- Giriş
- Gecekondunun Tanımı ve Tarihçesi
- Gecekondu, Dayanışma Ağları ve Devrimci/Sosyalist Siyaset
- Neoliberal Dönüşüm, Gecekondu ve Rant Ağları
- Özal’lı Yıllar, Gecekondu Affı ve İmar Yasası
- 1990’lardan 2000’lere İslamcı Belediyecilik, Değişen Yoksulluk ve Gecekondu İmgesi
- Hasan Ferit Gedik Cinayeti
- Gecekondunun Kültürel Serüveni
- Sonuç Yerine
- Kaynakça
- Dipnotlar
Giriş
Gecekondu, köyden kente göçün, Türkiye kentleşmesinin ve kent mekânlarının rant kaynağı olarak görülmesinin metaforu gibidir adeta. Burjuvazi, devlet ve halk arasındaki örtük anlaşmadır. Gecekondu sadece kentleşme tarihinin değil; şiirlerden romanlara, dizilerden filmlere kültürel alanın da en önemli nesnelerinden biridir. Bu yüzden de çeşitli çağrışımlar ve anlamlarla yüklüdür. Örneğin 70’li yıllarda arabeskin popülerleşmesiyle, kentlerde kırsal kültürü devam ettiren yoksul halkın yaşadığı alanlar olarak gecekondu ve varoşlar arasında bir paralellik kuranlar hiç de az değildir. Hatta, “bir aşağı kültür patlaması” veya “bastırılmış olanın geri dönüşü” olarak arabesk, “gecekondu müziği” veya “minibüs müziği” adlarıyla da anılır (Şahinli, 2021; Gürbilek, 2001). Arabesk, genç cumhuriyetin mülksüzleştirilenlerinin köyden kente göçünün, devletin barınma sorununu çöz(e)meyişinin, sınıflar arası çatışmanın, plansız çarpık kentleşmenin, bir gecede bir tepeye inşa edilip sonra da birkaç saatte yerle bir edilen hayatların, İstanbul’un bir “ekümenopolis”e dönüşmesinin öyküsü, gecekondunun da öyküsüdür aynı zamanda.1
Yıkım üst üste otuz yedi gün sürdü. Her yıkımdan sonra kondular biraz daha küçüldü. Gitgide eve benzemez oldu. İnsanlar insanlıktan çıktı. Toza, çamura, çöpe bulandı. … İnsanlar üç gün boyunca yıkımcıların gelmesini bekledikten sonra çöp yığının başında toplandılar. Önce çöpten yamuk yumuk bir tahta parçası çıkardılar. Üstüne kömürle eğri büğrü harfleri yan yana getirip “Savaştepe” yazdılar (Tekin, 2021: 18).
Gecekondu, umudun da metaforudur bir yandan. Hızla inşa ediliveren evlerde yeni umutların, yeni yaşamların, kentle başlayan yepyeni deneyimlerin, öykülerin evidir. Kentin kalabalığında kamusal yaşamın keşfiyle gelen özgürlüğün, sınıf atlama hayallerinin, kadının özgürlüğe özleminin ve kamusal yaşama karışma arzusunun, kent kültürleriyle karşılaşmanın, sıfırdan yeni bir hayata başlamanın, umudun sarhoşluğudur.
“Umut dolu
Tarla kuşları
Kentin kıyısına
Hep gece
Kondu”
Sunay Akın, Gecekondu
Gecekondu, II. Dünya Savaşı sonrası köyden kente yaşanan büyük göçün ve kamu kaynaklarının sanayileşmeye aktarılması nedeniyle kentlere aktarılan kaynağın çok az olması sonucunda yaşam mekânında oluşan boşluğa üretilen çarenin/sorunun/yanıtın adıydı (Şengül, 2017). Çoğunlukla boş kamu arazileri üzerine yapılan, kimi zaman tarihi eserlerin üzerinde dahi görülen, Türkiye’nin plansız kentleşmesinin alamet-i farikalarındandır gecekondu. Burada gecekondu üzerinden cumhuriyetin ilk yüz yılının kentlerinin, kamusal yaşamının izi sürülecektir. Yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli son depremler de (06.02.2023) gösterdi ki, anlatılan cumhuriyetin kentlerinin, kamusal ve politik yaşamının, kapitalizmin, isyanın ve hepimizin hikâyesidir…
Gecekondunun Tanımı ve Tarihçesi
Gecekondu, gece ve kon(mak) sözcüklerinin birleşiminden oluşur. TDK Güncel Türkçe Sözlük’te, “imar ve yapı kanunlarına aykırı olarak başkalarına ait arazi veya arsalar üzerinde toprak sahibinin bilgisi ve rızası olmaksızın acele yapılmış konut, kondu” olarak tanımlanır. Sözlükte gecekondunun ikinci (mecazi) anlamıysa, “acele ile yapılıvermiş, derme çatma yapı” olarak tanımlanmıştır. Kentbilim Terimleri Sözlüğü’nde Keleş (1998:53), TDK’nın tanımına ek olarak, gecekonduyu barınma gereksinimleri devletçe ve kent yönetimlerince karşılanamayan yoksul veya dar gelirli ailelerin yaşadığı barınak olarak tanımlamıştır. Nişanyan Sözlük’te, sözcüğün tespit edildiği en eski kaynak, 1947 tarihli bir Cumhuriyet gazetesidir.
Tekeli (1982: 49) gecekonduyu, satın alınan teknolojiyle kalkınan bir ülkenin modern teknoloji kullanan sanayi ve hizmetler yapısı içinde emilemeyen iş gücünün kentlerde oluşturduğu yaşama biçimi olarak tanımlamaktadır. Türkiye kentleşme tarihinde hızlı sanayileşme ve kentleşmeye kestirme bir çözüm, bir anomali olarak ortaya çıkan gecekondu, toplumun sınıfsal yapısının kentsel mekâna yansımasıdır aynı zamanda (Tekeli, 1982: 202). Bu kestirme çözüm, kentleşme açısından tampon bir mekanizma görevi görmektedir (Kongar, 1982). Eleştirel sosyal bilimcilerin çarpık kentleşme olarak tartıştığı gecekondulaşma, sanayileşmeyi ve kentteki emek gücü üretimini ucuzlatan bir mekanizma olduğu ve yasalar içine alınması gerektiğinde de popülist bir pazarlık siyasetine alan açtığı için, sağ siyasetçiler tarafından büyük oranda sempatiyle karşılanmış, hatta Demirel tarafından “fukaralıktan kurtulmayı amaçlayan girişimci güç” olarak methedilmiştir (Bora, 2022: 9-10).
Gecekondunun Türkiye kentleşme tarihindeki macerası, II. Dünya Savaşı sonrasında başlamaktadır. Savaştan sonra köyden kente göç ve mülksüzleştirilen küçük ve orta ölçekli çiftçilerin kente entegrasyonu, büyük kaynaklar gerektirirken tercih, kamu kaynaklarının büyük oranda sanayileşmeye ayrılması yönünde yapıldı. Şengül’ün (2009) “emek gücünün kentleşmesi” olarak adlandırdığı bu süreçte göç eden kırsal nüfus, büyük oranda yabancı sermaye girişine ve montaj sanayiine dayalı fabrikalarda proleterleşti. Devletin bu dönem yaşanan hızlı kentleşmedeki pasif tutumu nedeniyle, barınma ihtiyaçlarını kendileri karşılama “özgürlüğüne” sahip oldu. Devletin görmezden geldiği enformel yapılaşma, kimi zaman çıkarılan yasalarla gecekondu alanlarının hukukun sınırları içinde formelleşmesini sağladı. Böylece gecekondulaşma, yeni sanayi alanları açma veya siyasallaşan “sakıncalı” mahalleleri kontrol altına almak gibi nedenler dışında yıkımların meşru sayılmadığı, seçim dönemlerinde çok kıymetli görülen, popülist bir pazarlık siyasetine de alan açan temel bir kentleşme politikasına dönüştü (Atayurt & Çavdar, 2010).
