TANIM
TDK Sözlüğü, telefonu, en basit ve anlaşılır biçimde “birbirinden uzakta bulunan kişilerin konuşmasını sağlayan aygıt” şeklinde tanımlıyor. Telefon sözcüğünün etimolojik kökeni ise Antik Yunancaya dayanıyor. Tele, Antik Yunancadan gelen bir ön ek ve “uzaktan,” “mesafeli” anlamında. Phonos sözcüğü ise Antik Yunancada ses anlamına geliyor. Demek ki telefon, “uzaktan gelen ses” demek. TDK’ya göre bu sözcük Türkçeye Fransızcadan geçmiştir ve özgün yazılışı téléphone şeklindedir. Bunun bir sebebi, başta telgraf olmak üzere modern telekomünikasyon şebekelerinin ilk ev sahibinin Fransa olması ise; bir diğer sebebi de Osmanlıların telefon cihazının varlığından haberdar olduğu geç 19. yüzyılda Fransızcanın Lingua Franca, başka bir deyişle ortak yabancı dil olması.
Telefon sözcüğü başlangıçta birbirine kablo ile bağlı bir ahize ile bir çevirmeli gövdeden oluşan, başka bir bakır kabloyla sabit telefon şebekesine bağlanan bir nesneyi ifade ediyordu. 1990’larda GSM teknolojisine dayanan mobil telefonlar küçük ve cebe sığabilir boyutlarından ötürü “cep telefonu” diye adlandırıldı. Ancak 2000’lere kadar sürekli küçülen mobil telefonlar önce fotoğraf çekme işleviyle, sonra internetle bütünleştikçe renkli ve okunaklı bir ekran barındırmak için yeniden büyümeye başladı. 2020’lerin başı itibariyle yaygın bir biçimde kullanılan ve her giysinin cebine sığması mümkün olmayan akıllı mobil telefon cihazları cep telefonu yerine önce akıllı telefon, sonra yaygın bir şekilde yalnızca telefon şeklinde anılır oldu. Bu yüzden telefon sözcüğünün/simgesinin işaret ettiği imgenin sabit kalmadığını vurgulamak gerekiyor, tıpkı birçok başka simge, imge ve nesnede olduğu gibi. TDK tanımının yetersiz kalmasına yol açar bir şekilde telefon, 2020’lerdeki haliyle uzaktan konuşmak ve yazılı mesajlar göndermek dışında fotoğraf ve video çekmek, ses kaydetmek, sosyal medya için içerik üretmek, veri saklamak ve işlemek, çeşitli program ve uygulamaları çalıştırmak, finansal işlemleri yürütmek için kullanılan bir bilgisayar(cık) haline geldi. Artık şarj işlevi dışında sürekli bir kablosu yok ve şarj aletiyle bir takım halinde satılıyor, kablosu olmadığı halde mobil telefon şebekesini oluşturan baz istasyonlarına veya modemlere radyo frekansıyla bağlanıyor. Elbette bu baz istasyonları ve modemler hâlâ kablolarla birbirine ve santrallere bağlı durumda.
1881 – Posta ve Telgraf Nezareti, İstanbul’da resmi daireleri ve bazı bankaları bağlayan bir telefon şebekesi kurdu.
1886 – Sultan II. Abdülhamit’in saltanat kararnamesiyle İstanbul’daki telefon şebekesi söküldü.
1909 – Sultan II. Abdülhamit’in düşüşü sonrası Mehmet Cavit Bey, İstanbul’da telefon imtiyazı için yabancı şirketlerle görüşmeye başladı.
1913 – İngiliz, ABD, Fransız şirketlerinin ortaklığı olan İstanbul Telefon Şirketi (Constantinople Telephone Company), abonelerine hizmet vermeye başladı.
1927 – İzmir ve Çevresi Telefon Şirketi, Ericsson-belediye ortaklığında kuruldu.
1936 – İstanbul’daki şirket kamulaştırıldı ve PTT şebekesine entegre oldu.
1938 – İzmir’deki şirket kamulaştırıldı ve PTT şebekesine entegre oldu.
1983-87 – Telekomünikasyon atılımı PTT eliyle ve Özal gözetiminde hayata geçirildi.
1994 – Özel mobil telefon operatörleri Turkcell ve Telsim faaliyete başladı. PTT’nin ikinci T’si telefon Türk Telekom adıyla PTT’den koptu ve özelleştirme programına alındı.
2000 – Özel mobil telefon operatörleri Aria ve Aycell faaliyete başladı.
2004 – Aria ve Aycell birleştirilerek Türk Telekom çatısı altında Avea oluşturuldu.
2005 – Türk Telekom’un çoğunluk hissesi özelleştirildi. Telsim, Vodafone’a satıldı.
2008 – 3G ihalesi ile mobil telefon üzerinden geniş bant internet hizmetine erişmek mümkün hale geldi.
2013 – Aralık ayında üst düzey siyasetçilerin telefon görüşmelerine ait olduğu iddia edilen kayıtlar sızdırıldı.
2020 – Turkcell’de çoğunluk hisseleri Varlık Fonu üzerinden yeniden devletin eline geçti.
2022 – Türk Telekom’da çoğunluk hisseleri Varlık Fonu üzerinden yeniden devletin eline geçti.
19. Yüzyıldan 1920’lere: Telefonun Geç Gelen Baharı
Telefonun 100 senesi, başka bir deyişle cumhuriyetin 100. senesinde telefon üzerine konuşmaya ister istemez, kronometrenin işlemeye başladığı 1920’lerle başlamalı. Neyse ki bu salt kronolojik bir kaygının eseri olmaz. Zira 1920’ler, Türkiye’de telefonun gecikmiş baharının yaşandığı senelerdir.
Cumhuriyet tarihi çalışmalarında çıkış noktasını 1923’e koyan kopuşçu analiz sıkı sıkıya eleştirildi ve erken cumhuriyet döneminin geç Osmanlı dönemi modernleşmesiyle arasındaki süreklilik ilişkilerini odağa alan bir tarihçilik haklı olarak ön plana çıktı (Zürcher, 2008: 17-18). Bu süreklilik her iki dönemde önemli roller alan bireylerin yaşam öyküleriyle doğrulanabileceği gibi her iki dönemde gündelik yaşamda yaygın kullanımda olan şimendifer, telgraf gibi nesnelerle de doğrulanabilir. Dünyanın başka bir noktasında bu süreklilik iddiasının meşrulaştırıcı nesnelerinden biri de telefon olurdu. Zira 1890’lardan itibaren telefon ve telefon şebekeleri, yalnızca Avrupa ve ABD şehirlerinde değil; dünyanın birçok büyük liman kentinde kullanımdaydı (ITU, 2022). Türkiye Cumhuriyeti’nin selefi olan Osmanlı İmparatorluğu ise 1890’ları ve 1900’leri telefon yasaklarıyla geçirdi. Geç Osmanlı döneminin ve savaşla geçen yaklaşık bir on yılın (1914-1923) iletişim ve haberleşme şampiyonu, Türkiye’de telefon değil, telgraftı. 1920’leri telefon nesnesinin gecikmiş baharı olarak konumlandırabilmek için öncelikle haberleşme şebekesi olarak telgrafın telefonu nasıl gölgede bıraktığına bakmak gerekecek.
Osmanlı İmparatorluğu geniş topraklar üzerinde gevşek siyasi bağlarla ayakta durmaya çalışan bir klasik imparatorluk olarak devrimler çağına yakalandı. Bu çağda ayakta kalabilmek için İstanbul merkezli devlet aygıtının kendini modernize etmesi ve kendi bürokratik merkeziyetini geniş imparatorluk sahası üzerinde yeniden ve yeniden tesis etmesi gerekiyordu. Haberleşme şebekesi, sıradan insanların gözünde yakınlarından haber almak ve dünyaya sesini duyurmak amacını taşıyor olabilir. Devletlerin gözünde ise haberleşme şebekesi, hükmetmeyi kolaylaştıracak bir iktidar vasıtasıdır. Osmanlı İmparatorluğu, posta teşkilatı ile sağlayamadığı iletişim egemenliğini 1850’lerde Kırım Savaşı’yla kullanımına giren telgraf şebekesiyle sağladı (Berkes, 2002: 344). Devlet, doğrudan kendi mülkiyeti altında tuttuğu telgraf şebekesini kullanarak imparatorluğun uzak köşeleriyle bile çok hızlı bir şekilde haberleşebileceğini ve bu sayede iktidarını sağlamlaştırabileceğini görmüştü (Shahvar, 2002).
