Giriş
Tezeği, başta Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgesi’nde olmak üzere Türkiye’nin kırsal kesimlerinde hayvancılıkla uğraşanların, inek ve koyun gibi hayvanların dışkısından ürettikleri bir tür yakacak olarak tanımlayabiliriz. Nişanyan Sözlük, tezek kelimesi için TDK Sözlüğü ile aynı karşılığı verir: “Hayvan Dışkısı”1 ve kelimenin kökeninin de, hayvan dışkısı için kullanılan “ters” kelimesinden gelmiş olma ihtimalini vurgular. Tezek kelimesinin tespit edilen en eski kullanımının, 900 yılından önce eski Türkçe kaynaklı olduğunu söyler: “Oglan kekük tezekin bultı” (Oğlan kartal tezeği buldu). İkinci bir kullanım için de Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü işaret eder: Tezek, “at gübresi” olarak geçer burada. Tezek, yapılışı, türü ve kullanım şekline göre çeşitli isimler alır. Bu isimler Türkçeye nazaran Kürtçe dilinde daha geniş ve renklidir. Kürt nüfusunun büyük bir bölümü doksanlara kadar kırsal kesimde yaşar, hayvancılık ve tarımla uğraşırlardı. Kışların oldukça uzun geçtiği Doğu Anadolu Bölgesi için tezek, uzun süre aranan, insanları fazlaca meşgul eden ve yapısı, kalorisi, işlem görme şekliyle onlarca isim ve sıfat kazanmış bir nesneydi. Sadece Doğu Anadolu Bölgesi’nde değil küçük yahut büyükbaş hayvancılığın yapıldığı Türkiye’nin kırsal kesimlerinin genelinde tezek, kadim bir ısınma aracı olmuştur.
Tandır, soba kadar tüp gazın da nadir olduğu zamanlarda “kuçik” diye adlandırılan ocaklar için kullanılan tezeğin yapılma aşamalarının, doğanın döngüsüyle son derece uyumlu olması, tezeği yerden biten bir bitki derekesine getirir. Tezek kelimesini sergin kelimesiyle karşılayan Kürtçede tezeğin türlü türlü hallerine (bazılarına aşağıda değinilecektir) isimler verilmiştir. Kerme, tepik, kelax, basme, peyin, tezeği ve tezek yapım aşamalarını ifade etmek için kullanılan tanımlardır. Isınma teknolojisinin gelişimi (kömür, doğal gaz, kaloriferin köylere kadar girmesi) ve köyden kente göçün etkisiyle tezek de, eskiye nazaran, aranan bir yakacak olmaktan çıktı.
Tezek Yapımı
Kışın soğuk ve karlı olmasından dolayı ahırlara kapatılan ve içerde beslenilen hayvanların dışkısının on santim kalınlığında tüm zemini kaplamasıyla katılaşan tabakalar mer denilen özel küreklerle kesilir, evin müştemilatında bir yere serilir. Kimi zaman daha rahat tutuşsun diye henüz dışkıyken içine saman da karıştırılır. Ahırlar ya da kapalı yerlerde on, on beş santimi bulan tabakaların kare yahut dikdörtgen şeklinde kesilme işleminden sonra ortaya çıkan ürüne “kerme” denir. İşlemin mayıs ayında yapılmasından ötürü bazı bölgelerde tezek “mayıs” olarak adlandırılır. Kesme ve taşıma işinin ağır olmasından dolayı, işin büyük bir kısmını erkekler yapar. Bir ahırı –kermeleri– kesip dışarı taşımak bir günü bulduğundan, köyde ot biçme, duvar örme gibi birçok ağır işte olduğu üzere, imece usulüyle beş altı kişinin bir araya gelerek toplu yaptıkları türden bir iştir bu. Henüz nemli olan bu kermeler bir duvar gibi dizilir, sonbaharın kuru mütemadi rüzgârlarında günlerce