Demirel, 1968’de yaptığı bir konuşmada, vatandaşın şahıslara ait arsalara gecekondu yapmasının önüne geçebilmek için devlet ve belediyelere ait arsaların plan dahilinde gecekondulaşmaya açılabileceğini savunur. Bora (2022), bunun gecekondulaşmayı Türk halkının girişimci gücü olarak selamlayan Demirel’in en plancı konuşması olduğunu vurgulamıştır. Demirel’in bu önerisi hayata geçmez, kendisi de bu fikre tekrar dönmez; ancak, gecekondu mahallelerinin altyapı ihtiyaçları ağırlıklı olarak seçim dönemlerinde siyasetin ilgi alanına girer ve devlet, 1949 yılından itibaren çıkarılan çeşitli af yasalarıyla gecekondulaşmayı Türkiye kentleşme tarihinin önemli bir parçası haline getirir. Böylece köyden kente göçün, mülksüzleştirme ve proleterleştirme süreçlerinin ve hızlı sanayileşmenin, plansız ve çarpık kentleşmenin semptomu olarak görülen gecekondu, Türkiye kentleşme politikaları çerçevesinde önemli (ve bir plan kapsamında ilerlemediği için düzensiz) bir yere sahip olmuştur. 1960’ların başına gelindiğinde Ankara’nın yüzde 64’ü, İstanbul’un ise yüzde 40’ı gecekondu mahallelerinden oluşmaktadır (Atayurt & Çavdar, 2010).
Gecekondulaşma ve yarattığı kentsel/siyasal dinamik, devletin ve sağ siyasetin dışında toplumda ve sol siyasette de önemli deneyimler ve dayanışma ağlarının kurulmasına vesile olmuştur.
Gecekondu, Dayanışma Ağları ve Devrimci/Sosyalist Siyaset
Kente göçenleri barınma ve kente uyum gibi süreçlerde “özgür” bırakan devlet politikaları sonucunda kente göçmek durumunda kalanlar, kendi kültür, direniş ve dayanışma ağlarını da gecekondularla eş zamanlı inşa etmektedir. Hem göçün hem de proleterleşme sürecinin yarattığı girift sorunlar ve yepyeni bir yaşam alanına, kültürüne, zamanına ayak uydurma çabası, gecekondu mahallelerinde dayanışma ağlarının kurulmasını elzem kılmıştır. Gecekondularda kurulan yeni yaşam, ilk dayanışma ağını, zorunlu bir biçimde, “kendi gibi olanlar” arasında geliştirmiştir. Köyden kente göçen nüfusun, kırsal kültürden ve akrabalık ilişkileri içinden ürettiği dayanışma, Kıray’a göre (1995: 94) kent kültürü ve yaşamına uyum sürecinde bir “tampon mekanizma” görevi görmektedir.
Kent yaşamı karşısında çözülebilen aile ve akrabalık ilişkileri dışında hemşehrilik dayanışması, ekonomik ve kültürel sorunları aşmak için kurulan bir diğer dayanışma ağıdır. Barınma ve iş bulmanın yanı sıra, kültürel alışkanlıkları sürdürme açısından da önemli olan hemşehrilik bağı, gecekondu mahallelerinde oldukça güçlü bir dayanışma ağı olmasının dışında bir kimliktir (Ayata, 1991). Tabii hemşehrilik, bir çeşit himayecilik sistemini kent yaşamına ve iş gücü piyasalarına eklemleyen enformel bir ilişki biçimi olarak, popülist sağ siyasete ve siyasi patronaj siyasetine kolaylıkla adapte olmaktadır. Hemşehri dayanışması, kent yaşamında var olabilmenin ekonomi politiğini oluştururken kamusal yaşamda (yeniden) cemaatleşmeye, kurumsal ve toplumsal yaşamdaysa nepotizme yol açmaktadır. Devletin barınma ve hızlı kentleşme sürecinde ortaya çıkan kültürel-mekânsal sorunlardaki pasifliği, bu eksikliğin enformel ağlarla telafisini ve kentsel/kırsal, cemaatleşme/kamusallaşma arasında geçişken ağları yaratmış ve bunun kültürel alana da yansımaları olmuştur.
Bu geçişkenlik ve kentte barınma/var olma mücadelesindeki yaratıcılık, devletin ve sağ siyasetin pek de arzu etmediği türden bir dayanışmayı ve gecekonduculuğu da mümkün kılmıştır. 1970’lere gelindiğinde, sosyalist gruplar mahalleliyle birlikte örgütlenerek alternatif kent planları ve gecekondu mahalleleri ürettiler. Böylece sınıf mücadelesi, sağlıklı yaşam koşullarına ve kamusal yaşama erişim, konut ve barınma sorunu gibi kentsel mücadelelere eklemlenerek sistem dışı direniş, toplumsal örgütlenme ve kent mekânlarının devrimci potansiyeli gibi farklı deneyimlere imkân tanıdı. Sağ popülizmin gecekonduculuğu girişimci güç olarak romantize etmesine karşılık, devrimci/sosyalist siyaset de mekânı ve çevreyi bizzat şekillendirme iradesi ve deneyimindeki devrimci potansiyele önem vermişti (Bora, 2022). Türkiye’de işçi örgütlenmelerinin dünyadaki sol muhalefete paralel arttığı bu dönemde, Güzeltepe, 1 Mayıs, Gülensu-Gülsuyu, Tuzluçayır, Çayan/Mutlu Mahallesi gibi mahalleler, devrimci grupların dayanışmasıyla planlı bir gecekondulaşma sürecini hayata geçirdi.
Arsaların hakkaniyetle paylaşılması, sol görüşlü mimar ve mühendislerin katkısıyla sağlıklı yaşam alanları ve evlerin tasarlanması, ortak harcamalar ve inşaat gibi giderler için herkesin eşit katkı sunması gibi özgün/devrimci planlama ilkeleri hayata geçirildi (Atayurt & Çavdar, 2010). Devrimci dayanışmayla kurulan gecekondu mahallelerini diğerlerinden ayıran, gecekonduların inşa edilmesinden bulundukları alandaki yaşamı biçimlendirmesine kadar tüm aşamaların sol siyaset çerçevesinde yapılandırılması idi. Bu yapılandırma, kentlerin hızla büyümesi karşısında plansızlığı bir plan haline getiren devletin aksine, en azından belli gecekondu mahallelerinde, kentle, konutla ve çevreyle kurulan ilişkiyi dikkatle gözeten bir planı da içeriyordu. Planlama aşamasında, gecekondu sakinlerinin yanında, sol görüşlü mimar ve mühendisler, şehir plancıları ve öğrenciler katkı koyarak mahalleyi el birliğiyle inşa ediyordu. Devrimci dayanışmayla kurulan mahalleler, kurtarılmış mahalle olarak adlandırılıyordu. Ancak bu adlandırmaya bizzat “kurtarılmış mahalle” kurucularından itiraz gelmiştir: “(…) kurtarılmış mahalle demek devletin giremediği, devletten bağımsız demek. Bu hiçbir zaman hayata geçmedi. Onun yerine ‘halkın örgütlü gücüyle kurulan mahalle’ demek daha doğru” (Erman, 2010: 177).
