DAKTİLO
İZZET PEMBECİ

İÇERİK

“Tak tak taka tak, tak taka taka tak tak, taka tak tak, tak, ding, şrrak, tak taka tak…”

Yazıya dökmeye çalışınca pek olmamıştır herhalde ama gerçek hayatta sadece sesini duysanız bile kuşkuya düşmeden kaynağını şıp diye anlayacağınız bir nesneyle huzurlarınızdayız. Üstelik bu nesne, çok uzun süredir hayatınızda. Bu sesi, canlı hiç duymamış olsanız bile bu, gayet mümkün. Kullanılırken kendine ait bir dili, müziği olan1 ve böylece “Ben buradayım,” diyen nesneler içinde daktilo, öne çıkanlardan biri.

Gazetecilik duayenlerinden Metin Toker’i, 2002’de, 78 yaşında kaybettiğimizde onun Milliyet’teki köşesinde “Veda” başlıklı bir yazı yazan kızı Gülsün Toker Bilgehan, yazının alt başlığını şöyle atmış: “Pembe Köşk’te artık daktilo sesi duyulmuyor.” Babasının son yıllarını Bodrum’da geçirdiğini anlatmak için ise, “Daktilosunun sesi Yalıkavak, Cennetköy’de yankılanırdı,” demiş (akt. Bilgehan, 2002: 21). 1963’te kaybettiğimiz Nazım Hikmet’in, “Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” dizeleriyle tanıdığımız Saman Sarısı adlı şiirini ithafen yazdığı eşi Vera Tulyakova’nın kızı Anyuta ise şunları anlatmış:

Annemle ben geceleri o odadan daktilo sesi gelmesine alışkındık. O ses, bize içeride hayat olduğunu haber verirdi. Artık daktilo sesinin duyulmaz oluşu annemi çıldırtıyordu. Geceleri orada otururken Nazım’ın hayaliyle konuşmaya başladı. Sonra bu konuşmaları daktiloda yazmaya karar verdi ve anıları çıktı ortaya. Daktilo sesi tekrar odaya dönmüştü. Delirmekten o ses sayesinde kurtulduk (akt. Dündar, 2001: 15).

Ses, nefes, hayat, varlık… Sessizlik, boşluk, ölüm, yokluk… Gülsün Toker, o yazıyı daha önce İsmet Paşa’ya ait olan babasının eski çalışma masasında yazdığını belirttikten sonra eklemek zorunda hissetmiş: “Sessiz bir bilgisayarda.” Babasını kaybetmekle daktilo sesinin hayatlarımızı terk edişi arasında bireyselden toplumsala uzanan “bir devir kapandı” köprüsü kurmuş sanki. Öyle mi peki, bir devir kapandı mı? 20-30 yıl sonra bu metni okuyacak gençler için daktilo eskinin gaz yağı lambaları, hokka ve tüylü divit kalemleri, çevirmeli telefonları gibi tamamen antika, ancak tarihi filmlerde görebildikleri bir nesneye mi dönüşecek? Bu konudaki hükmü, yazının sonuna saklayıp filmi en başa saralım. Kıpır kıpır, hayat dolu bir nesne hem daktilo. O yüzden bu yazı da ona ayak uydurmalı; ağıt yakmamalı. E o zaman, haydi. Ding, şrrak.

Daktilonun Hayatımıza Girişi

Elimizde, 1714’teki patentiyle hayata geçirildiğini kanıtlayan ve işlevi daktiloyla örtüşen bir alet var. Neye benzediği bilinmiyor, lakin. 1800’lerin başından ortalarına kadar İtalya’dan Brezilya’ya chirographer, typographer, scribe harpsichord gibi adlar yakıştırılan denemeler mevcut, bilhassa görme engellilerin yazabilmesini sağlamak için. Ticari olarak imalatı ve bildiğimiz formuna iyice yaklaşması ise 1880-90’ları buluyor. Daktilo markalarına aşina olanların aklına ilk geleceklerden Remington öncülerinden mesela. Silah namlusu üreterek büyüyen şirket, sonra dikiş makinalarına el atar, oradan da elle yazmaya göre daha hızlı yazmayı mümkün kılan ilk makine varsayılan Sholes and Glidden tipi daktilolara (Remington No. 1). Ancak bu ilk örneklerde, “körleme” yazılmakta, yani daktilograf yazdığı satırı okuyamamaktadır. Bu sorunu, 1893’te kimi mekanik dahiliklerle ve işin içine mürekkepli şeridi katarak James D. Daugherty çözer. Kurduğu şirket iflas edince bu yeniliğin ekmeğini yemek bir başka ünlü daktilo markası Underwood’a kısmet olur. 1910’a gelindiğinde artık QWERTY klavye dahil tasarım, standart hale gelmiştir bile.

