TÜTÜN
MELDA YAMAN

İÇERİK

Giriş

Tütün deyince ne gelir aklınıza?

Buram buram hasretlikle, “sigaramın dumanına saklasam seni” diye diye sarılan bir cigara mı? Yorgunluktan bitmiş bir haldeyken şöyle derin bir nefes çekip rahatlamak mı? Yahut “bir sigara ver dostluğumuz pekişsin,” dediğiniz öğrencilik günleriniz mi? Yoksa Orhan Veli’nin o güzel havaları mı? “Beni bu güzel havalar mahvetti/ Böyle havada istifa ettim/ Evkaftaki memuriyetimden./ Tütüne böyle havada alıştım/ Böyle havada âşık oldum.”1

Hatırlar mısınız, bir zamanlar her yerde sigara içilirdi. Şehirlerarası otobüslerde ve trenlerde, kafelerde, okul kantinlerinde, iş yerlerinde, evlerde… Her yer duman içinde kalırdı; hiç ağzınıza almasanız da içmiş gibi olurdunuz. Hele o öğrenci kantinleri… Paket sigara satın almak öyle her öğrencinin harcı değildi; biz de usul usul, özenle sarardık tütünleri. Tütün sarmak solculuğun şanındandı!

Yenice’den Tekel 2000’e artık koleksiyon nesnelerine dönüşen çeşitli sigara paketleri. Kaynak: Igor Sergeev Koleksiyonu []

Bugün uluslararası sigara tekellerinin ürettiği sigaralar var sadece; eskidense Tekel’in ürettiği Samsun, Maltepe, Birinci gibi sigaralar içilirdi. O zamanlar Maltepe içenlerle Samsun içenler iki ayrı kampa bölünmüştü; en iyi sigara bahsinde habire tartışırlardı. Peki, Bayan, Gelincik, Tiryaki, Köylü, İkinci, Üçüncü, Bahar, Kulüp, Yenice, Karadeniz, Bafra, 19 Mayıs, Fuar sigaralarını hatırlar mısınız? Daha sonra, 90’larda, Marlboro ve Camel ile yarışan İkibin’i? Kısa bir süre içinde, yabancı sigara tekellerinin baskısıyla İkibin’in nasıl adım adım değiştiğine tanıklık ettik pek çoğumuz.

Yabancı sigaralar karaborsaydı o zamanlar. Misafir odalarında sehpanın üzerine sigaralıklar konurdu; konuklara yabancı sigaralar ikram edilirdi. O sigaralıklar orta sınıf evlerinin demirbaşıydı. Müstesna hanelerde konuşlanan müzikli, balerinli olanları izlemeye doyum olmazdı. Misafirlere kolonya tutmanın adet olduğu o günlerde tütün kolonyaları vardı bir de. Yoğun, keskin kokusuyla o da misafirliklerin vazgeçilmeziydi.

Tütün deyince aklı tarlalara gidenlerden misiniz yoksa? “Becerikli parmakları” ile tarlalarda tütün kıran, gece boyu evde tütün dizen kadınlar mı canlanır gözünüzde?

Yoksa… Yoksa tütün işçileri mi gelir aklınıza? Fabrikalardaki kadın işçileri, mesela Zehra Kosava’yı mı anımsarsınız? Sahi Zehra sigara içer miydi acaba; yoksa o da şarkıda söylenen haliyle “sanki kendi içer gibi” mi sarardı sigaraları?2

Cibali Tütün Fabrikası’nda çalışan kadınlar toplu halde bir arada, 1930’ların ilk yılları. Kaynak: Milli Kütüphane, Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu / 1994 FOTO ALBÜM 45
Samsun Tütün Fabrikası’nda çalışan kadınlar ve ustabaşıları. Kaynak: Salt Araştırma, Fotoğraflar ve Kartpostallar Koleksiyonu / AHSAM037 []

Sigara fabrikalarında, tütün işleme atölyelerinde işçilerin verdiği mücadeleleri mi yâd edersiniz? 1908’de Cibali Fabrikası işçilerinin grevlerini, örneğin? Tekel işçilerinin 2009’da Sakarya’da 78 gün süren şanlı direnişiyle mi coşkulanırsınız yoksa?

Tütün deyince, Dimitır Dimov’un Nikotiana’da yoğun sömürüye başkaldıran tütün işçilerini anlattığı Tütün: Sarı Dünya mı gelir aklınıza yoksa Necati Cumalı’nın Urla’da tütün üreticisi çiftçileri anlattığı Acı Tütün’ü mü?

Tütün, sağlık için taşıdığı risklerle, yasaklarla, evlerden ırak, hastalıklarla da anılır elbette…

***

Tütün gündelik yaşamımızda hep yanı başımızda… Kimi zaman, bir nefes çekmek için neler vermem, dediğimiz; kendimiz içmesek de sevdiklerimizin vazgeçemediği; dostlukları pekiştiren, yaraları saran, sevinçleri katmerlendiren… Âşıksanız sırdaşınız, mahpussanız yoldaşınız… Kimi zaman her ikisi de… Bazen Ahmed Arif’in dizelerinde: “Tütünsüz uykusuz kaldım/ Terk etmedi sevdan beni…”3

Ecnebiler için filtre kahve neyse, bizim için de sigara öyledir sanki. Hep ilginç bulmuşumdur: Onlar en zor ayrılıkların hemen öncesinde “bir kahve daha” derler;4 bizse “son bir sigara içelim.”