kurumaya bırakılır. Bu bekleme sürecinde tezek yığını tavuk, hindi gibi kümes hayvanları için eşelenme, beslenme; küçük çocukların üzerinde tepindiği, türlü oyunlar oynadığı bir oyun alanı işlevi de görür. Günlük olarak ahırdan dışarıya taşınan ve orta yere dökülen gübrenin geniş bir çember oluşturması da “basme” diye adlandırılır. Basma, ayakla ezme fiillerine karşılık gelen Türkçe bir kelime. Kürtçe fonetiğe uydurulmuş ve “basme” olarak söylenegelmiştir. Kimi zaman basmanın içinde cılız otlar açar, bu otlar muzip bir bakışla güle benzetilir, “gula ser basmê”2 diye adlandırılır. Söz konusu tabirin genç kızlarla alay etmek, onları incitmek yahut onlara şaka yapmak amacıyla, yaşıtları erkekler tarafından kullanıldığını belirtelim. Nihayetinde kuruyan ve artık yakılmaya hazır olan tezekler, kış mevsimine kadar korunması için bu kez de bir daire üzerinde yükselen bir üçgen yapı şeklinde örülür, bir piramit gibi (yüksekliği iki buçuk, üç metreyi bulur) dikilen bu yapı kelax ismini alırdı. Tezek, böylece tüm mevsim döngülerinin el birliğiyle üretip kullanılacak hale getirdiği, varlığını doğal döngüdeki ritme borçlu bir nesne olarak tanımlanabilir. Tezek ve ardıllarını kalori değeri üzerinden sıralamak gerekirse; ilk başta koyun tezeği gelir, ikinci sırada inek tezeği ve arkasından tezekten daha ince olan yukarıda bahsettiğimiz “tepik” gelir. Bu değer ölçeğinin dördüncü sırasında bışkul, en sonda ise artık tezeğin aşınmasıyla meydana gelen toz toprakla karışmış tezek tozu mahiyetinde peyin gelir. Peyin, daha çok bağ, bostan, tarla için gübre olarak kullanılır.
Kelax(ğ)
Köy yerinde taş, kerpiç gibi malzemelerden yapılmış, tek göz küçük evlerin (odaların) arasında üst üste üçgen biçimde özenle dizilmiş yükselen kelaxları gördükten sonra unutmak mümkün değil. Zira, insan ve hayvanlar için barınak olmuş ahır, kümes gibi yapılara alışık zihinler tezek gibi bir şey için yapılmış bir tür “tezek evini” andıran kelaxı ilginç ve unutulmaz bulur. Bir köye yaya olarak girildiğinde cami, okul gibi ilk göze çarpan büyük yapılara, “Kürt piramitleri” dediğim kelaxları da ekleyebiliriz. Kelaxın bittiği üçgenin tepe noktasına, bir sancak gibi yabani otlardan yapılan bir süpürgenin dikilmesi de yağmura karşı bir şemsiye görevi görme ihtiyacından olsa gerek. Kelaxın duvarını ekseriyetle erkekler dizerken; dış duvarını taze dışkıyla sıvamak, kadın ve genç kızlara kalırdı. Köyün orta yerinde taze dışkıyla meşgul olmak genç kızların tercih etmediği, kötü bir iş olarak zihnimde kalmıştır. Durumdan rahatsız olur, utanır, bu sebeple yüzlerini gözlerini yazmalarıyla sıkıca kapatıp öyle iş görürlerdi. Yaz ortasında dimdik duran kelaxlar, köylünün zar zor ardında bıraktığı kışı sürekli hatırlatan sakin kuleler görünümündeydiler. Ancak ekin biçme zamanının sıcağında iyice ısınan havaların bıraktığı pus, bir anlığına da olsa, kelaxların bu haşin kar-kış çağrısını unutturabilirdi. Bu haliyle kelax/tezek özüyle kışa ait olsa da; biçim, renk ve yumuşak dokusuyla hep kışa, kara, beyaza uzak duran bir şeydi.
