Tanım
Birbirine tutturulmak istenen yüzey ve malzemeleri iğne ve iplik yardımıyla bir araya getirme işlemi olan dikişin, el ile yapımından çok daha hızlı bir şekilde yapılmasını sağlayan mekanik ya da elektrikli alet. Üst kısmında bulunan ve ipi, bağlı makaralardan alan iğnenin, pedal ya da elektrik gücüyle işlemesi sayesinde düzgün ve hızlı biçimde kumaş, deri ya da kâğıt gibi malzemelerden oluşan parçalar birbirine tutturulur.
Fransız ordusu için üniforma üretmek amacıyla geliştirdiği makineye 1830 yılında patent alan Barthélemy Thimonnier’in bu buluşu, işlerini kaybedeceklerini düşünen terzilerin pek de hoşuna gitmez. 1831 yılında Thimonnier’in Paris’teki atölyesinde bulunan 80 dikiş makinesinin, ayaklanan terziler tarafından imha edildiği söylenir.1
Bugün dikiş makineleri, çeşitli işlevleri olan çok sayıda modeliyle tekstil endüstrisinin temeli olmanın yanı sıra, ev tipi modelleriyle de hem bir hobi aracı hem de ev içi emeğin bir parçası olmaya devam ediyor. Bir zamanların pedallı, ahşap masalı kocaman dikiş makineleri artık evlerin baş köşesini tutmuyor. Ancak dikiş makinesinin, toplumsal yaşantımızın dinamiklerini belirlemeye devam eden, evlerden kurslara, terzihanelerden kalabalık atölyelere uzanan yolculuğuyla hafızamızda ve hikâyemizde hâlâ önemli bir yeri var.
“Her Gelin Kızın Rüyası”
1987 yılında Adile Naşit’in gelinlik giyerek oynadığı reklam filminin bu ünlü sloganı adeta “evlenip evinin hanımı olmayı bekleyen” genç kadınlara bir çağrı niteliğindedir.2 Pikodan fistoya, ilik açmadan nakış işlemeye kadar “64 türlü iş” yapan makinenin marifetleri, rüyalara girecek kadar üstün sayılsa gerek. Aynı dönemde bir diğer markanın reklam sloganında dikiş makinesinden bir çeyiz eşyası olarak söz edilmesi, evlilik ve dikiş makinesini adeta bir ortak hayalde buluşturan imgenin yansımasıdır (Yıldız, 2015).
Osmanlı’da dikiş makinelerinin satışı ilk kez 1886 yılında, İstanbul’da ve İzmir’de başlar. Elbette makinelerden önce de dikiş yapılıyor, hatta ilki 1864 yılında açılan Kız Sanat Mektepleri’nde dikiş ve nakış dersleri veriliyordu (Karabıyık Barbarasoğlu, 2016). Pedallı makineler ise elde yapılan bu işi çok hızlandırıyordu. Henüz hızlı modanın ortaya çıkmadığı
20. yüzyılın ilk yıllarında ev tipi dikiş makineleri, giyecek ihtiyacını çok masrafa girmeden karşılamak isteyen şehirli kadınlar için gerçekten de işe yarar bir ev eşyası olma yolundadır. Ancak kısa süre sonra başlayan savaş, dikiş makinelerine yeni bir işlev yükler: 1914 yılında başlayan 1. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale cephesinde savaşan askerlerin kıyafetleri, sancakları ve muhafaza bohçaları, evlerinde dikiş makineleri olan kadınlar tarafından dikilmiştir. Sivas’ın Suşehri kentinden Dudu Hanım’ın, kocası Hasan Bey’in emekli olup dönerken İstanbul’dan 1912 yılında getirdiği ve sonradan cepheye gidecek askerlere kıyafet diktiği makine, 2021 yılında açılan bir sergide kendisine yer bulur.3
Dikiş işi bir yandan evlerde geleneksel usullerle sürdürülmeye devam etse de makinelerin yaygınlaşması, gerek çeyiz hazırlığını kolaylaştırmak gerekse de giyim ihtiyacını karşılayarak ev ekonomisine katkı sağlamak için bu yeni becerinin, özellikle genç kadınlar tarafından, edinilmesini neredeyse bir zorunluluk haline getiriyor olmalıydı. Tıpkı bir önceki yüzyılın Kız Sanat Mektepleri gibi, ilki 1945’te açılan Kız Teknik Öğretim Olgunlaştırma Enstitüleri de “öğrencilerin mesleki bilgi ve becerilerini geliştirerek meslek sahibi olmalarına imkân sağlayan” kurumlar olmanın yanı sıra özellikle giyim ve el sanatları alanındaki kültürel birikimin gelecek kuşaklara aktarılması rolünü de üstlenir.4Türkiye’de hâlâ Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 23 ilde bulunan Olgunlaştırma Enstitüleri, özellikle genç kadınların biçki, dikiş, nakış gibi kurslar aracılığıyla hem meslek hem de hayat eğitimi aldıkları yerler oldu. Türkiye’de eğitim hayatı ilkokul sonrasında biten pek çok kız öğrenci için bu kurslar, evlilik öncesinde belki de son kez “okul” atmosferini yaşadıkları, akranları olan erkeklerin aksine çok hızlı bir şekilde koparıldıkları çocukluklarıyla son kez buluşabildikleri sosyal alanlardı.
