Tanım
Pamuk, kökeni Oğuzca pambık, panbık olan ve Macarcaya da geçmiş olan, ebegümecigillerden, koza durumundaki meyvesi üç dört veya beş dilim hâlinde açılan, büyümesi sırasında bol su isteyen, otsu veya odunsu tropikal bir bitkidir. Bu bitkinin tohumlarının etrafını kaplayan, yatak ve yastık dolgusu yapılan veya eğirilip iplik hâline getirildikten sonra dokuma sanayiinde kullanılan yumuşak, ince beyaz teller de yine aynı adla anılır.
Anavatanı Hindistan olarak literatüre geçen pamuk tarımının, insanlık tarihinde yaklaşık 7 bin yıl önce, Türkiye coğrafyasında ise M.Ö. 3 bin civarında başladığı bilinmektedir. Türkiye’de pamuk, başta Adana (Çukurova) olmak üzere, Antep, Urfa, Maraş, Diyarbakır, Mardin, Antalya, Muğla, Denizli ve Aydın illerinde yetiştirilir.
Pamuk, endüstriyel bir tarım ürünüdür. Kumaş ve dokuma sanayinin yanında, yan ürünleriyle birlikte, tekstil, hazır giyim, bitkisel yağ ve yem başta olmak üzere, otuzu aşkın sanayinin ham maddesidir. Elle veya makine ile toplanan bitkinin elyaflarından pamuk ipliği, “çiğit” denilen çekirdeklerinden ise pamuk yağı ve hayvan yemi elde edilir.
Pamuk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihinde de endüstriyel tarım ürünü olma özelliğiyle öne çıkmış, 100 yıllık tarihin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel süreçlerinde bu özelliğiyle izler bırakmıştır. Pamuk, tarım ülkesini kapitalistleştiren ticari potansiyeliyle; toprağı sermayeye, marabayı ücretli emeğe dönüştüren üretim ilişkileriyle; memurların “daire”de giydiği gösterişsiz tonlardaki ucuz ve kaba Sümerbank kumaşlarıyla; Yaşar Kemal’ler, Orhan Kemal’ler, Yılmaz Güney’ler çıkartmış Çukurova’sıyla; sinema ve dizilerimizde toprak sahibi ağadan çırçır fabrikası sahibi burjuvaya dönüşmüş “hacı ağa” tipleriyle, gündelik dile girmiş “pamuk ipliğiyle bağlı olmak,” “kulağa pamuk tıkamak” gibi deyimleriyle cumhuriyetin dinamik ve akışkan toplumsal tarihinin sembol nesnelerindendir.
Pamuk, Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumsal tarihinde “kalkınmacılık” çerçevesinde anlam kazanmış, toplumsal dünyanın ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel bütün alanlarında da bu sayede izler bırakmıştır.
Tarım Toplumunda Kapitalist Üretim İlişkilerinin İlk Muhatabı
Anadolu’nun pamuk ve yanı sıra elbette fındık, incir, tütün gibi endüstriyel tarımsal ürünlerdeki potansiyeli, Türkiye’yi “bir gün gelip azalacak olan petrol rezervleriyle ayakta durabilen Ortadoğu coğrafyası ve İslam ülkeleri” içinde avantajlı kılıyordu (Pappé, 2009: 72). Türkiye Cumhuriyeti, en başından itibaren bu avantajını kullandı ve bugün de kullanmaya devam ediyor. Genç cumhuriyetin ekonomik potansiyelini göstermek maksadıyla Atatürk’ün projesi olarak 12 Haziran 1926 tarihinde Karaköy Limanı’ndan bir “yüzer fuar” şeklinde 12 ülke limanını ziyaret etmek üzere hareket eden Karadeniz Vapuru’na yüklenmiş hammadde ürünlerinin en başında pamuk geliyordu. Ve bugün, Fransa’nın prestijli markalarından Chloé’nin baş tasarımcılık görevini Karl Lagerfeld’den devralan Stella McCartney, modanın geleceğinin bu doğrultuda ilerlemesi gerektiğini söyleyerek, Türk kumaş markası Söktaş’la birlikte yarattığı “rejeneratif pamuk” tanıtımını yapıyor (Akimoğlu, 2021).
Bunun altyapısı, 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda şekillenmeye başlamıştı. Kapitalizm öncesi yerleşik tarım toplumuna özgü nitelikler taşıyan Osmanlı iktisadı, Avrupa’da kapitalist üretim ilişkilerinin belirgin bir güç kazandığı 16. yüzyıldan itibaren büyük ölçüde dış iktisadi ilişkilerin etkisine girmişti. Üzerlerine zimmetli topraklarda ihracata yönelik üretim yapan Osmanlı saray bürokrasisi, topraklarındaki gelirleri artırdığı ölçüde, kendi çıkarlarını dış ticaretin artmasında görmüşlerdir. Bu çerçevede pamuk, Osmanlı’da kapitalist ilişkilerin sembolik ürünüydü. Pamuk ve pamuklu dokuma, ticarette aktif olan Venedik, Fransız, İngiliz ve Avusturyalı tüccarların satın aldıkları (ham ipek ve tütün gibi) ürünler arasındaydı (Tezel, 1986: 60-61). Sanayi Devrimi’nin etkisiyle İngiltere’de pamuklu dokuma sanayinin hızlı bir dönüşüme uğradığı 18. yüzyılın son otuz yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Yunanistan, Anadolu ve Suriye bölgeleri, ham pamukta net ihracatçı durumundaydılar (Pamuk, 1984: 105). Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda pamuk ve pamuklu dokuma –nüfusun yaklaşık yüzde 80’inin kırsal alanda yaşadığını düşünürsek, üretimin büyük kısmının doğrudan ev içinde tüketilmesine rağmen– başlıca ihraç ürünlerindendi.
