EKMEK
DEMET BOLAT

İÇERİK

Ekmek: Buluştuğumuz Müşterek

“Aç mezarı yoktur,” derler eskiler; aslında vardır da bakmayın. Herkesin en kötü “bi lokma” ekmeğe ulaşacağı, hepimizin bu dünyada yiyecek ekmeği olduğu sanılır. Ekmek açlığa ilk çaredir, açlıkla tokluğun arası bir dilim ekmektir. Zengini de fakiri de kadını da erkeği de yaş almışı da kanı deli akanı da yer ekmeği. Bu nedenle ekmek ortak kırılganlığımızın aynası, uzakları yakın eden bir bağdır aramızda. Yaşı, medeniyetten de eski ekmek, çağları, kuşakları, coğrafyaları, insanları aynı sofrada buluşturur: Güneşle sararan yeryüzünün tahıl sofrasında, insanın insan olmayan canlılarla ve alet edevatla kurduğu ilişkide mayalanan tarihin sofrasında. Ekmek müştereğimizdir ve her müşterek gibi ikili bir anlama sahiptir: Hem en temel, en vazgeçilmez olan, herkesin hakkı olandır hem de en sıradan, en avam olan, herkeste bulunandır. Yani hem “kuru ekmek” hem “kutsal ekmek” anlatılarını hamurunda barındırır.

Böylesi el altında ve böylesi baş üstünde olunca, ekmek duaya, bedduaya, yemine karışır. Yeri gelir yenilen ekmek haram edilir, yeri gelir “oğul ekmeği yiyesin” diye dua edilir, yeri gelir “ekmek Kur’an çarpsın” diyerek yemin edilir. Buğdayı Cebrail’den alan Âdem peygamber, ekmekçilerin piridir. Ekmek, İsa peygamberin son akşam yemeğinde havarilerine dağıttığı etidir. Musevilik’te Tanrı’ya mayasız ekmek sunulur. İslamiyet’te ekmekle ilgi pek çok söz, hadis vardır. Anadolu’da ekmekle ilgili inançlar kuşaktan kuşağa aktarılmıştır: Ekmek kırıntısı kapının önüne silkelenmez, iblisler gelir; ekmeğe ayak değmez, evin bereketi kaçar; akşam ezanından sonra ekmek mayalanmaz, eve kıtlık getirir; cemreyle ve ilk bahar yağmuruyla mayalanan ekmek şifalıdır ve daha nicesi. Yere düşen ekmeğin öpülüp başa konulması ve yüksek bir yere kaldırılması köklenmiş bir saygı ritüelidir. Ekmek, en az kendisi kadar temel ve kutsanmış, “dünyanın tadı” olan tuz ile birlikte anılır Anadolu’da. Aynı sofrada bulunmanın, ekmeği ve tuzu paylaşmanın iki insan arasında kuracağı dostluğa ve minnete işaret eden “tuz, ekmek hakkı” deyimi buradan çıkar. Tuz ve ekmek öyle temeldir ki, Orhan Veli ancak türlü çılgınlıkların vesilesi güzel havalarda “eve ekmekle tuz götürmeyi” unutmuştur.

Ekmeğin anlam dünyamızda ve kolektif belleğimizde bu denli temel bir yer tutuşunun nedeni kadim tarihi olsa gerek. İnsanlık ekmek yiyerek büyümüş, diyebiliriz. Ekmek arkeolojik kalıntılara göre 30.000 yıllık bir besin ve yaklaşık 10.000 yıldır stabil olarak beslenme kaynağı. Ekmeğin tarihi Nil, Dicle ve Fırat nehirlerini içine alan ve “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan bölgede yerleşik yaşamın ve tarım faaliyetlerinin başlamasına dayandırılıyor. Yani buğday Anadolu topraklarından dünyaya yayılmış.

Yerleşik tarımdan önce de bu bölgeden geçen avcı-toplayıcılar yabani tahılları hasat edip yerler, sertleşen tahılları suyla ıslatıp ekmek prototipi besinler elde ederlermiş. Yine tarım öncesi toplulukların da tahılları öğütmek için taş aletler kullandıkları biliniyor. Değirmenlerin ve fırınların icadı ise İ.Ö. 4000’li yıllara Babil coğrafyasına dayanıyor. Ayrıca ilk mayalı ekmek Mısırlılar tarafından yapılmış ve değerli bir değişim aracı olarak kullanılırmış (Rubel, 2011:16-30; Kurter, 2011: 48-49, Ünsal, 2003). Temel olarak buğday, arpa, çavdar, yulaf, mısır gibi tahılların ezilmesiyle elde edilen unun, su ve ateş ile buluşmasıyla yapılan ekmek, bugün sayılamayacak kadar çok çeşitli. Bazı çeşitleri pek çok bölgeye ve ülkeye yayılmışken bazıları oldukça yerel ve topluluklara özgü. Türkiye’de ise yapımı ve ticaret koşulları resmi olarak tanımlanmış yedi ekmek çeşidi1 olsa da Anadolu’da farklı yapım tekniklerine sahip, içerikleri ve malzemeleri çeşitlenen, yöresel isimlerle çağırılan, mayalı ve mayasız onlarca ekmek türü var: Yufka, bazlama, pide, simit, Vakfıkebir ekmeği, cizleme, çörek, kömbe, pıt pıt, lavaş, ekşi maya ekmeği, nohut maya ekmeği, kete, ebeleme, köpek ekmeği… Anadolu’daki buğday, ekmek ve maya çeşitlerinin, fırın sistemlerinin, ekmek yakıtlarının ve ekmekle ilgili hikâyelerin, geleneklerin, ritüellerin peşine düşen, bunları kaydedip dünyaya tanıtmaya çalışan Türkiye’nin Ekmeklerini Araştırma ve Geliştirme Platformu (Dane Dolu) kurucularından Hakan Doğan, Türkiye’de 700’den fazla ekmek çeşidi2 olduğunu söylüyor. Yeni mayalama ve ekmek yapımı denemelerine de girişen Doğan, dünyadaki on bir çeşit buğdayın dokuzunun Türkiye’de yetiştirilebildiğini ve Türkiye buğdaylarının yatsı ekmeklere daha elverişli olduğunu belirtiyor.3