Olgunlaştırma Enstitüleri’nin yanı sıra, bazı köylerdeki okullarda yine Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanmış dikiş nakış öğretmenleri bulunurdu, ilçelere ya da şehir merkezine gidemeyen köylü genç kadınlar da kalıp çıkarmayı, teyel yapmayı, nakış işlemeyi öğrenir, bir yıl boyunca öğrendikleri bütün marifetleri sene sonu sergilerinde köylünün beğenisine sunarlardı. Bu kurslar, genç kadınların birbirleriyle ilişki kurduğu, sosyalleştiği, alıştıklarından başka türlü bir hayatın küçük izlerine hayretle tanık oldukları mekânlardı da aynı zamanda. Okumaya hevesi olan; ancak, fırsat verilmeyen kimileri için de eğitim hayatını sürdürmenin yeni bir yolu olabilirdi: Ortaokula kaydettirilmediyse de becerisini ilerletip dikiş nakış öğretmeni olabileceğini uman, kim bilir ne çok kız öğrenci gelip geçmiştir bu kurslardan. Günümüzde de belediyelerin halk eğitim merkezlerinde her yaştan öğrenciye açık bulunan dikiş kursları, kadınlar için kıymetli bir sosyal alan olmaya devam ediyor: 65 yaşındaki annem en az 40 yıldır dikiş dikmesine rağmen, hâlâ öğreneceği şeyler olduğuna inandığından ve yakınlık kurabileceği başka kadınlarla vakit geçirmeyi önemli bulduğundan, geçen sene başladığı dikiş kursuna devam etmeye epey hevesli.
Sinop Hususi Kız İlk Mektebi’nde el işleri dersi: Masa üzerinde dikiş makinesi ve çeşitli el işleri, 1926. Kaynak: T. C. Cumhurbaşkanlığı Cumhuriyet Arşivi, “Sinop Hususi Kız İlk Mektebinin faaliyetine ait fotoğrafların hatıra ve hediye olarak İsmet İnönü’ye gönderildiği.” 142-16-1/30-10-0-0 (20.09.1926)
Çocukluğunun bir bölümü Denizli’nin bir köyünde, bir bölümü de köye ait alışkanlıkları sürdürdüğümüz İzmir’in yeni kentleşen mahallelerinde geçen biri olarak, hazır giyim ürünlerinin gardırobumuzun nadir parçalarını oluşturduğunu iyi hatırlarım. 1980’li yılların sonunda siyah ilkokul önlüklerinin yerine mavileri gelince, kısıtlı bütçe yeni önlükleri karşılamayacağından, ikiz kardeşimle ben 2 yıl boyunca annemin diktiği ve standart önlüklerin renginden biraz değişik renkteki önlüklerimizle gittik okula. Annemin diktiği çantalar ve kalem kutularını da kullanmaya alışkındık aslında. Öğretmen olan annem, sadece önlüklerimizi değil, üç kızının bayramlıklarını senelerce kendisi dikti; örgü örmekte de pek marifetli olduğu için bize ancak annemin örüp dikemeyeceği türden kıyafetler satın alınırdı, kot pantolon, kaban, eşofman gibi. Gerçi makinesinin uygun iğnesi olsa onları da dikeceğinden kuşkusu yoktu; öyle ki ilkokul gösterisi için giymemizi istedikleri taytı emprime pamuklu kumaştan dikmeyi denemiş, taytın ana fikrinin vücudu esneyerek sarması olduğunu fark edip de elindeki imkânlarla henüz bu sorunu aşamayacağını anlayınca (muhakkak ki gece boyu ağlayıp sızlanmalarımızın da etkisi olmuştur) hazır giyime bu muharebede teslim olmuştu. Seneler sonra penye kumaşı da esnek kumaşları da dikebildiği bir makinesi oldu neyse ki. Eminim benim çocukluğuma dair bu hikâyelerin benzerleri pek çok evde yaşanmıştır.