Modernleşen Türkiye tarihinin cumhuriyet evresine girildiğinde, kapitalist üretim ilişkilerinin en güçlü muhataplarından biri yine pamuktu. Cumhuriyetin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün Batılılaşma uygulamaları, Türkiye üzerindeki Batı emperyalizmini sona erdirme gayesi taşıyordu. Ekonomik kalkınma sorunu da bu yaklaşım çerçevesinde ele alınmış ve Atatürk’ün 1923 yılı Şubat ve Mart aylarında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında söylediği üzere, “iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça, siyasal ve askeri zaferlerin uzun ömürlü olamayacağı”na ve ancak ekonomik egemenlikle desteklenirse tam bağımsızlığın kazanılacağına inanılmıştı. Bunun için tarım ülkesi olan Türkiye’nin kendi öz kaynaklarına yaslanarak sanayi ülkesine dönüştürülmesi, bu çerçevede de tarıma dayalı bir sanayileşmeyi gerçekleştirmesi gerekiyordu. Cumhuriyetin erken dönem kalkınmacı iktisadında pamuk, bir tarım ürününün sanayi ürünü haline getirilmesi meselesinin en önemli aktörlerindendi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kapitalist dünya sistemi ile giderek bütünleştiği tarihi koşullar içinde yetişen cumhuriyetin asker-sivil bürokrat kadrosu, açıkça bir kapitalist gelişme stratejisi benimsemişlerdi. Kapitalist modernleşmenin klasik formuna göre tarımsal hammaddeyi sanayi ürününe dönüştürecek olan burjuvazi, ülkede büyük ölçüde, gayrimüslim tüccar, banker ve aracılardan ibaretti. Ama 1900’lerin başında Türkiye’nin bugünkü sınırları içinde yaşayan her beş kişiden biri gayrimüslim iken; 1920’lerin sonunda bu oran kırkta bire düşmüştü. Ticaret burjuvazisinin gayrimüslim kanadının çoğunlukla ortada olmamasına rağmen, yine de iktisadi yapıda şaşırtıcı ölçülere varan bir süreklilik gözleniyordu (Keyder, 1993: 127). İmparatorluğun başlıca ticari ürünlerinden olan incir ve kuru üzüm –ülkeden ayrılan Rumlar bu ürünlerin hem üretimini hem de ticaretini Yunanistan’a taşımış olduğundan– cumhuriyetin ilk yıllarında göreli ağırlığını kaybetmişti; ama, tıpkı tütün ve fındık gibi pamuk da 1925 ile 1927 yılları arasında eski üretim ve ticaret düzeylerine yeniden ulaşmıştı (Keyder, 1993: 129). Bunun açıklayıcı sebebi, genç cumhuriyetin benimsediği tarıma dayalı kalkınma modeliydi. Bu modelde pamuk, cumhuriyetin öncü ürünlerindendi.
Milli İktisat, Milli Siyaset
Atatürkçülüğün toplumsal değişme ve gelişme anlayışı, “toplumun temel yapısında devrimsel değişmelere girmeden, çağdaş uygarlığa geçmenin ekonomik kalkınma yoluyla olabileceği, bu kalkınma sonucu olarak o temel yapının da değişeceği tezine dayanır” (Berkes, 1975: 97). Genç cumhuriyetin asker-bürokrat kökenli kadroları iktisadi kalkınma aracı olarak devlet kapitalizmine başvurmuş, hızlı sanayileşme politikasını devletçi uygulamaya dayandırmıştı.
Devletçiliğin tarıma dayalı kalkınmadaki etkisi en açık biçimde pamuklu kumaş üretiminde görüldü. Pamuklu kumaş üretimi 1929-1940 arasında yedi kat artmış, bunda da başlıca rolü devlet fabrikaları oynamıştı (Tezel, 1986: 220). 1934 yılında uygulamaya konulan ilk kalkınma planı da (Beş Yıllık Sanayi Programı), öncelik verilecek (demir-çelik, kâğıt, kimya gibi) sanayileri sayarken, pamuklu dokuma sanayiinin adını en başa yazıyordu (Kongar, 1981: 228).
Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerin gelişmesi “tek başına sanayileşme ile sağlanmayacağı” için “sanayileşmenin yanı sıra tarım sorunlarının, (ve bu sorunlara bağlı olarak) ortaya çıkacak sosyal ve kültürel meselelerin de birlikte ele alınması” gerekiyordu (Tütengil, 1984: 134). Bu sebeple, bütün endüstriyel tarım ürünleri gibi pamuk da cumhuriyet hükümetlerinin daha ilk yıllardan itibaren, kendisine bağlı tüm meselelerle birlikte tarımsal kalkınmanın konusuydu. 1935’de Nazilli Dokuma Fabrikası’nın temel atma ve Kayseri Dokuma Fabrikası’nın açılış törenlerinde dönemin Ekonomi Bakanı Celal Bayar’ın yaptığı konuşmaların ana teması da bu doğrultudaydı. Bayar, “Biz endüstriyi, büyük ziraatın yardımcısı olarak kuruyoruz” diyordu (Buğra, 2009: 110).
