaplayan bütün bu yük türlerinin taşınmasında kullanılan malzemenin üretildiği polipropilen (PP), plasentada dahi varlığı tespit edilen mikroplastiklerden biri. Plastik çuvalların parçalanma hızı oldukça yüksek olmasına rağmen tek kullanımlık şişeler kadar tepki görmüyorlar. Mikroplastiklere dair bkz.: https://yesilgazete.org/2020nin-ardindan-plastik-batakliginda-bir-yil/
  3. Çuval kuramına dair nefis okumalar için bkz. Burgan (2015), Bora (2016), Alkan (2021).
  4. Çuvaldan bahsedip de işçilerin videolarının derlendiği TikTok’un Emek Sineması’ndan bahsetmeden olmaz; o videolarda hem çuvalı işin asli bir unsuru olarak görüyoruz, hem de gösteriye malzeme olarak: pamuk çuvalı podyum oluyor mesela, kum çuvalı yılan kostümü… “TikTok’un Emek Sineması’nda çalışma mekanları, sokaklar, tarlalar, atölyeler platoya dönüşürken çalışma zamanları işgal ediliyor. TikTok sinemasının üreticileri; kürekleri, boruları ve meyve kasalarıyla çekim araçlarını oluştururken üretim bandını bir podyum gibi kullanarak mekanları dönüştürüyor. ‘Umumi film festivali’ gibi işleyen TikTok’ta çalışma mekanlarına ve üretim araçlarına; dekor, performans, müzik ve ses efektleri ile yapılan küçük müdahalelerle oluşturulan atmosferde iş mekanları yeni bir anlamlar kazanıyor.” http://tiktokunemeksinemasi.karsi.com/
  5. İzmir’deki midyeci Mardinlilerin hikâyesi hakkındaki bir belgesele dair: https://m.bianet.org/biamag/yasam/252886-bir-kente-midye-ile-tutunanlarin-hikayesi-kabugu-kirmak
  6. Biri 2008, diğeri 2020 tarihli iki haberde aynı isim göze çarpıyor: AKP’li çuval üreticisi Eyüp Özkeçeci: https://www.evrensel.net/haber/213445/cuvali-da-akp-li-yapiyor; https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/akpli-il-baskaninin-kazandiklari-cuvallara-sigmiyor-1766282
  7. Bkz. Soytemel (2013) ve Kapusuz (2014, 2019).
  8. Anlatılır ki, oğlunun cesedini Diyarbakır Otogarı’na götürmek için bir hamal tutar babası; hamal, çuvalın içinde ne olduğunu  sormadan  “5 liranı alırım” der, ancak otogara varınca çuvalın içine ne olduğunu sorar. Baba Ali Kaypakkaya, “Solcuydu, burada, işkencede öldürdüler, onun cenazesidir” deyince, hamal, “Ben almayayım o 5 lirayı; helal olsun” deyip ağlayarak uzaklaşır. https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/hamal-diyarbakirliydi-aglamaya-basladi,14598
  9. Mahir Kaynak. Başımıza Çuval Geçirenler. Truva. 2006; Melih Meriç. Çuval Günü 4 Temmuz. Güzeldünya. 2007; Michael Todd. Çuval. Doğan Kitap. 2007. Çev. Murat İnceayan; Hasip Sarıgöz. Türk’ün Çuvalla İmtihanı. Togan. 2016; Yahya Güneşer. Çuval Olayının İçyüzü-Yüzyılın Vukatı. Cinius. 2018.
  10. 60’lardaki Çuval hakkında kapsamlı bir inceleme için bkz. Doğanay (2021).
  11. Bu şiir 70’lerde sayısız muhalif müzik erbabınca icra edilmiştir; Rahmi Saltuk yorumunu şuradan dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=du4HQYlgtDg&t=178s

İLGİLİ NESNELER