Geç Hitit Dönemi eserinde Tanrı Tarhundas, Tuvana Kralı Varpalavas’a bir demet buğday veriyor. Kaynak: Wikimedia []

Garibanın Takımı Ekmekspor

Böyle anlatılınca ekmek sanki zahmetsizce buluverilen bir şeymiş gibi. Oysa ekmek aslanın ağzında! Yine Orhan Veli’yi anıp “hava bedava, bulut bedava” desek de “peynir ekmek” bedava değil. Ekmek kavgası özellikle alt sınıfların ve yoksulların yaşamlarının tam ortasında sürer gider. O yüzden ekmek derdine ömürlerini adayanlar, özellikle gariban babalar hep ekmeksporludur. “Ne yaparsın işte, ekmek parası” sözü, hemen her işe haysiyet kazandıracak kudrettedir; yine de insan evine “helal ekmek” götürmelidir. Ekmek özellikle halk kesiminin bu kadar gündeminde olunca, siyaset alanında da güçlü göndermelere sahip bir anlam çerçevesi olarak hep dolaşımda oldu. Örneğin Türkiye İşçi Partisi’nden Refah Partisi’ne, Vatan Partisi’nden Demokratik Bölgeler Partisi’ne ideolojik skalada bambaşka yerlerde konumlan siyasi partiler, amblemlerinde buğday başağını sembol olarak kullandılar.

Vatan Partisi Logosu. Kaynak: Vatan Partisi, Kurumsal Kimlik Belgesi []
Türkiye İşçi Partisi Logosu (1970 ve sonrası). Kaynak: Wikimedia []
Refah Partisi Logosu. Kaynak: Wikimedia []
Demokratik Bölgeler Partisi Logosu. Kaynak: Wikimedia []

Ekmek kelimesinin Türkçe “etmek” fiilinden gelen ve emek vermeye, ekip biçmeye gönderme yapan etimolojik kökeni, ekmek ile emek arasındaki arkaik bağı ortaya koyuyor (Eyuboğlu, 2020: 224). Muhtemel ki bir çırpıda seziverilen bu bağ nedeniyle, dünyada olduğu gibi4 Türkiye’de de sınıf eksenli hareketler ve geniş anlamıyla sol örgütlenmeler için bereketli bir metafor ekmek. Sol, ekmek kavgasını sınıf kavgası olarak düşündü bir bakıma. Örneğin, 1970’lerden bu yana pek çok sol örgütlenmenin, partinin ve sendikanın kullanageldiği “İş Ekmek Özgürlük,” “İş Ekmek Yoksa Barış da Yok,” “Ekmeğimizin Derdindeyiz, Hakkımızı Yedirmeyiz!” gibi sloganlar onlarca duvarı, pankartı ve afişi kapladı. Gezi Direnişi’nden bu yana örgütlü olan Anti-Kapitalist Müslümanlar ise “Allah, Ekmek, Özgürlük” sloganını siyasal tarihimize soktu. Ayrıca ekmek sınıf mücadelesi, direniş, yoksulluk gibi temaları işleyen kültür sanat ürünlerinde de sıkça kullanılan bir tema ve sembol oldu. Karanlıkta Uyananlar (Ertem Göreç, 1964), Umut (Yılmaz Güney, 1970), Bir Gün Mutlaka (Bilge Olgaç, 1975), Maden (Yavuz Özkan, 1978) ve Ekmek (Ahmet Akıncı, 1996) gibi Türkiye sinemasının politik kült yapımlarının yönetmen ve senaristleri yahut yeğeni Adiloş Bebe’ye “Bunlar engerekler ve çıyanlardır. Bunlar, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır. Tanı bunları, tanı da büyü…” diye öğüt veren Ahmed Arif (2005), ekmek etrafında oluşan anlam çerçeveleriyle emekçilere seslenmeye niyet etmiş olsalar gerek. Yine Ruhi Su, 1952’de Sansaryan Hanı zindanındayken “Benim beyaz unum, ak güvercinim. Bilirim bilirim kardeş, gelen gündedir,” diyerek sadece sevgilisi Sıdıka’ya değil; emek ve ekmek davasındaki tüm yoldaşlarına umut vermek istemiş olsa gerek. Yahut Orhan Veli’nin 1945’te yazdığı dizelerin 69 yıl sonra, 13 Mayıs 2014’te 301 maden isçisinin hayatını kaybettiği Soma maden faciasından sonra dilden dile dolaşmasında, ekmeğe kan doğrayanlara olan öfkenin tarihsel belleği hatırlanmış olsa gerek: “Yüz karası değil kömür karası, böyle kazanılır ekmek parası…”

Ankara 100.Yıl Mahallesi’nde bir duvar. Kaynak: “Soma Katliamının Üzerinden 2 Ay Geçti Ama Unutulmadı” Farklı Bakış (14.07.2014) []