Türkiye, devletçi politikalar sayesinde, azgelişmiş ülkeler arasında İkinci Dünya Savaşı öncesi iktisadi kalkınmaya yönelik geniş kapsamlı politikaların uygulandığı az sayıdaki ülkelerden biri olmuştu (Tezel, 1986: 17). Fakat İkinci Dünya Savaşı, Türkiye için devletçiliğin dönemsel başarılarının sona ereceğinin habercisiydi. Tarıma dayalı kalkınma, büyük toprak sahiplerini iyice zenginleştirmişti. 1950’ye gelindiğinde, köylü ailelerin en yoksul yüzde 20’lik dilimi, kırsal ürün gelirinin yüzde 1.8’ini alırken, en zengin yüzde 10’u, yüzde 60’ını almaktaydı (Köymen, 2008: 139). Pamuk da kendi tüketimi için üretim yapan küçük ve orta büyüklükte toprak sahibi köylüler tarafından değil; doğrudan pazara yönelik üretim yapan büyük toprak sahibi işletmelerde üretiliyordu. Gelişen yerli burjuvazinin savaş yıllarında sağladığı sermaye birikimi önemli boyutlara ulaşmış, tek parti dönemi kadrolarıyla arasındaki ittifak çözülmeye başlamıştı.1
Cumhuriyetin siyasi tarihini sınıf çatışması bağlamında değerlendirenler, ağırlıklı olarak asker/sivil bürokrasi ile burjuva fraksiyonları, yani “yönetenler” arasında cereyan eden devlete hâkim olma mücadelesi üzerinde dururlar; işçi ve köylü gibi “yönetilen” sınıflar, kendi politik etkinliklerinden çok, bu egemenlik mücadelesinin işleyişine ve sonuçlarına göre hak elde edebildiklerinden ikincil önemdedir. Türk burjuva sınıfının egemen iki fraksiyonu olan tüccar ve küçük imalatçılar ile büyük toprak sahipleri arasındaki çıkar çatışması, yalnızca iktisadi alanda kalmayıp siyaseti de etkilemiştir. Hızlı bir sermaye birikimi için, işçi sınıfının ağır baskılar altında tutulup tarım sektörünün sömürülmesiyle yaratılmaya çalışılan “milli ekonomi,” siyasal alanda, güçlü asker/sivil bürokrasi ile emeklemekte olan burjuvazinin güçlerini birleştirdiği, korporatist bir toplum modeli öngören “milli dayanışma” ideolojisiyle tamamlandı. Ama işte İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları, devletçiliğin ve milli ekonomi modelinin sonuna gelindiğini haber veriyordu. Savaş döneminde burjuvazinin sağladığı birikim, asker/sivil bürokrasi ile olan ittifakın çözülmesine yol açtı. Artık devlet klikleri ile burjuva fraksiyonları arasındaki farklı ve dönemsel ittifaklardan söz edilebilecekti.
İlk Yerli Burjuvamız: Adanalı Pamuk Tüccarı
Demokrat Parti iktidarıyla geçen 1950’li yıllar böylesi bir yeni ittifaklar dönemiydi. DP iktidarı, klasik şehirli tüccar ve sanayi burjuvazisine benzemeyen, edebiyat ve sinemamızda “Hacı Ağa” ya da “çarıklı milyoner” tiplemeleriyle kodlanmış yeni bir burjuva fraksiyonu ile onun bürokratik ve siyasal temsilcilerinin ittifakıydı. İttifakın çıkarları doğrultusunda devletçi politikaları terk eden DP’nin liberal politikalarıyla 1950-55 arasında tarım üretimindeki hızlı artış genel bir iktisadi büyümeye yol açtı. Bu yıllarda pamuk üretimi iki kat arttı, üretilen pamuğun yüzde 45’inden fazlası ihraç edildi (Yerasimos, 1989: 198). 27 Mayıs 1960’tan sonra, DP iktidarının “plansız ve dengesiz” ekonomik uygulamalarına karşılık; kalkınmada demokratik bir usul geliştirmeye niyetli planlı dönem –I., II. ve III. Beş Yıllık Kalkınma Planları dönemi– başladı. Bu dönem, temel ekonomik değişmeler açısından önemli sonuçlar yaratmadı; ama, 1959 yılı Temmuz’unda, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik talebinde bulunmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin pamuk –ve tütün, ve kuru üzüm, ve incir, ve fındık– ihracatını AET üyesi ülkelere doğru özelleşmiş bir ihracata yöneltti (Yerasimos, 1989: 287). Pamuk artık Türkiye’nin iki yüzyılı bulan Batıya yönelişinin yeni bir evresinde yeni bir rol alıyordu. 1970 Tarım Sayımı verilerine göre, üretim hacmi pamuktan katbekat fazla olan buğdayın pazarlanma oranı yüzde 32 iken, pamuğun yüzde 99 idi (Köymen, 2008: 143). 1970’lerin ilk yarısında tarımsal ürünlerin ihracat içindeki payı, pamuk dışında, gerilemekteydi (Yerasimos, 1989: 280).