Gecekondu mahalleleri ve sakinlerinin kentten dışlanmışlıkları, ezilmişlikleri, sorunları, sınıf siyasetine eklemlenerek kapitalist düzene karşı bir direniş alanına dönüşmekte ve daha iyi bir yaşam potansiyeli taşıyan yeni bir toplumsal/siyasal düzeni mümkün kılmaktadır. Bu nedenle sahiplenilmeli ve 70’lerin sonunda başlayan (ülkücü) saldırılara karşı korunmalıdır (Erman, 2010: 180). Aynı zamanda devletin pasif kaldığı alanları dolduran mafyalaşmaya da sol dayanışmayla direnir gecekondu mahalleleri (Atayurt & Çavdar, 2010). Gecekondular ve onların etrafında şekillenen yaşam alanları, Durkal’a göre (2013), Türkiye devrimci hareketinin ikinci dönemi olarak kabul edilebilecek 1960 sonrası dönemin belirleyici kitlesini yarattı. Kırdan kente göç ettikten sonra feodal ilişkileri kısmen tasfiye eden, kısmen de bu ilişkiler ağı içinde yaşayan bu yeni kentli kitleler, 68 ve 78 hareketlerinin motor gücü oldu. Devrimci hareket, gecekondu mahallelerinde şekillendi. İstanbul’da Gazi Osman Paşa, Ümraniye, Nurtepe, Gülsuyu; Ankara’da Dikmen, Mamak (Tuzluçayır, Mutlu Mahallesi), Keçiören; İzmir’de Gültepe; Adana’da Kiremithane, devrimci hareketin gelenek oluşturan mahalleleri oldular (Durkal, 2013).
1970’lerin ikinci yarısına gelindiğinde artan gecekondu yıkımlarına karşı direnişe de devrimciler sahip çıktı (Aslan, 2021). Ancak 1980 darbesi yaklaşırken özellikle 77’de kurulan “Milliyetçi Cephe” (MC) hükümeti döneminde, alternatif kent planlarıyla kurulan gecekondu mahalleleri, hem devlet eliyle kışkırtılan sağ-sol gerginliğinden payını almış hem de baskı ve yıkımlarla karşı karşıya kalmıştır. Birçok devrimci grubun içinde yer aldığı devrimci dayanışma ve planlamayla inşa edilen ve ismini de 1 Mayıs 1977 katliamından alan 1 Mayıs Mahallesi, 2 Eylül 1977’de Milliyetçi Cephe hükümeti tarafından görevlendirilen kolluk kuvvetlerinin mahalleye girerek tüm gecekonduları yıkması ve 12 kişiyi öldürmesiyle büyük yıkımın ve yaklaşmakta olan dönüşümün de işaret fişeği oldu (Ertuncay & Aslan, 2017). 1970’lerin sonunda ayak sesleri duyulan Türk-İslam sentezi ve neoliberalizm iş birliğinin kent mekânlarına, gecekondulaşmaya etki edecek büyük dönüşümü, 12 Eylül 1980 darbesiyle hayata geçmiştir.
Neoliberal Dönüşüm, Gecekondu ve Rant Ağları
1970’lerde başlayan petrol krizi sonrasında, uzun sınıf mücadeleleri ve reel sosyalizm deneyimlerinin de etkisiyle dünyaya yayılmış sosyal refah devleti kapitalizmi, yerini neoliberalizme bırakmaya başladı. Türkiye’de neoliberal politikalar, darbeden önce 12 Ocak Kararları ile ufukta belirirken, bu kararların tam anlamıyla uygulanmaya başlanması darbe sonrası oldu. 1980’li yıllarda birçok alanda başlayan topyekûn dönüşüme paralel, ekonomik gelişme stratejisinin kentleşme paradigmasıyla kurduğu ilişki de tepetaklak edildi. Daha önce sanayi üretimini önceleyen ve kente yatırımı minimumda tutan anlayış, yerini, ekonominin üretimden uzaklaşarak hızlı borçlanmayla desteklenen kamu ve özel sektörün kentsel yapılı çevreye yöneldiği bir modele bıraktı. Bu modelle inşaat sektörü ve kentsel rantların ekonomideki ağırlığı giderek arttı.
Kentlere yönelen yatırımların sonucunda kentler yayılırken, kent mekânları ve kentsel çevre, tüketime ve ranta açılacak şekilde işlendi. Gecekondu alanları, tıpkı kamusal alan ve araziler, kıyılar, ormanlar, su havzaları ve yeşil alanlar gibi bu saldırgan yapılaşma ve ranta açma stratejisinden payını aldı. Kentler, “bacasız fabrikalara” dönüşüp sanayi döneminin fabrikalarının yerini alırken, bu yeni kent çağına özgü direniş ve isyanlar, yeni dayanışma ve mekânsal stratejiler, 21. yüzyıla damgasını vurdu.2 Gecekondular, kentsel direnişin ilk mekânları olarak bu yeni kent isyanlarında hem aktördü hem de bu isyanların başlattığı dönüşümden (gerek artan devlet baskısı ve çetelerin saldırılarıyla, gerekse yeni dayanışmanın parçası olarak) paylarını aldılar. Gezi direnişi sırasında polis saldırısının çok şiddetli olduğu iki gecede, 11 ve 15 Haziran 2013’te on binlerce Gazi Mahallesi sakininin otoyola çıktığı duyulmuş ve “Merak etmeyin, Gazi geliyor” sözü, hem meydandaki insanlar arasında hem de sosyal medyada yayılmıştı (Demirhan, 2014).
Çeşitli dayanışma ağlarının ve devrimci dayanışmanın gecekondu mahallesinde örgütlü olması nedeniyle, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında en çok göz altında bulundurulan ve baskı gören mekânlar arasında gecekondular da vardı. Askeri yönetimden sonra 1983’te seçilen, Özal başkanlığındaki Anavatan Partisi (ANAP) hükümeti, kentlerin neoliberal dönüşümü için gerekli yasal ve siyasi adımları attı. ANAP hükümetinin neoliberal politikaları, dünyada uygulanan neoliberalizmle uyumlu biçimde, toplumun kaybedenleri ve kazananları arasında sosyal, ekonomik, söylemsel, siyasal ve mekânsal açıdan bir bölünmeyi öngörüyordu. İnşa edilen bu ideolojinin başarısı, eşitsizliğe yönelebilecek öfkeyi, yoksullara ve yoksul mekânlarına yöneltmesinde yatıyordu (Sönmez, 1996: 75). Bu söylem, günümüze kadar tıkır tıkır işledi ve ANAP hükümetinin başlattığı neoliberal kentsel dönüşümü daha da ileriye taşıyan ve 2002’de iktidara gelen AKP hükümetinin de başat söylemi oldu.
Özal’lı Yıllar, Gecekondu Affı ve İmar Yasası
ANAP hükümetinin uyguladığı neoliberal kent popülizmi, gecekondu sahiplerinin yaratılan ranttan pay alarak orta sınıflaşabilmesinin önünü açtı. Bu dönemde arka arkaya çıkan gecekondu yasalarıyla hükümet, neoliberal politikaların ekonomik ve sosyal maliyetini telafi ederken; gecekondu sakinlerinin politik sadakatini de garantilemeye çalışıyordu. Neoliberal dönüşümden önce gecekondu sahiplerine yasalarla bu arazilerin tapusunu alarak yasal tanınma imkânı veren siyasetten, Özal’la beraber, gecekondu mahallelerinde apartman inşaatına izin vererek bu mahalleri kentsel rantın yeniden dağıtım merkezine dönüştüren bir siyasete geçildi. 1984’te çıkarılan 2981 sayılı yasayla geniş bir gecekondu affı getirildi. Bu af yasasını 3194 sayılı İmar Kanunu izledi ve bu kanunla büyük inşaat firmalarının gecekondu bölgelerinde projeler yürütmesinin önü açıldı. Bu süreç, gecekonduların altyapı açısından yasalar çerçevesinde inşa edilmiş orta sınıf mahallelerle eşitlenmesini sağladı. Aynı zamanda da gecekondu sahiplerinin inşaat şirketleri ile iş birliği yaparak yaratılan kentsel ranttan aldıkları pay sayesinde orta sınıflaşmasına yol açtı (Atayurt & Çavdar, 2010). 1980’lerde kente göç bir kez daha ivme kazandı ve darbe sonrası artan baskının da etkisiyle (1990’lardaki kirli savaş politikalarıyla daha da artacak olan) Kürt göçü başladı (Demirhan, 2014).