Osmanlı’da daktilonun boy göstermesi de bu yıllara denk gelir. Tabii Osmanlıca’nın sağdan sola yazılıyor olması ve alfabe farkı bir sorundur. İlk Osmanlıca daktilonun başına gelenler ise filmlere konu olacak cinsten. Girit Türklerinden Tütüncüzade Fazıl Bey, 1900’lerin başında, bir gazetede varlığından haberdar olup New York menşeli Hammond Typewriter firmasına Osmanlıcaya uygun daktiloları olup olmadığını, mektupla sorar. Firma olmadığını; ama, bu isteği not ettikleri yönünde cevap verir. Seneler sonra 1913’te geri dönüş yapıp Osmanlıcaya uygun daktilo ürettiklerini haber verince (nerede o eskilerin müşteri hizmetleri) zamanın 150 dolarına kıyıp ısmarlar daktiloyu Fazıl Bey. Amma velakin, Girit’e daktiloyu taşıyan gemi batar. Fazıl Bey’in hayatında ise daha büyük sorunlar baş göstermiştir. Girit, Yunanistan’a geçtikten sonra Rum komitalar tarafından Türklere uygulanan saldırıların azaltılması için Yunan kralına temsilci olarak giden iki kişiden biridir mesela Fazıl Bey. Bu hak savunuculuğu yüzünden ailesine zarar gelmesin diye Girit’ten İtalya’ya taşındıkları rivayetini yaymakla meşguldür. Derken, 1924’teki zorunlu mübadele ile Mersin’e taşınırlar. Taşındıktan bir süre sonra firma artık nasıl yapıp ettiyse yeni adresini bulur ve batan daktilonun yerine yenisini göndermek istediklerini söyler (nerede o eskilerin kıtalararası mesafeli satış sözleşmeleri). Fazıl Bey, ilk harekete geçtikten 20-25 yıl sonra Osmanlıca daktilosuna kavuşabilir. Bir iki yıl sonra 1928’de Harf Devrimi ilan edildiğinde ne hissetmiştir acaba? Filmin kapanış sahnesi olan “Peki şimdi yıllar sonra neredeler?” sahnesi de var üstelik. Daktilonun 1990’lara kadar kaldığı konağın sakinleri, bir apartman dairesine taşındığında konak bir süre boş kalır ve daktilo bu sırada çalınır. Bereket bize bunları aktaran Fazıl Bey’in torunu Fazıl Tütüner antika meraklısı Ali Merzeci’den yardım ister ve daktilonun izini bir kâğıt toplama deposuna kadar sürüp daktiloyu geri almayı başarır. (Milliyet, 2017; Tütüner, 2017).

Osmanlıcanın doğurduğu teknik zorlukların ötesinde, daktilonun Osmanlı’ya giriş yapabilmesi için, II. Abdülhamid devrinin sıkı devlet sansürünün aşılması ve yönetimin ikna edilmesi gerekir. Cumhuriyetin kuruluşu ve Harf Devrimi’yle birlikte yüzünü artık iyice Batı’ya dönen Türkiye’de daktilonun önü hızla açılır. 1929 yılında Sirkeci’de Halk Daktilo Dershanesi, daktilografi kursları vermeye başlar ve bunu “Daktilo Seferberliği” şeklinde duyurur. 1930 yılında “Sürat Kraliçesi” yarışmalarının ilki düzenlenir ve kazanan “hanım,” o senenin daktilo şampiyonu ilan edilir. Aynı yıl Akşam gazetesi “daktilograflara” mahsus bir piyango düzenler. Kazanana, Remington “yazı makinesi” hediye edilecektir; ama, mükâfatlar arasında “kadın tuvaletine ait, zarif” başka hediyeler de bulunmaktadır.

Genç Cumhuriyet daktiloyla tanışır.

Kaynak: Akşam no. 4073 (12.02.1930), s. 1.
Kaynak: Yedigün no. 4 (05.04.1933), s. 11.
Kaynak: Akşam no. 4042 (12.01.1930), s. 7.
Kaynak: Vakit no. 4435 (16.05.1930), s. 1.

Ölü Bulunan Daktilo, Patronuyla İçli Dışlı Daktilo

Nişanyan Sözlük, daktilo kelimesinin etimolojisini şöyle vermekte: “Fransızca dactylo sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Fransızca dactylographe ‘parmakla yazma aygıtı’ sözcüğünün kısaltmasıdır. Bu sözcük Eski Yunanca dáktylos ‘parmak’ ve Eski Yunanca graphḗ ‘yazı’ sözcüklerinin bileşiğidir.” Sözlüklerde tespit ettiği ilk kullanım ise Mehmed Bahaeddin (Toven)’in 1924 tarihli Yeni Türkçe Lugat’ından: “Daktilograf: Yazı makinesi.” Verdiği örnek ise ilginç: “Tahrirat kâtibi, daktilo [daktilocu kız] ile uzun bir sohbete daldı” (Sait Faik Abasıyanık, 1930). TDK ise ilk anlam olarak “yazı makinesi”ni verirken, ikinci anlam olarak “daktilograf” yani mesleğinde daktilo kullanan kişiyi vermiş (“Bir daktilonun ille hanende olması şart değildir.” – Haldun Taner).

Genç Cumhuriyet basınında ve tefrikalarında daktilo.

Kaynak: Ulus no. 15502 (10.11.1966), s. 4.

Kaynak: Ulus no. 15502 (10.11.1966), s. 4.

Kaynak: Yedigün no. 134 (02.1.1935), s. 9..
Kaynak: Cumhuriyet no. 2571 (04.07.1931), s. 4.

TDK, cinsiyet belirtmese de bu ikinci kullanımında daktilo, bir kadın ve hatta belli tipte bir kadın. Sanayi Devrimi’ni ıskalamış, fabrikaları bir avuç, nüfusunun çoğu hâlâ tarımla iştigal edip taşrada yaşayan 1930’ların çalışma hayatında kadınlar, yeni yeni boy göstermeye başlar. Modern veya zamanın deyişiyle asri hayatın içinde yer bulmak, kendi parasını kazanmak isteyen kadınlar için kurslar ve Ticaret Liseleri’ne konan daktilo dersleri sayesinde ofislerde daktilograf olmak, iş dünyasına adım atmanın en mümkün ve hızlı yollarından biridir. Evlerinde oturmak yerine tamamen erkeklere ait olan bu alanda boy göstermeye başlayan kadınlara, toplum pek hoş gözle bakmaz. Modern görünümleri ve bu öncü rolleri onlara “ortalığa düşmüş,” “kolay,” “iffetsiz” gibi yaftaların yapıştırılmasını doğurur. İlk Türk kadın oyun yazarı Fatma Nudiye Yalçın (Nudiye Hüseyin), 1933 yılında yayımlanan Daktiloya Açık Mektup yazısında buna isyan eder:

Bilirim ki hususi müesseseler daktilolarının güzel olmasına ehemmiyet verirler. Filhakika bu, senin mesleğinin utanılacak tarafıdır. Fakat ne zararı var. Sen kendini satmıyorsun, işini satıyorsun. Bunda utanmak hassası sana düşmez. Senin çalışmak hevesini veya çalışmak ihtiyacını alabildiğine istismar etmek isteyen patrona düşer.