Ekmek bazen emekçiler için daha iyi yaşam koşullarının, bazen adaletin, bazen sömürülen emeğin ve bazen de devrimle sağlanacak eşitliğin sembolüydü sol için. Yani hep kendinden fazlasına işaret etti. Ancak belki en çok demokrasi, adalet ve özgürlük ile birlikte anıldı. Bülent Ecevit 1956’da yazdığı Ekmek ve Demokrasi başlıklı yazısında “ekmekle demokrasi arasındaki bağın büyük seçmen çoğunluğuna anlatılması … rejim dâvalarını çoğunluğa da bir an önce benimsetebilmek için akla gelecek ilk çare” olduğuna dikkat çekiyordu. Ecevit’in bu sözleri, Bertolt Brecht’in Halkın Ekmeği (1953) şiiriyle konuşur gibiydi: “Ekmek her gün nasıl gerekliyse, adalet de gerekli her gün.” Bugün de benzer biçimde, 2023 yılında yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine giderken ekonomik krizle, yani ekmek meselesi ile anti-demokratik başkanlık rejimi arasında doğrusal ilişkiden konuşuluyor ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş planı, muhalefet blokunun tutunduğu temel argümanlardan biri olarak gündemimizde. Bir zamansal sıçrama daha yapıp ekmeğin yine bir seçim atmosferinde, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’un seçim kampanyasında da kullanıldığını hatırlayalım. İhsanoğlu, “Ekmek için Ekmeleddin” sloganını “memleketimize birliği, dirliği, sevgiyi, bolluğu, bereketi ekmek” vaadi için seçtiklerini söylemişti.5

Ekmeğin siyasal tarihimize çentik attığı bir başka an yine yakın tarihe, Gezi Direnişi’ne denk düşer. Gezi protestoları devam ederken 16 Haziran 2013 tarihinde İstanbul/Okmeydanı’nda polisin attığı gaz fişeğinin başına isabet etmesiyle 14 yaşında bir çocuk olan Berkin Elvan ağır yaralandı. 264 gün sonra 11 Mart 2014 tarihinde, 15 yaşındayken hayatını kaybetti.6 Ailesi olay anında Berkin’in ekmek almaya gittiğini söylüyordu. Bu nedenle Berkin’in cenazesinde ve sonrasında yapılan bütün anmalarda, Berkin’le ilgili çizimlerde ve İzmir’de yapılan anıt heykelde ekmek, hep oradaydı. Ekmek ile birlikte anmak, iktidar çevreleri ve bizzat Erdoğan tarafından7 terörist ilan edilen Berkin’i aslında sıradan bir ailenin evladı olarak, hepimizin bir zamanlar yaptığı gibi, bakkala yollanıp ekmek aldırılan bir çocuk olarak yeniden temsil etme ve sahiplenme motivasyonu taşıyordu. Tam da ekmek imgesinin barındırdığı bu tanıdıklık ve samimiyet örüntüsünün üstesinden gelmek için iktidar sözcüleri ve iktidarı destekleyen basın, kurumlar, kişiler “ekmek alma” iddiasını sürekli yalanladılar, inkâr ettiler.

Berkin Elvan Heykeli (açılış). Kaynak: “Güzelbahçe’ye Berkin Elvan Parkı”, Egenin Sesi Haber Portalı (02.03.2015) []

“Bunların Zamanında Ekmeği Karneyle Alıyorduk Yeğenim”

Ekmek sağ siyaset için de vazgeçilmez bir anlatı oluşturma ve propaganda aracı olageldi. Yoksul evlerde kurulan sofralarda, maden ocaklarında, askeri taburlarda “ekmeği halk ile bölüşme” ritüeli, hele ki Ramazan aylarında özellikle sağ gelenekten gelen siyasetçiler tarafından sıklıkla tekrar edilir. Yine memleketin zor zamanlarında; ekonomik kriz, pahalılık, çatışma veya savaş hallerinde “gerekirse kuru ekmek yeriz” yahut “önce vatan, sonra ekmek” sözlerine sık sık başvurulur. Solda ekmek nasıl ki mücadele, direniş gibi temalarla anılırsa, sağ politik söylemde “ekmek kapısı,” “ekmek teknesi” ve “minnet” temaları yaygındır. Ancak bu temalar, belki de kaçınılmaz olarak, “nankörlük” suçlamasıyla hep iç içedir. Nankör, aslında birleşik bir kelimedir ve Farsça ekmek anlamına gelen nan ve kör anlamına gelen kör/kur kelimelerinin bileşimiyle, “ekmek körü, yediği ekmeği inkârdan gelen” gibi anlamlara sahiptir. Yoksulluktan, işsizlikten, pahalılıktan şikâyet etmek ve hatta verilen maaşı, çalışma koşullarını beğenmeyip de greve gitmek, sağda nankörlük suçlamasıyla karşılık bulur çoğu zaman. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işsizlikten, yoksulluktan, ekonomik krizden şikayet edenleri sık sık nankörlükle suçlaması8 veya Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekili Şahin Tin’in kuru ekmek yiyebilen insanlar için “o zaman aç değiller demek” ifadeleri9 bu yaklaşımın yakın örnekleri. Fakat güncel ekonomik kriz ortamında sağ parti seçmeni, orta yaşlı kişilerden –özellikle erkeklerden– sıkça duyduğumuz, bugün artık neredeyse Weberyan anlamda bir ideal tip öğesi olan şu cümle, bu nankörlük yaftalamasının sağ seçmen habitusunda da belirgin bir unsur olduğunu gösteriyor: “Sen bilmezsin. Bunların zamanında ekmeği karneyle alıyorduk yeğenim.” Peki neymiş bu ekmek karnesi? Bu sorunun izini sürmek için cumhuriyetin ilk yıllarından yakın tarihe bir buğday ve ekmek politikası arkeolojisi çıkartmak gerekiyor.