Kişisel hayatlarımızla sınırlı değil tütünün dünyamızda kapladığı alan; iktisat politikalarından siyasi çekişmelere, uluslararası tekellerden yasaklamalara çeşitli tartışmaların konusu olagelmiş bugüne dek… Bu topraklardaki serüveni ise cumhuriyet öncesinde başlıyor. Tütün tarımı ve tütün işleme, Osmanlı’dan miras. Tütünün tarih içinde izini sürmek, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan süreçte süreklilikleri ve kopuşları anlamaya da ışık tutacak ipuçları barındırıyor.

Ama dünyada bugün bilindiği haliyle tütünün tarihi çok daha eskilere uzanıyor.

Amerika’dan Avrupa’ya Yolculuk

Tütün: “Bütün azası tam bir tütün nebatı.” Kaynak: Salih Zeki. Türkiye’de Tütün: Ziraat, Sanaat ve Ticareti. (İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 1928), s. 21.

Tütünün anayurdunun Amerika mı, yoksa Asya mı olduğu açıklık kazanmamışsa da tüm dünyaya Amerika kıtasının istilasıyla yayıldığı biliniyor. Muhtemelen anakaraya çıkan Portekizli denizciler tütünle ilkin yerlilerin uzattıkları barış çubuğuyla karşılaşıyorlar. Portekizlilerin bu misafirperliğe hiç de barışçıl olmayan bir biçimde karşılık verdiğini biliyoruz. İşte sigaradan çektiğimiz her nefes, o kanlı dönemin soluğunu taşıyor.

İngilizce tobacco (tütün) sözcüğü İspanyolca “tabaco”dan geliyor. Bu sözcüğün kökeni tartışmalı olmakla birlikte, Karayipler’in Arawakan dili Taíno’dan türetildiği düşünülüyor. Taíno’da, ya bir rulo tütün yaprağı ya da tütün dumanını çekmek için kullanılan bir tür L şekilli boru anlamına geldiği söylenirdi. Lâkin bazı şifalı otlar için on beşinci yüzyıl başlarından itibaren İspanyolca, Portekizce ve İtalyanca benzer kelimeler kullanıldığını görüyoruz. Bunlar muhtemelen Arapça طُبّاق ṭubbāq’tan türetilmiş. Tubbaq, çeşitli şifalı bitkilere atıfta bulunan dokuzuncu yüzyıla ait bir sözcük.

Biz niye tütün diyoruz? Tütün “tütmek” sözcüğünden geliyor. Osmanlı döneminde “tütün” yerine Arapça duhan sözcüğü kullanılırdı. “Duhan,” duman anlamına da geliyordu.

Türkçeye de geçmiş olan “nikotin” ise adını tütünü 1559 yılında Fransız kraliçesine sunan Fransa’nın Portekiz elçisi Jean Nicot’tan alıyor. Yıllar sonra, 1828 yılında bulunan alkaloitine de nicotin adı veriliyor (Seydioğulları, 2010).

Şark (Türk) Tütünü

Tütün bu topraklara yaklaşık dört yüz yıl önce, iri yapraklı, kaba dokulu, ari, ilkel tipte bir bitki olarak girmiş. Zamanla Anadolu’nun coğrafik ve iklim özellikleri ile üretilen ürünler başkalaşmış; güzel kokulu, tatlı içimli, düşük nikotinli, renkli bir tütün haline gelmiş. “Türk tütünü” (şark tütünü) adını alan bu tütün, dünyada haklı bir şöhret kazanmış. Öyle ki, yabancı sigara firmaları çok düşük oranda Türk tütünü kattıkları yahut hiç katmadıkları halde ambalajlarında “Türk tütününden yapılmıştır” ibaresini kullanmışlar. Türk tütünü katılarak yapılan sigaralara Turkish Blend veya Turkish Cigarettes adı verilirmiş (Mercimek, 2007: 141).

Türkiye’de geleneksel oryantal (oriental) tip tütün üretilir. Oryantal tip tütünler, küçük boyutlu, doğal aromatik kokulu, ince nesiçli (dokulu) ve güneşte kurutulan tütünlerdir. Sigara sanayinde aranılan en kaliteli tütünler, Türkiye ve Balkan ülkelerinde (başlıca Yunanistan, Bulgaristan ve dağılan Yugoslavya topraklarında) yetiştirilir. Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan tütünü öbür tütünlerle harmanlanarak, lezzet ve rayiha katmak için kullanılır. Oryantal türü, dünya tütün üretiminin yüzde 1.3’ünü oluşturmaktadır.

Tütün, Osmanlı’nın son yüzyılından itibaren uzun yıllar boyunca tarımsal üretimde başlıca gelir kaynaklarından olmuş. Ayrıca, tütün işleme atölyeleri ve sigara fabrikaları düşünüldüğünde, başlıca tarımsal sanayi girdileri arasında yer almış. Bu bakımdan, tarımla sanayi arasında köprü vazifesi gören bir ürün olagelmiş. Cumhuriyet dönemi boyunca da bu özelliğini sürdürmüş. Bu nedenle Osmanlı’dan kalan önemli miraslardan biri diyebiliriz tütün için.

Kızı Olan İyi Tütün Yapar

Türkiye’de tütün ekimi Ege, Karadeniz, Marmara, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yapılmaktaydı; ama, esas olarak Ege Bölgesi’nde yoğunlaşmıştı. Ege’yi Karadeniz Bölgesi takip etmekteydi. Üçüncü sırada Marmara Bölgesi bulunuyordu; ama, üretim zamanla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya kaydı.