Haberleşmenin bu şekilde önce telgrafla, sonra telefonla ulaşımdan azat olması (Davison, 1990) devlet için olduğu kadar kuşkusuz sıradan insan için de büyük bir cazibe kaynağıdır. Bu teknolojilerle doğmuş ve büyümüş olan bizler belki ilk modern haberleşme deneyimini anlamakta zorlanabiliriz. Ancak bu, 19. yüzyıl insanı için zaman ve mekân algısında şaşırtıcı, sevindirici ve korkutucu bir kırılma anlamına geliyor olmalıydı (Bektaş, 2001). Osmanlı’nın 19. yüzyılına dönecek olursak, bu modern mucizeyle devleti oluşturan failler, sıradan insanlar ve geniş topraklar üzerinde iş gören tüccarlar telgraf sayesinde tanışmış oldular. Telgrafın yaygınlaşmasını ve telgraf şebekesinin teşmilini esas sürükleyen güç Posta Nezareti adlı devlet kurumu ve o kurumun dahil olduğu daha geniş iktidar pratikleriydi. Ancak tüccarlar ve sıradan insanlar da bu genişlemeden nasiplendiler ve zamanla kendileri de bu genişletici amiller arasına girdiler (Hanilçe, 2017; Çakılcı, 2017; 2019).
Aslında demiryollarının, telgrafın, tramvayların, temiz ve atık su şebekelerinin, gaz yağıyla yakılan sokak fenerlerinin, buharlı gemilerin ve yanaştıkları modern limanların, görkemli gar, istasyon ve postane yapılarının Osmanlı dünyasına nüfuz ettiği çağ olan 19. yüzyılın ikinci yarısında telefon nesnesinin, tellerinin ve santrallerinin gündelik hayatın parçası olmaması şaşırtıcı ve izaha muhtaç bir konudur. Tarihçilerimizin uzun süre ihmal ettikleri ilginç gerçek şudur ki, 1890’larda dünyada, İstanbul ve İzmir’e denk ve hatta Trabzon ve Tarsus’a denk birçok liman kentinde telefon şebekeleri gündelik hayatın bir parçası haline gelmişken Osmanlı kentlerinde mevcudiyeti yok ile çok zayıf arasındaydı. Bunun en temel sebebi, 1881 senesinde Posta Nezareti’nin İstanbul’da kurmaya başladığı telefon şebekesinin Sultan II. Abdülhamit’in saltanat kararnamesiyle 1886’da sökülmesi (Demir, 2005: 156) ve devamında telefon kullanımının kamuda olsun, özel meskenlerde ve işyerlerinde olsun kullanımının yasaklanmasıydı. Hukuken çok küçük istisnalar tanınmış ve fiilen kaçakçılar boş durmamış, memlekete çeşit çeşit telefon cihazları sızmıştı tabii; ama, Sultan II. Abdülhamit idaresinin kesin tavrı, özellikle payitahtta elektrik ve telefon şebekesi kurulmasının engellenmesi ve telefon cihazlarına yakalandığı yerde el konması yönündeydi (Bingül, 2020). Telgraf şebekesi, ihtiyaç duyulan uzun mesafe haberleşmeyi sağlıyor, bu uzun mesafe haberleşme imparatorluğun merkezi istibdadını tahkim ediyordu (Fortna, 2008: 57-58). Ancak telefonun sağlaması muhtemel olan kent içi hareketliliklerden, vesveseleriyle meşhur bir müstebit olan Sultan II. Abdülhamit çekiniyordu.
Özel olarak telefon, genel olarak elektriklendirilmiş ulaşım, aydınlatma ve haberleşme şebekeleri 19. yüzyılda birer metropol teknolojisi olarak doğmuştu ve bunların ölçeği esas olarak kentsel ölçekti. Elektriklendirilmiş kent şebekeleri modern kentli yurttaşın metropol alan içerisinde daha hızlı yer değiştirmesi, daha geç saatlere kadar sokaklarda kalması ve aynı kent içerisindeki diğer yurttaşlarla daha hızlı bir biçimde haberleşerek organize olabilmesi anlamına geliyordu (İleri, 2017; Ülker, 2018). Heyhat, değil telefonda bir akşam sohbeti ve arkasından aydınlatılmış bir caddede buluşma, İkinci Meşrutiyet diye andığımız devrime dek İstanbulluların kapalı zarfta mektuplaşması bile yasaktı (Demir, 2005: 27-32).
Her yeni teknolojik gelişme zihinlerde hem hayranlık hem korku uyandırır. 19. yüzyılda bilimsel devrimin kazanımları patent mekanizmasıyla hızla ticaret ve finans dünyasına adapte ediliyordu. Telefon da bu buluşlardan biriydi. Bu yeni ve tuhaf cihazdan Osmanlı’nın aydın ve kentli kesimleri de hızla haberdar olmuş; ancak, başlangıçta işlevinin ne olduğu konusunda kafa karışıklıkları yaşanmıştı. Telefon nesnesinin Türkçe edebiyatta boy gösterdiği ilk örneklerden biri olarak Ahmet Mithat Efendi’nin 1882 tarihli Dürdâne Hanım romanı, bu şaşkınlık ve şüphe halini yansıtması açısından öğretici bir kaynak. Romanda İstanbul’un iki komşu konağında yaşayan iki kadın karakter ön plana çıkıyor. Romana adını veren Dürdâne Hanım, gençliğinin baharında güzel bir kadın ve evli olmadığı genç bir adamla tutkulu bir aşk yaşıyor. Ezber bozan karakter Ulviye Hanım ise, yine genç; ancak, toplumun gözünde bekâr olmak için fazla yaşlı, imparatorluğun yeni tekniklere en hızlı açılan köşesi Mısır’dan gelme, yabancı dil bilen ve icatları takip eden, bu sayede telefondan haberdar olan bir kadın. Roman aslında Ulviye’nin meraklanarak Dürdâne’nin hayatını didikleyip araştırdığı bir dedektiflik parodisi. Ulviye bir noktada “nâkil-i sada denen ihtira-i garip” ile, yani telefon ile Dürdâne’nin odasını dinleyebileceğini anlıyor ve böylelikle olayların esrarını dağıtmayı başarıyor. Romanda telefon iki kişinin birbiriyle konuşmasını sağlayan bir haberleşme aracı değil; bir kişinin konuşmalarının dinlenmesini sağlayan bir izleme aracıdır (Ahmet Mithat Efendi, 2020: 91-102, 108-114). Ahmet Mithat Efendi’nin kafasındaki bu telefon imgesi aslında dönemin ruhunu da yansıtıyor.
1908’de hürriyetin ilanı ve 1909’da II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi, telefon teknolojisinin önünü nihayet açacaktı. İttihat ve Terakki’nin liberal görüşlü Maliye Nazırı Mehmet Cavit Bey, 1909’da yabancı şirketlerle İstanbul’un telefon ve elektrik imtiyazı için görüşmelere başladı (Levant Trade Review, 1911; Ersoy, 2017: 83-87). 1913 senesinde hem Eminönü’ndeki telefon santrali (Tanrıkut, 1984: 685) hem de Silahtarağa’daki elektrik santrali (Aksoy vd., 2007: 9-14) tamamlanmış ve hizmete başlamıştı. 1913-1914 yılları, İstanbul’da nihayet elektriklendirilmiş olan modern kent şebekeleri üzerinde yabancı sermayeyle finanse edilmiş hür teşebbüsün kök salabilmesi açısından son derece namüsait bir zamanlamaydı. Zira Trablusgarp ve Balkan Savaşları türlü felaketlerle geride kaldı derken imparatorluk, iktidarı henüz devralmış İttihatçı devrimcilerin elinde 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na katılacaktı. İstanbul’da telefon imtiyazını alan şirketin İngiliz, Amerikan, Fransız iştiraki olduğunu unutmamak gerekir (Üçer, 2021: 73-74). Çünkü bu ülkelerin tümü Osmanlı İmparatorluğu’nun karşısında savaşa girdiği İtilaf Devletleri’nin parçasıydı. Dolayısıyla pek çok yabancı şirket gibi telefon şirketi de fiilen devletleştirilmiş ve emniyet altına alınmıştı. 1923’e dek sürecek olan uzun savaş senelerinde telefon şebekesi önceliği olmayan bir haberleşme altyapısı olarak Anadolu’da telgrafın gölgesinde kalmaya devam edecekti. 1919’da mütarekeyle İstanbul’a dönen şirket de yatırım için elverişli olmayan harap ve virane bir kent bulacaktı.