Cami ve Okul
Tezeğin okul ve camiyle kopmaz; ama, hep netameli bir ilişkisi olmuştur. Devlet tarafından atanan kadrolu imamlar yerine uzun yıllar köylüler kendi imamlarını belli bir ücret ya da zekât karşılığında bulur, görevlendirirdi. Köy heyetinin görüştüğü imamlar, köye gelmeyi ve bir yıl imamlık yapmayı, peynir ve yoğurt, kışın tezek, yazın da buğday (zekât) ihtiyacının giderilmesi, yine caminin yakacağının el birliğiyle toplanması gibi şartlarla kabul ederlerdi. Hem imama hem camiye tezek verme işinin imece usulüyle yapılması kadar, bir tür sevap kazanma beklentisi de burada rol oynardı. Köyde cami kadar yakacağa ihtiyacı olan bir yapı daha vardı, o da okuldu. Tezek, cami ve imam için gönüllü olarak tek seferde toplanır; okul söz konusu olunca ise küçük çaplı tartışma ve kavgalar çıkardı. Cami ile okulun karşı karşıya geldiği bu yerde, kararların ve katılımın hep cami lehine sonuca bağladığını söyleyebiliriz. Cami ve okul karşısında tavır alma biçimini gözler önüne seren bu durum köylünün zihnindeki din ve devlet mefhumunun sarih gösterenlerinden biri olarak okunabilir.
Tezek Kolu Başkanı
Modern eğitim yuvaları okulların Türkiye’deki diğer şehirlere göre geç, öğretmenlerinse daha da geç gelip erken ayrıldığı, kışların oldukça sert ve karlı geçtiği Kürt köylerinde okulla tezeklerin mecburi, gayriresmî bir ilişkisi hasıl olurdu. Yakıt ihtiyacı devlet tarafından karşılanmayan okullara köylüler, tezek bağışında bulunmak zorundaydı. Bu tezek götürme işi cami için olduğu gibi bir defada, topluca yapılmazdı. Okula tezek götürme işi pek gönülsüzce yapıldığından, her gün tekrar eden sıkıcı bir işe dönüşür, tüm yük çocuklara (öğrencilere) kalırdı. Okul çantalarımız yahut çanta niyetine okul malzemelerini içine tıkıştırdığımız naylon poşetlerin yanında mutlaka koltuk altlarımıza birer tezek sıkıştırmak zorunda olduğumuzu çok iyi hatırlarım. Tezek bulunmayınca sınıflar buz keseceği için tezek getirme işini sağlama almak ve belli bir düzene koymak adına cevval öğretmenlerin bulduğu çare ise öğrenciler arasında sınıf başkanı, kitaplık kolu başkanı gibi görevlendirmelerin yanına bir de “tezek kolu başkanı” tayin etmekti. “Tezek kolu başkanı” elinde bir defter ve bir kalem okulun girişinde durur, yerdeki kar örtüsünün elli santimi bulduğu soğuk günlerde kara bata çıka gelen öğrencilerin elinde tezek olup olmadığını kontrol eder, duruma göre artı/eksi verirdi. Bu çetele defterine girmek, biz öğrenciler için feci bir şeydi; zira işin sonunda dayak ve ceza vardı. Tezeğin eğitim yuvası için böylesine bir giriş biletine dönüştüğü günlerde bazı ebeveynler çocuklarına ya cimrilikten ya da yokluktan tezek vermediğinde, öğretmen de öğrenciyi cezalandırmak için avucuna ya sopa indirir ya da tekrar eve yollardı. İlkokulda tezek yüzünden okulu bırakan birkaç arkadaşım olduğunu söylemeliyim. Geçmişin içinde küçük bir detayın o döneme dair çok şey anlattığına dair en canlı sahnelerden biri de, hafızamdan silinmeyen tezek kolu başkanlığı ve tezek getirmediği için eğitim hayatı sonlanan öğrencilerin, çok geçmeden eve para getirmek için inşaat yahut başka ağır işlerde çalışmaya gönderilmeleriydi. Tezek kolu başkanlarımızdan birinin kendisine verilmiş görevi layıkıyla yapmak hatta görevi daha da perçinleştirmek için tezek getirmeyenlere “eksi,” getirenlere “artı,” tezeğin daha ince ve kalori bakımından zayıf bir çeşidi olan “tepik” getirenlere ise ancak “yarım artı” vermesi, tezeğin sadece çeşitleriyle değil hayattaki edimleriyle de kategorize edilecek nitelikte zengin bir nesne olduğunu gösterir. Tezeğin tek başına bir kullanım değeri olduğu gibi sosyal hayat içerisinde üstlendiği böylesi vasıflarla önemli bir şeye dönüştüğünü söylemek mümkündür.