1950 sonrası büyümede pamuk etrafında gelişen sanayileşme, bütün toplumsal sonuçlarıyla birlikte, Adana ve Çukurova bölgesi ile özdeşleşti. Bu bakımdan Çukurova benzersiz bir örnektir: “Türkiye’nin başka hiçbir bölgesinde, tarımsal artık bu boyutta ilkel birikim sağlayacak ve ticarete böyle fırsatlar verecek ölçüde yoğunlaşmış değildi” (Keyder, 1993: 192). Adana, ülke ekonomisinde ön sırada yer alan bir tarımsal ürünün –pamuğun– üretiminde iyiden iyiye özelleşmiş bir bölgenin merkezidir (Yerasimos, 1989: 390). İlk çağlardan itibaren Adana ovalarında ekimi yapılan pamuk, 1820’lere kadar ancak yöresel ihtiyacı karşılayacak düzeyde kalmıştır (Yaktı, 2013: 275). Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından işgalinden –1830’lardan– itibaren Adana bölgesi, İngiltere’nin Mısır’ı kendi tekstil endüstrisi için başlıca ham pamuk kaynaklarından biri haline getirmiş olmasının da etkisiyle, iktisadi ve sosyal anlamda ciddi ölçüde gelişmişti. Dünya pamuk üretiminde ilk sırada yer alan Amerika’da 1861’de başlayan ve 1865’de biten iç savaş, o yıllarda Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirerek küresel pazarın en büyük pamuk alıcısı haline gelmiş olan İngiltere’yi zora sokmuştu. Adana, bu koşullarda İngiltere’nin gerek duyduğu pamuğu karşılayacağı yerlerden biri olmuştur. Bundan böyle, Osmanlı tarım ekonomisinde yerel ihtiyaç için pamuk yetiştiren Adana, kapitalist dünya ekonomisine yönelik üretim yapmaya başlamıştı. Kaçınılmaz olarak, sosyal tabakalaşma ve sınıfsal yapılar da kapitalist üretim ilişkilerine göre yeniden şekillenmişti. Üretim teknolojisi de hızla gelişmişti. Birinci Dünya Savaşı arifesinde, Adana’da yaklaşık 1000 orak makinesi, 100 buharlı harman makinesi, 25 çift buharlı pulluk ve 85 buharlı pulluk vardı (Köymen, 2008: 108). 1888 ile 1911 arasında, endüstriyel tarım ürünlerinden tütün üretimi yüzde 191, incir üretimi yüzde 68, fındık üretimi yüzde 217, ipek kozası üretimi yüzde 122 oranında artmışken, sadece Adana bölgesindeki pamuk üretimi yüzde 472 oranında artmıştı (Tezel, 1986: 72).
20. yüzyılı Adana, Batının sanayileşmiş ülkelerine ihracat için pamuk üreten büyük işletmelerin egemenliğinde, “imparatorluğun tarımı en fazla ticarileşmiş bölgesi” (Pamuk, 1984:| 100) olarak karşılamıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarını bu altyapıyla ve benzer bir dinamikle karşıladı bölge. 1923-1929 arası dönemde Türkiye’ye 2500-3000 traktörün girdiği ve bunların 400 kadarının Adana/Çukurova bölgesinde kullanıldığı tahmin edilmektedir (Avcıoğlu, 1987: 480).
Zenginliğin yeni keşfedildiği Adana, sadece pamuğun değil, sınai yatırımların yoğunlaştığı İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerin yanında, genel olarak büyümenin yeni odağı oldu. Yerli sanayi burjuvazisinin gerçek gelişmesine imkân veren şey, 1950’ler ve sonrasının en görünür biçimde burada açığa çıkan olanaklarıydı. Bugün cumhuriyetin 100. yılında büyük sanayi burjuvazisi içinde yer alanların bazıları bu sayede birikim yapabilmiş ve bunun örnekleri en çok da Çukurova bölgesinde toplanmıştır. “Adanalı pamuk tüccarı,” DP ile başlayıp AP (Demirel), Anavatan (Özal) ve AKP’ye (Erdoğan’a) uzanan çizgide siyasal iktidarla dönemsel ittifaklar kuran yeni burjuva fraksiyonunun ikonik temsilcisi oldu.
Adanalı Kayserililer
Türkiye’de burjuvaziyi yaratan önemli bir zümre, tüccar ve küçük imalatçıların yanı sıra, büyük topraklar üzerinde modern üretim yöntemleri kullanarak pamuk gibi endüstriyel ürün yetiştiren toprak ağalarıdır (Kongar, 1981: 397). Doğmakta olan cumhuriyet, toprak ağalarından burjuvazi yaratmak; ama, bunun da öncesinde onları siyaseten yanına çekmek durumundaydı. Mustafa Kemal Paşa’nın, cumhuriyetin ilanından evvel, 15 Ocak 1923’de başlayan ve mart sonuna kadar süren yurt gezisinin önemli bir durağı da bu sebeple pamuk diyarı Adana’ydı. Mustafa Kemal, burada bölgedeki büyük arazi sahiplerini partisine katılmaya çağırmıştı:
Adana Türkocağı’nda onuruna verilen bir şölende, onların desteğini kazanmak için gösterdiği yumuşaklık ilgi çekicidir: Vicdanlı, saf ve nazik kalpli muhterem çiftçiler. Yeni intihabı çok mühim bir vatan meselesi olarak telakki ediniz… Bir Halk Fırkası teşkili emelindeyim. Fırkanın programını bütün millete bildireceğim. Memnun olursanız, iyi bulduğunuz yerler olursa onu kabul, memnun olmadığınız yerleri tashih ederim (akt. Tezel, 1986: 124).
Sanayileşmenin ve kentleşmenin hızlandığı 1950’li yıllarda Adana bölgesinde toprakların yaklaşık yüzde 63’ü ailelerin yüzde 6’sına aitken; yüzde 63 oranındaki çiftçi ailesi bu toprakların ancak yüzde 11’ine sahipti (Yerasimos, 1989: 190). “Bu büyük toprak sahipleri arasında daha başarılı olanları pamukçuluktan çırçır fabrikalarına, iplik sanayiine, tekstil işine atladılar” (Keyder, 1993: 192). Adana ve çevresinin bu eski pamuk üreticisi toprak ağaları, kentli sanayi burjuvazisine karşılık büyük arazi sahiplerinin egemen olduğu yeni mali grupların ortaya çıkışında etkin rol oynar. Bu iki burjuva fraksiyon, iktisadi ve siyasi alanda etkisini gösterecek bir rekabet içerisinde olacaktı.