İstanbul Telefon Şirketi 1915 senesine gelindiğinde, 207 personel istihdam ediyordu. Bunların içindeki 104 santral görevlisinin 102’si kadındı. Bu kadın santral operatrisleri kozmopolit bir işçi grubuydu. Abonelerin farklı diller konuşan İstanbul halkından ve ticaret için İstanbul’a yerleşmiş Avrupalılardan oluşması, telefonları, abonenin sesli komutu ile manuel olarak bağlayan operatrislerin de çeşitli dilleri konuşan kadınlardan seçilmesine yol açmıştı. Bu beynelmilel kadın işçiler grubu akademik çalışmaların da dikkatini çekmiştir. Örneğin Yavuz Selim Karakışla 2014’te, kadın santral işçilerinin 1925 tarihli grevini analiz eden bir çalışmaya imza atmıştır. Grev uluslararası arenada da ilgi çekmişti. Amerikan basınında çıkan bir haberde greve katılan Türk, Rum ve Musevi kadınların dil ve din farkı gözetmeksizin tam bir birlik ruhuyla hareket ettiği vurgulanıyordu (New York Times, 1925). İstanbul Telefon Şirketi’nin kadın çalışanlarının tarihte iz bırakan bir özelliği olarak kozmopolit militanlıklarını anmış olduk. Peki ya erkek çalışanlar? Erkek personelin enteresan bir etkinliği olarak Telefoncular F.C. adlı bir futbol takımı kurmaları ve İstanbul ligine katılmaları gösterilebilir. Telefoncular F.C.’nin 1913-1914 sezonundaki sportif performansı, şirketin zayıf ticari performansının bir yansıması gibiydi. Telefoncular F.C., Galatasaray’a 5-0, Fenerbahçe’ye 9-0 yenilmiş, zorlu bir sezonu lig sonuncusu olarak tamamlamıştı (Türkiye Futbol Federasyonu, 1992: 25). Telefoncular F.C. kalıcı bir gelenek oluşturamamış olsa da daha sonraki PTT spor kulüplerinin atası ve bölgedeki demiryolu işçilerinin kurduğu Adana Demirspor gibi modern altyapı şebekelerini çalıştıran emekçilerin kendi spor kulüplerinin ilk örneklerinden biri olarak önem taşır.
Savaşın sonlanması ve cumhuriyetin ilanını takiben, barış dönemlerine özgü bir ekonomik toparlanma başlamıştır. Cumhuriyetin ilk seneleri olan 1920’lerde, daha direkt ifadeyle 1923-1929 arasında, devleti yönetenler piyasa mekanizmasına ve hür teşebbüse düşmanca yaklaşmamıştı (Keyder, 1993). Anadolu demiryolları istisna tutulursa (Bozkurt, 2021) cumhuriyet idaresinin imparatorluktan müdevver imtiyaz sözleşmelerini bir takım milliyetçi şartlar ilave ederek yenilediği ve yeni imtiyazlar için de kapıyı kapatmadığı görülür. Yenilenen sözleşmelerden biri de İstanbul Telefon Şirketi’ninkiydi (Kubilay, 2003: 154-156). Nihayet şirket, İstanbul’da 1913’te işlemeye başlayan ve 1915 itibarıyla sadece 4.156 aboneye ulaşabilen şebekeye yeni aboneler kaydedebilecekti (Bureau International de L’Union Télégraphique, 1917: 11). 1915’teki bu abone sayısının ne kadar az olduğunu anlamak için dünyanın farklı ülkelerinde aynı sene itibarıyla kaç abone olduğuna bakmak yararlıdır. İstanbul, güçlükler içinde 4.156 aboneye ulaşabilmişken; 1915’te Japonya’da 235.621, Rusya’da 144.419, Arjantin’de 70.231, İspanya’da 35.700, Güney Afrika’da 30.221, Bulgaristan gibi küçük bir ülkede 4.314 telefon abonesi bulunuyordu (Bureau International de L’Union Télégraphique, 1917).
1920’lerde telefon abonelerinin sayısı hızla artmaya başladı ve 10.000 barajını geçti (Grafik 1). 1920’lerde gazetelerde telefonla ilgili ilanların ve tanıtımların sayısı artmaya başlamıştı. Cumhuriyet gazetesinde 1932-1933 senelerinde Peyami Safa’nın (2019) Server Bedi imzasıyla tefrika ettiği Allo… Allo… Yetişiniz! adlı Cingöz Recai romanı, adından da anlaşılabileceği gibi, adeta modern telefon muhaberesinin önemini okurlara ispat etmek için kaleme alınmış gibidir ve İstanbul’un gündelik hayatında telefonun ne kadar yer ettiğini, bir polisiye hikâyenin lensinden gözlemlemek açısından ilginçtir. İstanbul’daki telefon abonesi artışına paralel olarak İzmir’de belediye-yabancı sermaye ortaklığında yeni bir telefon şirketi daha kurulmuştu (Güzeliş, 2010: 191-194). Bir yandan da Posta Nezareti’nin cumhuriyet dönemindeki takipçisi olan PTT, Anadolu kentlerinde yeni santraller açıp telefon abonesi kaydediyor ve ilk defa kentler arasında telefon hattı bağlantısı tesis ediyordu. 1920’lerde telefondaki genişlemeyi, demiryolları, karayolları ve diğer şebekeleri kapsayan daha geniş bir bayındırlık seferberliğinin bir parçası olarak görmek gerekir (Keyder, 1993: 36-42). Ne var ki savaş sonrası canlanmaya rağmen küresel ekonomi, 19. yüzyıldaki dinamizminden çok uzaktı ve bu bayındırlık hamlelerinde istenen sonuçlar tam olarak alınamıyor, devlet ve özel sektör ortaklıkları kamu hizmetlerini yeterince yaygınlaştırmakta yetersiz kalıyordu. İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük kentlerde telefon abone sayısı artmakla beraber hiçbiri, 20.000 bandını aşamamıştır (bkz. Grafik 1). Millileştirilen demiryolları hızla gelişirken özel sektöre ve yabancı sermayeye bırakılan şebekelerin yeterince genişleyememesi, 1930’lardan itibaren devletçi çözümlerin elini güçlendirecekti.
1930’lar: Buhran, Millileştirme ve Sonrası
Elbette 1920’lerdeki bu bayındırlık hamlesinin, özellikle telefon ve elektrik boyutuyla büyük kentlerle sınırlı kalmış olduğunu hatırlatmak gerekir. Büyük köylü ve çiftçi kitleler, aşarın kaldırılmasıyla rahatlamıştı; ama, henüz modern kamu hizmetlerine erişememişlerdi. 1930’lara gelindiğinde bayındırlık hamlelerinin hem kentte hem kırda güçlenerek devam etmesi ihtiyacı sürüyordu. Ancak telefon ve benzeri altyapı şebekelerinin işletme imtiyazlarını üstlenmiş olan yabancı sermaye grupları için, Türkiye gibi çevre coğrafyalardaki yatırımları sürdürmek zorlaşmıştı. 1929 senesinde ABD’de başlayan ve tüm küreyi kısa sürede etkisi altına alan “Büyük Buhran,” uluslararası sermaye piyasalarındaki fon ve kredi akışlarını epey daraltmıştı (Pamuk, 2014: 185). İstanbul Telefon Şirketi, Büyük Buhran’dan önce uluslararası sermaye piyasalarını etkin bir biçimde kullanarak yatırım ve operasyonlarını finanse etmeyi başarabilmekteydi (Üçer, 2021: 74, 79-80). Ne var ki bu olumlu hava, Büyük Buhran ile beraber dağılmış ve yerini çevre coğrafyalardaki şebekelerin müşteri ve büyüme potansiyeline ilişkin kötümserliğe bırakmıştı.