Tezeğin Kıymet-i Harbiyesinin Edebiyat ve Sinemadaki Yansımaları
Kimi yazarların, tezeğin köylünün yaşamında değerli bir şey olduğuna dikkat çektiği olmuştur. Hikmet Birand’a ait Anadolu Manzaraları kitabının bir pasajında tezek, “kuyruklu dağın kömürü” olarak geçer: “Kışın tandırda şepit ile pişecek, ocakta aş ne ile kaynayacak? Hep kuyruklu dağın kömürü ile” (2014: 17). Birand, bu tabirin askerde, bir onbaşının bulduğu, taş kömürüne bir benzetme olduğunu aktarır ve ekler: “Tezek ocağın değil, toprağın hakkıdır; kim bilir? Belki de ocağın hakkıdır” (2014).
Yusuf Atılgan’ın Ağaç adlı öyküsünde yeni evli çift Mehmet ve Fatma’nın yakacak bulmaları gündelik hayatlarının temel telaşlarındandır. Mehmet ve Fatma arasında geçen konuşmada tezek hem odunun alternatifi hem üç beş hayvanın tersinden kolayca elde edilebilecek bir yakacak olarak geçer:
– Bu getirdiğin odunlar kışı çıkartır mı bize?
– Üç günde bir yakarsak bayağ gider. Ama utanmayı falan bırakıp bubangilden biraz tezek isteyelim ki yaş odun yansın. Bu yaz üç beş hayvanın tersinden dünyanın tezeğini yaparız gelecek kışa. Yarın ben de Hasan Emmi’den istiycem (2000: 89).
Rıfat Ilgaz’ın “orada bir köy var” mottosuna denk düşecek Bizim Kasabamız adlı şiirinde tezek, fakir bir hayatın dekorunda yer alan, kendiliğinden fakirliği ve yokluğu simgeleyebilecek nitelikte bir şey olarak karşımıza çıkar:
“Kerpiçtir evlerimiz,
Yatarız ahir sekisinde
Bir yanımızda karımız, çocuğumuz
Bir yanımızda çiftimiz, çubuğumuz
Tezek yakarız odun yerine;
Saç üstüne saman yakarız,
Gaz yerine” (1992: 32).
Tezek, Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye adlı epik şiirinde, Erzurum ile ilişkili olarak yerini bulmuştur. Karanlığın bile kaskatı donduğu bir yerde tezek ve tandır ısınma aracı olarak kayda geçer:
“Erzurum’un kışı zorludur balam,
tandırında tezek yakar Erzurum,
buz tutar yiğitlerinin bıyığı
ve geceleyin karlı ovada
kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı” (1987: 25).
Tezeğin hakkını ya da değerini iade etmeye dönük bir hamle de Türk sinemasından gelmiştir. Senaryosunu Yavuz Turgul’un yazdığı, yönetmenliğini Ertem Eğilmez’in yaptığı Erkek Güzeli Sefil Bilo (1977) filminde tezeğin bu değer kazanmış hali üzerine kurulu bir sahne vardır. Sefil Bilo (İlyas Salman), köy yerinde sevdiği kıza bayram hediyesi olarak bir teneke tezek götürür. Biraz karakterin saflığını alaya almak ve bundan kaba bir güldürü çıkarmak için kurulmuş bir sahne olduğunu düşündürse de bu sahnede kendisine “Ulan boktan hediye mi olur?” diyen Münir Özkul’a Bilo’nun “Valla daha kıymetlisini hiç görmemişem” cümlesiyle verdiği cevabın, sahnenin tüm mizahi niyetine rağmen, tezeğin kıymetine/nesnel değerine dair bir gerçeklik barındırdığını söyleyebiliriz. Sahnenin temel mizanseninin, tezeğin dışkıdan geldiği gerçeği ile onu köy yerinde değerli, vazgeçilmez bir meta yapan ekonomik şartların arasında açılan yarık üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz. Bilo’nun, tezeği sevdiceğine uzatırken birkaç kez onun “bok”luğuna gönderme yapıp tekrar tezek kelimesi kullanması bu yarılmanın dildeki karşılığı gibidir. Öyle ki Bilo, tezek üzerine bir mani bile dizmiştir:
“İster yaz ister oku
Düğünümüze bir kilim doku
Hem yoksulum hem âşık
Hediye getirmişim bu boku.”