Daktilografların yeni bir kadın tipi olduğunu o da teslim eder; ama, bunu cumhuriyetin medeni ülkeler arasında yer almak, Batılılaşmak iddiasıyla buluşturmayı başarır:

Sen iş meydanına atıldığın günden beri yalnız kendi dişilik karakterini değil, bütün dünyanın karakterini değiştirdin. İlk defa makineye şiir girdi, ilk defa makine edebiyata dahil oldu. Artık şairler kadın diye gözleri hülyalı; göğsü çiçekli aşk perileri tasvir etmiyorlar. Parmaklarının altında konuşan, haykıran makinalar ile dünyayı eski mihverinden söküp atan, esaretin amansız düşmanı olan enerjik, dinamik kadını anlatıyorlar.2

Sabiha Sertel’in Tan Gazetesi’nde yayımladığı Bir Daktilo Kızın Mektubu ise bu tip romantikleştirmeler olmadan bu kadınların yaşadıklarını çıplak gerçekliğiyle sergiler:

İş istediğiniz zaman, size sual sormazdan evvel, yüzünüze, boyunuza posunuza, giyinişinize bir defa bakarlar. Bu bakışın içindeki manayı siz hemen hissedersiniz. Yani birinci kıymet güzelliktir. (…) İşe girdikten sonra daha kabiliyetinizi imtihan etmeden evvel, yanınızdaki ilk arkadaş size bir hami kesilir. (…) Bu ilk arkadaşlık yavaş yavaş hissi bir bağlantıya müncer olur. … Aldığınız cevap da şudur: “İzdivaç mı, bunu hiç düşünmemiştim.” Yani siz sadece bir eğlence, hoşça vakit geçirmek için seçilmiş bir oyuncaksınız. Can sıkıntısı tatmin edildiği gün sizin rolünüz de bitmiştir. (…) Her menfi cevabın neticesi, işten çıkarılmak olduğunu bildiğiniz için artık hissinize cevap vermeyenlere de evet dersiniz. (…) Bunun bir de patron safhası vardır. Onun metresi olabilmek daktilonun hayatında varabileceği son merhaledir. (…) Daktilo demek oyuncak demektir. Bunu hayat acı dersleriyle size öğretmiştir.3

Edebiyatımızda daktilo kadınların ana karakter olarak yer bulması zaman içinde azalsa ve her ne kadar artık mesleki unvanları sekreter veya kâtibeye dönüşmüş olsa da 1970’lere gelindiğinde Yeşilçam filmleri üzerinden kadınların hâlâ 40 yıl önceki şekilde algılandıklarını görmek mümkün. Kızına veya oğluna gayet ataerkil ve ahlakçı olan, eşi yarım yamalak da olsa başını örten bir patronun, iş yerinde mini etekli, saçları yapılı bir sekreterle flört etmesini (veya daha fazlasını) vaktinde beyaz perdede seyrederken, hadi itiraf edelim, pek de garipsemedik. Çapkın patronun, işyerinin nesnesi olarak gördük bu kadınları; birey olarak değil. Filmin komik öğeleri olarak algıladık bu sahneleri. Bugünden bakınca garip. Peki 2020’lerde, aradan neredeyse bir asır geçtikten sonra, az gittik uz gittik ne kadar yol aldık? Kadınlara düşer bu konuda konuşmak; ama, işe alım süreçlerinde, kariyer basamaklarını tırmanmakta, iş arkadaşlarından biriyle romantik bir ilişki yaşayıp yaşamamak konusunda yaşadıkları tedirginlikler ve her zaman imajını düşünmek zorunda olmaları düşünüldüğünde; bunlara bir de flört girişimlerine ve “yürümelere” maruz kalmaları eklenince kadınla erkeğin denk yerlerde ve aynı kafa rahatlığında olduğunu söylemek mümkün değil sanırım.

Yeşilçam filmlerinde sekreter imajı. Kaynak: Youtube Kanalı, Arzu Film []
Yeşilçam filmlerinde sekreter imajı. Kaynak: Youtube Kanalı, Melek Film []
Hülya Avşar’ı afişlerde daktilo üzerine oturtmuş olmaları 30’lu yıllardaki daktilo tipolojisine bir gönderme olabilir mi? Kaynak: Pinterest []
Batıda da sekreter imajı Yeşilçam’dakinden çok farklı değil gibi ilk başlarda.
Mr Tragatis şirketin %50 sahibi. 8-12 arası onun kucağında, 1-5 arası ise benimkinde oturacaksın. Kaynak: Laff (Eylül 1946) , s. 10.
Şu daktiloyu öğrenmen lazım artık. Ofistekiler dedikodu yapmaya başlayacak. Kaynak: © The Donald McGill Archive Collection / Mary Evans Picture Library []
Ofiste tıkılı kaldım, “bastıran” işler var, 19. yüzyıl başı. Kaynak: HipPostcard, H. H. Tammen Postcards []
Komşumun Tavuğu Marulumu Yedi4

Devlet dairelerine, iş yerlerine girip çıkmayan bir T.C. vatandaşının, mesela bir çocuğun daktiloyu ilk gördüğü yer, muhtemelen sokakta bir ağaç gölgesinde sandalyesine oturmuş birinin önündeki bir tablanın, masacığın üstüydü. Daktilodan daha eski olan bu hikâye, 1760’larda bir padişah fermanı ile arzuhâlciliğin doğması ve meslek olarak tanınmasıyla başlıyor. Vatandaşın devletle olan işlerinde hâlini, durumunu, dileğini uygun dille arz etmesi, sunması lazım. Arz-u-hâl, hâlin arzı, yani dilekçe. Sokakta daktilonun arkasında oturan kişi ise herhalde dilekçeci demek zor olduğundan, arzuhâlci. Okuryazarlık oranı düşük bir toplumda, üstelik belli bir uzmanlık gerektiren devlete derdini uygun dille anlatma ihtiyacı, arzuhâlcileri hayatımıza sokar ve uzun süre de orada tutar. Ulus devletler, öncülleri imparatorluklara göre daha çok bürokrasi, daha çok şeyin resmi kayıt altına alınması demek. Üstelik sırf artık başkentte ve ticari zenginliği olan yerlerde değil; il, ilçe her yerde örgütlü bir devlet ile vatanın her karış toprağının resmi olarak aynı önemde olması söz konusu. Hal böyle olunca, memleketin her köşesinde, bilhassa adliyeler ve belediyelere yakın yerlerde arzuhâlcilere rastlamak, daktilo seslerini dinlemek münkündü.