1930’ları altyapı şebekelerinde faal olan şirketler için güçleştiren bir diğer faktör de devletlerin sermaye hareketleri, özellikle döviz çıkışları üzerinde daha sıkı bir kontrol kurmaya yönelmesiydi (İETT, 1956; Yay, 1998: 300-301). Şirketlerin düşen yatırım iştahıyla genç cumhuriyetin artan bayındırlık iştahı arasındaki uyumsuzluk, 1930’larda giderek büyüyecekti. 1930’ların ortasına geldiğimizde yeterince yatırım yapılmadığı için eskiyen şebekeler, ciddi hizmet aksamalarına yol açmaya başlamıştı. Yabancı şirketlerle yerli aboneler arasındaki anlaşmazlıklar tırmanıyor, yabancı şirket müdürlerinin hâkim önüne çıkmak zorunda kaldığı davaların sayısı artıyordu (Akşam, 1932a; 1932b; Son Posta, 1934). Yabancı şirketlere karşı açılan davaların İstanbul gazetelerinin manşetlerini süslemesinde ve büyük bir dikkatle takip edilmesinde elbette hem Avrupa’da hem Türkiye’de giderek şiddetlenen milliyetçilik rüzgarlarının da etkisi vardı (Mazower, 2010: 137-141). 1930’lara gelindiğinde büyük Avrupa ekonomileri ve ABD kamuoyu Buhran’la ve Buhran’ın tetiklediği siyasi kaosla meşguldü. İngiltere, bir zamanlar oynadığı hegemonik askeri güç rolünün altında eziliyor, sömürgelerindeki milliyetçi ve bağımsızlıkçı çıkışları ve Avrupa’daki Alman ve İtalyan yayılmacılığını dizginlemekte başarısız oluyordu. ABD ise yeni hegemonik askeri güç olma rolünü henüz tam olarak üstlenmiyordu (Wallerstein, 2000: 97-98; Eichengreen, 2008: 43-90). Ortaya çıkan bu hegemonya boşluğu da normalde hegemonik gücün himayesinde gelişip serpilen yabancı şirketleri giderek daha devletçi bir politikayı benimseyen Türkiye Cumhuriyeti’yle ve onun Ali Çetinkaya gibi yaman bürokratlarıyla baş başa bırakıyordu. Bu gelişmeler 1930’lardaki şebeke millileştirmelerinin önünü açmıştır. İstanbul Telefon Şirketi ve İzmir Telefon Şirketi de bu kapsamda 1930’ların sonunda millileştirilerek PTT çatısı altında ulusal telekomünikasyon şebekesine entegre edilecekti (Constantinople Telephone Company, 1936; Üçer, 2021: 81).
1930’ların sonunda telefon şebekeleri devletleştirildiğinde cumhuriyet idaresi sıkı bir sanayileşme hamlesi içerisindeydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun ticaret bağımlılığı ve borçlarının (Keyder, 2014: 37-65) yıkıcı siyasi ve askeri sonuçlarını yaşamış asker kadrolar, cumhuriyeti idare ediyor ve bu bağımlı yapıyı kırmak istiyordu. 1930’larda yeni bir dünya savaşının gelişini haber veren uğursuz kehanetler çoğalmıştı ve Birinci Dünya Savaşı’nın perişanlıklarını deneyimleyen kuşaklar Türkiye’nin dümeninde, ülkelerini yeni bir felaket çağında ayakta kalacak şekilde toparlama çabasındaydı. Aslında Buhran ve yaklaşan katastrofik savaş atmosferi, telefonun popüler olmasını sağlayan 1920’ler barış ve refah ortamının da sona ermesi anlamına geliyordu. Telefon şirketleri devletleştirilmişti; ama, kamu yatırımlarından ciddi bir pay alamayacaktı. Payın büyüğü temel ihtiyaçları yurt içinde üreterek büyük kentlerin ve ordunun iaşesini güvence altına almayı amaçlayan fabrika yatırımlarına gidiyordu (Pamuk, 2014: 188-191; Boratav, 2006: 160-166). Beklenen savaş geldiğinde askeri seferberlik, mal kıtlıkları, çalışma mükellefiyeti gibi koşullar altında devlet artık yurttaşına telefon gibi yeni kamu hizmetleri sunma becerisini yitirmiş, bilakis yurttaşına giderek artan yükümlülükler yıkmak zorunda kalmıştı.
Telefon nesnesi ve telefon cihazının işe yaramasının ön koşulu olan telefon şebekesi aslında geniş kamu hizmetleri ailesinin, adlı adınca söylemek gerekirse ulaştırma, enerji, su ve haberleşmeden oluşan modern altyapının bir öğesidir. Bu kamu hizmetleri başlangıçta büyük kentlerin zengin muhitlerinde, şirketler tarafından abonelere satılan birer meta olarak ortaya çıkmıştı. Ancak ekonomik ve askeri dinamikler bu şebekelerin, devlet mülkiyetine geçmesine yol açmıştı. 20. yüzyılda bazı dramatik gelişmeler bu metaların birer kamu hizmeti olarak yeniden tanımlanmasını sağlamıştır. Büyük imparatorlukların ve onların tanrısal meşruluk temellerinin berhava olması, Türkiye’nin ilk örneklerinden olduğu seküler ulus devletlerin kurulması, dünya savaşlarında erkeklerin kitleler halinde silah altına alınması, erkeklerin boşalttığı işleri ilk defa kadınların kitlesel olarak sırtlanması, sıradan ve sahici insanların gerek cephelerde gazi ve şehit olarak, gerekse cephe gerisinde açlık ve yokluk çekerek, bazen mükellef çalışma gibi angaryayla, bazen düşük ücretle çalışarak anavatanlarına ödevlerini yerine getirmeleri ve karşılığında genel oy hakkı elde etmeleri çok önemli bir kırılmadır, hem Avrupa’da hem Türkiye’de. Bunun neticesinde Birinci Dünya’da hükümetlerin seküler meşruluğunun dayanağı, yurttaşların genel oyla oluşturdukları onay olmaya başlayacaktı. Bu onayın sürekli olmasıysa yurttaşın ekonomik ve sosyal haklarının genişletilmesini gerektirmiştir (Marshall, 1950; Marshall, 2013). Bu, 1945-1973 arası uluslararası rekabetin kısıtlı olduğu, görece içe kapalı ekonomilerde hem ücretlerin artması hem de yurttaşların giderek genişleyen asgari ücret, emeklilik gibi sosyal güvenlik tedbirlerine kavuşması anlamına geliyordu. Elbette bunun bir ayağı da yurttaşın sadece zengin kentlerde değil, yurt sathında eğitim, sağlık, yol, su, elektrik, telefon gibi hizmetleri talep etmeye başlaması ve devleti bundan mesul görmesidir. Buna paralel olarak, çok partili seçimlere giren partiler, programlarında bayındırlık ve kamu hizmeti alanlarına odaklanacaklardı. Türkiye’de CHP-DP rekabetinde de yaşanan bunun bir versiyonu olmuştur (Yıldırmaz, 2015). DP’nin 1950 seçimlerindeki en önemli vaatlerinden biri, devletin, pahalı ve halka doğrudan fayda sağlamayan, uzun erimli demiryolu ve fabrika yatırımlarından çekilmesi, bunların yerine Türkiye’nin asli ekonomik faaliyeti olmayı sürdüren tarımı canlandıracak karayolları, limanlar, sulama kanalları, barajlar gibi alanlara yatırım yapmasıydı (Keyder, 2014: 147-166). Bu alanlardaki yatırımlarda ABD’nin finansal yardımının da büyük desteği olacaktı (Tekeli & İlkin, 2010: 416).
Telefona, 1920’lerdeki gecikmiş baharından sonra 1980’lere kadar Türkiye’de yeterince önem verilmedi. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi, 1930-1950 ve 1960-1980 arası dönemlerde ekonomi politikalarının odağında sanayileşme hamlelerinin yer almasıydı. Bu hamleler esas olarak fabrikaların sayı ve çeşidinin artmasını hedefliyordu. Sanayileşme hamleleri gündemdeyken genel olarak altyapı şebekeleri, özel olarak telefon önemli bir yatırım başlığı haline gelememişti. Telefonun kamu yatırımları içinde yeterince öncelik görmemesinin ikinci boyutuysa, 1950’lerde altyapı temelli bir kalkınma hamlesi başladığında karayolları, barajlar, limanlar, sulama kanalları gibi tarımsal üretimin genişlemesini tetikleyen şebekelerin ön plana çıkması; telefon şebekesininse yine geri planda kalmış olmasıdır. Kuşkusuz bunda, telefonun ancak 1920’lerde Türkiye’yle tam anlamıyla tanışabilmiş olmasının da payı vardı. Türkiye telefonu pek tanımıyor, bürokrat ve mühendisler telefonla öncelikli olarak ilgilenmiyordu. Bunda telgraf şebekesinin, kökleri 19. yüzyılın ortasına uzanan yaygınlığı, gücü ve yarattığı alışkanlığın da payı olsa gerek.