Mani okunduktan sonra “Senin bir teneke bokuna mı kaldım?” diyerek Bilo’ya yol verir sevgilisi. Bilo, yolda kendi kendine “Bir tenekeyi beğenmedi, bir dahaki sefere iki teneke getiririm,” diyerek sorunu tezekten hediye olmayacağından çok tezeğin azlığına bağlar.
Köyden Şehre İnemeyen Tezek
Köyden kente göçle beraber hayvancılığı terk etmeyen Batman, Siirt, Diyarbakır gibi illerde “koçer” (göçer) denilen göçebeler ile devlet kurumları ve yetkililer karşı karşıya geldi. Neredeyse 2010’lara kadar şehrin göbeğinde hayvancılık yaptıklarından dışarıya tezek yapmak için serdikleri gübreden yayılan ağır koku ciddi bir şikâyet sebebi oluyordu. Bu durum karşısında büyük bir nüfusa sahip göçerler için şehir dışında uzak arazilerde hayvan barınakları, ağıllar yaptırıldı. İlkin birçoğu, yeni yapılan yerlere gitmemek için direndi; ama, hayvanları terk etmek ile şehri terk etme arasında hayvanlarından yana tercih yapıp yeni yaşam yerlerine taşındılar. Zaman içerisinde buralara evlerini de taşıyınca, uğraşları gereği şehir dışında yaşamlarını sürdürdüler. Uğraşlarıyla şehir arasında kokudan bir set çekilme hali, son yıllarda bitmek üzere olan hayvancılıkla beraber aşılınca sorun, uzun vadede göçerlerin aleyhine sönümlenmiş oldu. Ancak bazı gazete haberlerine de yansıdığı gibi,3 kentlerin yaşam ve üretim döngüsüne ayak uydurmakta güçlük çeken vatandaşların geçinmek için hâlâ köylerine ihtiyaç duydukları açıkça görülüyor. Birçok temel gıda malzemesinin yanı sıra tezeğin de şehirlerarası otobüslerde taşınmak durumunda kalması, haber değeri taşıyan bir öğe olarak öne çıkıyor. Tezek bir tür kaçak ve uyumsuz bir yolcu olarak kentin kapılarından böylece içeri giriyor.
Tezeğin kente yabancılığına, onun kentin ve kentliliğin tam karşısında duran bir nesne olarak konumlandırılmasına bir başka örnek de Mahsun Kırmızıgül’e ait son derece çarpıcı Maço Erkek4 şarkısında görülür. Mahsun Kırmızıgül bu aşk şarkısında kendisiyle sevdiği kadını karşılaştırır ve aradaki bariz farkları çizerken tezek metaforundan faydalanır. Tezek ve tezekle haşır neşir olanların, onlara dışarıdan bakanın görüşünü içselleştirdiğini gösteren dizelere gelin beraber bakalım:
“Sen büyük şehirlerin süslü kızı
Ben uzak köylerin garip çocuğu
Senin dudakların boyalı ellerin ojeli
Benim ayaklarım çatlak ellerim nasırlı
Senin doğduğun büyüdüğün kentlerde çıkar fabrika dumanı
Benim doğdum uzak köylerde çıkar tezek dumanı
Dedim ya güzel gözlüm
Ben sevdim mi Allah’ına kadar severim.”