Tütün üretimi hayli meşakkatli, hayli yorucu bir iş. Köylerde 10 yaşındaki çocuklardan 75 yaşında dedeye tüm hane halkı bu aşamalardan bir ya da birkaçında çalışıyor. Ancak asıl işi kadınlar üstleniyor. Özellikle tütün kırma ile tütün dizme işi “kadın işi” olarak görülüyor. Genel kanıya göre kızlar çok daha becerikli; “kızı olan tütünü daha iyi yapar” deniyor (Yaman Öztürk & Akduran, 2010).

Tütün demek; güneş ağarmadan tarlaya gidip zifirli ellerinle ekmek yemektir. Gece uykusuz kalıp sayıklayarak birkaç iğne fazladan dizmek demektir. Dizerken yemek üzere elmayı, eriği ağaçlara çıkıp tütün amaçlı toplamaktır. Tütün için uyumak, tütün için yemek, tütün için hastalanmamaktır bizdeki hayat anlayışı. Öyle bir kaplamıştır ki hayatımızı, öyle bir ele geçirmiştir ki, o sana uymaz sen ona uyarsın. Daha Mart ayı gelmeden başlar onun telaşı (Koç, 2013: 647).

Üretim süreci ekim, toplama, dizme ve kurutma olmak üzere dört aşamada gerçekleşiyor. Bu aşamaların her biri kendine özgü güçlükler taşıyor. Bahar aylarında dikimden, sonbaharda son yaprakların toplanmasına uzanan, kuruyan tütünlerin sergen ve vagonlardan çıkartılıp istiflenmesiyle son bulan uzun bir çalışma dönemi gerektiriyor. Tütün, mart ayında toprağa ekiliyor:

Toprak kısımlara ayrılır, bölünür ve fidelik alan oluşturulur, buna ‘handal’ denir. Tohumlar o özenli toprağa serpiştirilir, ekilir ve zaman zaman sulama, ilaçlama ve bakım ister. Bir aya kalmaz tohumlar fideleşir, tabi bu sırada fideler daha verimli olsun diye aralarındaki otlar, çürümüş fideler ayıklanır. Mayısın ortasına doğru fideler artık yerini ekime bırakır. Tütün için başka bir tarla ayarlanır. O tarlaya günler öncesinden bakım yapılır. Sürülür, sulanır, gübrelenir… Fideler ilk handallardan özenle tek tek seçilerek toplanır. Kökler zarar görmeyecek şekilde fideler sepetlere konur, dikilecek tarlaya taşınılır. Artık hane sakinleri tütün için çoluk çocuk, genç yaşlı demeden ekime tarlaya koşarlar (Koç, 2013: 648).
Tütün tarlasında çalışan kadınlar: “Sak üzerindeki seviyelerine göre yaprakları cinslere ayırıp, aynı seviyede bulunanlara ilk defa olarak ayrı bir isim veren Türk Milletidir.” Kaynak: Milli Kütüphane, Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu / 2017 FOTO ALBUM 3
Tütün tarlasında gece çalışması: “Ellerin toplanma zamanı o kadar çabuk geçer ki ekseriya tütüncüler, bu zamanı kaçırmamak için, gün doğmadan evvel, veya çiğ ihtimali varsa gün battıktan sonra, fenerle tarlalara gidip, tütün kırarlar.” Kaynak: Milli Kütüphane, Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu / 2017 FOTO ALBUM 3
Tütün Balyaları: “Kuruyan tütünler tavlanıncaya kadar askıya alınırlar. Bu hevenklere “künte” denilir. Kaynak: Milli Kütüphane, Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu / 2017 FOTO ALBUM 3

Tütün fidelerinin büyümesi beklenirken toplanan tütün yapraklarını kurutmak için sergenler, vagonlar yapılıyor. Tütün toplama işi yaz boyu sürüyor. Tütün yapraklarının toplanmasına “tütün kırma” deniyor. Tütün bitkisinin beş bölge yaprağı oluyor; aşağıdan yukarıya sırasıyla bunlara “dip, bel, dorukaltı, doruk, toplama” deniyor. Bir bölgenin toplanması bitmeden öbürüne geçilmiyor. Tütün kırmak için kadınlar her sabah erkenden, saat beş civarında kalkıyor, çiy düşmeden tarlaya gidiyor. Güneş fazla yükselmeden tütün yapraklarının toplanması gerekiyor. Çalışanlar yine çoğunlukla kadınlar: Anneler, kızlar, gelinler saat 10’a kadar tütün kırıyorlar.

Dizmesi de çok zahmetli. Sabah 10 civarında tarladan eve dönülüyor, hızlı hızlı kahvaltı ediliyor. Ardından ikindi ezanına kadar getirilen tütün kurulukta diziliyor. Sonra yemek yenip yeniden tarlaya gidiliyor ve akşam ezanına kadar tütün kırılıyor. Eve dönünce yemeğe oturuluyor. Tabii ki yemekleri kadınlar yapıyor; ahıra, hayvanlara kadınlar bakıyor; evi kadınlar temizliyor. Bütün bu işler tarlayla ev arasında mekik dokurken yapılıyor. Akşam yemeğinden sonra kuruluğa geçip uyuklaya uyuklaya tütün dizmeye devam ediliyor. Akşamları genellikle birkaç aile bir hanede toplanıp sohbet eşliğinde imece ile tütün diziyor.