Gecekondu alanlarının ticarileşmesi ve ranta açılmasının sonucunda ve köyden kente yeniden artan göçün de etkisiyle, hem kentlerin çevresindeki gecekondu alanları genişlemeye devam etti hem de bu süreçte gecekondudan apartmana geçenler, gecekondularını kiralamaya başladı. Bu durum, Işık ve Pınarcıoğlu (2001) tarafından “nöbetleşe yoksulluk” olarak adlandırılmıştı: İlk göçle kente gelenler gecekonduların ticarileşmesiyle orta sınıflaşırken; ilk göçenlerin “yoksulluğu, kente daha sonraki göçlerle gelen kuşaklara aktardıkları döngüsel bir sistem” kuruluyordu.
Özal’lı yıllarda inşa edilen neoliberal kent popülizmi, çıkarılan yasalar ve yapılan düzenlemelerle apartmanlaşmayı ve bu süreçte de üç ayrı rant mekanizmasını tetikledi: İlk mekanizma, (yasal düzenlemelerle oluşan rantın yanı sıra) arazi mafyası veya çeşitli sermaye gruplarının devreye girip kentsel toprağı pazarlaması sonucunda arsa üretilmesidir. İkinci mekanizma, inşaat yapımı sürecidir. Burada ya kent yoksulları barınma ihtiyacını karşılamak için gecekondu yapmakta veya lüks tüketime yönelik kaçak yapılar inşa edilmektedir. Üçüncü rant mekanizmasıysa gecekondu alanlarının imarlı hale gelip apartmanlaşmanın başlamasıyla müteahhitler veya gecekondu sakinlerinin, binaları yükselterek kâr elde etmesidir (Şen, 1996: 19-20). Bu mekanizmalar, bugün hâlâ yaşadığımız “insansız kentleşme rejimi” (Şengül, 2017) ile yaratılan yeni yapılı çevrenin, bilimsel ve teknik sınırları zorlayan bir yoğunlaşmayı ve yüksekliği dayatmasının da temelini atmıştır. Bu dönüşüme karşı çıkış ve direniş, 2013 yılındaki Gezi isyanına kadar çok sınırlı ve zayıf kaldı; TMMOB odaları, meslek örgütleri ve üniversitelerden yükselen oldukça cılız (ve az sayıda) ses karşı çıktı bu rejime; ancak, sınırlı ölçüde başarılı olabildiler.
Şengül’e göre (2017) direnişi etkisizleştiren üç temel dinamikten bahsetmek mümkündür. İlki, kentsel rantın ekonomik büyüme stratejisi açısından hayati öneme sahip olmasıdır. İkinci dinamik, kent mekânlarının ve toprağın ticarileştirilmesiyle elde edilen rantların siyasetin finansmanını sağlamasında yatmaktadır; ki bunun temeli de Özal’lı yıllarda atılmıştı. Üçüncü dinamikse, toplumun geniş bir kesiminin, yaratılan bu rantlardan pay alma beklentisiyle veya bu rantların yaratılması sırasında yaşanan saldırgan mülksüzleştirme sonucu artan yaşam kaygısı ve mücadelesi içinde, kentlerdeki yıkıma ve talana karşı çıkmaması, çıkamamasıdır. Yine Özal’lı yıllarda neoliberal kent popülizmiyle temelleri atılan bu kent suçlarına (hemen hemen) herkesin ortak edilmesi süreci, yapılan düzenleme ve yasalarla gecekondulu nüfusu neoliberal politikalara eklemlemeyi hedeflemiş ve bunu büyük ölçüde başarmıştır. Tabii bu süreçten her kesim eşit düzeyde rant elde etmediği gibi her gecekondu bölgesi de eşit pay alamamıştır. Burada belirleyici olan, gecekondu bölgesinin kentin imarlı bölgelerine yakınlığı veya mahallenin dönüşümünün rant elde etmeye yarayıp yaramayacağıdır.
1990’lardan 2000’lere İslamcı Belediyecilik, Değişen Yoksulluk ve Gecekondu İmgesi
Gecekondu bölgelerini dönüştüren rant ağlarının ve neoliberal politikaların tetiklediği eşitsizlik ve sınıflar arasında giderek büyüyen uçurum, 1990’lara gelindiğinde toplumsal, siyasi ve ekonomik açıdan görünür hale geldi. 1994 yerel seçimlerinden muhafazakâr Refah Partisi (RP) beklenmedik bir zaferle çıktı. Refah Partisi, gecekondu bölgelerinde yaratılan rantlardan pay alamayan kitlelere yardım yaparak buralarda büyüyen öfkeyi, siyasi bağımlılık ve sadakate dönüştürdü. Böylece daha sonra Türkiye’yi rejim değişimine ve kentleri de İslami-neoliberal distopyaya dönüştürecek İslamcı belediyecilik ve kent yönetimi hayatımıza giriyordu: Bir taraftan projecilik ve rantı elden bırakmadan bir taraftan da hayırsever yardım politikalarıyla kent yoksullarını bağımlılık kıskacına alan ve tüm sınıfları neoliberal politikalara –kimi zaman nefret objesi, kimi zaman da girişimcilik abidesi– olarak eklemleyen bir politika. Doğan’ın (2007) “eğreti kamusallık” olarak kavramsallaştırdığı bu belediyecilik anlayışı ve keyfi/siyasi yardım politikaları, gecekondu mahallelerindeki dayanışma ağlarını tamamen etkisizleştirirken, hemşehri dayanışmasını iktidar partisine bağımlılık ilişkisine eklemledi.
Bu süreç gecekonduların sınıfsal ve siyasi aidiyetlerini değiştirdi ve bu alanların kamusal söylemde meşruiyetlerini de zayıflattı. 2001’de AKP iktidara geldiğinde gecekonduları kriminalize edecek bu kamusal söylemi, kentsel dönüşümün temeline yerleştirecekti (Atayurt & Çavdar, 2010). Belediyecilikte başlayan bu “eğreti kamusallığı,” kent yönetiminden ülke yönetimine ve bir siyasi güce dönüştürecek olan AKP iktidarı, dünya neoliberalizmiyle uyumlu bir küresel kent vizyonuyla tüketimi merkeze alan ve kent mekânlarının kullanım değerinin yerine değişim değerini önceleyen bir politika uyguladı. Bu kent politikaları ve kentsel rantın, ekonominin ve siyasetin merkezine yerleşmesi, medyadan sanata, üniversitelerden kamunun tüm kurumlarına varacak olan çok büyük çaplı bir neoliberal dönüşümü (ve yıkımı) tetikleyecekti. Gecekondu alanları rant merkezlerine evrilirken, daha önce çeşitli dayanışma ağlarıyla kademeli olarak kent ekonomisine katılabilen gecekondu nüfusu, giderek bu ekonomiden dışlanmaya başladı. Gecekondu bölgeleri ticarileşip rant ağlarına dahil oldukça buralardan sürülen gecekondu nüfusu, kısa bir süre sonra kentlerin çeperine itilerek kentlerden dışlandılar. Bediz Yılmaz’ın (2008: 7) deyişiyle bu süreçte “nöbetleşe yoksulluk, müebbet yoksulluğa” evrilmekteydi. Gecekondularda akrabalık ve hemşehrilik gibi çeşitli dayanışma ağlarının yardımıyla sanayi piyasasında enformel istihdama dayalı, çoğu zaman damgalayıcı olmayan eski yoksulluk yerini, neoliberal dönüşüm ve post-Fordist dönemin azalan emek ihtiyacı sonucunda sınıflar arası geçişliliğin pek mümkün olmadığı yeni tip bir yoksulluğa bırakıyordu (Atayurt & Çavdar, 2010).