Arabesk, fantezi gibi adlarla anılan müzik türlerinde “masumiyet, bozulmamışlık, aldatılmışlık, ilericilik, gericilik” gibi indirgemeci bir zıtlıklar bagajıyla ele alınan mefhumlar, bu şarkıda benzer temalar içerisinde yorumlanmış. Şarkıda anlatıcı, ötekini (şehirli) güzel, temiz, bakımlı olarak son derece steril bir dünya içinde tanımlarken; kendisini işten, güçten, fakirlikten yıpranmış çatlak ellere sahip biri olarak konumlandırıyor. Fabrika dumanıyla tezek dumanı arasında yaptığı vurgu kanımca önemlidir; çünkü, fabrikalaşmanın çağrıştırdığı büyük kentlerle tezek dumanının imlediği köyler arasındaki farklılığa dikkat çekiyor. Burada dev fabrika bacalarının kalın, hacimli dumanıyla tezeğin zayıf, cılız dumanı arasında bir kuvvet hiyerarşisi kurulup kurulmadığını merak etmemek elde değil. Bu kıyaslamada örtük bir yarıştırma olduğu sezdiriliyor zira. Tezeğin hanesine yazılanlar yoksulluk, sefalet, bakımsızlıkken; fabrikanın hanesine yazılanların temizlik, varsıllık, güzellik olması da ilginçtir. Burada anlatıcı bariz bir şekilde bir bakış/algı kayması içinde görülüyor: Kendisine bir başkasının gözünden bakıyor ve başkasının bakışı olarak kodladığı şey de gerçeklikten uzak, ancak kendi arzusunun yanılsamasından türüyor. Çifte kavrulmuş mezkur yanılsama fabrikayı, fabrikada çalışan işçileri, zor koşullar altında şehirde yaşam mücadelesi verenleri ıskalıyor haliyle. Köyde çalışanın sırf köyde yaşaması ve tezekle (en derinde “dışkı”yla) haşır neşir olması sebebiyle, şehirden geri ve kötü olduğunu ima eden anlatısıyla sınıfsal tarih bilincinin çok uzağında bir şekilde hayatı yorumladığı görülüyor. Şarkıda tezek dumanı, salt pozitivist yüzeysel bir bakışla, fabrika dumanından geriliği ve zayıflığı imliyor ve haliyle her iki dumanı soluyanlar arasındaki ayrıma vurgu yapıyor. Şarkının çıktığı 90’lı yıllarda bu algının ve söylemin, birçok insanın zihnindeki şehir ve köy algısını ifade edecek genellikte olduğu söylenebilir.
Bu şarkı ve film sahnesi dışında, tezeğin şehirlinin markajına çok nadir girdiğini söyleyebiliriz. Daha çok TRT’nin, “Yurdun her köşesi kutsaldır ve aydınlatılmalıdır,” şiarıyla uzak köylerde çektiği kimi eski zaman belgesellerinden ve 2000’li yıllarda bu belgeselleri taklit ederek varlık göstermeye başlayan gezelim görelim temalı programlardan hatırladığım kadarıyla tezek, köyün ayrılmaz bir bileşeni olarak ekranlara yansırdı. Bir tür etnik ve uzak safari hissiyatının da iş gördüğü bu belgesellerde, anaların emeğinin bir sonucu olarak ortaya çıkan tezekler gösterilir, tezeği kendi elleriyle ürettikleri vurgulanır ve tezeğin ne derece faydalı, işlevsel bir şey olduğunun altı çizilirdi. Elbette tezek dumanına sürekli maruz kalıp hayatlarının geri kalan kısmında kronik baş ağrısı çeken kadınlara değinilmezdi. Belki bu ısrarlı yerlilik vurgusu, dışarıya bağımlı olmayı kabullenemeyen, bunu bir tür kompleks haline getiren zihniyetin bir yansıması olarak okunabilir. Kaynağının “iğrenç,” yapısının zayıf, alelade olmasına rağmen tezek, dışa bağımlı olmadan kendimizin üretebileceği şeyler hanesine yazılırdı.