PTT’ye uzun yıllar emek vermiş, Teletaş kurucusu Fikret Yücel’in anıları, Türkiye telefon tarihi açısından hazine niteliğinde bir kaynaktır. Nasıl ki telefonun tarihini bağlı olduğu şebekeden azade yazmak mümkün değilse, o şebekeyi kuran ve ayakta tutan mühendisler, teknikerler ve emekçilerden azade yazmak da mümkün değil. 1980’lere gelene dek telefon şebekesinin ihmal edilmesinin sonuçları çok acıklı olmuştu. Yücel’in anılarından okuduğumuza göre, “Memleketimiz 1950’li yıllarda kuranportör [akım taşıyıcı anlamında Fransızca kökenli sözcük] sistemleri açısından tam bir müze görünümündedir. Hemen her firmanın geliştirdiği… şartlar[a] uyan ve uymayan, standart olan ve olmayan bir sürü havai hat kuranportör sistemi haberleşme şebekesi içerisinde hizmette bulunmaktadır. (…) [B]azen atmosferik değişimler o denli geniş alanlarda etki yapmaktadır ki, sistem üzerinde alınan önlemler yetersiz kalmaktadır. Örneğin, ‘kırçan’ denilen, tellerin buz tutması olayında, sistemler Anadolu’nun ve Trakya’nın bazı kesimlerinde kış aylarında çalışamaz duruma düşmektedir. Tel üzerinde oluşan buz tabakası, telin çapının onlarca misli kalınlığına ulaşabilmektedir. Bazı hallerde bu sebepten hatların kopması da sık rastlanan olaylar arasındadır” (akt. Ceyhun, 2006: 16-19).
Peki şebekenin ve santrallerin bu perişan hali telefon abonelerine nasıl yansıyordu? Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanından bir kesit, telefon çilesini gayet güzel özetliyor: “Yazıhanenin köşesinde bir iletişim aracından çok, ağır, hantal ve uğursuz bir savaş aracı gibi duran iri kara telefon. Telefonun arada bir kendi kendine çalan zili, uyarmaktan çok korkuturdu; zift rengindeki ahizesi küçük bir halter gibi ağırdı, numarası çevrilince Kadıköy-Karaköy vapur iskelesinin eski turnikeleri gibi melodiyle gıcırdanarak söylenir, kimi zaman çevirenin istediği değil, kendi istediği yeri bağlardı” (2015: 33-34).
1980’ler: Telekomünikasyon Atılımı
Telefonun yakıcı bir ihtiyaç ve olmazsa olmaz bir kamu hizmeti olarak talep edilmesi ve bir siyasetçinin alışıldık “yol yaptık, köprü yaptık, baraj yaptık” söylemine “telefon getirdik” söylemini eklemesi için Özal’ın ve 1980’lerin beklenmesi gerekmekteydi. Çünkü 1980’ler Türkiye’de kırsal nüfusun ilk defa mutlak çoğunluğu kentsel nüfusa kaptırdığı ve köylü sayısının ilk defa düşmeye başladığı bir dönüm noktasıdır (Dünya Bankası, 2022a; 2022b). Bu tarihsel dönüm noktasından sonradır ki kentli yurttaşın taleplerini, özellikle kırdan yeni göçmüş kent yoksullarının taleplerini odağına alan politikalar ve politikacılar, seçim süreçlerinden zaferle çıkmaya başlamıştır. Kalabalıklaşan kentli nüfusun başlıca taleplerinden biri de telefon şebekesinin geliştirilmesiydi.
1970’lerin ortasından itibaren telefon hizmetlerine olan talebin büyük bir hızla artması Türkiye’ye özgü bir gelişme de değildi. Bankalar başta olmak üzere büyük finans aktörlerinin Bretton Woods’un sıkı sermaye kontrollerinden nihayet azade olmaları ve merkez ekonomilerde söz sahibi haline gelmeye başlamaları, yine 1970’lerin ortasına denk gelir. Bankaları, sigorta kuruluşlarını, borsaları, mudileri, hissedarları ve bilcümle irili ufaklı finans sektörü aktörlerini bir şebeke olarak düşünecek olursak, bu şebekenin işleyebilmek için haberleşmeye ihtiyaç duyduğunu açıkça görebiliriz (Warf, 1989). Sermaye hareketlerinin önündeki vade engelleri kalktıkça ve finansal işlemlerin spekülatif kazanca dönük olma karakteri pekiştikçe, bu işlemlerin anlık olarak gerçekleşmesi, gün içinde pek çok manevra alınması kritik hale gelmişti. Bu anlık al-sat, naklet tipi talimatların aktarılabilmesi için telefon haberleşmesi son derece önemliydi (Sassen, 2002; Castells, 2009: 27-29, 32). 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başı itibariyle telefon ve diğer haberleşme şebekelerini kullanarak giderek büyüyen bir finans sektörü, ekonomik küreselleşmenin de esas iticisi haline gelmişti ve Türkiye gibi küreselleşme kervanına dahil olmaya çalışan çevre ekonomilerde de bu finans akımlarından pay alabilmenin yolunun telefon şebekesinin geliştirilmesinden geçtiği anlaşılmıştı.
1980’deki “24 Ocak Kararları,” 1960-1980 dönemine egemen olan ve Türkiye’nin görece korumacı ve devletçi İthal İkameci Sanayileşme stratejisini terk ederek dışa dönük bir büyüme rejimini benimsemesi açısından temel dönüm noktasıydı (Pamuk, 2014: 265-268). Türkiye 1980’den itibaren, bir yandan tekstil ve turizm gibi rekabetçi olabileceği sektörlere yönelecek, bir yandan da yurt içinde hizmet sektörü, özellikle inşaat ve finans sektörleri büyük bir hızla genişlemeye başlayacaktı. 24 Ocak Kararları’nın mimarı Turgut Özal, ABD’yi yakından tanıyan ve finansallaşmış küresel ekonominin istikametini kestirebilen bir isimdi (Öniş, 2004). Kendisi, aynı zamanda İTÜ mezunu bir mühendis olarak enerji ve haberleşme şebekelerinin iç işleyişine ve teknolojik yapısına da hakimdi. Özal, Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) planlama becerisi ile kamu yatırım fonlarını, haberleşme şebekesinin genişletilmesi ve teknolojik açıdan güncellenmesi için kullanarak Türkiye’nin finansallaşarak küreselleşen ve küreselleşerek finansallaşan dünya ekonomisine entegrasyonunu hızlandırmak niyetindeydi ve bu konuda Dünya Bankası ve IMF ile aynı çizgideydi (Rodrik, 1990: 5, 23). 1983-1987 seneleri arasında PTT eliyle “Telekomünikasyon Atılımı” adı verilen bir yatırım seferberliği yürütüldü. Bu atılımın başlıca ayakları, mekanik santrallerin sökülüp yerine yüksek kapasiteli, hızlı dijital santrallerin kurulması, böylece İstanbul gibi kentlerdeki telefon kuyruklarının eritilmesi ve daha önce telefon hizmetinin gitmediği kırsal yerleşim merkezlerinde birbirini takip eden telefon açılışlarının yapılmasıydı (Üçer, 2018: 109-184). Telekomünikasyon Atılımı, esas olarak sabit telefon şebekesinin geliştirilmesi şeklinde hayata geçmiş, bu dönemde PTT sabit telefon abonelerinin nüfusa oranı % 2’lerden % 30’lara yükselmiştir (Dünya Bankası, 2022c; bkz. Grafik 2).
Ancak gelişmeler bununla sınırlı değildi. Aynı zamanda araç telefonu ve çağrı cihazı şebekeleri kurulmuş, 1990’larda kurulacak olan özel mobil telefon şirketleri için çalışmalara başlanmış, ilk Türksat uydusu fırlatılmış ve ilk özel televizyon kanalları yayın hayatına başlamıştı (Geray, 1999: 502). Haberleşme ve iletişim şebekelerindeki hızlı ve bazen hukuki altyapısı olmayan gelişmeler, bankacılık ve menkul kıymetler piyasasındaki hızlı ve birçok yolsuzluk, spekülasyon ve çöküşle beraber ilerleyen gelişmelere paralel bir seyir izleyerek, Türkiye’nin 1980’lerde ve 1990’larda giderek küreselleşen ekonomik yapısının temel dayanağını oluşturmuştur.
1990’lar ve 2000’ler: Cep Telefonlarının Şafağı
Bir ulusal ekonominin giderek küreselleşmesinin bir göstergesi ithalat ve ihracat ilişkilerinin artmasıysa, finansallaşarak küreselleşmenin bir diğer göstergesi ülkeye giren ve ülkeden çıkan uluslararası sermaye hareketlerinin yoğunlaşması ve bu hareketlerin vadesinin kısalmasıdır. 1990’ların ortasında artık haberleşme şebekesi old school sabit telefonlardan ibaret değildi, dünyada yaklaşık 20 senelik mazisi olan mobil telefonlar (popüler söylemde cep telefonları) hayatımıza girmişti (Atiyas & Doğan, 2007).