Kadın arzuhalci, 1929. Kaynak: 50 Yıllık Yaşantımız, 1923-1933. C. 1 (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1975), s. 118.

Konya’dan arzuhâlci Ali Aydoğan anlatıyor:

Ben, mesleğe 1975 yılında başladım. Daktiloyu hızlı kullanma ve hızlı yazı yazma yeteneğim vardı. Bu yeteneğimi işe dönüştürmek istedim ve arzuhâlcilik işine başladım. Benim mesleğe başladığım ilk yıllarda çok yoğun çalışırdık. Öyle zamanlar gelirdi ki, dilekçe yazdırmak için iş yerimizin önünde sıraya girip bekleyenler olurdu. PTT binasının yanındaki sokakta 17 arzuhâlci kulübesi vardı. O sokakta sabahtan akşama kadar şıkır şıkır daktilo sesleri duyulurdu. Sonradan bu kulübeler dağıldı. Bizim de sayımız giderek azaldı (akt. Candan, 2019).

Kolay bir iş sanılmasın arzuhâlcilik:

Vatandaş geliyor, bir derdi var. Gittiği kurumdan, dilekçe yaz, getir, teslim et diye göndermişler. Adam geliyor, dilekçe yazdıracağım diyor. Ama konunun ne olduğunu, ne istediğini bilmiyoruz. Sonrasında sohbet eder gibi soruyoruz ne yapacaksın, nereye vereceksin, derdin nedir diye.5 (…) Sohbet esnasında çözüyorduk dilekçe yazmak isteyen kişinin derdini. Anladığımızı da anladığımız dilde yazamıyoruz tabii ki. Sonuçta resmi bir kuruma gidecek ve resmi evrak hüviyeti kazanacak. Her şeyden önce imla, noktalama, kullandığınız dil, kelime dağarcığınız, cümlelerin bütünlüğü, anlaşılır ve açık olması ile yazdığınız dilekçe öyle bir dilekçe olacak ki, muhatabını etki altında bırakabilsin. (…) Bu manada mesleğimiz bilgi, birikim ve genel kültür gerektiren bir iş. (…). O dönem imkanlar çerçevesinde sürekli gazete, dergi ve kitap okuyor; hem güncel gelişmelerden haberdar olmaya; hem de kelime haznemizi en üst seviyeye çıkarmaya çalışıyorduk (akt. Candan, 2019).
Ankara’da Hergele Meydanı (İtfaiye Meydanı) arzuhalci, 1940-6. Kaynak: Salt Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostallar Koleksiyonu / AHANKA149 []
Osmanlı’dan Koronalı günlere arzuhâlciler. Kaynak: “Arzuhalimizi kime yazdıralım?” Konya Yenigün [Çevrimiçi Edisyon (31.012019) []

Bilgisayar teknolojisinin, yazıcıların yaygınlaşması, dilekçe örneklerine internet üzerinden ulaşılabilmesi gibi sebeplerle zaten zor günler yaşayan arzuhâlcilere bir darbe de, işlemesinde pay sahibi oldukları yargıdan geliyor 2012 yılında. Avukatlık Kanunu’nun sadece avukatların dava evrakı düzenleme yetkisini düzenleyen 35. ve 63. maddelerine istinaden İstanbul Barosu, suç duyurusunda bulunuyor ve adliye çevresinde arzuhâlcilik yapan 8 kişi, 1 yıl hapis ve 7 bin 300’er lira adli para cezasına çarptırılıyor. Vatandaşın dilini, devletin diline tercüme etmekte mahir olsalar da, demek kendi dertleri için alaylı olmaları yetmemiş okullularla başa çıkmaya (Ağırgöl, 2012).

F > Q

II. Dünya Savaşı’nı takiben ABD’nin yürürlüğe koyduğu Marshall Planı, Doğu Blokunun genişlemesine önlem olarak, 16 ülkeye verilen ve onları kapitalist Batı ekseninde tutmayı hedefleyen ekonomik yardımları içerir. Bu 16 ülkeden biri olan Türkiye ve o dönemki Adnan Menderes iktidarı, bu yardımlardan nasiplenir. Marshall Planı’nın az bilinen yönlerinden biri ise, ülkemizde daktilonun seyrine yaptığı etkidir (NTV Tarih, 2012).

Ticari Meslek Lisesi’nde öğretmenlik yapan İhsan Sıtkı Yener’in hayallerinden biri, Türkçeye has bir klavye geliştirmektir. Bakanlığa 1946 senesinden beri bu konuda raporlar yazar. Nihayet Demokrat Parti’nin ilk kez seçildiği dönemde, Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’den randevu alabilir ve onunla birlikte Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a gider. “Bilimsel bir klavye yapın, sizin yaptığınızı kabul edelim,” cevabını almayı başarır (Durmaz, 2017).1 Kurulan bir komisyon, bu tip bir klavyenin tasarruf ve verimlilik sağlayacağına kanaat getirince Marshall Planı çerçevesinde maddi ve bilimsel destek bulunur. Ankara Üniversitesi ile New York Üniversitesi arasındaki işbirliği anlaşması çerçevesinde, Türkiye’ye gelen Anthony R. Lanza ve Edwark Tutark Jr.’ın destek verdiği çalışmalar sonucunda Türkçeye has F klavye tasarlanır. İhsan Sıtkı Yener’in TDK kılavuzundaki 30 bine yakın kelimeyi inceleyerek oluşturduğu harf frekansları ve istatistikleri kullanılarak en hızlı ve kolay şekilde Türkçe yazmayı sağlayacak bir tuş dizilimi ortaya çıkarılır. İş yükünü her iki ele eşit paylaştıran, en sık kullanılan tuşları yatay ve dikey olarak ortada yoğunlaştırarak parmakların az hareket etmesini sağlayan, Türkçenin sesli-sessiz takip kurallarını, hatta el, bilek ve parmakların anatomisini gözeten bu dizilim, genç cumhuriyetin az bilinen; ama, ciddi başarı öykülerinden biridir. İngilizce ve Almancadan sonra Latin alfabesi kullanan diller içinde kendine has bir klavyeye sahip olan üçüncü dil olur Türkçe (Okutkan, 2000). 1957-2013 yılları arasında uluslararası hızlı yazma yarışmalarında Türkiyeli daktilograflardan 25’i rekor kırarak 59 kez dünya şampiyonluğu elde eder (Bostancı, 2013).