Yılmaz’ın tarif ettiği yeni yoksulluk ve yoksulluğun (çeşitli mekânsal, etnik ve sınıfsal nefret objeleri olarak) damgalanması (2008: 7), 90’larda gecekondu imgesinin de suçla, ahlaksızlıkla, şiddetle, yasa dışılıkla iç içe geçip yerini “varoş” kavramına bırakmasına denk gelmektedir (Yıldırım, 2021: 269-270). Dayanışmayı rant ağlarıyla felç eden ve bireysel çıkarı dayanışmanın ve kamusallığın önüne koyan sistem, mahalle kimliğini yok edip gecekonduları imgesel düzlemde de mahkûm ederken, kentliliği apartmanla, sitelerle, yatayın yerini alan dikey yapılarla özdeşleştiriyordu (Erman, 2010: 188-189). 1995 yılının Mart ayında Alevi ve Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu Gazi Mahallesi’nde yaşananlar, gecekondu mahallelerinin suç ve şiddet mekânları olarak damgalanacağının ilk işaretleri arasındadır. 12 Mart akşamı mahallede taranan kahvehanede bir kişinin öldürülmesiyle başlayan protestolar, polis şiddeti sonucunda 17 mahallelinin öldürülmesine kadar sürdü. Gecekondularda hızla büyüyen emlak rantları, birçok gecekondu bölgesinde çatışmaları körüklerken medya, bu çatışmaları, etnik ayrımcılık ve nefreti de kullanarak ahlaksızlık, şiddete meyilli olma, suça yatkınlık ve yasa dışılık gibi söylemlerle çerçeveleyerek gecekondu mahallelerini kriminalize ediyor ve buraları tehlikeli coğrafyalar olarak işaretliyordu (Atayurt & Çavdar, 2010).
Gecekondu mahallelerinin tekinsiz mekânlar olarak ötekileştirilmesi, neoliberalizmin mekânsal stratejileriyle uyumludur, ki bu aynı zamanda, Türkiye gibi ülkelerde bir yönetim biçimine evrilerek yeni rejime karakterini vermiştir. Neoliberalizm sınıflar arasındaki eşitsizliği arttırdıkça sınıfları birbirinden tamamen yalıtan bir mekânsal düzenlemeye ve kent mekânlarına yöneldi. Zenginler/toplumun daha avantajlı kesimleri, “gated community” olarak da adlandırılan korunaklı, tüm “tehlike” ve farklılıklardan yalıtılmış, yüksek teknoloji ve özel güvenliklerle korunan yaşam mekânlarına kapanırken; kentin yoksulları da kentten kovularak çeperlerde her an polis gözetimi ve şiddeti altında “tehlikeli” mekânlarda yaşamaya mahkum edildi. Gecekonduların şiddet ve suç ile ilişkilendirilerek kentlerin güvenliğini tehdit eden mekânlar olarak damgalanması, dönemin ekonomik ve politik koşullarıyla uyumludur (Erman, 2004). Gecekonduların ve kent mekânlarının kullanım değeriyle değil; değişim değeriyle, toplumsal potansiyelleriyle değil; ticari kapasiteleriyle değerlendirilmesi sadece İslamcı belediyelerle veya AKP yönetimiyle sınırlı değildir; dünyadaki neoliberal dönüşüm ve Türkiye’nin politik/ideolojik atmosferiyle de uyumludur. AKP yönetimine muhalif olan belediyelerin uyguladığı kentsel dönüşüm projelerine yakından bakıldığında bu konuda iktidar ve muhalefet arasındaki farkların sadece yüzeysel fikir ayrılıkları olduğu görülmektedir (Atayurt & Çavdar, 2010).
Tam da bu nedenle AKP, kentsel dönüşüm, mülksüzleştirme ve servet transferlerinin hedefine, öncelikle güçsüz veya daha kolay ötekileştirebileceği nüfusları koydu. Gecekondu karşıtı söylem ve gecekondu mahallelerinin çözülmesi de yine aynı nedenle 1990’larda biriken rantın yanı sıra, Güneydoğu Anadolu’daki savaş ortamı ile tetiklenen zorunlu ve “gönülsüz” göçlerle hızlandı (Atayurt & Çavdar, 2010; Yılmaz, 2008: 6-7). Gecekondu nüfusunu sembolik ve mekânsal düzlemde dışlayarak ve ötekileştirerek yürütülen bu süreçte 2000’lere gelindiğinde kentsel dönüşümün başlıca aktörü Toplu Konut İdaresi (TOKİ) oldu. 1984 yılında kurulan, 2002’den itibaren bir dizi yasayla yeniden düzenlenen TOKİ, ayrıcalıklı yetkilerle donatılmış bir kamu tekeline dönüştü.
5162 sayılı Belediye Yasası ile gecekondu dönüşüm projelerini planlama yetkisi belediyelerden alınarak TOKİ’ye devredildi. 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun uygulama yetkisi Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’ndan TOKİ’ye aktarıldı. Böylece TOKİ, gecekondu bölgelerinde tek söz sahibi olan aktöre dönüştü. Yasal düzlemde TOKİ gücünü ve meşruiyetini sosyal konut inşa etme hedefinden almaktadır. Ancak neoliberal bir aygıt olarak gerçekte, orta ve üst sınıflar için konut, iş merkezi, alışveriş ve yaşam merkezleri üretmektedir. Rakamlara bakıldığında bu gerçek apaçık görülmektedir; üretilen konutların sadece çok küçük bir yüzdesi sosyal konut niteliğindedir. TOKİ’nin başat aktörler arasında olduğu kentsel dönüşüm sürecinde gecekondu, rant ağlarıyla kuşatılır ve tekinsiz bir imgeye dönüşürken gecekondu sakinlerinin yanı sıra, kentten sürülen, dışlanan ve mülksüzleştirilenlerin tüm kent yoksulları olduğunu vurgulamak gerekir. Kısaca gecekonduyu uçurumdan aşağı iten bu süreçte, tüm kentliler, kent hakkı ve yurttaşlık hakları da gecekonduyla beraber aşağı yuvarlanmaktadır.