Örneğin, cumhuriyetin en büyük bankalarından Akbank, 1954 yılından sonra, kendi ürünlerini bizzat kendileri pazarlamak amacıyla ticaret alanına kaymaya başlayan büyük arazi sahiplerinin egemen olduğu yeni mali grupların, İş Bankası gibi geleneksel iş çevrelerine bağlı kuruluşlarla rekabete girişini temsil eder. Bankanın kurucularının hepsi, Nuri Has, Nuh Naci Yazgan, Mustafa Özgür, Seyit Tekin ve gruba sonradan katılan Hacı Ömer Sabancı, Adana’da iş yapan Kayserili iş adamlarıydı. Banka, 12 Nisan 1947 tarihinde Adana-Kayseri Bankası adıyla finans sektöründe yerini aldı. İki şehrin baş harfleri nedeniyle Akbank adıyla anıldı. Bu isim, aynı zamanda bölgede yetişen pamuğu temsil ettiği için seçilmişti. İçlerinde Ermenilerden kalma iplik fabrikalarını alıp Aslan markasıyla iplik üretmek gibi marifetlere sahip olanların da bulunduğu bu aileler, cumhuriyet döneminin 1920’lerden itibaren öncü girişimcileriydiler. Ekonomiden gelen güçlerini siyasete tahvil etmeyi de ihmal etmemişlerdi. Zaten Sivas Kongresi’nde Kayseri delegesi olan Nuh Naci Yazgan, TBMM ikinci dönem milletvekilidir. Ayrıca, Adana’da CHP ve DP’den, sonrasında da AP’den, ANAP’tan seçilen milletvekilleri ya doğrudan bu ailelerden ya da bu aile şirketlerinin üst düzey çalışanlarındandır.
Devlet klikleri ile burjuva fraksiyonları arasındaki farklı ve dönemsel ittifaklar, çoğunluğu büyük arazi sahiplerinin temsilcilerinden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, kalıcı bir çözüme varmayan, yoğun tartışmalara da sebep olmuştur (Yerasimos, 1989: 221-222). Pamukbank’ın sahibi Çukurova Holding ile Akbank’ın sahibi Sabancı arasındaki rekabet, siyasal alanda da çeşitli gerilimlerle karşılık buluyor. Bu gerilim, en son, 1990’larda Çukurova Holding’in ulusalcı kesimlere destek vermesine kadar varıyor.
“Çukurovam/ Kundağımız, Kefen Bezimiz”
Çukurova’da pamuktan kumaşa giden tarımsal kapitalist ilişkiler ve bunun bölgede yarattığı sorunlar ve hoşnutsuzluklar, başta edebiyat ve sinema olmak üzere Türkiye’nin sanatsal üretimine adeta bir Rönesans yaşatmıştır. Hoşnutsuzluk atmosferini, kapitalizmin klasik sermaye birikim düzenine ayak uydurmaya çalışan büyük arazi sahipleri ile tarım ve toprağın yanı sıra atölye ve fabrika gibi yeni üretim araçlarında istihdam edilen ücretli emeğin değişen yaşam koşulları ve bunların genel toplum hayatı üzerindeki etkileri yaratmıştı. Edebiyat ve sinemamızdaki bu tematik dönüşümü simgeleyen Bereketli Topraklar Üzerinde (Orhan Kemal), İnce Memed (Yaşar Kemal), Umut (Yılmaz Güney) gibi Çukurova menşeli pek çok güçlü yapıt, kültür sanat hayatının yeni ufuklara açıldığı, o ufuklarda “Çukurovam/ Kundağımız, kefen bezimiz” dizelerinin yazıldığı, Cemal Tollu ve Nedim Günsür gibi resim sanatımızın büyük isimleri tarafından Pamuk Toplayanlar adlı tabloların çizildiği, yani edebiyatı, sineması ve resmi ve hatta Orhan Kemal’in Hanımın Çiftliği, Vukuat Var, Kaçak, Muzaffer İzgü’nün Zıkkımın Kökü romanlarının sinema ve televizyon uyarlamalarıyla, Türkiye sanatını her yönüyle geliştiren önemli yapıtların ortaya koyulduğu bir dönemi simgeler. Kapitalist ilişkilerin yarattığı eşitsizlikçi ilişkileri kararlılıkla irdeleme niteliği gösteren Çukurova menşeli sanat, kapitalist dönüşüm içindeki bir toplumun belli başlı bütün manzaralarını büyük bir yetkinlikle sergileyen ürünler oldular.
Çukurova odaklı sanat, kültür üretiminin Anadolu’ya Cumhuriyet tarihindeki genel ilgisi ve yöneliminden ayrı bir yerde durur. Çukurova’nın etkin bir kültürel üretim alanı olarak öne çıkışı, edebiyat ve sinemanın kırsal kesimin sınıfsal ve toplumsal sorunlara eğilişini taçlandırmıştı. Bu eserler Anadolu’yu ve insanını kalkınmacı “ıslah” projeleri içinden değil; evrensel düzeyde tüm bir insan varoluşu içinden gören ve o şekilde ele alan yapıtlardır. Batının bütün büyük modernist yapıtları gibi, kapitalist birikimden insan özgürlüğüne giden o bakış açısını aynen yansıtırlar (Aymaz, 2021: 90).
Cumhuriyet öncesi sanatta böylesi rolü, böylesi bir işlevi yoktu pamuğun. Divan şairleri, şiirlerinde ana temalar olan aşk, sevgi, güzellik gibi şeyleri betimlemeye çalışırken, insanı kuşatan maddi unsurlardan yararlanmışlardı ve giyim kuşam da bunlardan biriydi (Öztoprak, 2010: 104). Bu çerçevede pamuk da ancak ve sadece kendinden elde edilmiş bir kumaş adıyla tamamlayıcı bir motif, bir nesne olarak girebilmişti Osmanlı sanatına. Ama “Çukurova Rönesansı”nda artık kendi üretimi ve işlenmesi etrafında oluşan, yaniz bizzat belirleyicisi olduğu toplumsal ilişki biçimleri olarak, bu ilişkilerde şekillenen karakterler olarak vardı. Çukurova Rönesansı’nda pamuk, sanatsal uzamı belirleyen toplumsal uzamın yapılandırıcısıydı.