1963 yılında Gümrükler Kanunu’na bir ilaveyle ithal edilen yazı makinelerine F klavye zorunluluğu getirilir. 1974 yılında Türk Standartları Enstitüsü tarafından “zorunlu standart” olarak ilan edilmesiyle F klavye, hızla yayılır ve avantajları yüzünden tercih edilir. Daktilo tamircilerine eski daktiloları F’leştirme talepleri gelir (TGRT Velhasıl, 2016). F klavye, hak ettiği hükmü sürer memlekette. Ta ki kişisel bilgisayarların yaygınlaşmasına kadar. 60’larda ve 70’lerde devlet eliyle yapılabilen, kontrol edilebilen şey, 90’ların Türkiye’sinde artık zordur. İthal bilgisayarlarla Q klavye tekrar hayatımıza girer ve F’i geri püskürtür. 10 Aralık 2013’te Resmî Gazete’de yayımlanan bir başbakanlık genelgesinde, F klavyenin kamu kurum ve kuruluşlarında yaygınlaştırılması için talimat verilir ve kamu kurum ve kuruluşlarında 2017 yılı sonuna kadar klavyelerin F klavyeye dönüştürülmesinin sağlanacağını bildirilir (Çağala, 2016). Sormak lazım kamuda çalışanlara; ama, en azından üniversitelerde, okullarda bunun gerçekleşmediği, kapı gibi genelgesi olsa da, temenni düzeyinde kaldığı açık.

Dünya Daktilografi Şampiyonası’na katılan temsilcilerimiz Ece Özbayrak ve Gönül Sözer’in performansları hakkında, 1959. Kaynak: Hayat Mecmuası no. 38 (18.09.1959), s. 21.

Kişisel Bir Devrim

Q klavyenin 90’larda F’den intikamını alması, aslında daktilonun bir zamanlar sürdüğü saltanatını kaybetme hikâyesinin içindeki birkaç cümle. Bu maddenin esas oğlanı açısından mutsuz biten bu hikâyenin bütünü için, gelin bir de bilişim teknolojisinin ülkemizdeki tarihine bir göz atalım.

Bugün bilgisayar denince aklımıza gelen masaüstü ve/ya dizüstü bilgisayarlardan çok farklıydı ilk bilgisayarlar. Bir odayı dolduracak kadar hacimli, ağırlığı tonları bulabilen devre ve kablo yığınlarıydı. Bu devasa aletlerin, cebimize sığan telefonların milyarda biri kadar işlem yapma ve depolama kapasiteleri olduğuna inanmak zor. Küçüldükçe güçlenen bir şey bilgisayar. Doğanın kurallarına, temayüllerine meydan okumakta üstüne olmayan bir tür insan.

Bilgisayarların öncüsü olan delikli kart teknolojisi, daha 1927 yılında, cumhuriyet henüz 4 yaşındayken Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından nüfus sayımı için ülkeye getiriliyor. 1950’lerde Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri, İş Bankası, Emekli Sandığı gibi kurumlarda bu teknoloji üzerinden matematiksel işlemleri hızlı yapmaya, bir şeyleri saymaya yarayan bilgi işleme kapasitesi mevcut. 1960 darbesi sonrasında kurulan DPT ve TÜBİTAK sayesinde hiç de ucuz olmayan, ısmarlandıktan sonra gelmesi, kurulması 8-12 ayı bulabilen mainframe bilgisayarlar ülkeye girmeye başlıyor. Karayolları Genel Müdürlüğü’ne kurulan IBM 650, sadece Türkiye’deki değil; Ortadoğu’daki ilk bilgisayar addediliyor. Kamu kuruluşları ve bankalardan sonra İTÜ, ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi bu yeni teknolojiyle tanışıyor (NTV-MSNBC, 2000).

Dünyada delikli kart aletleri üretirken yönünü bilgisayar alanında öncü olmaya çeviren ilk şirket IBM, yani International Business Machines. Türkiye’de de benzeri şekilde daha 30’lu yıllarda hesap makineleri, daktilolar gibi ofis malzemelerini ithal edip satmaya başlayan Vehbi Koç, önce Burroughs sonra Unisys ile işbirliği yaparak kurduğu Koç-Sistem ile öne çıkıyor. Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) tahminine göre 1970’lerde ülkede 65 bilgisayar ve bunlardan faydalanabilen 6000 kadar programcı var (NTV-MSNBC, 2000). Bu sırada dünyada ise donanım parçalarının ucuzlaması ve küçülmesi ile bilgisayarları, küçük bir azınlığın elinden alıp geniş halk kesimlerine ve küçük ve orta ölçekli işletmeler ile kurumlara yayacak olan bir değişim gerçekleşmekte. Bill Gates 1976’da Microsoft’u kurarken, üniversite terk, 25 yaşındaki Steven Wozniak, bir başka Steven (Jobs) ile garajında geliştirdiği Apple marka bilgisayarı 1977 yılında bir fuarda sergileyecektir.