Toplanan tütünler kuruması için sergen ve vagonlara seriliyor. Eylülde tüm tütünler toplanmış oluyor. Kuruyan tütünler sergen ve vagonlardan çıkartılıp hevek yapılıp tavana kaldırılıyor. Ekimde bu hevekler açılıp istif haline getirilerek satışa hazırlanıyor.

Kadınlar bunca iş yükü altında ezilirken erkeklerin görevi genellikle kadınları tarlaya götürmekten ve hevenkleri kurmaktan ibaret. Tütün dizme makinesinin yaygınlaşmasıyla işin kolaylaşmasının ardından erkekler de tütün dizmeye başlamışlar gerçi. Toplanan, kurutulan tütünün satışını erkekler yapıyor. Tüccarla bağlantı kuran ve bir sene öncesinde satış sözleşmesi yapanlar, erkekler. Tütün dizme makinesini satın alanlar, tüccarın yatıracağı para için bankada hesap açtıranlar, bankadan kredi çekenler yine erkekler. Tütünden elde edilen gelir ise “aile reisi” erkeklerin denetiminde harcanıyor. Kadınlar paranın nasıl kullanılacağına yönelik karar alıcı değiller. Sonuç olarak kadınlar ev içindeki işlerden, çocuk ve yaşlı bakımından ve bahçe/hayvan işlerinden sorumlu tutuluyor. Erkekler ise hane dışında, kamusal alanda bağlantıları kuruyor, finansal kaynaklara erişiyor, gelirin nasıl harcanacağına karar veriyor.

Tarlada tütün dizen kadınlar Kaynak: Cumhuriyet Arşivi, “Ekonomik konularla ilgili fotoğraflar.” 1092-1157-1/490-1.

Özelleştirme süreci başlamadan önce Tekel üretim garantisi vererek, üretilen tüm ürünleri alıyordu. Devlet desteği zamanla azaldı, önce kota uygulaması geldi, ardından devlet alımları son buldu. Şimdi tek alıcı tüccarlar ve özel şirketler. Çiftçi ürünün karşılığını alamamaktan şikâyetçi, bu zahmetli emek sürecinin sonunda eline geçen paranın pul olduğundan yakınıyor. Başka çaresi olmadığı için tütün yapmaya devam eden birkaç hanenin dışında, çoğu, tütün ekimini çoktan bırakmış.

***

Tütün Rejisi5

Tütün Rejisi, “Memalik-i Osmaniye Duhanları Müşterek’ül Menfaa Reji Şirketi” (Osmanlı İmparatorluğu Tütünleri Kazanç Ortaklığı Tekeli Şirketi) adıyla kuruluyor, Reji Şirketi adıyla da anılıyor. Reji, on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı kaynakları üzerindeki yabancı kontrolünü açık bir statüye kavuşturan Düyûn-u Umumiye sistemi içinden doğan çok uluslu bir yabancı sermaye yatırımı. Osmanlı tütün gelirini toplama imtiyazı, 10 Ocak 1883 tarihli Düyûn-u Umumiye İdaresi kararıyla Berlin’de banker S. Bleichröder, Viyana’da Anstald Kredi Grubu ve Osmanlı Bankası grubundan oluşan bu anonim şirkete veriliyor (Keskin & Yaman, 2013).

Bu imtiyaza göre, tütün üretiminin kontrolü Reji’ye bırakılmış oluyor ve ilaveten şu kararlar alınıyor: Tütün mamulleri yalnızca Reji’nin fabrikalarında üretilecek, enfiye dahil her türlü tütün satışı Reji’ye ait bayilerde yapılacak, ihraç işlemlerinde ise şirket vergi toplama dışında tütün ihraç etme yetkisine de sahip olacak. Ancak, tütün ihracatı sadece Reji’nin kontrolüne verilmiyor; dolayısıyla bu son yetki, bir imtiyaz değil. Çiftçilerin ürünlerini tütün ticaretiyle uğraşan tüccara satmaları mümkün; ama, tüccarlar sadece ihracat amacıyla tütün satın alabilmekteler. İhraç işlemleri serbest olmakla birlikte ihraç edilen tütünler de Reji ambarlarına girmek zorunda (Keskin & Yaman, 2013).

Reji, Osmanlı topraklarında teşkilatlanmasının hemen ardından İstanbul’da ve Anadolu’da tütün fabrikaları açıyor. İlk fabrikalar 1884’te İstanbul’da (Cibali) ve İzmir’de kuruluyor, ardından 1885’te Adana’da, 1887’de de Samsun’da fabrika açılıyor. 1883’te 500 kadarı fabrika işçisi olmak üzere yaklaşık 4.500 kişiye istihdam sağlayan Reji Şirketi’nde çalışanların sayısı 1887’de 5.600’a, 1889’da 8.800’e yükseliyor. Bir tütün tekeli olarak Reji, tütün üretimi ve ticareti ile uğraşan geniş bir kesimi de geçim kaynaklarından yoksun bırakıyor. Reji’nin kurulmasından sonra Reji dışında kimseye tütün fabrikası kurma izni verilmiyor, o ana kadar kurulmuş ve işlemekte olan fabrikalar da kapatılıyor. Zamanla ülke içinde 300’den fazla küçük tütün işleme atölyesi kapanıyor, binlerce çalışan işsiz kalıyor (Doğruel & Doğruel, 2000).