Hasan Ferit Gedik Cinayeti
29 Eylül 2013’te Hasan Ferit Gedik’in İstanbul Gülsuyu Mahallesi’nde uyuşturucuya karşı düzenlenen protesto yürüyüşünde vurularak öldürülmesi, kentsel dönüşümün gecekondu mahallelerinde yarattığı çözülmenin, dayanışma ağlarının yerini alan ve 1970’lerde gecekondularda örgütlenen devrimci dayanışmayı hedef alan rant ve suç ağlarının, yıllardır içinde yaşadığımız kent suçlarıyla politik/mafyatik atmosferin iç içe geçmesinin somut biçimde görüldüğü anlardan biridir. Yürüyüş sırasında protesto edenlerin üzerine ateş açılmıştı. Otopsi raporunda altı kurşunla vurulduğu ortaya çıkan Hasan Ferit Gedik’in failleri, olay anında Gedik’in üstünde olan giysilerin kaybedilmesinden kamera kayıtlarının silinmesine, çete zanlılarının polisle telefonda konuştuğu tapelerden yıllar sürecek yargılama sürecine kadar açık bir biçimde korunup kollandı. Mahkeme sırasında yaptığı son savunmada sanıklardan Hakan Taşhan’ın Gezi direnişini suçlaması, gecekonduların polis şiddeti, kentsel dönüşüm, müebbet yoksulluk ve çete-mafya ilişkileri ile kuşatılmasının ardında yatan ideoloji ve söylemi de berraklaştırmıştır: “(…) Bakarsanız Gezi eylemleri ile aynı günde olmuştur. 12-13 gün mahallemizde bu örgütler yüzünden dışarı çıkamadık…”
Gecekondu mekânları ranta açılırken arazisi değerli; ama, içinde yaşayanların örgütlü olduğu, yani bu dönüşüme direnme potansiyeli olan mahalleler, bir yandan devlet karşıtlığı, suç ve terörle damgalanırken, diğer taraftan da buralar, teşvik edilen veya hafif tabiriyle görmezden gelinen uyuşturucuya ve çetelere bırakılmaktadır. Demirhan’ın Gazi Mahallesi sakinleriyle yaptığı röportajda mahalleli İyidoğan’ın (2014) sözleri, bu durumu ortaya koymaktadır: “(…) Devlet savaşarak alamadığı yeri, yozlaşmayla alıyor.” Tüm bunların yanı sıra, Gedik cinayetinin faillerinden olan ve hakkında toplamda 62 yıl hapis cezası verilmiş olan Doğukan Çep’in yakalanamaması ve 30 Aralık 2022’de bu kez de bir siyasi cinayette, ülkücü bir akademisyen olan Sinan Ateş suikastında, Ankara’da ortaya çıkması, kent mekânlarını metalaştıran neoliberal dönüşümün aynı zamanda bütüncül bir siyaset, bir devlet biçimi olduğunu da ortaya koymaktadır.
Gecekondunun Kültürel Serüveni
Gecekondu ve köyden kente göçün kültürel alandaki serüveni de en az ekonomi-politik serüveni kadar renklidir. Kâh isyanın müziği olur, Müslüm Baba’nın sesinden yükselir; kâh kadının çığlığı olur, Bergen’in sesinden yükselir; kâh direnişin müziği olur, Grup Yorum’un sesinden yükselir; kâh Yener Baba’nın rap’inde karşımıza çıkar, kâh romanlarda, filmlerde belirir. Kısaca gecekondu, popüler kültürün her alanına damgasını vurur. Arada kalmışlığın, ötekiliğin, kırılganlığın, umudun ve isyanın kültürüdür gecekondularda üretilen. Arabesk, bu nedenle gecekondu müziği veya (kentin yeni işçilerini gecekondulardan fabrikalara taşıyacak, plansız konduların plansız toplu taşıma aracı) dolmuş müziği ismiyle de anılır (Tekeli, Okyay & Gülöksüz, 2010).
Kelime anlamıyla “Arap müziğini andıran” anlamına gelen, isyanıyla romantize edildiği kadar da eleştirilen bir müzik türü oldu arabesk. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses, bu folk kültür müziğe öncülük ettiler ve hem arabeskin hem şehir hayatındaki sahipsizlerin “baba”sı olarak anıldılar. Neşet Ertaş, Arif Sağ gibi halk müziği icracılarının türküleri de arabeske eşlik etti (İnan, 2022). Arabesk, gecekondulardan yükselen başkaldırı ve isyanın müziği olarak, 12 Eylül askeri darbesi sonrası baskı döneminden de payın aldı ve 1980’lerde TRT’de yayınlanması yasaklandı. Gencebay’ın Batsın Bu Dünya şarkısı, düzene başkaldırdığı gerekçesiyle yasaklı şarkılar arasına girdi. 80’lerin sonunda neoliberal dönüşümün gecekondu mekânlarını rant ağlarına dahil etmesiyle uyumlu biçimde, gecekondu müziği ticarileşerek düzene ve piyasaya ayak uydurdu, popülerleşti. 1990’larda arabesk, artık TRT’de popüler müzik olarak yer alıyordu, özel televizyon ve radyo kanallarıyla birlikte yeni mecralarda da yayınlanıyor ve her kesimden insana ulaşıyordu. Gecekondu müziğinin, kentin gecekondu bölgelerinden merkezine uzanan dönüşümü, onu büyük hikâyenin de bir parçası kılıyordu.
Arabeskin kültürel ikizi rap müzik, Batı’da kent yoksulları tarafından üretilip benzer bir yolculuk yaparken; Türkçe rap müzik Almanya’da gurbetçi mahallelerde doğdu. 90’ların sonlarına doğru Türkçe rap, Türkiye’de çok popüler olur. Rap müziğin Türkiye’deki mekânı yine gecekondulardır, tıpkı Türkçe hiphop gibi, kültürel ikizi arabesk müziktir. Yener Çevik, nam-ı diğer Yener Baba, “arabesk rap”in ilk temsilcisi olur. İzmir’de gecekonduda büyümüş olan Yener Baba’nın şarkılarının temasını eşitsizlikler, gecekondu, sokak, mahalle kültürü, kentsel dönüşüm, çocuk işçiler gibi gecekondunun dönüşen kültürü ve sorunları oluşturur (İnan, 2022). Çevik’i, Killa Hakan, Arsız Bela, Efecan, Mero, Canbay Wolker, Ezhel izler. Gecekondulu çocuklar, Adana Hürriyet Mahallesi’nde, İzmir Örnekköy’de, İstanbul Bağcılar’da, Kreuzberg’de, Diyarbakır’da, Ankara’da arabesk rap üretmeye devam etmektedir. Aynı 1980 darbesinde olduğu gibi, iktidarın baskısından da payını almaya devam ediyor gecekonduların müziği ve müzisyenleri.
Kendi deyimleriyle “uzay yolu oryantal müziği” yapan BaBa ZuLa’nın 2010 tarihli albümünün de ismidir Gecekondu. Gecekondunun müzikteki yansımalarından bahsederken müziğin çeşitli dallarında eserler veren politik, devrimci müzik grubu Grup Yorum’u anmamak olmaz. Şarkılarının pek çoğunun içinde geçer gecekondu, gecekondu mahallelerinden yükselen devrimci sestir Grup Yorum. 2008 yılında çıkardıkları Başeğmeden albümünde yer alan “Gecekondu ile Gökdelen” şarkısı, doğrudan kentsel dönüşümü ve gecekonduların rant ağlarıyla sarılmasını anlatır.
Dikmen direnişinin festivali “Festivadi” ile gecekondunun ve barınma hakkının bir festivali de olmuştu. Direniş ve kültür arasındaki güçlü ve kadim ilişkinin bir örneği olarak Festivadi, Dikmen halkının Melih Gökçek’e karşı yıllar süren direnişine Ankara’nın birçok yerinden gönül verenleri, 2009 Haziran’ında Vadi’de ağırladı. 20 Haziran günü Vadi’den üç kol halinde halkın meşalelerle bir yıl önce kundaklanan Barınma Hakkı Bürosu’na gelişiyle zihinlere kazınan Festivadi, üç yıl sürdürülebildi. Uzunçarşılı Baysal’a göre (2014), Gezi’den önce Gezi’yi selamlayan Vadi’nin bir de direnişi fotoğraflarla anlatan kitabı vardır: Orada Hayat Var.