“Çakal Soluğu”
Cumhuriyet devri kültür ve sanatındaki Çukurova etkisi şaşırtıcı olmayan, anlaşılır bir vakadır. Kapitalist dünyanın toplumsal sorunları konusunda, Türkiye’de tarımsal kapitalizmin beşiği Adana ve Çukurova’nın bu denli ön plana çıkması gayet doğaldı. Nihayetinde bölge, kapitalist ilişkilerin olgunlaşmaya başladığı bir toplumun bütün manzaralarını veriyordu.
Bu türden bir özelliğe sahip her kültürel üretimden bekleneceği gibi Çukurova odaklı sanat da sadece sanat alanında kalmadı, toplumsal muhalefetin de önemli bir aracı olarak gelişti. Bütün az gelişmiş ülkelerde sanat ve kültür, demokratik muhalefetin siyasal alanda etkin bir güce erişemediği koşullarda, o muhalefetin kültürel alandaki özel bir biçimi olarak önem kazanmıştır.
Çukurova’daki kültürel üretimin bereketinin bununla da bir ilgisi vardır mutlaka; ama, bir tek bununla açıklanamaz. Zira cumhuriyet tarihinde işçi ve köylü gibi “yönetilen” sınıfların, kendi politik etkinliklerinden ziyade, “yönetenler” arasında cereyan eden devlete hâkim olma mücadelesinin sonuçlarına göre bazı haklar kazanmıştır genel kuralı, Çukurova’da istisnaya uğrar. Burada durum farklıdır; Çukurova’da işçi ve köylü sahnededir. Hem de en başından beri.
Osmanlı İmparatorluğu’nda doğrudan işçilere yönelik ilk düzenleme, 1834 yılında Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın bir süre işgal ettiği Çukurova bölgesinde tarım işçileri için getirdiği kurallardır. Bu düzenlemeyle, işçilere haftada 1.5 gün tatil getiriliyor ve bu sürenin yarım günü için ücret ödenmesi öngörülüyordu (Koç, 1998: 19).
Önceleri sabah namazından gün batımı sonrasına kadar çalışan pamuk işçilerine sadece öğlenleri birkaç dakikalık azık molası verilirdi. Düzenlemeyle, işçilere sabahları yarım saat kahvaltı, sabahla öğle arasında bir saat kuşluk ve bir saat de öğle yemeği molası verilmeye başlandı. İkindi vaktine doğru da 15 dakikalık dinlenme molası vardı ki buna da “İbrahim Paşa soluğu” ya da halk arasındaki deyimle “çakal soluğu” denilirdi.
Ayrıca, bilindiği üzere Türkiye’de işçileşme ve işçi hakları kazanımı meselelerinde önemli bir argüman, çalışan sayısına göre işletmelerin büyüklüğüdür. Bu ölçekte Türkiye Cumhuriyeti kapitalizminde, genelde binden az işçi çalıştıran, bu nedenle modern sanayi ilişkilerine benzemeyen ilişkilerin hâkim olduğu küçük küçük ve orta büyüklükte işletmelerin ağırlığı vardır. 2000’li yılların arifesinde durumda önemli bir değişiklik yoktu: Ülke genelinde toplam 545 bin işyerinde 4.2 milyon işçi çalışıyordu ve bin ila beş bin arası işçi çalıştıran işyeri sayısı sadece 184’tü, ki bu da toplamda sadece 284 bin işçi demekti. 5000’den fazla işçi çalıştıran 6 işletme vardı ki buradaki işçi sayısı da toplamda 58 bindi (Koç, 1998: 128). Oysa Adana, 20. yüzyıl başından itibaren, İstanbul ve Bursa’nın yanı sıra, kapitalist işçi-sermayedar çelişkisinin gelişebileceği büyük işletmelere sahip illerdendi (Koç, 1998: 24). 1971 yılı verilerine göre ise sanayi sektöründe çalışanların toplam sayısı 1.3 milyon iken, binden fazla işçi çalıştıran işyerlerinde 173 bin 626 işçi vardı ve güçlü sendikalarda örgütlenmiş bu işçilerin çalıştığı şirketler, en başta İstanbul, ikinci sırada Adana bölgesinde toplanmıştı (Keyder, 1993: 236-237).
Nüfus ve Toprak
İstihdam yoğunluğu, kaçınılmaz biçimde, Adana ve Çukurova bölgesini kentleşme dinamiği açısından da öne çıkarmıştır. Cumhuriyet devrinin, İstanbul, Ankara ve İzmir’den sonra, dördüncü büyük şehridir Adana. İbrahim Paşa’nın beraberinde getirdiği ve bugün “fellah”2 olarak bilinen Mısır’ın yerli halkı bu yörede nüfusun büyümesinde etkili olmuştu (Hacıoğulları, 2009: 26-27). İmparatorluğun tarımı en fazla ticarileşmiş bölgesi olarak 19. yüzyılın sonlarından itibaren pamuk toplama mevsiminde uzak yörelerden gelen iş gücünü istihdam eden bölge, bugün de tarım işçiliğinin önemli merkezlerinden biridir. Böylelikle nüfus ve kentleşme, erken dönemlerden itibaren bu bölgede, diğer Anadolu kentlerine göre, sıra dışı bir seyir izlemiştir.