Reji Şirketi tütüne düşük fiyat vermek, üreticiye yüksek faizle kredi açmak, düşük ücretle kadın ve çocuk emeğini sömürmek, kaçakçılığı önlemek için silahlı güvenlik gücü (reji kolculuğu) yaratmak, kaçakçılarla yaşanan çatışmalarda binlerce insanın ölümüne neden olmak, yıllık gelirini az gösterip devlete ödenen payı düşürmek gibi uygulamalarıyla eleştiriliyor (Oktar, 1992: 54-92). Reji fabrikalarında kadınlar ve çocuklar ucuz emek gücü olarak sağlıksız koşullarda çalıştırılıyor.

Cibali Fabrikası, elle paketleme. 1930’lar. / Jean Weinberg. Kaynak: Cumhuriyet Arşivi, “Ekonomik konularla ilgili fotoğraflar.” 1092-1157-1/490-1.
Cibali Fabrikası deposunda kalitelerine göre ayrılmış tütünler, 1928 öncesi. Kaynak: Milli Kütüphane, Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu / 1994 FOTO ALBÜM 45

Reji’nin tütüne düşük fiyat vermesi, tütün kaçakçılığını yaygınlaştırıyor. Tütün ekilen tüm yörelerde, tütün kaçakçılığı görülüyor. Karadeniz’de kaçakçılık en fazla üretimin gerçekleştiği Canik sancağında değil, ikinci derecedeki üretim alanları olan Trabzon merkezi ile Lazistan sancağında gerçekleşiyor. Trabzon vilayetinde tütün kaçakçılığı çeşitli şekillerde yapılıyor: Burada üretilen kaçak tütünler dışarıya çıkarılıyor yahut dışarıdan kaçak tütün getiriliyor yahut da içeride üretilen kaçak tütün vilayet sınırları içinde satışa sunuluyor. Tütün kaçakçılığıyla mücadele amacıyla Reji, silahlı özel güvenlik gücü oluşturuyor. Şirketin kaçakçılık için yaptığı harcamalar sürekli artış göstermiş, 1887’de 3.600 olan kolcu sayısı da 1899’da iki katına ulaşarak 6.533 olmuştur. Trabzon yöresinde ünlenen “Kolbastı” oyunu, Reji kolcularının yarattığı korkunun bir ifadesi. Çökertme türküsündeki “Kolcular gelirse Halilim, nerelere kaçalım” dizeleri de Ege’deki tütün kaçakçılarının nidasını yankılıyor bir bakıma. Zira Reji’nin kaçakçılara tavrı çok serttir, kaçakçılarla yaptığı silahlı çatışmalar binlerce can kaybına neden olmuştur.

Tütün Rejisi, 1925 yılında kabul edilen “Tütün İdare-i Muvakkatesi ve Sigara Kağıdı İnhisarı Hakkında Kanun” ile satın alınarak devletleştiriliyor. Ardından 1933 yılında devlet tekeli uygulamasının ilk kurumsal yapılanmalarından biri olan “İnhisarlar İdaresi” kuruluyor. Devlet tekeli, 1941 yılında yürürlüğe giren “İnhisarlar Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun” ile teşkilat yasasına kavuşuyor. Bu yasayla belirlenen yapı, kurum 1984 yılında bir kamu iktisadi kuruluşu olarak yeniden düzenleninceye kadar korunuyor.

Düyun-i Umumiye Müdürü Leon Berger’in Anadolu seyahati sırasında çekilen fotoğraflardan: Karaman. Hacı Bey Cami-i Şerifinin önünde Reji müfettişleri ve kolcular. Kaynak: İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, II. Abdülhamid Han Fotoğraf Albümleri []
Tekel6

Cumhuriyet döneminin en büyük kazanımlarından biri Tekel’in kurulmasıdır. Türkiye’de tütün satın alma, işleme ve bakım konularında personel ve tesise sahip tek kamu kuruluşu olan Tekel, Türkiye’de tarım ile sanayi arasında bir köprü işlevi taşımaktaydı. Türkiye geneline yayılmış örgütlenmesi, sigara fabrikaları, yaprak tütün işleme atölyeleri, depoları, sosyal tesisleri, çeşitli binaları, arazileri ile Tekel devasa bir kamusal varlıktı. Yine Türkiye geneline yayılmış istihdamı bakımından da büyük bir işletmeydi. Tekel’e 1947 yılından beri sürekli olarak destekleme görevi verilmişti; bu nedenle Tekel kendi ihtiyacı için yaptığı tütün alımları yanında devlet adına destekleme alımları yapma görevini sürdürdü. Tekel, tarımsal üretime verdiği desteğin yanı sıra, ihracat ölçeğiyle de Türkiye ekonomisi için kritik önemdeydi (Keskin & Yaman, 2013).

Tekel ülke geneline yayılan örgütü, üretim ve satış hacmi, katma değer yaratımı bakımından da ön sıralarda yer alan bir kuruluştu. Tekel A.Ş., 2000 yılı sonuçlarına göre, Türkiye’deki 500 büyük firma içerisinde üretimden satışa sıralamasında altıncı sırada, ücretli çalışanları ile birinci sırada, net aktifler ve brüt katma değer bakımından ikinci sırada, dönem kârında yedinci ve satış hasılatı tutarında dokuzuncu sırada bulunmaktaydı (Tiryakioğlu, 2005: 166-167).