Erken cumhuriyet döneminde nüfusun % 80’inin köylerde yaşadığı, temel ekonomik etkinliğin tarım faaliyeti olduğu ve toprakların yaklaşık %80’ine hububat (buğday, arpa, çavdar, mısır vb.) ekildiği bir tablo ile karşılaşıyoruz. Buna karşın bu dönem, yıllardır süren savaşın, yarı sömürge haline getirilen ekonomik yapının (Boratav, 2003) ve büyük nüfus kayıplarının etkisiyle ekmek buhranının yaşandığı yıllar. Bu nedenle tarım ve hububat, erken Cumhuriyet politikasının önemli meselelerinden. Hububat borsalarının kurulması (1923), aşar vergisinin kaldırılması (25 Şubat 1925), 1888’de kurulan Ziraat Bankası’nın kapasitesinin güçlendirilerek tarımın kredilendirilmesi ve destekleme alımlarının yapılması, Buğday Koruma Karşılığı Kanunu’nun çıkartılması (28 Mayıs 1934), stok ambarlarının inşası ve Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) kurulması gibi bir dizi önlem ve politika, buğday üretimindeki dalgalanmanın, fiyatlardaki spekülasyonun önüne geçmek için geliştirildi. Yine de dünyayı yeni bir savaşa sürükleyecek ekonomik buhranın etkisi, ekilebilir toprakların mülkiyet dağılımdaki adaletsizlik, bütünlüklü ve istikrarlı mekanizmalar kurmaya henüz elverişli olmayan devlet kapasitesi gibi nedenlerle kalıcı çözümlere ulaşıldığını söylemek zor (Köymen, 2008; Özdinç, 2010; İşbil, 2019).

Türkiye’de dört yıl sürecek ekmek karnesi uygulamasına giden yol ise, 1939’da II. Dünya Savaşı’nın resmen başlamasıyla açılmış oldu. Türkiye, her ne kadar savaşın tarafı olmasa da askeri seferberlik ilan edildi, çoğu tarım işçisi olan erkek nüfus askere alındı, büyükbaş hayvanlara gerektikçe el konuldu. Bu gelişmeler hububat üretimindeki verimin dramatik olarak düşmesine neden oldu. Üstelik toplanan vergiler ağırlıkla askeri amaçlarla kullanılmaya, var olan buğday da savaşa taraf ülkelere ihraç edilmeye, hububat alım fiyatı TMO tarafından piyasanın altında belirlenmeye ve 1943’te “Toprak Mahsulleri Vergisi” alınmaya başlandı. Bu durum buğday ve diğer hububat ürünlerinde, dolayısıyla ekmeğe ulaşmakta derin bir krize neden oldu. Bir yandan stokçuluk bir yandan ekmeğin ve unun karaborsaya düşmesi, fırınların ve değirmenlerin önünde uzun ekmek kuyruklarının oluşmasına sebep oldu. Nihayet Milli Koruma Kanunu’na dayanarak, 19 Aralık 1941’de dört yıl sürecek ekmek karnesi uygulamasına geçilmesi kararlaştırıldı ve Ocak 1942’de karneler evlere gönderilmeye başlandı (Keyder, 2014; Metinsoy, 2012; Bakar, 2013).

“Ekmek Bugün Karneyle Verilecek”. Kaynak: Tan no. 2299 (14.01.1942), s. 1. []
“Ekmek Tevziatı Yoluna Girdi”. Kaynak: Tan no. 2300 (15.01.1942), s. 1. []
Parti çalışanlarına verilen ekmek kartları. Kaynak: Cumhuriyet Arşivi, 1632-674-1/490-1 (28.12.1942-02.01.1943).

Ekmek karnesi, hanelerdeki her bir kişinin yaşına, cinsiyetine ve çalıştığı işin ağırlığına göre belirlenen, kalori ihtiyacına bağlı olarak değişen gramajlarla, günde iki kere ekmek alabilmesini düzenleyen bir uygulamaydı. Halk, savaş başladığından beri ekmeğin kıt ve lezzetsiz olmasından zaten bıkmıştı. 18 Şubat 1941’de tek tip ekmek uygulamasına geçilmiş, pasta, kek, çörek, yufka gibi ürünlerin satışı yasaklanmıştı. Ekmek hamurunda kullanılan buğday unu miktarı sürekli düşürülüyor, kepek, çavdar, arpa, mısır unu karıştırılıyor, ekmeğin randımanı düşüyordu. Bu da ekmeklerin lezzetsiz, siyah görünümlü olmasına, yanık veya hamur kalmasına yol açıyordu. Ağır aksak giden karne uygulamasıyla bu ekmeğe bile kısıtlı ulaşılır oldu. Üstelik sahte karneler, suistimaller, karaborsacılık ve vurgunculuk gibi yolsuzluklar insanların tek parti hükümetine güvenini derinden sarstı (Bakar, 2013; Konya, 2017). İşte bugün hâlâ CHP’nin sırtında bir yük olan, durup durup yüze vurulan, sağ siyasetçi ve seçmenlerin CHP’yi ve CHP nezdinde bütün solu “iş bilmezlik, kıtlık, açlık” gibi temalarla kolayca yaftalamasına neden olan ekmek karnesi meselesinin kısa tarihi böyle. Karne döneminden kalma “buğdayı denize döktüler,” “haramı (kaçakçılık/hırsızlık) helal kıldılar” (Metinsoy, 2012), “naftalinli ekmek yedirdiler” (Mertcan, 2020) gibi klişeler bugün bile dolaşımda. Yani ekmek karnesi toplumsal hafızada derin ve yakıcı izler bırakmasının yanı sıra sağ siyaset için kullanışlı bir kanaat endüstrisi teknolojisi haline geldi (Baker, 2016).