1995-2002 arasında ulusal televizyon kanallarında yayınlanan ve çok popüler olan, Demet Akbağ ve Yılmaz Erdoğan’ın rol aldığı Bir Demet Tiyatro adlı komedi dizisi, cep telefonlarının Türkiye’de büyük bir hızla yayıldığı zaman dilimini kapsıyordu ve elbette bu fenomene kayıtsız kalamadı. Dizide Bircan Günalan tarafından canlandırılan Fadıl Fıdıllıoğlu adlı karikatürize karakter, iri ve antenli erken model bir mobil telefonu yanından ayırmaz, cep telefonunda sürekli olarak patronuyla yüksek sesle konuşur ve bu yönüyle büyük bir görgüsüzlük örneği olarak görülürdü. Gerçekten de 1990’larda toplum içinde cep telefonu kullanımının, görgüsüzlük olarak algılandığı bir dönem oldu. Türkiye iş dünyasının büyük aktörleri de cep telefonu denen bu cihazı pahalı bir oyuncak olarak algılıyor, mobil telefon şebekeleri için açılan ihalelere mesafeli yaklaşıyordu. Mobil telefon şebekesinin erken döneminde Murat Vargı, Mehmet Emin Karamehmet ve Cem Uzan gibi görece küçük çaplı iş insanlarının ön plana çıkması ve cep telefonu furyasıyla muazzam servetlere erişebilmesi biraz da bu yüzdendir. Özyeğin Üniversitesi’nde “Başarısızlık Zirvesi” olarak adlandırılan 2012 tarihli bir etkinlikte konuşan Ali Sabancı (2012, video kaydı), köklü geleneğe sahip büyük holdinglerdeki yaşlı kuşağın mobil telefon teknolojisine dönük şüphelerini çok güzel özetliyor. Ali Sabancı’ya göre, 1990’ların sonunda ortalama yaşı 60’ın üzerinde olan aile büyükleri cep telefonlarını şahsen kullanmıyor, bu işi korumaları veya özel kalemleri onların yerine yapıyordu. Aile, ilk iki mobil telefon operatörünün lisans ihalelerini kaçırmıştı; ama, 1999’da düzenlenen üçüncü lisans ihalesine katılmıştı. Ancak aynı anda Sakıp Sabancı tüm holding genel müdürlerine gönderdiği bir talimat mektubunda cep telefonunun bir lüks olduğunu ve kullanımının yasaklandığını bildiriyordu! Ali Sabancı, ihale kaybedildiğinde aile büyüklerinin çok mutlu olduğunu aktarıyor. Ancak cemiyetteki görgüsüzlük ve lüks algısına rağmen şebeke o kadar hızlı büyüdü ki; 2000 senesine gelindiğinde büyük kentlerde hemen herkesin elinde boyutları görece küçülmüş, görünümü şıklaşmış, güzel melodilerle aramaları haber veren Motorola, Nokia ve Ericsson marka cep telefonları bulunuyordu ve toplum içinde telefonla konuşmak artık o kadar da ayıplanmıyordu. Fadıl Fıdıllıoğlu karakteri de bir anda cep telefonu reklamlarında boy göstermeye başladı. 1 Temmuz 2000 tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan bir cep telefonu reklamında elinde tuttuğu son marka bir cep telefonunu bizlere gösteren Fadıl, “Bakın ben haklı çıktım, görgüsüzlük değil ihtiyaçmış,” der gibi nasıl da gülümsüyor!
Finans şebekesinin dünyada büyük bir hızla gelişmesiyle haberleşme şebekelerinin gelişmesi, özellikle de veri transferine dayalı internet şebekesinin gelişmesi birbiriyle yakından ilişkili olaylardır. Bir süre sonra haberleşme şebekesinin finans şebekesine katkısı, salt anlık karar ve haber akışının medyumu olmaktan çıkmıştır. 1990’ların sonu itibariyle gelinen aşamada artık fiziksel para nakillerinin yerini dijital para nakilleri almaya başlamıştır (Dodgson vd., 2015). İş dünyasındaki popüler söyleyişle fin-tech şeklinde kısaltılan teknolojik adaptasyonlarla banka şubeleri, kâğıt paralar ve belgeler işin içine girmeden veri transferi şebekeleriyle, örneğin kablosuz internet bağlantısı olan bir mobil telefonla çok çeşitli finansal işlemler yapmak ve büyük miktarda para veya menkul değeri anlık olarak nakletmek, kripto coin işlemleri yapmak mümkün hale gelmiştir. Bugün bu yazıyı yazmak için kullandığım bilgisayar cihazı, yapay zekanın da yardımıyla profilimi çıkarabiliyor ve bir yandan “kişisel portföyümde” olduğunu varsaydığı para birimlerinin, madenlerin, hisse senetlerinin ve kripto sanal paraların anlık değer değişmelerinden, ben talep etmeden beni, bildirimler yoluyla haberdar ediyor. Aynı işlevi akıllı telefon adı verilen biraz pahalıca mobil telefon cihazları da görüyor.
Biz belki fotoğraf çekip yakınlarımızla konuşabildiğimiz bir cihazla bir yandan bankacılık ve borsa işlemleri yapabildiğimiz için mutlu oluyoruz. Ama teknolojik gelişmenin gelecekte gittiği yer dikkate alındığında yaşadığımız şey, bizi finansallaşma girdabına çeken cihazın aynı zamanda fotoğraf çekmeye ve yakınlarımızla haberleşmeye de yaraması. Bu uğrakta Uzak Doğu’nun Samsung gibi elektronik devleri ve ABD merkezli Apple gibi bilgisayar üreticileri akıllı telefon cihazları üretimi ve pazarlamasında lider duruma geçti. Bunun sonucuysa toplumun çok daha geniş bir kesiminin bilgisayar kullanıcısına dönüşmesi, basitleştirilmiş mesajlaşma programlarını ve sosyal medyayı kullanır hale gelmesi oldu. Castells, internetle bütünleşen ödemeli televizyon hizmetleri için “mutant televizyon” ifadesini kullanmıştı (2009: 59-61). Benzer bir biçimde internetle bütünleşmiş bu cihazlara da “mutant telefon” diyebiliriz. Cihazın geçirdiği bu hızlı mutasyon, 2020’lerin ilk yarısı itibarıyla hızla devam ediyor ve bu güncellikte telefonun çağrışım dünyasını hakkıyla tartışabilen bir yazı yazmayı zorlaştırıyor.
Bütün bu ekonomi-politik analizler dilimizde popüler deyimde cep telefonu ve hatta giderek yalnızca telefon şeklinde anılmaya başlayan mobil telefon şebekesinin ve bu şebeke üzerinde hizmetleri kullanabilen pahalı bilgisayarcıklar olan akıllı telefonların birer temel ihtiyaç haline geldiği gerçeğini değiştirmiyor. Veriler gösteriyor ki, Türkiye’de mobil telefon abonelerinin toplam nüfusa oranı % 97’nin üzerinde (Dünya Bankası, 2022d; bkz. Grafik 2). Elbette bu konuda toplumun farklı kesimlerindekilerin farklı değerlendirmeleri olduğu açıktır. Çocukluğunu, gençliğini ve yetişkin hayatının çoğunu, değil akıllı mobil telefonlar, sabit telefon kullanımının bile % 2’ler düzeyinde olduğu 1980 öncesi dönemde geçirmiş, daha yaşlı kuşakların gözünde akıllı telefonlar birer temel ihtiyaç değil; lüks olarak görülebilmekte. 2010’ların ikinci yarısından itibaren Türkiye ekonomisinin tökezlemeye başlaması ve 2020’lere girerken Türkiye’nin, tarihinin en şiddetli ekonomik krizlerinden birine saplanması (Akçay & Güngen, 2019; Orhangazi, 2020), anaakım medya dışında vuku bulan ekonomik kriz temalı sokak röportajlarına hız verdi. Artık her telefon cihazında bulunabilen ucuz kamera ve mikrofonlarla yapılan, “no name” bağımsız muhabirlerin sokak röportajlarında kabaca iki tip vardır. Bunlardan biri, yaşı 60’ın üzerinde ve muhafazakâr görüşleriyle AKP iktidarını desteklemeye devam eden, ekonomik açıdan da “bardağın dolu kısmına” odaklanan tiptir. Diğeriyse, genç, eğitim hayatıyla iş hayatı arasına sıkışmış veya işsiz biridir. İkinci tipleme ekonomik krizin derinliğinden, okumanın masraflarından, iş bulmanın ve ekonomik geçim sağlamanın zorluğundan yakınacak olur olmaz birinci tipleme devreye girerek “çıkar telefonunu” der. “Çıkar telefonunu” repliği, muhalif çevrelerde defalarca kez karikatürleştirildiği halde birinci tipleme çok sağlam ve özgün (!) bir argüman bulmuş olmanın iç rahatlığıyla tekrar tekrar “çıkar telefonunu” demekten imtina etmez. Zira birinci tipleme bu “pahalı” telefonların bir temel ihtiyaç olduğuna hiçbir zaman ikna olmamıştır. Yaşamının tümünü mobil telefonların ve internetin kök saldığı 2000’ler ve sonrasında geçirmiş olan genç tipleme içinse akıllı telefon sahibi olmak bir zenginlik göstergesi değil; temel bir gereksinimdir. Temel gereksinimlerin tanımlanması konusunda kuşaklar arasında yaşanan derin anlaşmazlığın sembol nesnesi de bu bağlamda telefon olur.