Ne var ki, 1980’den bu yana devam eden özelleştirme politikalarıyla tütünde de devlet tekeli kırıldı. Yerli ve yabancı şirketlere yurt içinde sigara üretme, fiyatlandırma, dağıtım ve satış olanağı sağlandı. Devletin tütün üretimine verdiği desteği çekmesiyle tütün ekim alanları hızla daralırken; tütün ithalatı önemli bir artış gösterdi. Tekel’in özelleştirilmesi kamusal istihdamı geriletti, güvencesiz çalışmayı getirdi, tütün üretiminde devlet desteğini sonlandırdı, tütün ticaretini serbest piyasa koşullarına teslim etti. Tek alıcı haline gelen tüccarlar bugün üretim miktarını, ürün fiyatını, ödeme koşullarını belirliyor. Tüccarların büyük çoğunluğunun yabancı tekellerle ortaklık içinde olduğu da biliniyor. Türkiye tarımında yapısal uyum politikaları, devletin tütün sektöründen geri çekilmesine neden olurken; köylüler ile yerli ve yabancı sanayi sermayesini karşı karşıya bıraktı. Günümüzde, Türkiye’de tütün piyasası tümüyle küresel sigara tekellerinin yönetim ve denetimine geçmiş durumda.

Tütün fabrikasında tütün yaprak ayırma işlemi sırasında bir işçi ve ustabaşı, 1970’ler. Kaynak: University of Wisconsin-Milwaukee Libraries, Harrison Forman Collection / fr444399 [] © Harrison Forman

Tekel’in özelleştirilmesi 1980 sonrasında Türkiye’nin iktisadi ve toplumsal yapısında yaşanan dönüşümün bir sonucudur. Türkiye tarihinde 1980’lerde başlayan dönüşüm, 2001 krizinin ardından gelen sermayenin yeniden yapılanma süreciyle yeni bir aşamaya girerek 2009’a dek sürdü. 1980’lerden 2000’lere uzanan yeniden yapılanma süreci, uluslararası piyasalarla bütünleşme için gerekli yapısal uyum mekanizmalarının hayata geçirilmesi sürecidir. Bu, ilkin önceki kurumsal ve yasal düzenlemelerin ortadan kaldırıldığı, ardından yeni düzen için gerekli kurumsal ve yasal yapılanmaların oluşturulduğu iki aşamalı bir süreçtir. Bu dönüşüm için genel çerçeveyi IMF ve Dünya Bankası’nın istikrar ve yapısal uyum programları sağladı.

2001 ekonomik krizi, yaşanan dönüşümü kolaylaştıran pek çok yasal ve kurumsal düzenlemeyi hızla hayata geçiren bir uğraktır. 2001 krizinin ardından yürürlüğe konan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” toplumsal yeniden üretimin yeniden yapılandırılmasını hedeflemekte, programla eş zamanlı yürürlüğe konan ve IMF yasaları olarak da adlandırılan 15 yasa, Bankalar Yasası’nda değişikliği, fonların tasfiyesini, Merkez Bankası Yasası’nı, Telekom’un özelleştirilmesini, tütün, şeker, petrol ve doğalgaz yasalarını içermektedir.

Özelleştirme Yüksek Kurulu, Tekel Genel Müdürlüğü’nü 5 Şubat 2001 tarihli ve 2001/6 sayılı kararla mülkiyet devri dışındaki yöntemlerle özelleştirme kapsam ve programına aldı. Özelleştirme sürecinin başlamasıyla giderek kan kaybeden Tekel’in gücü zamanla azaldı; bu dönemde Tekel’in sigara üretimi ve satış piyasalarında pazar payı yüzde 87’lerden 2008’de yüzde 30’a geriledi (Tiryakioğlu, 2005: 166). 20 Haziran 2001 tarihinde kısaca “Tütün Yasası” olarak adlandırılan 4685 sayılı yasa Meclis’te kabul edildi. 3 Ocak 2002 tarihinde kabul edilen 4733 sayılı “Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” bu sürecin en kritik aşamasını oluşturuyor. Bu yasayla tütün sektörünün serbestleştirilmesi, tütün için destekleme alımlarının kaldırılması ve Tekel varlıklarının satışı olanaklı hale getirildi, TAPDK (Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu ve Kurulu) kuruldu.

“Tütün Yasası”nın kabulü, 1980 sonrasında tütün ithalatını serbest bırakan, yabancı sigaraların satışına izin veren, uluslararası tekellerin Türkiye’de yatırımını olanaklı kılan sürecin son noktasıdır. Aynı zamanda Tütün Yasası, Tekel’in özelleştirilmesini, Tekel’in onlarca gayrimenkulünün, arazisinin, binalarının satışını olanaklı hale getirdi. Ülke içindeki büyük sermaye grupları kadar ulus ötesi sigara tekelleri de yasayı sevinçle karşıladı. Zira sigara tekelleri Türkiye’yi Asya ile Avrupa arasındaki stratejik konumu nedeniyle “kilit piyasa” (key market) olarak görüyor. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın Şubat 2008’de Tekel’in sigara ve tütün bölümünü British American Tobacco’ya (BAT) satmasının ardından BAT, Adana, Samsun-Ballıca, Bitlis, Malatya ve Tokat sigara fabrikalarını devraldı.