Bu küçük çaplı tezek romantizmine karşıt görüşler de mevcuttur. Dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, nükleer santral kurulmasına karşı çıkan sivil toplum kuruluşlarından Mersin Nükleer Karşıtı Platform’a (NKP) 2011 yılında, “Nükleer yerine tezekten mi enerji üretelim?”5 diye cevap vermişti. Burada tezeğin, enerji üretiminde muasır medeniyetler seviyesine çıkmak isteyen bir ulus için yeterli olmadığı görüşü hakimdir. Ancak tezek, birçok insan için yerli ve bilindik bir ısınma aracı olduğundan hâlâ vazgeçilmezdir. Bitlis’te evini ısıtmak için tezek kullanan vatandaşın, ödeme gücünü aşan elektrik faturası yüzünden, ona tezek sağlayan ineğini satma noktasına geldiğini anlatan haberde olduğu gibi: “Evini tezekle ısıtıyordu! 1.722 lira gelen elektrik faturası sonrası tek çaresi ineğini satmak.”6
Doğal Ekolojik Bakış
Kent ve tezek arasında bir kötü koku bariyeri/duvarı her zaman olmuştur. Kore yapımı Parazit filminde sınıf farkı, kötü koku üzerinden işlenir örneğin. Alt sınıftan gelen yoksul kahraman, kokusuyla, zenginin burun direğini sızlatan biri olarak gösterilir. Steril bir yaşam içindeki zengin, onu en çok kokusuyla hatırlar ve buradan yola çıkarak bir ilişki/ilişkisizlik geliştirir. Tezek, ne kadar işlevsel ve kullanışlı bir şey olsa da kaynağı olan “dışkı”yı hatırlatması ve kişinin üstüne başına da sinen kokusuyla kentli için bir problem olsa gerek. Bu özelliğiyle tezek, kentli ve modern hayat sürenlerin nezdinde kaçınılan, sakınılan, görüş alanından ısrarla çıkarılan, nihayetinde iğrenilen bir şey olarak düşünülebilir. Bunun tam aksine köylünün ya da hayvancılık yapan birinin tezeği ve dışkıyı, yaşam zinciri içinde doğal bir yerde konumlandırdığını görüyoruz. Bu farkın, hem dünyaya hem de ekolojiye dair ciddi bir kavrayış farkı olduğunu söyleyebiliriz. Köylü, tezeği yukarıda yazıldığı üzere, bir doğal döngüsellik içinde görme ve kullanma becerisine sahiptir. Hayvan-dışkı-tezek-ısınma-gübre-ot-hayvan-dışkı döngüsünde tezeğin varlığı, yaşam ve beslenme zincirinde tiksinti yaratmadan yerini bulur.
Ezcümle tezeğin, hem işlevi hem insandan beklediği dünya tasavvuru, primitif ekolojik görüsü, anlam çağrışımı ve imgesiyle çoklu okumalara elverişli bir nesne olduğunu söyleyebiliriz.
Atılgan, Y. (2000). Bütün Öyküleri. İstanbul: Yapı Kredi.
Birand, H. (2014). Anadolu Manzaraları. Ankara: Tübitak.
Hikmet, N. (1987). Kuvayi Milliye. İstanbul: Adam.
Ilgaz, R. (1992). Yaşadıkça. İstanbul: Çınar.
Kapak Görseli: Kars Yaylası. Kaynak: Wikimedia [https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Kars_Yaylas%C4%B1_06_1989_Yal%C4%B1nkaya_Tezek-Brennmaterial.jpg]
- https://www.nisanyansozluk.com/kelime/tezek
- Basma üzeri çiçeği/basmadaki çiçek
- https://www.yenisafak.com/gundem/tezek-de-tasiriz-ev-de-2679118
- Bebeğim, 12’den Vuracağım albümü içinde, 1994.
- https://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/caglayan-tezekten-mi-enerji-uretecegiz-haberi-44394
- https://www.sondakika.com/ekonomi/haber-evini-tezekle-isitiyordu-1-722-lira-gelen-14708319/