Sümerbank’tan alınan kaliteli kumaşlarla nevresimden elbiseye, perdeden pijamaya bütün ailenin ihtiyaçlarını diken kadınlar için vazgeçilmez bir ev eşyası oldu dikiş makineleri. Evlerde makinelerin başında hep kadınlar varken, terzilerin çoğunun erkek oluşu da toplumsal yaşamın ve iş bölümünün cinsiyete dayalı örgütlenmesiyle açıklanabilir. Ücretsiz ev içi emek, “ekonomi-dışı” olmasının yanı sıra, toprak gibi, hava gibi “doğal bir kaynak” muamelesi de görür. Mies’e (2008) göre kapitalist ekonomi içinde ev içi emekte kadınlar da bu sömürgeleştirici ekonomik mantıkla ele alınırlar. Dikiş zanaatı kadınlar için doğal olarak öğrenilmiş, bir ek meziyet değil de, adeta “varsayılan” bir beceri olduğundan paraya çevrilmezken; erkekler için ise bir ekmek teknesidir.
Cumhuriyet Modası
Cumhuriyetin ilanı, sadece bir yönetim şekli değişikliği değil; aynı zamanda bir yaşam tarzı değişimi, giyim-kuşamın da başkalaşmasını gerektiren yeni bir toplum inşası anlamına geldiğinden, bu yıllarda moda yeniden ilgi odağı haline geliyor. Yeni rejim, kılık ve kıyafeti bir kanunla düzenleyecek kadar önemsiyor, “Batılılık” gayesini toplumsal bir hedef haline getirmeyi doğrudan gündelik yaşam içinde kurmaya çalışıyordu. Artık kimse başına “geri kalmışlığın simgesi” sayılan fesi takmayacak, uygar ulusların şapkasını giyerek çağdaş medeniyet seviyesini yakalayacaktı. Mustafa Kemal Atatürk, 1925 yılında Kastamonu ve İnebolu’ya yaptığı gezilerde, bu yeni giyim kurallarına karşı öne sürülen argümanlara şöyle cevap veriyordu:
Altı kaval üstü şişhâne diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır hayır kat’iyyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ı âleme göstermekte ma’nâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlıyamıyorsunuz demek münasip midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir… Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihyâ’ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktisâ’ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, caket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi, işte şapkanız! Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok câhilsiniz ve onlara sormak isterim: Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının kisve-i mahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? (Atatürk, 1989: 220)
İyi ve özenli giyinmek, hele de Avrupa modasını takip edebilmek önem kazanırken terzilik de döneme damgasını vuran mesleklerden biri haline gelir. Dönemin ünlü terzilerinin çoğu, Hıristiyan ve Musevi ustalardır. Bunlardan biri de Rum ustasından öğrendikleriyle ünlenip Atatürk’ün terzisi olan Levon Kordonciyan’dır.
Levon Kordonciyan, Rize’den İstanbul’a göçmüş bir ailenin on çocuğundan biri. Babası tarafından Sultanhamam’da bulunan Agopyan Han’da Rum bir terziye çırak verilince mesleğe adımını atmış. Yetenekli Levon usta, Atatürk’ün frak, jaketatay, bonjour ve redingot gibi giysilerin inceliklerini öğrensin diye Paris’e eğitim için gönderdiği altı terzi kalfasından biri. Paris’te geçirdiği 6 yıldan sonra ülkeye döndüğünde Atatürk’ün özel terzisi olur. Sümerbank’ın kuruluşunda da yer alır. Terzi Levon’un torunu Levon Kordonciyan, bugün dede mirası mesleğine devam ediyor; ama, artık ne o terzi dükkânları var ne de bir zamanlar mesleği kuşaktan kuşağa aktararak ayakta tutan Ermeni, Rum ustalar. 6 Eylül 1955 tarihinde Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konulduğu haberini geçen devlet radyosu yayınının hemen ardından akşam gazetelerinde de başlıklara taşınan bir yalan haber, iki gün sürecek bir pogromu, Nişantaşı’ndan başlayarak tüm İstanbul’a yayılan, gayrimüslimlere yönelik korkunç bir saldırı, yağma ve tahribatı başlatacaktı. Bir derin devlet operasyonu olduğu yıllar sonra ortaya çıkacak olan 6-7 Eylül Pogromu, resmi kayıtlara göre 11 kişinin canına mal olurken, onlarca kişi yaralandı, yüzlercesi tecavüze uğradı ve binlerce (resmi kayıtlara göre 4 bin 214 ev, 1.004 iş yeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân)5 ev ve iş yeri talan edildi. Bir yandan toplumsal yapının yeniden organize edildiği, bir yandan da İstanbul dışındaki illerden bile yağmacıların akın ederek saldırdıkları dükkânları, içlerindeki mallarla beraber ele geçirdiği, yani sermayenin Türkleştirildiği (Çetinoğlu, 2012) bu korkunç saldırının ardından sokaklarda, boyu bir metreyi aşan eşya yığınları arasında, dikiş makineleriyle birlikte metrelerce kumaş da yer alıyordu. Rum ve Ermenilerin bu korkunç saldırılardan sonra göç etmesiyle, Pera artık bir moda kenti değildi.