Bilgisayarlaşan ve internetle entegre olan telefon cihazlarının getirdiği bir diğer yenilik, haber akışının ve politik eylemlerin dönüşümüdür. Facebook ve Twitter gibi sosyal medya uygulamaları, anaakım medya organlarını aşan bir haber akışına 2010’lardan itibaren ev sahipliği yapmaya başladı. Normalde anaakım medyada yer verilmeyen bu haber akışı, telefon cihazı üzerindeki kamera ve ses kayıt imkânları kullanılarak çekilen videolarla desteklenmiş içeriklerin büyük bir hızla yayılması, sosyal medya jargonuyla söyleyecek olursak viral olmasıyla ön plana çıkıyor.
Alternatif medya olarak da adlandırılan (Çoban & Ataman, 2015) bu mecranın ne kadar etkili olduğunun anlaşıldığı ilk gelişme, Kuzey Afrika’daki Arap Baharı eylemleridir (Çetinkaya, 2014). Daha sonra dünyaya yayılan Occupy hareketleri ve Gezi Direnişi’nde de mobil telefonlar üzerinden geniş kitlelerin seferberliğine şahitlik ettik (Odabaş & Reynolds-Stenson, 2018). Öte yandan konvansiyonel yüz yüze örgütlenme tekniklerinin hızla terk edilmesi ve bu sanal megafonların gerçek megafonları hızla ikame etmesi, “Zoom’da kurulup WhatsApp’ta dağılan” örgütler de ortaya çıkarabilir.
Sosyal medya elbette politik olaylarda yansız bir ayna işlevi görmüyor. Büyük teknoloji şirketlerine dönüşen veya mevcut devlerle birleşen sosyal medya platformları, telefon cihazlarının bildirimlerini kullanarak hem devasa veri tabanlarına hükmetmeye hem de bu verilerden çıkan bilgilerle kitleleri kritik dönemlerde manipüle etmeye girişiyor. Bunun en gürültü çıkaran örneği, Donald Trump’ın ABD Başkanı seçildiği 2016 seçiminde Facebook’un manipülasyon yaptığı iddiasına dayanan Cambridge Analytica skandalı oldu (Hu, 2020). Yaşananlar, ABD devletini ve anaakım sosyal bilimcileri Silikon Vadisi’nin dev şirketlerine karşı tedbirler almaya ve bu “icat çıkarma” havzasından fışkıran yapay zekâ gibi yeniliklere şüpheyle yaklaşmaya itti (Acemoğlu, 2021a; 2021b).
Sonuç: Telefon Üçlü Açmazda
Bilgisayarlarla ve internetle bütünleşmiş telefon üzerinde bugün üç büyük grup tepinmektedir: Piyasa, devlet ve yurttaş. Şirketler, bankalar ve bilcümle piyasa aktörü için mobil telefon şebekesi ve ilişkide olduğu görsel işitsel eğlence dünyası, ardı kesilmez bir kazanç kapısı. Devletler içinse telefon cihazları üzerinden şirketlerin elde ettiği güç, ürkütücü. Ayrıca devletlerin gözünde telefon, yurttaşın elinde kendisine karşı kullanabileceği tehlikeli bir araç. O yüzden telefon, devletler için bir sansür, denetleme, dinleme ve delil üretme nesnesi. Biz yurttaşlar içinse telefon, şirketlerin pahalıya satmaya; bizimse ucuza almaya ve abone olmaya çalıştığımız, yakınlarımızdan ve dünyadan haberdar olmak, günlük işlerimizi halletmek için muhtaç olduğumuz temel bir kamu hizmeti (Başaran, 2016; 2019). Piyasa, devlet ve yurttaş arasındaki çekişmelerin ve çatışmaların bu kadar canlı seyredilebileceği az nesne vardır, telefon da onlardan biri.
Acemoğlu, D. (2021a, Şubat 5). Çalışanlara Mücadele Şansı Verelim. Gazete Oksijen.
Acemoğlu, D. (2021b, Mayıs 21). Art Niyetli Yapay Zekadan Çok Daha Acil Sorunlarımız Var. Gazete Oksijen.
Ahmet Mithat Efendi. (2020). Dürdâne Hanım. İstanbul: Özgür.
Akçay, Ü. & Güngen, A. R. (2019). The Making of Turkey’s 2018-2019 Economic Crisis [Working Paper, No. 120/2019]. Berlin: Institute for International Political Economy.
Aksoy, A., Açıkbaş, F. & Akman, A. (2007). Silahtarağa Elektrik Santrali’nin Hikâyesi. A. Aksoy (Der.) içinde. Silahtarağa Elektrik Santrali 1910-2004. (1-33). İstanbul: Bilgi Üniversitesi.
Atiyas, İ. & Doğan, P. (2007). When Good Intentions Are Not Enough: Sequential Entry and Competition in the Turkish Mobile Industry. Telecommunications Policy, 31(8-9), 502-523.
Başaran, F. (2016). İnsanın İletişim Hakkı. N. Yıldız (Der.) içinde. Yamuk Hakikat (70-89). Ankara: Ütopya.
Başaran, F. (2019). İletişim Hakkı Politik Mücadeledir. T. Durna & M. Binark (Der.) içinde. İletişim Hakkı ve Yeni Medya: Tehditler ve Olanaklar. (13-18). Ankara: Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı.
Başbakanlık İstatistik Umum Müdürlüğü. (1941). İstatistik Yıllığı Cilt 11 1939-1940. İstanbul: Hüsnütabiat Basımevi.
Bektaş. Y. (2001). Displaying the American Genius: The Electromagnetic Telegraph in the Wider World. The British Journal for the History of Science, 34(2), 199-232.
Berkes, N. (2002). Türkiye’de Çağdaşlaşma. İstanbul: Yapı Kredi.
Bingül, Ş. (2020). Osmanlı Devleti’nde İletişim Araçlarının Kontrolü: “Telefon Tevkifleri”. Osmanlı Bilimi Araştırmaları, 21(2), 293-320.
Boratav, K. (2006). Türkiye’de Devletçilik. İstanbul: İmge.
Bozkurt, B. (2021). Erken Cumhuriyet Dönemi Demiryollarının Millileştirilmesi: Anadolu Demiryolları ve Mersin- Tarsus- Adana Hattının Satın Alınması. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (71), 679-702.
Bureau International de L’Union Télégraphique. (1917). Statistique générale de la téléphonie: Année 1915. Berne: Bureau International de L’Union Télégraphique.
Castells, M. (2009). Communication Power. New York: Oxford University.
Ceyhun, Y. (2006). Fikret Yücel’in Anıları ya da Elektronik Sanayiimizin Bir Kesitinin Anıları. Ankara: EMO.
Constantinople Telephone Company. (1936). Purchase Agreement. İstanbul: Fazilet Matbaası. [Galata SALT Araştırma, Posta, Telgraf ve Telefon Şirketleri Arşivi, https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/211785
Çakılcı, D. (2019). Rumeli Telgraf Hatları 1854-1876. Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Çakılcı, D. (2021). Devlet ve Ahalinin Ortak Menfaati: Silvan’da Telgraf Teknolojisinin Kurulumu ve Kullanımı. O. Bozan, M. Saylık, İ. Tavukçu & B. Kazan (Der.) içinde. Sultanlar Şehri Silvan: Tarih-Toplum. (679-701). İstanbul: Sonçağ Akademi.
Çetinkaya, D. (2014). Ortadoğu: Direniş, Devrim, Emperyalizm. İstanbul: İletişim.
Çoban, B. & Ataman, B. (2015). Direniş Çağında Türkiye’de Alternatif Medya. İstanbul: Kafka.
Davison, R. H. (1990). The advent of the electric telegraph in the Ottoman Empire. R. Davison (Ed.) içinde. Essays in Ottoman and Turkish history, 1774-1923: The impact of the West. (133-165). Austin: University of Texas.