80’ler bu yeni tip, masanın üstüne6 bile sığabilen, öncekilerden ayırt etmek için Personal Computer (PC) yani “kişisel bilgisayar” olarak adlandırılan cihazların yaygınlaşması ve gitgide ucuzlamasıyla, programların hızla çeşitlenmesiyle geçecek, 90’lar geldiğinde ise bu bilgisayarların birbirleriyle konuşabilmesini, yani veri alışverişini sağlayan bilgisayar ağlarından World Wide Web’in (www), yani internetin rakip ağlara galebe çalması, standartlaşması ve yayılmasıyla bilgisayarlar artık iyice vazgeçilmez hale gelecekler.

Türkiye bu sıralarda Turgut Özal’lı yılları yaşıyor. 24 Ocak 1980’de Türk lirası çevrilebilir/konvertibl (convertible) ilan edilirken; artık konvertibilite gibi teknik terimlere Türkçe karşılık bulmaya uğraşmaktansa İngilizce okunuşun Türkçesini yazıvermek daha kolay, belki hatta daha makbul hale gelir. Ekonomi, dünyada esen küreselleşme rüzgârlarının etkisinde ve ülkede daha önce bulunmayan mallar, markalar cirit atmaya başlar. Dünya Bankası geçmişi olan Özal, teknolojiyle arası iyi bir siyasetçi. Bunu sergilemekten, ülke için olan vizyonunda bilişimi, yeni teknolojileri öne çıkarmaktan kaçınmıyor. Yurt dışı gezilerinde uçağına aldığı gazetecilerin, teknolojiye en heveslilerinden Fehmi Koru’nun küçük bilgisayarında “mayın tarlası” oyununu oynuyor (Koru, 2017), bilgi işlemlerin açılışına katılıyor. 12 Nisan 1993’te ODTÜ-TÜBİTAK işbirliği ile başlatılan TR-NET Projesi kapsamında, Türkiye’deki ilk internet bağlantısı, ODTÜ’den dış dünyaya yapılıyor. Artık ülke, sesini dünyaya bu yeni teknolojiyle duyurmaya hazır ve dışarıdan gelecek her şeye açık, iyisiyle kötüsüyle. 5 gün sonra, 17 Nisan 1993’te hayata veda ediyor Özal. Özal döneminde dışa açılan Türkiye’nin, aynı yıllardaki kişisel bilgisayar devriminden geri kalmaması şaşırtıcı değil. Gerçi çoğumuz için ilk bilgisayar deneyimi, Commodore 64 gibi oyunlar oynamaktan ibaret olsa da artık cin şişeden çıkmıştır. Dünyada ve ülkemizde bu cinin ilk kurbanlarından biri ise daktilolar olacaktır. Bilgisayarların kelime işleme programları, daktilonun el yazısına yaptığını yapacak, insanlara, kurumlara, işletmelere daha hızlı ve kolay bir yazı yazma alternatifi sunarak daktilonun gerekliliğini ortadan kaldıracaktır. Artık okullarda, kurslarda daktilografi yerine “Microsoft Ofis Programları” öğretilmeye başlanacaktır.

Özal’lı yıllar: “Benim Aziz Vatandaşlarım”. Yukarıda 22 Ekim 1990 tarihinde ODTÜ’nün IBM 3090 ana bilgisayarının açılış töreni. Kaynak: Twitter @unutulmazfoto []

Kelime işleme programlarında, klavyelerimizde ve programlama dillerinde daktilonun ruhu halen yaşıyor aslında. Caps Lock, Tab, Shift, Space tuşları daktilolarda doğrudan mekanik karşılığı ve özel işlevi olan tuşlar. Satır aşağısına geçmek için kullanılan Enter/Return tuşunun ismi ve programlama dillerindeki kodu CR yani Carriage (veya cardridge/kartuş) Return de daktilolardan. Fonetik işaretli harfleri yazmak için kullanılan ölü tuş kurnazlığı da halen aramızda. İmleci ilerletmeden bir önce yazılan harfin üzerine ayırıcı im eklemeye yarayan daktilo tuşları bunlar. ^, `, ~ gibi karakterleri yazdığınızda bunlar hemen ekranda belirmez. Program bir sonraki yazılacak karakteri bekler ve fontta bu ikisinin birleşmiş hali varsa onu basar. Dènêmesi bedãvâ. En ironik olarak da bilgisayar programları yazılırken kod okumayı ve yazmayı kolaylaştırdığı için sabit genişlikli, tıpkı daktilolarda olduğu gibi her karakterin eşit alan kapladığı Courier New gibi “daktilo fontları” kullanılır.

Peki Şimdi Ne Olacak?

1991’de IBM bir zamanlar domine ettiği daktilo pazarından çekilir. 1997’de Türkiye, Pakistan’dan sonraki yeni dost ve kardeş ülkemiz Azerbaycan’a Latin alfabeli daktilolarımızı bağışlamayı teklif eder. Böylece henüz 6 yıl önce bağımsızlığına kavuşmuş Azerbaycan, Kiril alfabesinin ve bir anlamda SSCB geçmişinin etkilerinden uzaklaşabilecektir. Azerbaycan reddeder bu teklifi (Cornell, 2005). 2011’de mekanik daktiloları üreten, Hindistan’da bulunan son fabrika ise kapatılır.7

Tarık Dursun K., 1996 yılında verdiği bir röportajda yazılarını hâlâ daktilo ile yazdığını, bilgisayara mesafeli olduğunu söylüyor; ama, şunu da eklemek zorunda hissediyor: “Havlu atarak bu yıl içinde bilgisayara geçeceğim. Çünkü daktilonun zorlukları vardır ama kolaylıkları yok. Bilgisayar, benim yaşımdakiler için oyuncak niteliğini taşıyor. Tekrar yaz, tekrar boz” 8 (Döndaş, 1996: 2). İkonik fotoğraflarında daktiloların bir uzantıları olarak yer aldığı, yazarak hayatını kazananlar bile bilgisayarların avantajları karşısında havlu atmak zorunda hissediyorsa daktiloların ofislerimizi, evlerimizi terk edip çatı katlarında paslanmaya doğru uzun yürüyüşlerine çıkmaları, daktilo seslerinin susması hayatın doğal akışı.