“Biz O Pejmürde Çiçeklerdeniz ki Baharı Görmeden Berk-i Hazana Döneriz”
Türkiye topraklarında binlerce yıllık geçmişi olan dokumacılık faaliyetinin endüstriyel bir üretim sahası haline gelmesi, her ne kadar 1800’lü yıllarda da küçük atölyeler mevcut olsa da, 20. yüzyılın başlarını bulur. Cumhuriyetin ilk yıllarında hammadde işleme ve dokuma üzerinden gelişen tekstil endüstrisi, 1930’lara gelindiğinde toplam üretimin % 23’ünü oluşturan bir ekonomik güce dönüşür. Dikiş makinelerinin sektörün vazgeçilmezi haline gelmesi ise daha ileri bir tarihte gerçekleşir.
1910 yılında Bursa’da ipek dokuma imalathanelerinde Türk, Rum ve Ermeni kadınlar, Bilecik ve Adapazarı’ndaki grevleri takiben, son derece düşük ücretlerle 15-16 saat çalıştırılmaya isyan ettiğinde, Osmanlı’nın ilk kadın grevine imza atmış olurlar. Bursa’nın ipek fabrikalarının kadın işçileri, İştirak gazetesinin 20 Şubat 1325 (5 Mart 1910) tarihli 2 numaralı sayısına gönderdikleri “Hayat ve Hakikat” başlıklı üç sayfalık mektupta durumlarını şöyle anlatır: “Biz o pejmürde çiçeklerdeniz ki baharı görmeden berk-i hazana döneriz. Adetimiz yalnız Bursa’da beş bine baliğ olur. Gece gündüz çalışırız, çalışırız… Tekrar çalışırız! Halimize kimse acımaz!”6
Refik Halit Karay, Hakk-ı Sükût (Sus Payı) öyküsünden, 1909:
“Bir gün kırmızı kurdelesinin süslediği ipek saçlar altında sevine sevine, neşeli, kuvvetli gelen yeniler, bir iki yıl sonra güçsüz ayaklarını, nalçalı kunduralarını taş kaldırımlar üstünde zorla sürükleyerek kulübelerine çekilirlerdi. Ağrıyan başlarını, yanan göğüslerini dinlendirmek için yalnız altı saat süreleri vardı; gülmek ve konuşmak için değil! Kim bilir ertesi sabah bu hasta, yorgun gözler ne kadar güç açılır, her kemiği ayrı sızlayan bu zavallı vücutlar fabrikanın düdüğüne ne zorlukla uyardı? Kim bilir bu hastalıklı sabahlar ne kadar gözyaşı döktürürdü, bu halsiz vücutları sürüklemek ne zordu…”
Kadın emeğinin durumu, Türkiye’de gelişen hazır giyim sektöründe, yetmiş yıl öncesinden çok farklı değildir. Sanayinin ucuz iş gücü olarak gördüğü kadınlar, fabrikalarda, atölyelerde düşük ücretlerle ve güvencesiz olarak çalıştırılır. Küreselleşmiş ekonomi sayesinde merkez ülkelerde yerleşmiş çok uluslu şirketlerin büyük bir bölümü, çevre ülkelerde ucuza üretimin yapılabildiği bir sistemle çalışır: Bu sistemde fasonluk ilişkisi, büyük ölçekli şirketten orta ölçekliye, oradan küçük ölçekliye ve güvencesiz, düşük ücretli çalışmanın yaygın olduğu atölyelere giden bir zincir gibidir. Dünyanın çoğu yerinde olduğu gibi Türkiye’de de hazır giyim sektörü, bu zincirde ilerler ve ulusal ya da uluslararası çapta faaliyet gösteren büyük firmalara fason üretim yapan atölyelerden oluşur. Coğrafi konumu ve ucuz imalat şartlarının Türkiye’yi çok kısa sürede tekstil sektöründe büyük tedarikçiler arasına sokması, sektörün genişlemesine ve kalabalık bir işçi kitlesini içermesine neden oldu. Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Temmuz 2022 verilerine göre tekstil sektöründe kayıtlı işçi sayısı, 1 milyon 363 bin 439’dir ve bu işçilerin ancak 117 bin 926’sı sendikalıdır.7 2019’da bir sendika başkanının aktardığına göre imalatta çalışan iki kadından biri, bütün iş kollarında ise on kadından biri, tekstil, hazır giyim ve deri sektöründe çalışıyor. Tekstil sektöründe kadın emeğinin kullanımı sadece fason atölyeleriyle de sınırlı değildir; ilik açma, düşme dikme, kenar basma, fisto çekme gibi pek çok iş, “eve iş verme” usulüyle kadınlara yaptırılır. Atölyelerde kadın işçilerin çoğu ortacı, makineci, paketçiyken; ustalar ve teknisyenler genelde erkektir. Bu durum, bir yandan hem iş bölümünde hem ücretlendirmede cinsiyete dayalı bir ayrımı, bir yandan da iş yerindeki hiyerarşik yapılanmada kadın işçinin hem ekonomik hem de cinsel tahakküm altına alınışını beraberinde getirir.