Pamuğun endüstriyel ürün olarak gelişimiyle birlikte, 1950’lerde iki kat artan Adana nüfusu, 1960-1990 yılları arasında da, diğer büyük kentler –İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa– gibi, yine iki katına yükselmişti (Keleş, 1996: 45). Cumhuriyet, bu sıradışılığı bazı planlamalarla denetim altına almanın yollarını aradı. Fakat bölge, parçası olduğu ülkenin çapaçul kapitalizmi ve az gelişmiş demokrasisinin zorunlu sonuçlarından elbette kaçamadı ve nihayetinde bütün o planlamalara rağmen cumhuriyetin yüzüncü yılına birinci derecede verimli tarım arazilerinin akıldışı biçimde kullanılmasının dikkat çeken örneği olarak geldi.
17. yüzyıldan beri pamuk üretiminin merkezi olan Çukurova son yirmi yılda pamuk ekim alanlarını yarı yarıya yitirmiş olsa da (Oral, 2021) hâlâ lider konumdadır. Pamuk ekim alanları içerisinde tüm bir Güneydoğu Anadolu Bölgesinin payı yüzde 60, tüm bir Ege Bölgesinin payı yüzde 19 iken, tek başına ve yaşanan tüm gerilemeye rağmen Çukurova yöresinin payı hâlâ yüzde 20’dir. 2020-2021 tarım sezonunda pamuk üretim miktarı Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 333 bin ton, Ege Bölgesinde 195 bin ton iken, tek başına Çukurova Bölgesinde ise 123 bin ton olarak kayda geçmiştir (TEPGE, 2021).
Türkiye’de pamuk ekim alanları, neoliberal dönem olarak tanımlanan, toplumsal faydanın bir kenara bırakıldığı, “piyasa adaletinin sosyal adaletin önüne geçtiği” (Türel, 2021: 23) 1980 sonrası yılların küresel iktisadi gelişmeleri ve buna bağlı gelişen yerel politikaların etkisiyle ciddi oranda azalmaya başlamış, 2020-2021 tarım sezonunda son 30 yılın en düşük seviyesine gerilemiştir. Sadece 2000-2020 yıllarını kapsayan son 20 yıllık dönemde tüm ülkede pamuk ekim alanları yüzde 45 oranında azalmıştır. Buna rağmen Türkiye bugün, dünya lif pamuk üretiminde Hindistan, Çin, ABD, Brezilya, Özbekistan ve Pakistan’dan sonra yedinci; tüketimde ise Çin, Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’in ardından beşinci sırada yer alan önemli bir pamuk ülkesidir. 2020 yılı verilerine göre, toplam dünya pamuk üretim alanlarının yüzde 1.27’sini kullanarak dünya üretiminin yüzde 2.73’ünü gerçekleştirmiştir (Evcim, 2020: 1). Ayrıca günümüzde dünyada üretilen 1 milyon 250 bin ton civarındaki GDO’suz pamuğun yüzde 60’a yakını da Türkiye’de üretilmektedir (DSO, 2021). Ne var ki tüketimdeki artış ve üretimdeki gerilemeye bağlı olarak ithalat artmaktadır. Türkiye’nin üretimi 2020 yılında tekstil sanayiinin ihtiyaç duyduğu pamuğun ancak yüzde 40 kadarını karşılayabildi (DSO, 2021).
Yüzyılın Anahtarı
Pamuk, genel olarak insanlık tarihinin önemli bir ürünüdür. Ama kapitalizmin bizzat tarihini yazmış bir üründür. Harvard Üniversitesi Kapitalizm Çalışmaları Programı’nın eş başkanlığını yürüten tarih profesörü Sven Beckert, ekonomik, sosyal ve politik bütün boyutlarıyla kapitalizmin küresel tarihini “tek bir meta” ile anlatmak istediğinde ona bu imkânı pamuk vermişti. Çünkü kapitalizm, yerellerdeki tüm pamuk üretimini ve endüstrisini, “bütünleşmiş, merkezileşmiş, hiyerarşik bir pamuk imparatorluğu”na dönüştürmüştür (Beckert, 2018: 16). Makineleşen üretim tekniklerini ve emeği, emperyal genişlemeyle birleştiren kapitalistler, binlerce yılın tarımsal ürününden dünyanın en önemli imalat sanayisini yaratarak küresel kapitalizmi inşa etmişlerdi. Beckert’a göre, şeker ve tütün gibi sanayileşmiş diğer tarımsal ürünler kapitalizmin ilerleyişinde rol oynadılarsa da hiçbiri bu denli büyük bir etki yaratmamıştı: “Pamuk, kıtaları birleştirirken açtığı yeni yollardan dolayı, modern dünyayı, ona özgü olan büyük eşitsizlikleri, küreselleşmenin uzun tarihini ve kapitalizmin sürekli değişen politik ekonomisini anlamanın anahtarını sunmaktadır” (Beckert, 2018: 19).
Pamuk, modernleşen Türkiye’yi ve dolayısıyla cumhuriyet tarihini anlamanın da anahtarıdır. Üretimi ve endüstrisiyle pamuk, Türkiye kapitalizmini motive etmiş, ekonomisi, siyaseti, kültürüyle Cumhuriyet Türkiye’sini bütünleşmiş, merkezileşmiş, hiyerarşik bir yapıya dönüştürmüştür. Kapitalizm öncesi toplumların maddi koşullarında kan bağı, din, siyaset gibi kategoriler toplumsal hayatın “belirleyeni” ya da “öncülü” olabilse de, kapitalist toplumda hem bu kategoriler arasındaki ilişkilerden hem de bu ilişkilerin bütünü olarak toplumsal hayattan doğan imgelerin tümü en temelde iktisadidir. Pamuk, cumhuriyet Türkiye’sinde bunu kanıtlar.