Buğday Ambarı Türkiye’den Buğday İthal Eden Türkiye’ye

Oysa bugün yeni bir merkez sağ tarifi ile iktidara gelip giderek radikalleşen, Türkiye sağının ülküsü Türk-İslam sentezinin vücut bulduğu AKP iktidarında yeniden bir ekmek krizi içindeyiz. 2015’den bu yana yoğunlaşan, 2018’te finans ve borç krizi olarak patlak veren ekonomik krizle birlikte temel besin olan ekmeğin fiyatı katlanarak arttı. Bu döneme damgasını vuran şeylerden biri, savaş yıllarını hatırlatan ekmek kuyrukları oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halk ekmek büfeleri ve tanzim satış mağazaları önlerinde uzayan ucuz ekmek ve gıda kuyruklarını “varlık kuyruğu” olarak adlandırması yıllarca “ekmeğini yediği” ekmek karnesi travmasından kendisini ayırma çabasıydı. Yine Türkiye’nin pek çok yerinde, bazen belediyelerin destek verdiği, bazen de bir hayırseverin hibe ettiği “askıda ekmek” kampanyalarına tanık olduk. Bu kampanyalardan en çok tartışılanı ise iktidarın de facto ortağı MHP’nin başlattığı, fakat, sonrasında gelen tepkiler üzerine sonlandırdığı askıda ekmek kampanyasıydı.10

Askıda Ekmek. Kaynak: Twitter @avantmen33 []
“Halk Ucuz Ekmek İçin Metrelerce Kuyruk Oluşturuyor!” Kaynak: Somut Haber (16.10.2018) []
“Adana’da 1 liralık ekmek kuyruğu” Kaynak: Cumhuriyet [Çevrimiçi Edisyon] (15.12.2021) [https://bit.ly/3E1pNSH]

Ekmek gramajlarının düşürüldüğü, fiyatların kuruş kuruş arttığı, üretici temsilcileri ile hükümet arasında sürekli fiyat pazarlıklarının olduğu bu dönemde, insanların görece ucuz ekmek aldığı halk ekmek yeniden gündemimize girdi. Halk ekmek fabrikaları, sosyal demokrat belediyeciliğin halka daha ucuza ekmek sağlamak ve ekmek tekelini kırmak için 1970’lerde başlattığı bir uygulamaydı. 1978’de İstanbul’da, 1979’da Ankara’da ilk halk ekmek fabrikaları açıldı (Tekeli, 2009). Şu anda Türkiye’de 12 büyükşehir belediyesinin halk ekmek fabrikası var (Yaman, 2022). Kriz ortamında ise merkezi AKP hükümeti ile başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere CHP’li belediyeler arasında bir “halk ekmek savaşı”na tanıklık ettik. Hükümet, yoksullaşmayı görünür kılan halk ekmek büfeleri önündeki uzun kuyrukları, muhalefetin “algı operasyonu” veya kendilerine yönelik bir komplo olarak anlamış olacak ki büfeleri kaldırtmak ve elektriğini, suyunu kesmek gibi yıpratma politikalarına girişti.11

Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan, ve Üçüncü Dünya Savaşı tartışmalarına neden olan, nelere yol açıp ne zaman biteceği de bilinmeyen savaş ile birlikte ekmek krizi iyice yoğunlaşıyor, ekmek fiyatları katlandıkça katlanıyor. Bu günlerde, kendimizi, Orhan Kemal’in Ekmek Kavgası (1947/2019) öyküsündeki iki yaşlı kadın gibi savaş korkusuyla belirsiz geleceğe gözlerimizi dikerken buluyoruz. Zira savaş, bütün dünyada enerji ve buğday üretiminin en önemli girdisi olan mazot fiyatlarını yükseltiyor. Türkiye’de ise kayırmacı (nepotist), mülksüzleştirici neoliberal-otoriter rejimin ekonomiye kendisini dayatması ve beraberinde gelen istikrarsızlaştırıcı politikalar, krizi daha da derinleştiriyor. Türkiye bugün dramatik yükseklikteki dolar kuru ile buğday ithal etmek zorunda. Üstelik ithal buğdayın yaklaşık % 84’ü, savaş halindeki Rusya ve Ukrayna’dan geliyor; bu da durumu iyice zorlaştırıyor.