Erdem Tepegöz’ün 2012 yapımı Zerre filminin ana karakteri Zeynep, hem çalıştığı hem de geceleri konakladığı tekstil atölyesinde birlikte çalıştığı kadın tarafından uykusundan uyandırılır, patronlarla içki içmek üzere:
– Zeynep, Zeynep hadi kalk. Zeynep kalk hadi, sen de gel.
– Ya abla boşver ya, çok yorulmuşum.
– Ya ne yorulmuşu ya? Bu da iş, hadi kalk.
– Aaa gelin gelin, hoşgeldiniz. Mümtaz, sandalye getir. Otur Semiha. İçersiniz değil mi?
– Yok ben içmem.
– Ben içerim.
– Eee, nasıl gidiyor? Var mı bir yaramazlık?
– Yoo, alıştım işte.
– Sevdi, sevdi o.
– İyi, iyi. Hadi bakalım Mümtaz.
– Rakıyla iş mi konuşacağız ya burda, hadi.
Bu sahne, kapitalist sistemde ucuz iş gücü olarak görülen emeğin sahibi kadının, hem daha kolay sömürüldüğü hem de tahakkümün emeğiyle sınırlı kalmadığı, doğrudan cinsel tahakkümle bedenine yöneldiği ikili bir durumu özetler (Taş Öz & Yiğit, 2021).
“Terzi Fikri Öyle Bir Giysi Dikti ki Fatsa’ya”
14 Ekim 1979 tarihinde Ordu’nun Fatsa ilçesinde bağımsız belediye başkanı olarak seçilen Fikri Sönmez, sadece 9 ay süren sosyalist belediyecilik deneyimiyle hafızalarda hâlâ yer ediyor. Belediye başkanı olmadan kısa süre önce Karadeniz illerinde “Fındıkta Sömürüye Son” mitingleri düzenleyen Terzi Fikri, 1972 yılında devrimci faaliyetleri nedeniyle yargılanmış ve tutuklanmıştı da.
İlçeyi halk komiteleriyle yöneten bir belediye başkanı, o yıllarda iktidar için bir tehditti elbette. 1980’de Çorum Katliamı sırasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın,” diyerek Terzi Fikri’yi hedef göstermesi boşuna değildi. Ordunun denizden ve karadan taburlarla, hücumbotlarla yaptığı, polis ve ülkücü militanların da katıldığı, ilçede faaliyet gösteren siyasi partilerin “huzur içindeyiz” açıklamasına rağmen yapılan “Nokta Operasyonu” sonucunda Terzi Fikri görevden alındı.
1978’de Diyarbakır’da bağımsız aday olarak girdiği belediye başkanlığı seçimlerini kazanan Mehdi Zana da gençliğinde terzi kalfalığı yapmış, ustası Niyazi Tatlıcı’yla sonradan ortak olduğu Ar Pasajı’ndaki terzihanede 70’li yılların politik tartışmalarına katılmış ve sonradan toplam 16 senesini cezaevinde geçireceği siyasi yaşantısının ilk adımlarını burada atmıştı:
Bizim dükkân o zamanlar tam bir kültür merkeziydi. Neler konuşulmazdı, neler… Kürt isyanları anlatılır; tartışmalar yapılır, övgülere, yergilere girilir; olasılıklar üzerinde durulurdu. Neden ve sonuçlar irdelenmeye çalışılır; ağalardan ve ağa zulmünden, köylülerin sefaletinden, ağalara olan bağımlılıklarından, kendi aralarındaki kaygan ilişkilerinden, çatışkılardan, daha pek çok şeyden söz edilirdi. Gençler, köylüler, aydınlar, üniversite öğrencileri toplumun her kesiminden insanlar dükkânın müdavimlerini oluşturuyordu.