Gecekondunun kültürel serüveni, müziğin ve festivallerin yanı sıra, ortaya çıkışıyla eş zamanlı olarak, roman ve öykülerde de sürer. Orhan Kemal’in 1958 tarihli romanı Devlet Kuşu, fakir mahallelerdeki değişimi, apartman sahibi olmanın gösterge değerini, lümpen proletaryanın oluşumunu anlatmaktadır. Yazarın Gurbet Kuşları (1962) isimli romanıysa, kente göçü, gecekonduları ve sömürü çarklarının işleyişini anlatır. 1970’lere kadar gecekondunun ve kente göçün edebiyattaki serüveninde Oktay Akbal’ın Garipler Sokağı, Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı, Nazım Hikmet’in Kan Konuşmaz’ı, Tarık Dursun K.’nın Sabah Olmasın’ı ve Suat Derviş’in Aksaray’da Bir Perihan’ı önemli örneklerdir (Türkeş, 1999). Gecekondunun 1970’lerde devrimcilerin ve devrimci dayanışmanın mekânı olmasıyla paralel, 1970 sonrası romanlarda bu konu işlenir. Örneğin Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, Ankara gecekondularını, burjuva kökenli Doğan ve gecekonduda yaşayan devrimci Ali’nin öyküsünü mekânsal farklılıklara paralel bir şekilde anlatır. Soysal’ın 1975 tarihli Şafak romanıysa Adana’nın gecekondu ve apartmanlar arasında ikiye bölünmüş coğrafyasını anlatır. Pınar Kür’ün Yarın Yarın romanı, gecekonduyla zenginlerin semtlerinin mekânsal karşıtlığını, siyasi karşıtlığın bir simgesi olarak somutlaştırmaktadır. Oğuz Atay’ın 1973 tarihli Tehlikeli Oyunlar romanının kahramanı Hikmet Benol ise, bir gecekonduda yaşamaktadır.
1980’ler romanlarında, askeri darbenin ve neoliberal dönüşümün etkisiyle yazarlar, gecekondulardan ve varoşlardan, toplumsal gerçekçi anlatımdan uzaklaştı. Türkeş’e (1999) göre 27 Mayıs ve 12 Mart darbeleri sonrası romanından farklıdır bu. Bu iki dönem sonrasında yazılan romanlar, toplumsal sorunlara yönelirken 12 Eylül sonrası edebiyatta postmodern anlatı türü hakim oldu. 80 sonrası romancılığında, gecekondu yaşamını hem çok ayrıntılı işleyen hem de gecekondu mahallesini öykülerinin kahramanı yapan Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm ve Berci Kristin Çöp Masalları isimli romanları, kente göçle başlayan parçalanmayı anlatır. 1990’da yayımlanan Ağır Roman’da Metin Kaçan, İstanbul’un göbeğinde konumlanmış; ama, İstanbul’a çok uzak bir semti, Kolera Mahallesi’ni anlatır. Orhan Pamuk, 2014 tarihli Kafamda Bir Tuhaflık romanında İstanbul’un baş döndürücü değişimini kentin gecekonduları üzerinden anlatır (Doğan, 2018).
Gecekondunun sinema macerası da oldukça çeşitli ve renklidir; burada andığımız kimi romanların sinema uyarlamaları da vardır. Gecekondu Peşinde (Feyzi Tuna, 1967), Köyden İndim Şehire (Ertem Eğilmez, 1974), Taşı Toprağı Altın Şehir (Orhan Aksoy, 1978), Sürü (Zeki Ökten, 1978), Çiçek Abbas (Sinan Çetin, 1982), Züğürt Ağa (Nesli Çölgeçen, 1985), Muhsin Bey (Yavuz Turgul, 1987), Benim Sinemalarım (Gülsün Karamustafa & Füruzan, 1990), Gece, Melek ve Bizim Çocuklar (Atıf Yılmaz, 1993), Ağır Roman (Mustafa Altıoklar, 1997), Güneşe Yolculuk (Yeşim Ustaoğlu, 1999), Uzak (Nuri Bilge Ceylan, 2002), Metropol Kabusu (Ümit Cin Güven, 2003), Başka Semtin Çocukları (Aydın Bulut, 2009) ilk akla gelen örnekler arasındadır. Zeki Demirkubuz sinemasını da burada ayrıca anmak gerekir: Zemirkubuz’un C Blok (1994), Masumiyet (1997), Üçüncü Sayfa (1999) gibi filmlerinde kahramanları ve onların psikolojilerini belirleyen unsur, kentlerdeki dönüşümdür. Engin Yıldız’ın Gecekondu Sineması (2008) adlı kitabı da, gecekonduyu film anlatısının merkezine koyan filmleri incelemektedir.
Gecekondunun bir de taraftar grubu vardır: Ankaragücü’nün ünlü taraftar grubunun adı “Gecekondu”dur. Gecekondunun, Almanya’ya göç eden işçilerle göç etmişliği de vardır. Almanya’ya göçen işçi Osman Kalın, Berlin Duvarı henüz yıkılmamışken duvarın hemen dibine kendisine bir ev ve bahçe yapar. İçinden ağaç geçen, yatak demirlerinden bozma bahçe çitleri olan bu ev, Batı Berlin’den gelen askerlerin müdahalesiyle karşılaşmış; ancak, yandaki kilisenin papazı, Kalın’ı ve evi koruyunca ev yıkılmadan günümüze kadar gelebilmiştir. Bugün Berlin’in turistik alanları arasındadır bu 350 metrekarelik gecekondu/ev, ismi de Baumhaus an der Mauer’dir (Ayaz Yılmaz, 2023). Berlin serüveni, direniş ve dayanışma sembolü olarak da sürmektedir gecekondunun.3 Bu vesileyle Almancaya da yeni bir kelime eklenmiş; hatta Almanca bir Artikeli olmuştur: das Gecekondu.
Arabeskin mutenalaştırılması uzun yıllardır kültürel alanda tartışılırken, Sinan Çetin’in Gecekondu adlı programı veya Niyazi Erdoğan’ın 2011 tarihli Dolmuş adlı yeni koleksiyonu yaparken 1970’lerin arabesk kültüründen esinlendiklerini söylemeleri, kültürel bir meta olarak gecekondu üzerine düşünmemiz gerektiğine işaret etmektedir (Özkan, 2011). İster kültürel bir meta, isterse isyanın, direnişin, dayanışmanın bir pratiği olarak karşımıza çıksın, gecekondunun kültürel serüveni, önümüzdeki yıllarda da hem cumhuriyet tarihinde hem de küresel tarihte karşımıza çıkmaya devam edecektir.
Sonuç Yerine
Bugün kentlerin sokaklarında yürürken devasa binaların gölgesi kuşatıyor hepimizi, ağaçların yerine. Gecekondular ve gecekondu mahallelerinin güneşi, büyük gökdelenlerin gölgesinde kayboluyor. Kalan gecekondular da sıralarını bekler gibi, içinde yaşayanların son umutları rant ağlarına sıkışmış. Kalbimizde, aklımızda hep bir ağırlık… Kentlerde yaşam, bir nefessiz kalma, kalbe saplanan inceden bir ağrı. Gecekondunun hikâyesi, kentsel ve kültürel serüveni, hepimizin hikâyesi aslında. Barınmanın, kentlerde özgürce, doğayla uyumlu yaşamanın değişim değeriyle değil; kullanım değeriyle hayata geçirildiği kentsel müşterekler siyaseti, Gezi direnişinde kısa süre de olsa deneyimlendi. O hissi unutmak ne mümkün. Daha sıcak, kucaklayıcı, daha dostça bir kent deneyimi yaşamadım hayatımda, kendimi bu kadar güvende hiç hissetmedim. Güvenli, herkesin hakkının teslim edildiği, kimsenin müebbet yoksullukla sınanmadığı, suça mahkûm edilmediği özgür kentler kurana kadar, hatırlamalı: “Karanlık gider, Gezi kalır.” Gecekonduları ezip geçen gökdelenlerin, devasa rezidansların yanından geçerken anımsamalı, hafif bir rüzgarla sallanan ağaçların dallarını, dalların gölgesinde oynayan çocukların kahkahasını, gecekondunun ve kentin yeni sakinlerinin hayallerini, umutlarını. Bir şiir mırıldanmalı, kalbinde gecekondu yatan:
Irmaksız, denizsiz, kaya tadında
Yılgın bir Ankara
Gökyüzü kendini değiştiriyor boyuna
Kül ve kurumla
Bir de gecekondular olmasa
Bir de İbrahim
O gürül gürül yaşam, o iş, o dert, o şamata
Mezarda sanabilir insan kendini
Gülten Akın, İbrahim’in Dedesi, 1996
Atayurt, U. & Çavdar, A. (2010). AKP’nin Gecekonduyla İmtihanı. ARCH+. https://archplus.net/de/akp-nin-gecekonduyla-imtihani/
Aslan, Ş. (2021, Eylül 1). Sosyalistler, Mahalleler, Şehirler ve Gecekondular. Birgün. https://www.birgun.net/makale/sosyalistler-mahalleler-sehirler-ve-gecekondular-357151
Ayata, A.G. (1991). Gecekondularda Kimlik Sorunu, Dayanışma Örüntüleri ve Hemşehrilik. Toplum ve Bilim, 51-52, 89-101.