Peki nasıl oldu da “buğday ambarı Türkiye” buğdayı ithal eder oldu? 1980 askeri darbesinin ardından yaşanan neoliberal kırılma, bu sorunun cevabı için kilit önemde. 80 sonrası dönemde, 50’ler ve 60’lar boyunca Marshall Planı’nın da etkisiyle verimliliği artan ve sübvanse edilen tarımsal üretimden devletin elini çekmesi ile karşılaşıyoruz. Tarım alanında çalışan teşekküllerin özelleştirilmesi, tarımsal ürünlere sübvansiyonun kısılması, ithalatta vergi ve harçlar indirimleri, teşvik edici gümrük politikaları, tohumda metalaşma, hibritleşme, tekelleşme ve uluslararasılaşma hızla gelişti. Öte yandan kırsal alanda para ekonomisinin yayılması, nakit paraya bağlılığı ve tarım üreticisinin proleterleşmesini hızlandırdı (Köymen, 2008; Keyder & Yenal, 2013). AKP’li yıllarda ise inşaata dayalı ekonomik büyüme politikasıyla tarım arazilerinin imara açılması, acele kamulaştırmalarla toprakların temellükü ve köylülerin mülksüzleştirilmesi, 2008 krizi sonrası yaşanan kurda görece rahatlamaya güvenerek geliştirilen üretim yerine ithal etmeye yönelen tarım politikaları, genel olarak gıda, özelde de hububat ve buğday üretimini iyice baltalamış durumda. Türkiye’nin buğdayda kendine yeterliliği 2019-20 yılında % 89’a gerilemiş.12 Yani ihtiyacımızdan az üretiyoruz, ihracattan çok ithal ediyoruz.

Halk Ekmek Büfesi, Ankara. Kaynak: Ankara Büyükşehir Belediyesi, Halk Ekmek (23.06.2022) []
Halk Ekmek Büfesi, İstanbul. Kaynak: İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kurumsal Haberler (01.04.2021) [https://bit.ly/3WxdEvZ]

Tuhaf Zamanlar: Ekmeğin İsrafı, Ekmek Düşmanlığı, Ekmeğin Yeniden İcadı

Türkiye’de bir yandan açlık sınırı yükseliyor diğer yandan ekmek israfı artıyor. Bir yandan obezite ile başımız dertte diğer yandan “ekmeği kestim” trendine kapılmış durumdayız. Hakikaten tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Ancak bu tuhaflığın efsununu dağıtmak, ekonomi-politiğini anlamak için yemeğin ve ekmeğin yalnızca besin malzemesi değil bir kültürel ürün olduğunu, farklı sınıfların, cinsiyetlerin, yaşam tarzlarının ekmekle kendilerince ilişkilendiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Demokrat Parti’nin 1950 seçim kampanyasında köylüye beyaz ekmek yedirmeyi vadetmesinin13 üzerinden çok zaman geçti. Fırıncılığın yaygınlaştığı 1960’lara kadar ekmek, özellikle Anadolu’daki evlerde kepek, mısır, çavdar unundan yapılıp tüketiliyordu. Türkiye’de hızlı kentleşme, tarım dışı istihdamın artması, kapitalizm ve ardından neoliberalizme entegrasyon sonucu oluşan bugünkü tüketim toplumunda ekmek, endüstrileşmiş bir meta ve arz fazlası veriyor. Bu nedenle ekmek israfı 2000’lerin ortasından beri gündemimizde ve çeşitli kampanyalarla israf önlenmeye çalışılıyor. Ne var ki ekmek israfının yaklaşık % 59’unu fırınlarda satılamayan, lokanta ve toplu yemekhanelerde yenilemeyen ekmekler oluşturuyor.14 Başka deyişle israf, metalaşmanın kaçınılmaz bir sonucu.

Toprak Mahsulleri Ofisi Kampanya Afişi, 2013. Kaynak: Ekmek İsraf Etme Kampanyası Tanıtım Kitabı.
Toprak Mahsulleri Ofisi Kampanya Afişi, 2013. Kaynak: Ekmek İsraf Etme Kampanyası Tanıtım Kitabı.

Türkiye’de özellikle üç ve daha fazla kişiden oluşan ve alt gelir grubunda yer alan hanelerde ise hâlâ en çok beyaz ekmek tüketiliyor.15 Bir zamanlar burun kıvrılan kara buğdaylı, kepekli, tahıllı ekmekler, orta ve üst sınıfların yemek rutinlerinin ve beğenilerinin bir parçası haline gelmiş durumda. Denebilir ki bu yemek habitusu ile birlikte ekmek de yeniden icat edildi: Evlerde ekmek makineleri, internet sitelerinde ev yapımı, butik ekmek tarifleri, fırınlarda pahalı, egzotik isimlere sahip, otantik köklere dönmeyi vaat eden ekmek çeşitleri büyük bir pazar ve kültür endüstrisi oluşturuyor. Öte yandan beyaz ekmek düşmanlığı 2010’lardan bu yana yükselen bir trend. Siyasetçisinden mankenine, hekiminden şarkıcısına, spor hocasından diyetisyenine herkes beyaz ekmeği düşman bellemiş durumda. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu kervana katılmış.16 Yine bu düşmanlık, onlarca “caps”e malzeme olan Canan Karatay gibi bir figürü de hayatımıza kattı. Bu düşmanlığın en önemli nedeni, aslında bir yoksul hastalığı olan obezitenin Türkiye’de giderek yayılması17 ve beyaz ekmeğin baş müsebbip olarak görülmesi. Başka deyişle orta-üst ve üst sınıflar için besin değeri yüksek, şeker oranı düşük, glutensiz ekmekler sağlıklı yaşam trendinin bir parçası iken; ekmeksiz doyması pek de mümkün olmayan yoksullar “ekmeği nasıl keseceğinin” derdinde.