Elimden geldiği kadar bu konuşmaları dinliyor, yorumlarda bulunmaya, koşulları bütünlük içinde değerlendirmeye, olup bitenleri mantık süzgecinden geçirmeye, kafama takılan sorulara yanıt bulmaya çalışıyordum. Bu da, gün geçtikçe daha çok etkilenmeme, politik atmosfer içine daha çok girmeme neden oluyordu. O isyan ve katliam konuşmalarının beni nasıl derinden derine etkilediklerini anlatamam. Ancak, o dönem sol düşünceye ilişkin konuşmaların yine de yeterli olduğu söylenemez- en azından bizler için. Dükkandaki konuşmalarda arada bir Nazım Hikmet’in ismi geçerdi. Genelde Cigerxwîn ve Meli Cizirî’’nin şiirleri daha çok okunuyor ve tartışılıyordu. Kimi arkadaşlar da konuşmalarında, belli belirsiz sosyalizmden, komünizmden söz ediyordu. Niyazi Usta’nın dükkânı benim üniversitem olmuştu adeta (Zana, 2014: 22).
Dikiş Makinesine Uzanan Zorunlu Göçler
Doğu ve Güneydoğu illerinde, 1984’ten itibaren yaşanan savaşın önemli sonuçlarından biri de, zorunlu göç oldu. Devletin “operasyon” bölgelerinde güvenlik önlemleri adı altında yaylaya çıkışını yasakladığı, köyünü boşalttığı, koruculuğa zorladığı Kürt köylüsü, kentlere göçe zorlandı. 1985-1995 yılları arasında göçe zorlanan 1 milyon 200 bin kişinin yüzde 40’ının mülksüzleştirilerek göçe zorlandığı ve Batı’daki illere gittiği düşünüldüğünde (Koç, 2015) bu insanların kentin yeni yoksulları ve proleterleri haline dönüştüğünü kestirmek zor değil. İnşaat, tarım, madencilik, seyyar satıcılık, hamallık, konfeksiyon gibi sektörlerde güvencesiz, geçici ve düşük ücretle çalışan işçilerin büyük bölümünü Kürtler oluşturdu. Özellikle genç Kürt kadınlarının dikkate değer bir kesimi tekstil atölyelerinde belirsiz çalışma saatleriyle, uzun mesailerle, ekonomik eşitsizlikle, ırk ve cinsiyete dayalı ayrımcılıkla yüz yüze geldi. Çoğu için yeni bir dil olan Türkçeyi öğrenmeye fırsat bulamadan iplik temizlemeyi, ilik açmayı, makine kullanmayı öğrenen işçilerin hayatında dikiş makinesi, hem çok katmanlı bir sömürü düzeninin parçası hem de ev içi tahakkümü kırarak özgürleşebilecekleri bir alandı (Kayrak, 2019).
Tekstil sektöründe neredeyse artık “normal” olan kayıt dışı çalışma, gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine yüz binlerce işçi için sağlık hakkından yoksun bırakılmak, güvencesizlik, düşük ücretlere mahkûmiyet, denetimsizliğin ve kural dışılığın hâkim olduğu iş yerlerinde geçirilecek bir ömür demek. Hazır giyim sektöründe çok parçalı bir üretim akışının hâkim olması, “merdiven altı” diye tabir edilen atölyelerde binlerce işçinin, ne yazık ki insanlık dışı koşullarda, istihdam edildiği bir tablo ortaya çıkarıyor. Pek çoğunun çocuk işçi olarak başladığı bu sömürü yolculuğunda işçiler için makine öğrenmek, çok daha ağır koşullarda ortacılık yapmaktan belki daha iyi; ama, yine de onları “ arka kapıdan çıkarılanlar” olmaktan kurtaramıyor: Temiz Giysi Kampanyası tarafından hazırlanan Tekstilin Geride Bıraktıkları: Tekstil Sektöründe Kayıtdışı İstihdam (2022) raporunda görüşülen işçilerin çoğu, devletin bu merdiven altı atölyeleri neredeyse hiç denetlemediğini, marka temsilcilerinin denetimlerinde ise işçilerin bodrumlara indirildiğini ya da arka kapıdan çıkarıldığını anlatıyor (Göçer, 2022).