Yazdıkları, düşünceleri yüzünden cinayet, suikast veya linçle hayatlarını kaybetmiş Cumhuriyet vatandaşlarından sadece üç tanesi.
Abdi İpekçi (1929-1979) daktilosuyla. Kaynak: Serhat Oğuz, “24 yaşında Milliyet’in başına geçti” Milliyet [Çevrimiçi Edisyon (02.02.2010) []
Aziz Nesin (1915-1995), daktilosuyla. Kaynak: Twitter, @01aly01 []
Uğur Mumcu (1942-1993) daktilosuyla. Kaynak: “Peker’den Ağar hakkında çarpıcı iddialar: Adalı, Mumcu ve Kürt iş insanları…” Karar [Çevrimiçi Edisyon] (23.05.2021) [https://bit.ly/3FAd1eM]
Uğur Mumcu (1942-1993) anmasında daktilo. Kaynak: “Uğur Mumcu ölümünün 23. yılında Kadıköy’de anılacak” Cumhuriyet [Çevrimiçi Edisyon] (18.01.2016) [https://bit.ly/3UHr1aM]

Başta sorduğumuz soruya geri dönecek olursak, peki bu, daktiloların artık tamamen hayatımızdan çıkması, antikalaşması, sadece müzelerde9 karşımıza çıkması anlamına mı geliyor? Gelecek ne getirecek bilinmez elbet; ama, bu yazıyı yazarken öyle olmayabileceğinin işaretlerine bol bol rastladım. Daktilo eski günlerine dönmeyecek elbette; ama, teknolojik gelişmelerle hayatımızdan çıkar gibi yapıp sonra geri dönüş sergileyen pikaplar, plaklar gibi az; ama, öz, hevesli insanlar tarafından kullanılmaya devam etmesi, dijitale karşı kimilerine cazip gelen analog/mekanik bir alternatif teşkil etmesi şaşırtıcı olmaz. Ekşi Sözlük daktilo maddesinde, Youtube daktilo videoları yorumlarında bu aleti edinmek isteyen gençlere rastlanıyor, Daktilo Devrimi diye bir kitap ve sitesi,10 insanları, 21. yüzyılda daktilo kullanmaya teşvik etmeye çalışıyor (Polt, 2015), dekorasyonda, dövmelerde daktilo imajı insanlara cazip geliyor, yaratıcılıklarını kamçılıyor.

Dekoratif olarak normal haliyle bile gayet şık ve oturaklı bir nesne daktilo ama belli ki insanların hayal gücünü tetikleyen bir fizikselliği ve sembolizmi de var. Kaynak: Çeşitli internet siteleri ve sosyal medya.

Unabomber, 1995’te New York Times ve Washington Post’u yayımlamaya mecbur bıraktığı manifestosunda (Kaczynski, 2013), şu andaki teknolojik düzenin, sanayi toplumunun insanları mutsuzluğa sürüklediğini, insanların belli bir yoğunlukta çaba, emek göstererek, kendilerini bağımsız hissederek hedefe ulaşmaya psikolojik ihtiyaçları olduğunu iddia eder. Her şey fazla kolaylaşmıştır ona göre ve bu düzen, doğamıza uygun değildir; yıkılmalıdır. Hayat, Marksist teorisyenlerin iddia (umut?) ettiği gibi ilerlememiş, temel öngörüleri çıkmamış olsa da yabancılaşma konusunda haklı oldukları noktalar olsa gerek ki, bugün Tırışkadan İşler’in (Graeber, 2021) varlığını konuşuyor, psikologların kapısını her zamankinden çok aşındırıyor, yoga, farkındalık gibi şeylerle kendi içimize dönme ihtiyacı duyuyor, emekli olduğumuzda Ege sahil kasabalarına yerleşme, bahçeyle, toprakla uğraşma, kendi sabunumuzu yapma hayalleri kuruyoruz. Önceki nesiller sobalı evlerden, sobanın dertlerinden kurtulduğuna –haklı olarak– sevinirken, şimdilerde soba sırf vücudumuzu değil; ruhumuzu da ısıtıyor. Modern hayat, teknoloji, bizi gündelik hayatın çeşitli cenderelerinden kurtardı; ama belli ki bu sefer, ruhsallığımız çeşit çeşit cendere içine girdi.

Bu yazıyı bir daktiloda yazmayı istemezdim. Tuşlar birbirine karışacak, çözmeye uğraş; şeridin mürekkebi bitmiş, değiştir; yanlış bir harf yaz, daksille; sayfayı konumlamayla uğraş. Hele de teslim tarihini geçirmişken olacak iş değil, kaç saat fazla çalışmaya sebep olurdu. Nostalji, romantizm bir yere kadar, saç baş yolardım. Bir daktilom olsun, arada bir onunla bir şeyler yazayım isterdim lakin. Tuşa bastığında ağırlığını hisset, harfin yuvasından çıkıp kâğıda doğru hareket ettiğini, sayfada iz bıraktığını, yerine dönüşünü, sayfanın yana kaydığını gör, yazmanın ritmini kulaklarınla duyarak farkında ol. İnsan kendini daha canlı hisseder, trrr trrr trrr yazdığın sayfayı daktilodan çıkarıp göz atarken tatmin olma hissi daha yoğun olur, Unabomber’ın hücresinde kulağı çınlardı gibime geliyor.