Akimoğlu, A. (2021). Stella McCartney. T24. https://t24.com.tr/yazarlar/alex-akimoglu/stella-mc-cartney,33212, Erişim: 21.11.2021
Arabacı, E. (2021). Kapitalizmin Victoria Çağı’nda Bursa’da Hukuksuz Mülksüzleştirme ve Bir Şehir Ayaklanması. Y. Doğan Çetinkaya & M. Ö.Alkan (Der.) içinde. Tanzimat’tan Günümüze Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi 1839-2014. (56-119). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt.
Avcıoğlu, D. (1987). Türkiye’nin Düzeni. İstanbul: Tekin Yayınevi.
Aymaz, G. (2021). Bir Ulu Irmak: Nâzım Hikmet ve Memleket. İstanbul: Literatür.
Beckert, S. (2018). Pamuk İmparatorluğu: Tek Bir Meta İle Kapitalizmin Küresel Tarihi. A. Nalbant (Çev.). İstanbul: Say.
Berkes, N. (1975). Türk Düşününde Batı Sorunu. İstanbul: Bilgi.
Buğra, A. (2009). Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika. İstanbul: İletişim.
Evcim, H. Ü. (2020). Pamuğun Türkiye İçin Sosyal ve Ekonomik Önemi. http://www.upk.org.tr/User_Files/pdf/PDF/pamugun-turkiye-icin-sosyal-ve-ekonomik-onemi.pdf, Erişim: 03.02.2022.
Hacıoğulları, A. (2009). Bereketli Toprakların Öncüleri. İstanbul: Ares.
Keleş, R. (1996). Kentleşme Politikası. Ankara: İmge.
Keyder, Ç. (1993). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim.
Koç, Y. (1998). 100 Soruda Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketi. İstanbul: Gerçek.
Kongar, E. (1981). İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Ankara: Remzi.
Köymen, O. (2008). Kapitalizm ve Köylülük. İstanbul: Yordam.
Oral, N. (2021, Mayıs 7). Pamuk üretiminde dramatik düşüş. Birgün. https://www.birgun.net/haber/pamuk-uretiminde-dramatik-dusus-343896. Erişim: 01.02. 2022.
Öztoprak, N. (2010). Divan Şiirinde Giyim Kuşam Üzerine Bir Deneme. Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 4, 103-154.
Pamuk, Ş. (1984). Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi (1820-1913). Ankara: Yurt.
Pamuk ve İplik Sektörü Araştırma Raporu (2021). DSO (Denizli Sanayi Odası). http://www.dso.org.tr/images/file/istatistik/2009/DSO%20Pamuk%20Raporu%202021.pdf. Erişim: 05.02. 2022.
Pappé, I. (2009). Ortadoğu’yu Anlamak. İstanbul: NTV Yayınları.
Tarım Ürünleri Piyasaları: Pamuk. (2021). TEPGE (T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü). https://arastirma.tarimorman.gov.tr/tepge/Belgeler/PDF%20Tar%C4%B1m%20%C3%9Cr%C3%BCnleri%20Piyasalar%C4%B1/2021-Haziran%20Tar%C4%B1m%20%C3%9Cr%C3%BCnleri%20Raporu/Pamuk,%20Haziran-2021,%20Tar%C4%B1m%20%C3%9Cr%C3%BCnleri%20Piyasa%20Raporu,%20TEPGE.pdf. Erişim: 04.02. 2022.
Tezel, Y. S. (1986). Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950). Ankara: Yurt.
Türel, O. (2021). Küresel İktisadi Tarihçe 1980-2009. İstanbul: Yordam.
Tütengil, C. O. (1984). Az Gelişmenin Sosyolojisi. İstanbul: Belge.
Vatter, S. (2007). Şam’ın Militan Tekstil Dokumacıları: Ücretli Zanaatkârlar ve Osmanlı İşçi Hareketleri, 1850-1914. D. Quatrert & E. J. Zürcher (Der.) içinde. Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine İşçiler 1839-1950. (55-95). İstanbul: İletişim.
Yaktı, Ö. (2013). Amerikan İç Savaşı ve Adana: Pamuk Tarımının Adana’nın Modernleşme Sürecine Etkisi. Atatürk Yolu Dergisi, 54, 273-296.
Yerasimos, S. (1989). Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye -Cilt 3-: I. Dünya Savaşından 1971’e. İstanbul: Belge.
Kapak görseli: Photo by Karl Wiggers on Unsplash
- Tek parti olarak iktidarını sürdürmekte olan CHP, gittikçe güçlenen burjuva muhalefetine karşı yoksul köylülerle bürokrasi arasında yeni bir ittifak kurma ümidiyle toprak reformunu başlatmıştı. 1946-1950 arasında 33 bin aileye devlete ait toprak dağıtıldı (Keyder, 1993: 175); ama, büyük toprak sahiplerinin mecliste yıllarca süren güçlü muhalefeti nedeniyle ancak 1945 yılında çıkartılabilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, özellikle devlet topraklarının özel kişiler adına tapulanmasının yolunu açan 1964 tarihli Tapulama Kanunu ile hedefinden uzaklaşarak, hazine arazilerinin imtiyazlı kişilerin eline geçmesi ve dolayısıyla ortadan kalkmasının hedeflendiği toprak ağalığının iyice pekişmesiyle sonuçlandı (Bkz. Köymen, 2008: 146-149).
- Fellah, Türkiye’de genellikle Adana ve Mersin illerinde yaşayan Araplara verilen isim. Fellah olarak adlandırılmalarının sebebi Çukurova’da sadece çiftçilik yapmalarıdır. Zira Arapçada fellah, çiftçi demektir.


