Demir, T. (2005). Türkiye’de posta telgraf ve telefon teşkilatının tarihsel gelişimi (1840-1920). Ankara: PTT Genel Müdürlüğü.
Dodgson, M., Gann, D., Wladawsky-Berger, I., Sultan, N. & George, G. (2015). Managing Digital Money. Academy of Management Journal, 58(2), 325-333.
Dünya Bankası [World Bank]. (2022a). Rural Population – Turkiye [Kırsal Nüfus – Türkiye]. https://data.worldbank.org/indicator/SP.RUR.TOTL?locations=TR , Date of Access: 22.08.2022.
Dünya Bankası [World Bank]. (2022b). Rural Population (% of Total Population) – Turkiye [Kırsal Nüfus (Toplam Nüfusun Yüzdesi Olarak) – Türkiye]. https://data.worldbank.org/indicator/SP.RUR.TOTL.ZS?locations=TR
Dünya Bankası [World Bank]. (2022c). Fixed Telephone Subscriptions (per 100 People) – Turkiye [Sabit Telefon Aboneleri (Toplam Nüfusa Yüzdelik Oranı) – Türkiye]. https://data.worldbank.org/indicator/IT.MLT.MAIN.P2?locations=TR
Dünya Bankası [World Bank]. (2022d). Mobile Cellular Subscriptions (per 100 People) – Turkiye [Mobil Telefon Aboneleri (Toplam Nüfusa Yüzdelik Oranı) – Türkiye]. https://data.worldbank.org/indicator/IT.CEL.SETS.P2?locations=TR
Eichengreen, B. (2008). Globalizing Capital: A History of the International Monetary System. Princeton: Princeton University.
Ersoy, H. (2017). Osmanlı’da Telefon Hizmeti ve İmtiyazı (Doktora Tezi). İstanbul: Marmara Üniversitesi.
Fortna, B. C. (2008). The reign of Abdülhamid II. R. Kasaba (Ed.) içinde. The Cambridge History of Turkey Volume 4: Turkey in the Modern World. (38-61). New York: Cambridge University Press.
Geray, H. (1999). Network Policy Formation between Idealist and Strategic Models: A Political Economy Perspective from Turkey. Telecommunications Policy, 23(6), 495-511.
Güzeliş, A. (2010). Telgraftan İnternete Telekomünikasyon. İzmir: Elektrik Mühendisleri Odası Yayınları.
Hanilçe, M. (2017). Osmanlı Taşrasına Telgraf Hattı Çekilmesinde Yaşanan Zorluklar: Niksar-Erbaa-Tokat Telgraf Hattı Örneği. History Studies: International Journal of History, 9(4), 63-99.
Hu, M. (2020, Temmuz 2020 ). Cambridge Analytica’s Black Box. Big Data & Society. https://doi.org/10.1177/2053951720938091
Hürriyet. (2000). Alcatel One Touch View Reklamı. Hürriyet Gazetesi, 1 Temmuz.
ITU. (2022). ITU Historical Statistics (1849-1967). http://handle.itu.int/11.1004/020.1000/6
İETT Tarihi: Elektrik. (1956). İETT Dergisi, (1), 18, 26.
İki Rüşvetçi Tevkif Edildi: Birisi Meşhur Metr Salem Diğeri De Leon Faraci. (1934, Mayıs 17). Son Posta.
İleri, N. (2017). Allure of the night, fear of the dark: Nighttime illumination, spectacle, and order in fin-de-siècle Istanbul. Comparative Studies of South Asia, Africa, and the Middle East, 37(2), 280-298.
İstanbul Belediyesi Neşriyat ve İstatistik Müdürlüğü. (1940). İstatistik Yıllığı Cilt 5 1936-39. İstanbul: İstanbul Belediyesi.
Kabahat makinede mi? Ali Yaver Bey’in Şayan-ı Dikkat Sözleri. (1932b, Mart 5). Akşam.
Karakışla, Y. S. (2014). Osmanlı Kadın Telefon Memureleri (1913-1923). İstanbul: Akıl Fikir.
Keyder, Ç. (1993). Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-29). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt.
Keyder, Ç. (2014). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim.
Kubilay, Ç. (2003). Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarında Telekomünikasyon Politikaları (Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi.
Marshall, T. H. (1950). Citizenship and Social Class and Other Essays. London: Cambridge University Press.
Marshall, T. H. (2013). Yurttaşlık ve Sosyal Sınıf. B. Yakut-Çakar & U. B. Balaban (Çev.). A. Buğra & Ç. Keyder (Der.) içinde. Sosyal Politika Yazıları. (19-32). İstanbul: İletişim.
Mazower, M. (2010). Karanlık Kıta: Avrupa’nın Yirminci Yüzyılı. D. Cenkçiler (Çev.). İstanbul: Yapı Kredi.
Odabaş, M. & Reynolds-Stenson, H. (2018). Tweeting from Gezi Park: Social Media and Repression Backfire. Social Currents, 5(4), 386-406.
Orhangazi, Ö. (2020). Türkiye Ekonomisinin Yapısı: Sorunlar, Kırılganlıklar ve Kriz Dinamikleri. İstanbul: İmge.
Öniş, Z. (2004). Turgut Özal and His Economic Legacy: Turkish Neo-Liberalism in Critical Perspective. Middle-Eastern Studies, 40(4), 113-134.
Pamuk, O. (2015). Kara Kitap. İstanbul: Yapı Kredi.
Pamuk, Ş. (2014). Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi. İstanbul: İş Bankası Kültür.
Pamuk, Ş. (2019). Uneven Centuries: Economic Development of Turkey since 1820. Princeton: Princeton University Press.
Rodrik, D. Premature Liberalization, Incomplete Stabilization: The Özal Decade in Turkey [NBER Working Paper Series No. 3300]. Cambridge MA.
Sabancı, A. (2012). Özyeğin Üniversitesi Başarısızlık Zirvesi Konuşması, YouTube. https://youtu.be/o_h1W1ZlVlM.
Safa, P. (2019). Allo… Allo… Yetişiniz!. S. Şahin (Haz.). İstanbul: Ötüken.
Sassen, S. (2002). Towards a Sociology of Information Technology. Current Sociology, 50(3), 365-388.
Shahvar, S. (2002). Concession hunting in the age of reform: British companies and the search for government guarantees; Telegraph concessions through Ottoman territories, 1855-58. Middle Eastern Studies, 38(4), 169-193.
Tanrıkut, A. (1984). Türkiye’de Posta ve Telgraf ve Telefon Tarihi ve Teşkilat ve Mevzuatı. Ankara: Efem.
Tekeli, İ. & İlkin, S. (2010). Cumhuriyetin Harcı: Modernitenin Altyapısı Oluşurken. İstanbul: Bilgi Üniversitesi.
Telefon Davası. (1932a, Mart 4). Akşam.
Telephones at the Capital. (1911). Levant Trade Review, 1(1), 26.
Turkish Girls to Strike: Constantinople Telephone Union Seeks 50 Per Cent. Wage Rise. (1925, Kasım 25). The New York Times.
Türkiye Futbol Federasyonu. (1992). Türk Futbol Tarihi 1904-1991 1. Cilt. Ankara: TFF.
Üçer, S. E. (2018). Alo Kapitalizm: Turkish Telecommunications Policy in the Context of an Outward-Oriented Development Strategy (Doktora Tezi). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi.
Üçer, S. E. (2021). Istanbul Telephone Company from Concession to Nationalization: A Study in Business History (1909-1936). Accounting and Financial History Research Journal, (20), 63-90.
Ülker, E. (2018). Multinational capital, public utilities, and urban change in late Ottoman Istanbul: Constantinople Tramway and Electric Company. Moderne Stadtgeschichte, (1), 68-80.
Wallerstein, I. (2000). The Essential Wallerstein. New York: The New Press.
Warf, B. (1989). Telecommunications and the Globalization of Financial Services. Professional Geographer, 41(3), 257-271.
Yay, G. G. (1998). Atatürk Döneminde Para Politikası (1923-1938). Erdem İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 11(31), 289-320.
Yıldırmaz, S. (2015). Köylüler ve Kentliler: Ellili Dönüşen Yeni Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Coğrafyası. M. K. Kaynar (Der.) içinde. Türkiye’nin 1950’li Yılları. (541-563). İstanbul: İletişim.
Zürcher, E. J. (2008). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim.
Kapak görseli: Standard Electric Company’nin ürettiği Ödemiş Otomatik Telefonu, 1937 Kaynak: Salt Araştırma, Kurumlar / Posta, Telgraf ve Telefon Şirketleri Koleksiyonu / INPTTH056 []