Grup Kızılırmak, Konfeksiyoncular (1992)
Evimize kondu derler
Aşımız bir tabak bulgur
Özlemler yol yol olur
Emek nereye gider
Açlık bize soğuk bize yoksulluk bize
Adına kader demişler katlanmak bize
Doyuran biz giydiren biz
Aç kalan çıplak kalan biz
Bu kaderi biz yazmadık
Bozacak olan biziz
2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş, takip eden yıllar boyunca yayılarak devam etti ve milyonlarca insanı göçe zorladı. Göç İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre Türkiye’de bugün 3 milyon 650 bin 430 Suriyeli, geçici koruma kapsamında yaşamaktadır.8 Suriyeli göçmen emeği, Türkiye emek piyasasına ucuz ve güvencesiz emek olarak eklenmiş, Suriyeli işçiler, neredeyse dörtte üçünde çalışan sayısının 50’den az olduğu küçük işletmelerin oluşturduğu hazır giyim sektöründe, kayıt dışı çalıştırılan Azeri, Afgan, Özbek işçilerin yanında yerlerini almışlardır (Danış, 2016). Ve dikiş makinesi başında emek sömürüsü, beynelmilel bir biçimde devam etmektedir.
Hızlı Modaya Karşı Kendi Modanı Yarat: Dikiş Makinesi, Yeniden!
Belki son yıllarda daha çok duyduğumuz “hızlı moda” (fast fashion) kavramı, hazır giyim sektöründe yeni tasarımların hızlı biçimde üretildiği, daha düşük fiyatlarla kitlesel satışa sunulduğu iş modelini tanımlamak için kullanılıyor. Hazır giyimde imalatın çevre ülkelere taşınarak giderek düşürülen maliyetine, tüketici davranışını artık neredeyse tamamen yönlendirmeyi başarmış bir moda endüstrisi ve satış teknikleri eklenince, baş döndürücü bir hız söz konusu. Neden hızlı moda deniyor? Çünkü bu modadaki değişimler hızlı, üretim hızı yüksek, müşterinin satın alma kararı hızlı, teslimat hızlı ve giyinmek de hızlı; çünkü atılmadan önce en fazla birkaç kez giyilen kıyafetler bunlar. Hızlı modanın yükselişi, plastik kumaşların kullanımı, aşırı yüksek karbon ayak izi, çocuk işçi çalıştırılması, emek sömürüsü gibi yıkıcı sonuçlar doğurdu. Hızlı moda iş modeli, özünde tüketicilerin sürekli daha fazla giysi satın almasına dayanıyor. Ucuz kıyafetler, sürekli değişen yeni seriler, dün moda olanın bugün olmaması derken, çok ciddi bir tüketim kapanı var burada. Birleşmiş Milletler’in 2019’da yayımladığı bir rapora göre, küresel giyim üretimi 2000 ile 2014 yılları arasında ikiye katlanmış ve küresel düzeyde toplam su israfının yüzde 20’sinden sorumlu. Tek bir kot pantolon yapmak için 7.500 litre su gerekiyor. ABD ve Avrupa’da satılamayan hızlı moda ürünlerinden oluşan 59 bin ton atık, Latin Amerika ülkelerinde yeniden satılmak üzere her yıl Şili’deki Iquique Limanı’na ulaşıyor; fakat, kıtaya dağıtılan, 20 bin tonun üzerinde değil.9 Geriye kalan, polyester kumaşlar, toksik boyalarla dolu, biyolojik olarak çözünemeyen bir hızlı moda çöplüğü.
Modadaki bu hız, tarımsal üretimden sanayiye ekolojik bir yıkımın sorumlusu: Daha fazla ürün almak için kimyasalların kullanıldığı toprak tükeniyor, daha fazla çalıştırılan işçiler tükeniyor, atıkların geri dönüştürülemeyişiyle çevre tükeniyor. Dünya üzerindeki su kaynaklarında yaşanan kayıp, bu hızlı moda endüstrisinin yıkıcı etkilerinden biri: Aral Denizi’ndeki su kaybının beşte biri, Avrupa’nın pamuk tüketiminden kaynaklanıyor (Deniz, 2021).
Bugün dünyada daha çok insan, kalitesiz ve sağlıksız kumaşlardan imal edilmiş, belki ancak birkaç sezon dayanacak, üstelik üretimi baştan sona doğa ve emek sömürüsüne dayanan hızlı moda ürünleri yerine, kendi tasarlayıp diktiği kıyafetleri giymeyi tercih eder hale geldi. Özellikle kentli genç yetişkinler için dikiş, kendini ifade etmenin yolunu açan bir yaratım süreci de olması bakımından, bu hızlı çağın keşmekeşinde bir çıkış kapısı gibi adeta. İngiltere’de, Afrika’da, Amerika’da çocuklar ve gençler için dikiş kursları ve kulüpleri bir hayli popüler, üstelik artık çevrim içi platformlar sayesinde dikiş tekniklerini öğrenmek, yeni fikirlerle tanışmak ve ilham almak çok daha kolay. Belki eskisi gibi biçki patronları, telalanmış kumaşlar, nakış diskleri alınıp verilmiyor; ama, insanlar arasında kültürel ve sosyal bağlar kuran epeyce büyük bir dikiş dünyası varlığını sürdürüyor. Hazır giyim sektörünün bu kadar geliştiği bir dünyada, kendi modasını ve dünyasını yaratmak isteyenler arttıkça, dikiş makinelerinin yeniden evlerde başköşeye kurulması pek de şaşırtıcı olmaz.