“Kadın, Erkek, Çoluk Çocuk. Ekmek Hepimize Yetmiyor, Kitap da Yetmiyor…”

Tarih akmıyor da kendi üzerine kapanıyor gibi. Nazım’ın 1962’de kaleme dizeler bugün daha yakıcı. Tohumu, toprak ve suyu ve dolayısıyla gıdayı temel bir ihtiyaç ve hak olarak değil; kârı artırmanın, bedenleri ve toplumları disipline etmenin, müşterekleri temellük etmenin aracı olarak gören neoliberal biyopolitik yaklaşım, kaliteli ve yeterli gıdaya erişim anlamına gelen gıda güveliğini ve gıda üzerindeki özerkliğimizi ifade eden gıda egemenliğini derinden sarsmış durumda. The Economist dergisinin Mayıs 2022 sayısının kapağında ürkütücü biçimde gösterildiği gibi, gıda krizinin kalbinde yine ekmek meselesi var. Ekmek derdimiz bitmiyor. Yahut, yine Nazım’ın 1958’de dediği gibi “ekmek, büyük insanlıktan başka herkese” yetiyor; “ama umudu var büyük insanlığın, umutsuz yaşanmıyor.”

“AKP’nin kalelerinden Konya’da kriz manzaraları: 5 TL’nin üzerine yazıldı”. Kaynak: Cumhuriyet [Çevrimiçi Edisyon] (25.06.2022) [https://bit.ly/3U8ideL]
The Economist, 21 Mayıs 2022, Ortadoğu ve Afrika Edisyonu Kapak Resmi.

KAYNAKÇA

Akad, L. & Algan, B. (Yapımcı), Göreç, E. (Yönetmen). (1964). Karanlıkta Uyananlar. Filmo Yapım.

Arif, A. (2005). Hasretinden Prangelar Eskittim. İstanbul: Metis.

Aydın, N. (Yapımcı). Akıncı, A. (Yönetmen). (1996). Ekmek. Gizem Film.

Bakar, B. (2013). İstanbul’da Ekmek Karnesı̇ Uygulaması, Karne ve Ekmek Suı̇stı̇mallerı̇ (1942-1946). Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, 12(24), 1-60.

Baker, U. (2016). Kanaatlerden İmajlara: Duygular Sosyolojisine Doğru: Duygular Sosyolojisine Doğru. İstanbul: İletişim.

Boratav, K. (2003). Türkiye İktisat Tarihi: 1908-2002. İstanbul: İmge.

Brecht, B. (1953/1976). The Bread of the People. C. Middleton (Çev.). London: Methuen.

Ecevit, B. (1956, Mayıs). Ekmek ve Demokrasi. https://ecevityazilari.org/items/show/622

Eyupoğlu, İ. (2020). Etimoloji Sözlüğü. İstanbul: Say.

Güney, Y. & Alkan, C. (Yapımcı), Güney, Y. & Gören, Ş. (Yönetmen). (1970). Umut. Güney Film

Hikmet Ran, N. (1958). Büyük İnsanlık. http://nazimhikmet.fisek.com.tr/siir/buyukinsanlik.htm

Hikmet Ran, N. (1962). Nereden Gelip Nereye Gidiyoruz? https://siirbox.tripod.com/9/nerden_gelip_nereye_gidiyoruz.htm

İşbil, E. (2019). İstanbul’da Ekmek Meselesi (1929-1938), (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: Marmara Üniversitesi.

Kanık O.V. (2003). Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı Kredi.

Kemal, O. (1947/2019). Ekmek Kavgası. İstanbul: Everest.

Keyder Ç. (2014). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim.

Keyder, Ç. & Yenal Z. (2013). Bildiğimiz Tarımın Sonu. İstanbul: İletişim.

Konya, E. (2017). Ekmek Karnesi Uygulaması (1942-1946). TESAD. https://www.tesadernegi.org/ekmek-karnesi-uygulamasi-1942-1946.html#_ftnref19

Köymen, O. (2008). Kapitalizm ve Köylülük. İstanbul: Yordam.

Kuter, M. (2011). İnsan ve Ekmek. Bursa: Kuter.

Küçükşahin, M. E. (2018). Politik Bir Fenomen Olarak Ekmek: 2008 Mısır’ında Ekmek İsyanı. Contemporary Research in Economics and Social Sciences, 2(2), 317-347.

Mertcan, H. (2020). Türk Modernleşmesinde Arap Aleviler. Adana: Karahan.

Metinsoy, M. (2012). İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Devlet ve Köylüler: Hububat Alımları, Toprak Mahsulleri Vergisi ve Köylü Direnişi. Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, 15, 85-125.

O’Brien, R. (Yapımcı). Loach, K. (Yönetmen). (2000). Ekmek ve Güller. See Production.

Özdinç, H. (2010). Tarımda Kamu Polı̇tı̇kalarının Başlangıcı: “Buğday Meselesı̇,” 1932-1945. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(20), 1-12.

Özkan, Y. (Yapımcı). Özkan, Y. (Yönetmen). (1978). Maden. Maden Film.

Pelitözü, S. (Yapımcı), Olgaç, B. (Yönetmen). (1975). Bir Gün Mutlaka. Güney Film.

Rubel, W. (2011). Bread: A Global History. London: Reaktion.

Su, R. (1957). Mahsus Mahal. https://tr.wikipedia.org/wiki/Mahsus_Mahal

Tekeli, İ. (2009). Cumhuriyetin Belediyecilik Öyküsü, 1923-1990. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Ünsal, A. (2003). Nimet Geldi Ekine: Türkiye’nin Ekmeklerinin Öyküsü. İstanbul: Yapı Kredi.

Yaman, A. (2022). Kentin Temel Gıda Maddesi Olan Ekmeğin Üretim ve Tüketim Sürecinin Ekonomi Politiği. İdeal Kent Dergisi, 35(13), 252-279.