Önceleri, özelleştirilen kamu kurumlarındaki işçiler, başka devlet kurumlarına aktarılmıştı; ancak, hükümet, Bakanlar Kurulu’nun 21 Aralık 2009 tarihli ve 2009/15759 sayılı kararı ile özelleştirmeler sonucu işsiz kalacak personelin kamu kurum ve kuruluşlarında 4/C’li olarak çalıştırılmasına ilişkin esasları düzenledi. Kamu çalışanlarını güvencesizleştirmeyi öngören 4/C uygulamasıyla işçiler, özlük haklarından yoksun bırakılmakta, eşit işe eşit ücret ilkesi, dinlenme hakkı, örgütlenme hakkı yok sayılmaktaydı.

Tekel Direnişi

Tekel işçilerinin hak mücadelesi, 15 Aralık 2009’da başlayan ve 3 Mart 2010 tarihine kadar devam eden Ankara direnişi ile hafızalara kazındı.
Tekel’in özelleştirilmesinin ardından hükümet Tekel ile ilişiği kesilen işçilere 4/C kadrosuna başvuru için 1 Mart 2010’a kadar süre tanıdı. Ancak Tekel işçileri özlük haklarıyla birlikte diğer devlet kurumlarına aktarılmayı talep etti. Böylece, 15 Aralık 2009’da Tek Gıda-İş Sendikası, Tekel işçileri ile birlikte özelleştirme politikalarına ve 4/C’ye karşı eylem yapma kararı aldı. Türkiye’nin dört bir yanından 5 bin Tekel işçisi 106 otobüsle hükümeti protestoya Ankara’ya geldi. Türkiye genelinde 21 şehir ve 43 fabrikadan gelen işçiler birkaç gün boyunca eylemler ve mitingler düzenledi, polisin sert müdahalesine karşı dimdik durdu. İşçiler daha sonra, oturma eylemi için getirdikleri tabureler ve battaniyelerle Sakarya Meydanı’na yayıldı, soğuk ve yağışlı hava şartlarından korunabilmek için kendilerine naylon brandalarla çadırlar kurdu. Sakarya’daki “çadırkentte” direnen işçiler, öğrencilerle, demokratik kitle örgütleriyle, Ankara halkıyla yoğun bir iletişim ve dayanışma ağı içindeydi. Tekel işçileri 78 günlük direniş boyunca kamusal varlıkların özelleştirilmesine, güvencesiz çalışmaya, işsizliğe karşı mücadele etti. Çalışma koşullarına karşı emek mücadelesi vermelerinin yanı sıra, sendikaya karşı eleştirel bir bakış geliştirdi, örgütlenmenin, dayanışmanın ve hak arama mücadelesinin ne denli önemli olduğunu deneyimledi. Mücadele sürecinde farklı farklı yaşantılardan ve siyasi görüşlerden gelen işçiler bile kendi aralarında bağlar ve dayanışma kurarak, “biz” duygu ve düşüncesini oluşturdular.

25 Şubat’ta Mustafa Türkel, 4/C’ye geçiş için verilen sürenin uzatılması halinde eylem çadırlarını sökebileceklerini söyledi. Aynı tarihlerde, Devlet Personel Başkanlığı 4/C’li çalışanların kamu görevlileri sendikalarına üye olabilecekleri yönünde mütalaa oluşturdu. Tekel çadırlarında büyük bir merakla beklenen karar, nihayet 1 Mart günü açıklandı: Danıştay, özelleştirme sonucu işsiz kalanların 4/C’ye geçiş için 30 günlük süre içinde ilgili kurumlara başvurmasını öngören hükmün yürütmesini durdurdu. Bu karar neticesinde sözleşme imzalamayan Tekel işçilerine 8 ay boyunca asgari ücretin iki katı tutarında olan iş kaybı tazminatını alma hakkı doğdu. Karar, Tekel işçileri arasında sevinçle karşılandı, 1 Mart akşamı Sakarya Meydanı’nda gösterişli kutlamalar yapıldı. 2 Mart günü Tek Gıda-İş’in de talebiyle 78 gündür direnen işçilerin çadırları kaldırıldı. Ancak 4/C uygulamasından geri adım atılmadı.

Tekel direnişi, Türkiye işçi sınıfının son dönemde gerçekleştirdiği en güçlü eylemdir. Siyasi grupların, sendikaların, meslek odalarının, öğrenci ve akademisyenlerin, Sakarya esnafının, sanatçıların, Ankara halkının da desteğiyle, Tekel işçileri 78 günlük şanlı bir mücadele gerçekleştirdi. Farklı şehirlerden, farklı fabrikalardan, farklı yaşamlardan gelen işçiler, işçi olmanın birleştirici ekseninde, çalışma haklarının kaybına karşı, güvencesiz çalışmaya karşı Ankara’nın en soğuk günlerinde, çadırlarda geceleyerek birlikte mücadele ettiler. Eylem, işçi sınıfının dolaysız refleksinin dışa vurumuydu. Eylemin öncüsü bizzat işçilerin kendisiydi. Direnişe katılan işçilerden biri bunu çok güzel anlatıyor:

Bu eylem gittiğimiz eylemlerden çok farklı. O gittiğimiz eylemlere sanki biz yabancı bir misafir gibi katılıyorduk. İşte gideyim de görüneyim de biraz… polis bana dokunmasın, arkalarda kalayım da bana bir şey olmasın mantığıyla gidiyorduk. Ama şimdi öyle değil. Bu işin, bu davanın sahibi biziz. Gerçekten de biziz. Eskiden böyle düşünmüyorduk. Bugünkü cesaretimiz orada olsaydı belki hakkımızı daha önce alırdık (akt. Türkmen, 2011: 119).