Ayaz Yılmaz, A. (2023, Ocak 29). Berlin Duvarı’nda Bir Gecekondu. Cumhuriyet. https://www.cumhuriyet.com.tr/cumhuriyet-pazar/berlin-duvarinda-bir-gecekondu-2026268
Bora, T. (2022). Masamdakiler: Demirel’in Gecekondusu. Kent, 009, 67-71.
Demirhan, A. E. (2014, Ağustos 29). ‘Merak Etmeyin Gazi Geliyor’ Demiştik Merak Ettik, Gazi’ye Gittik. Sendika.org. https://sendika.org/2014/08/merak-etmeyin-gazi-geliyor-demistik-merak-ettik-gaziye-gittik-ali-ergin-demirhan-211807/
Doğan, A. E. (2007) Eğreti Kamusallık: Kayseri Örneğinde İslamcı Belediyecilik. İstanbul: İletişim.
Doğan, Z. (2018, Ocak 4). Kafamda Bir Tuhaflık Romanında Şehrin ve Kardeşliğin Ekonomi Politiği. T24. https://t24.com.tr/k24/yazi/kafamda-bir-tuhaflik,1517
Durkal, H. (2013, Kasım). Şer Ekseni: Çeteler ve Devlet. Toplumsal Özgürlük. https://toplumsalozgurluk.org/gazate/to2.pdf
Erman, T. (2004). Gecekondu Çalışmalarında ‘Öteki’ Olarak Gecekondu Kurguları. European Journal of Turkish Studies. https://journals.openedition.org/ejts/85
Erman, T. (2010, Aralık). Kent Çeperindeki Bir ‘Devrimci’ Mahalle: 1970’lerden 2000’lere Mahallenin Değişen Anlamı ve Mahalle Üzerinde Yaşanan Çatışmalar, Çekişmeler. İdealkent, 2, 170-195. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/460503
Ertuncay, A. T. & Aslan, İ. (2017). İçeriden Anlatılanlar: 1 Mayıs Mahallesi’nin İnşası. Patika Kitap.
Gürbilek, N. (2001). Vitrinde Yaşamak. İstanbul: Metis.
Işık, O. & Pınarcıoğlu, M. M. (2001). Nöbetleşe Yoksulluk. Gecekondu ve Kent Yoksulları: Sultanbeyli Örneği. İstanbul: İletişim.
İnan, H. N. (2022, Aralık 16). Kentin Ötekilerinin Şiiri: Arabesk Rap. İDM. https://idm.org.tr/kentin-otekilerinin-siiri-arabesk-rap/
Keleş, R. (1998). Kentbilim Terimleri Sözlüğü. İstanbul: İmge Kitabevi.
Kıray, M. (1995). Siyasi Himayecilikten Dinsel Grup Himayeciliğine. Türkiye’de Toplumsal Değişim. Yeni Yüzyıl Yayınları.
Kongar, E. (1982). Kentleşen Gecekondular ya da Gecekondulaşan Kentler. Kentsel Bütünleşme. Türk Sosyal Bilimler Derneği Türkiye Geliştirme Araştırmaları Vakfı, 4, 23-54.
Özkan, D. (2012, Ağustos, Eylül). Gecekondu Chic? Kültürel Meta Olarak Enformel Şehir ve Kent Yoksulluğu. Birikim, 280-281, 155-158.
Sönmez, M. (1996). İstanbul’un İki Yüzü: 1980’den 2000’e Değişim. Arkadaş Yayınları.
Şahinli, E. (2021, Aralık 12). Köyden Kente Göç Müziği Arabesk. Gazete Bilkent. https://www.gazetebilkent.com/kultur-sanat/ecemsahinli/koyden-kente-goc-muzigi-arabesk/
Şen, M. (1996). Türkiye’de Gecekondunun 50.Yılı. Friedrich Ebert Vakfı.
Şengül, T. (2017, Ağustos 5). İnsansız Kentleşme Aracı İrtifa Kaybederken. Birgün. https://www.birgun.net/makale/insansiz-kentlesme-araci-irtifa-kaybederken-173352
Tekeli, İ. (1982). Türkiye’de Kentleşme Yazıları. Turhan Kitabevi.
Tekeli, İ., Okyay, T. & Gülöksüz, Y. (2010). Gecekondulu, Dolmuşlu, İşportalı Şehir. İdealkent Yayınları.
Tekin, L. (2021). Berci Kristin Çöp Masalları. İstanbul: Can.
Türkeş, Ö. (1999, Temmuz). Romanda Kentleşme: Gecekondudan Villakentlere. Birikim, 123. https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-123-temmuz-1999/2317/romanda-kentlesme-gecekondudan-villakentlere/6444
Uzunçarşılı Baysal, C. (2014, Kasım 30). “Orada hayat var”: Hayatı savunmaya, Dikmen Vadi’yi savunmaya! Sendika.Org. https://www.academia.edu/67438723/Orada_hayat_var_Hayat%C4%B1_savunmaya_Dikmen_Vadiyi_savunmaya_Cihan_Uzun%C3%A7ar%C5%9F%C4%B1l%C4%B1_Baysal
Üstüne Yapılan Gecekondu Tarihi Sarnıcı Tehdit Ediyor. (2021, Mayıs 21). Cumhuriyet. https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ustune-yapilan-gecekondu-tarihi-sarnici-tehdit-ediyor-koruma-altina-alinmali-1938285
Yıldırım, H. (2021). Neoliberal Bir Politika Olgusu Olarak Türkiye’de Gecekondu Mekanı. Kamu Yönetimi ve Politikaları Dergisi, 2(2), 257-275.
Yılmaz, B. (2008). Türkiye’de Sınıf-Altı: Nöbetleşe Yoksulluktan Müebbet Yoksulluğa. Toplum ve Bilim Dergisi, 113, 127-146.
Yıldız, E. (2008). Gecekondu Sineması. Hayalet Kitap.
Kapak görseli: Ankara, Altındağ ilçesindeki gecekondu mahallesi, 1997. Kaynak: Salt Araştırma, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA) / IFEAJFPANK042 [] / © Jean-François Pérouse
- Ucu olmayan şehir anlamına gelen Ekümenopolis, İstanbul’da kentsel dönüşümle yaşanan çöküşü anlatan, İmre Azem’in 2012 tarihli belgeselinin de adıdır. Belgesel, gecekondulaşmanın 1980 sonrası kent rantı parantezine alınmasıyla yaşanan dönüşümü anlatmaktadır. Bkz. http://ekumenopolis.net/
- Gezi direnişi, bu yeni isyanlara örnektir. Aynı zamanda kentin ranta açılmasıyla kentli yurttaşın da küçük bir payla da olsa bu rant ve kentsel suç ağına dahil olduğu bir çağda, Gezi ve Gezi gibi isyanlar, kentlerin talanına ve yaşamın tamamının sermayeye açılmasına itirazıyla da çok önemlidir.
- https://kottiundco.net/wer-wir-sind/; https://userpage.fu-berlin.de/melab/wordpress/?p=9749