6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2022 Temmuz Ayı İstatistikleri Hakkında Tebliğ. (2022, Temmuz 22). Resmi Gazete. https://www.resmigazete.gov.tr/22.07.2022
Ankara Olgunlaşma Enstitüsü. (t.y.). https://ankaraolgunlasma.meb.k12.tr/
Atatürk, M. K. (1989). Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (1918-1937), Cilt 2. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Bkz. İşçi mektupları ve Basın. (2007, Mart 25). Evrensel. https://www.evrensel.net/haber/247349/isci-mektuplari-ve-basin
Çetinoğlu, S. (2012, Temmuz 12). Etnik Temizlik ve Ekonominin Türkleşmesi. Birikim. https://birikimdergisi.com/guncel/624/etnik-temizlik-ve-ekonominin-turklesmesi
Danış, D. (2016). Konfeksı̇yon Sektöründe Küresel Bağlantılar: Göçmen İşçı̇ler, Sendı̇kalar ve Küresel Çalışma Örgütlerı̇. Alternatif Politika, C. 8, S. 3, 562-586.
Deniz, B. (2021, Şubat 1). Modanın Nefes Kesen Tarihi. Birikim. https://birikimdergisi.com/guncel/10464/modanin-nefes-kesen-tarihi
Duong, T. (2021, Kasım 15). Chile’s Atacama Desert: Where Fast Fashion Goes to Die. EcoWatch. https://www.ecowatch.com/chile-desert-fast-fashion-2655551898.html
Göç İdaresi Başkanlığı İstatistikleri. (t.y.). https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638
Göçer, D. (2022). Tekstilin Geride Bıraktıkları: Tekstil Sektöründe Kayıtdışı İstihdam. Temiz Giysi Kampanyası.
Kayrak, F. Ö. (2019). 1990-2000 Yılları Arasında Zorunlu Göçle İstanbul’a Gelen Kürt Kadınların İstihdamı (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Koç, F. (2015). 1985-1995 Kürt Göçü ve Türkiye’nin Büyük Proleterleştirme Süreci. Türkiye
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü Bülteni, 4, 74-86.
Science Museum Group. (t.y.). Copy of Thimonnier’s chain-stitch sewing machine, 1830.. 1881-53. Science Museum Group Collection Online. https://collection.sciencemuseumgroup.org.uk/objects/co44718/copy-of-thimonniers-chain-stitch-sewing-machine-1830-sewing-machines
Singer 170. Yıl Sergisi.(t.y.). https://singer.com.tr/singersanalmuze/
Taş Öz, P. & Yiğit, Z. (2021). Madunun Kentteki Gölgesi: Zerre. Türkiye İletişim Araştırmaları Dergisi, 38, 174-187
Yıldız, P. (2015, Temmuz 18). Karısının dikiş tutkusu dikiş makinesi ürettirdi. Cumhuriyet. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/karisinin-dikis-tutkusu-dikis-makinesi-urettirdi-324651
Zana, M. (2014). Bekle Diyarbakır. İstanbul: Avesta.
Zetina Dikiş Makinesi Reklamı. (t.y.). https://www.youtube.com/watch?v=da5N3Wf5a2o
Kapak Görseli: Photo by Claudio Schwarz on Unsplash
- Science Museum Group. Copy of Thimonnier’s chain-stitch sewing machine, 1830. 1881-53 Science Museum Group Collection Online. Erişim tarihi: 1 Nisan 2022.
https://collection.sciencemuseumgroup.org.uk/objects/co44718/copy-of-thimonniers-chain-stitch-sewing-machine-1830-sewing-machines - https://www.youtube.com/watch?v=da5N3Wf5a2o
- https://singer.com.tr/singersanalmuze/
- https://ankaraolgunlasma.meb.k12.tr/
- https://m.bianet.org/bianet/print/149698-6-7-eylul-1955-i-basin-nasil-gordu
- Latin harflerine çevrilmiş mektubu aktaran ve günümüz Türkçesiyle çeviren şair Sennur Sezer’dir: https://www.evrensel.net/haber/247349/isci-mektuplari-ve-basin
- https://www.resmigazete.gov.tr/22.07.2022
- https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638
- https://www.ecowatch.com/chile-desert-fast-fashion-2655551898.html