Geriye Kalan

Tütünün bu topraklarda bir asrı aşan serüveni, tütün piyasasının serbestleştirilmesi, tarıma verilen desteklerin sonlandırılması ve nihayet Tekel’in özelleştirilmesi ile son bulmaya yüz tutmuş durumda. Bir zamanlar Ege, Karadeniz, Marmara, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde tarlaları kaplayan tütün yaprakları yerini çoktan başka ürünlere bıraktı. Tekel binaları ise ya sermaye gruplarına satıldı ya da öylece atıl bir biçimde duruyorlar: Samsun’da, Reji’den yadigâr tütün yerleşkesi AVM’ye dönüştürüldü, Batman’da tütün depoları Tekstilkent oldu. Üreticiler ise çoktandır işsiz, giderek yoksullaştılar. Bir zamanlar Karadeniz’de en çok tütün üretilen yerlerden olan Bafra’nın adını tütünden alan Tütüncüler Köyü’nde 2009’dan beri tütün ekilmiyor misal. Köyde yalnızca yaşlılar kalmış, gençler çoktan köyü terk etmiş, Bursa’da yahut İstanbul’da başta tekstil olmak üzere güvencesiz sanayi kollarında işçileşmişler. Soma’da katledilen 301 maden işçisinin çoğu da bir zamanlar tütün ekicisi idi, tütün sonlanınca tek çare olarak madene inmek zorunda kalmışlardı (Yaman, 2014).7

Notlar

Keyiften sigara tüttürülecek zamanlar hayli azaldı günümüzde. Gideren derinleşen siyasi ve iktisadi kriz koşullarında sigaranın daha bir aranır olduğu doğru. Başka türlü efkâr dağıtmak pek de olanaklı değil sanki. Lâkin art arda gelen zamlarla bir paket sigara satın almak da neredeyse o kadar olanaksız bugün. Eskinin o meşhur tektekcileri de kalmadı üstelik. Hükümet cephesinden saldırılar da dinmek bilmiyor. En son devletin en üst makamından sarfedilen “artırdığımız vergiye rağmen hem sulu hem kuru içiyorlar” sözlerine inat gelin birer cigara daha saralım, birer kadeh daha dolduralım….

KAYNAKÇA

Doğruel, F. & Doğruel, A. S. (2000). Osmanlı’dan Günümüze Tekel. İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı.

Ertürk Keskin, N. & Yaman, M. (2013). Türkiye’de Tütün: Reji’den Tekel’e Tekel’den Bugüne, Ankara: Notabene.

Koç, M. (2013). Tütünün Hayatımızdaki Yeri. N. Ertürk Keskin & M. Yaman (Der.) içinde. Türkiye’de Tütün: Reji’den Tekel’e Tekel’den Bugüne. Ankara: Notabene.

Mercimek, V. (2007). Türkiye’de Tütün. E. Gürsoy Naskali (Der.) içinde. Tütün Kitabı. (141). İstanbul: Kitabevi.

Kapak görseli: Cibali Fabrikası yaprak tütün ayrımı tezgahları, 1928 öncesi. Kaynak: Milli Kütüphane, Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu / 1994 FOTO ALBÜM 45

DİPNOTLAR
  1. Orhan Veli Kanık’ın Güzel Havalar adlı şiirinden.
  2. Alpay’la özdeşleşen Fabrika Kızı şarkısının sözü ve müziği Bora Ayanoğlu’ya ait. Bora Ayanoğlu, 1969’da gazetede Cibali Tütün Fabrikası’nda çalışan, tütün saran bir işçi kadın fotoğrafı görüp çok etkilenir; ardından o unutulmaz dizeleri kaleme alır: “Fabrikada tütün sarar sanki kendi içer gibi / Sararken de hayal kurar bütün insanlar gibi…” Bkz. Hakan Güngör, “Alpay’ın ‘fabrika kızı’ 15-16 Haziran’a katıldı mı?” Evrensel Gazetesi, 06.06.2019, https://www.evrensel.net/haber/380765/alpayin-fabrika-kizi-15-16-hazirana-katildi-mi.
  3. Ahmed Arif’in “Sevdan Beni” başlıklı şiirinden.
  4. Bob Dylan’ın One More Cup of Coffee şarkısına atıfla.
  5. Aksi belirtilmedikçe bu bölümdeki bilgiler şu yapıttan derlenmiştir: Nuray E. Keskin ve Melda Yaman (2013). Türkiye’de Tütün: Reji’den Tekel’e Tekel’den Bugüne, Ankara: Notabene.
  6. Aksi belirtilmedikçe bu bölümdeki bilgiler şu yapıttan derlenmiştir: E. Keskin ve Yaman, agk.
  7. Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ) madenin işletmesini Soma Holding’e devretmişti; şirket TKİ’nin 130 dolara mal ettiği kömürü 23,8 dolara, neredeyse altıda bir fiyata üretiyordu. Aradaki uçurum uzun çalışma saatleri, düşük ücretler, güvencesiz çalışma koşulları, sosyal hak kayıpları anlamına geliyordu. Faciaya giden yol böyle döşenmişti; şirketin elde ettiği muazzam kâr, 301 can aldı. Bkz. Melda Yaman (2014). “Aşinalıktan birlik olmaya: Soma’da kadınlarla dayanışmaya”, Feminist Politika, sayı: 24, s. 8.

İLGİLİ NESNELER