Kapak görseli: Photo by Stephanie Harvey on Unsplash

DİPNOTLAR
  1. Bkz. 28163 sayılı Resmi Gazete: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/01/20120104-6.htm
  2. Ekmeğin Anadolu’daki tarihi ve Türkiye’deki ekmek çeşitleri açısından bir diğer önemli kaynak da Artun Ünsal’ın Nimet Geldi Ekine: Türkiye’nin Ekmeklerinin Öyküsü (2003) kitabı.
  3. Hakan Doğan ile söyleşi için bkz. https://www.gastronomiturkey.com/haber/hakan-dogan-yerel-guzeldir-mottosuyla-ekmegin-hikayesinin-pesinde-h8576
  4. Ekmeğin, işçi hareketleri ve halk isyanlarında sembol olarak kullanılmasının en bilinen örneklerinden birisi Massachusetts’te 1912’de meydana gelen ve “Ekmek ve Gül” sloganıyla anılan kadın grevi. Bu grevin öncesi, 1908’de New York’ta 128 kadın işçinin can vermesiyle sonuçlanan işçi direnişinde kadınların, “Hem ekmek hem de yaşamın bütün güzelliklerini istiyoruz, ekmek ve gül istiyoruz” diye başlattıkları isyana dayanıyor. O zamandan bu yana ekmek ve gül, emek mücadelesine odaklananların başvurduğu bir sembol olageldi. Örneğin sosyalist yönetmen Ken Loach, göçmen işçilerin mücadelesini konu alan filmine Ekmek ve Güller (2000) ismini seçti. Ekmek ve isyan temasında bilinen bir diğer olay ise 1774 yılında Fransa’da “ekmek” sloganıyla halkın ayaklanmasıdır. Hatta İmparatoriçe Marie Antoinette’nin halka “ekmek yoksa pasta yiyin” dediğine dair rivayet, oldukça popülerdir. Bu örneklerin yanısıra Küçükşahin (2018) Mısır’da 2008 yılında yükselen “Ekmek İsyanı” hakkındaki makalesinde ekmek sembolü, sloganı ve doğrudan buğday, ekmek, un talepleriyle gerçekleşen pek çok isyanı tanıtmıştır.
  5. https://www.sozcu.com.tr/2014/gunun-icinden/ekmek-icin-ekmeleddin-552994/
  6. Berkin Elvan davasının detayları için bkz. https://www.failibelli.org/dava/berkin-elvan-davasi/
  7. https://www.birgun.net/haber/unutulmasin-diye-berkin-icin-nerede-ne-demisti-82892
  8. https://www.gazeteduvar.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-ne-diyor-birileri-is-yok-nankor-bunlar-haber-1546855; https://www.birgun.net/haber/akp-lilerin-yarisi-nankor-cikti-347715
  9. https://t24.com.tr/haber/kuru-ekmek-yiyorlarsa-ac-degiller-diyen-akp-li-sahin-tin-in-yedigi-kebaplarin-fisini-belediyeye-yazdirdi-habere-erisim-engeli-getirildi,921589
  10. https://www.birgun.net/haber/mhp-nin-askida-ekmek-kampanyasi-en-cok-ak-parti-yi-rahatsiz-etti-319716
  11. İlgili birkaç haber için bkz. https://www.dokuz8haber.net/ibb-meclisinde-akp-ile-chp-arasinda-halk-ekmek-tartismasi ; https://www.birgun.net/haber/akp-li-belediyenin-halk-ekmek-oyunu-hizmeti-kendileri-yapiyormus-gibi-algi-yaratiyorlar-371139, https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/akpden-halk-ekmek-bufesi-isletmecilerine-buyuk-vicdansizlik-1893127
  12. Tarım Orman Bakanlığı Tarım Ürünleri Piyasaları Raporu (2022). https://arastirma.tarimorman.gov.tr/tepge/Belgeler/PDF%20Tar%C4%B1m%20%C3%9Cr%C3%BCnleri%20Piyasalar%C4%B1/2022-Ocak%20Tar%C4%B1m%20%C3%9Cr%C3%BCnleri%20Rapor%C4%B1/Bu%C4%9Fday,%20Ocak-2022%20Tar%C4%B1m%20%C3%9Cr%C3%BCnleri%20Piyasa%20Raporu–+.pdf
  13. https://www.hurriyet.com.tr/beyaz-ekmek-dp-nin-1950-deki-vaadiydi-22412136
  14. TMO (2008). Ekmek İsrafı ve Tüketici Alışkanlıkları https://www.tmo.gov.tr/Upload/Document/ekmek/tmobrosuryeni2.pdf ,Ticaret Bakanlığı (2018). Türkiye İsraf Raporu. https://tuketici.ticaret.gov.tr/data/5e6b33e913b876e4200a0101/Turkiye_Israf_Raporu_2018.pdf
  15. Türkiye İsraf Raporu; https://tuketici.ticaret.gov.tr/data/5e6b33e913b876e4200a0101/Turkiye_Israf_Raporu_2018.pdf
  16. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/beyaz-ekmegi-sofradan-kaldiralim-398020
  17. Obezite, Türkiye’de % 22.3 oranında ve bu oranla Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada yer alıyor. Bkz. https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-de-ve-dunya-da-obezite?gclid=Cj0KCQjw8O-VBhCpARIsACMvVLMCKrhyvxLbfRF-O0M6Q4vKGze1JDgR_s5DsNh4YluTtFDfxgKBB9caAtljEALw_wcB

İLGİLİ NESNELER