Siz de bir düşünün bunu bence. Dink.

typewriterrevolution.com sitesinin Daktilo Manifestosu. Sanala, dijitale karşı fizikseli, tüketim, verimlilik takıntısına karşı kendi kendine yetmeyi, dayanıklıyı koyarak modernliğin, bilgi toplumunun paradigmasına direnmeyi teklif ediyor. Devrim mi istiyorsunuz? O zaman televizyonları kapatıp daktilolarımızı tıkırdatmanın zamanıdır. Kaynak: The Typewriter Revolution

KAYNAKÇA

Ağırgöl, Ç. (2012, Kasım 26). Arzuhalcilere “yetki gaspı” cezası verildi. Milliyet. https://www.milliyet.com.tr/gundem/arzuhalcilere-yetki-gaspi-cezasi-verildi-1632894

Akçura, G. (2018, Şubat 19). Daktilo, https://manifold.press/daktilo

Akın, S. (2018). Tuncay Terzihanesi. İstanbul: Türkiye İş Bankası.

Albayrak, S. (2015, Mart 7). Halkın arzuhalcisi Yaşar Kemal. İnsan Okur. https://www.insanokur.org/halkin-arzuhalcisi-yasar-kemal-sadik-albayrak/

Bilgehan, G. T. (2002, Temmuz 20). Veda. Milliyet. Marmara Üniversitesi, Taha Toros Arşivi.

Bostancı, S. (2013, Aralık 24). F klavye, zihinsel işlem ve becerileri geliştiriyor. Hürriyet. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/f-klavye-zihinsel-islem-ve-becerileri-gelistiriyor-25425260

Çağala, C. (2016, Mart 5). Başbakanlık F Klavye Genelgesi. TechWorm. https://www.tech-worm.com/basbakanlik-f-klavye-genelgesi/

Candan, S. (2019, Ocak 31). Arzuhalimizi kime yazdıralım? Konya Yenigün. https://www.konyayenigun.com/guncel/arzuhalimizikime-yazdiralim-h198522.html

Cornell, S. (2005). Small Nations and Great Powers: A Study of Ethnopolitical Conflict in the Caucasus. Taylor & Francis.

Döndaş, İ. (1996). Yazmak, Ama Nasıl? Cumhuriyet Dergi, 550.

Dündar, C. (2001, Mayıs 7). Nazım Belgeseli. Milliyet. Marmara Üniversitesi – Taha Toros Arşivi.

Durmaz, Ö. (2017, Ocak 3). Kadını Tuş Eden Tuşlar. Manifold. https://manifold.press/kadini-tus-eden-tuslar

Graeber, D. (2021). Tırışkadan İşler. B. Esen (Çev.). İstanbul: Everest.

Kaczynski, T. J. (2013). Sanayi Toplumu ve Geleceği: Unabomber – Manifesto, İstanbul: Kaos.

Koru, F. (2017, Eylül 4). Özal’la bilgisayarda ‘Mayın Tarlası’ oynuyorduk; Tetris’i oynamak için beni Çankaya’ya çağırdı. T24. https://t24.com.tr/haber/fehmi-koru-ozalla-bilgisayarda-mayin-tarlasi-oynuyorduk-tetrisi-oynamak-icin-beni-cankayaya-cagirdi,432725

Memmott, M. (2011,Nisan 26). Has The Last Typewriter Factory Closed? Not Really. NPR. https://www.npr.org/sections/thetwo-way/2011/04/26/135740246/has-the-last-typewriter-factory-closed-not-really

Milli Klavyede Amerikan Parmağı. (2012). NTV Tarih. 41.

Okutkan, M. (2000). Daktilografi. Ankara: MEB.

Polt, R. (2015). The Typewriter Revolution: A Typist’s Companion for the 21st Century. Countryman Press.

Son Daktilo Tamircisi. (2016). TGRT Velhasıl. https://www.youtube.com/watch?v=PvLxS_5y-PE

Teknolojiye direnen meslek: Arzuhalcilik. (2018, Ağustos 28). TRT Haber. https://www.trthaber.com/haber/yasam/teknolojiye-direnen-meslek-arzuhalcilik-381986.html

Türkiye’de bilişimin öyküsü. (2000, Eylül 4). NTV Teknoloji. http://arsiv.ntv.com.tr/news/28088.asp

Tütüner, F. (2017). Mersin’de Çocukluğum ve Giritli Tütüncüzade Fazıl Bey.

Yerel Haberler. (2017, Temmuz 8). Milliyet. https://www.milliyet.com.tr/yerel-haberler/mersin/ilk-osmanlica-daktilonun-filmleri-aratmayan-oykusu-12151945

Kapak görseli: Ameli Hayat Okulu’nda öğrenciler daktilo dersinde, 1933. Kaynak: Yedigün no. 4 (05.04.1933), s. 10.

DİPNOTLAR

  1. Sunay Akın anlatıyor: “Ailenin yedi yaşındaki oğlu, çalışma odama girmiş, daktilonun tuşlarında gezinen parmaklarımı hayranlıkla seyrediyordu. İçini çekerek şunları söylemişti: ‘Ne güzel çalayasun, benim babam da kemençe çalay!’” (2018: 68-69). Orkestra eşliğinde daktilo dinlemek isterseniz: https://youtu.be/G4nX0Xrn-wo.
  2. Nudiye Yalçın, Doktor Hikmet Kıvılcımlı ile evlenmeden yaşamış ve Marksist eserler, çevirilere imza atmış bir erken dönem cumhuriyet kadını. Bu satırlarında sanki feminist bir çıkış kadar Nazım Hikmet’in Makinalaşmak İstiyorum şiirindeki ruh halinin, Batı’ya teknolojiyle, sanayi hamleleriyle meydan okumaya soyunan dönemin Sovyet komünizminin izleri de var.
  3. Bu mektupların bütünü ve erken dönem Cumhuriyet’te daktilonun yeri konusunda ilginç detaylar ve görseller için meraklı okur “ıvır zıvır tarihçisi” Gökhan Akçura’nın Manifold’da yer alan Daktilo yazısına göz atabilir. Akçura, daktilo tipolojisinin 1930’lu yıllarda edebiyatımıza iz düşümü konusunda da Reşat Nuri Güntekin’den, Hüseyin Rahmi Gürpınar’a Halide Edip Adıvar’dan Halikarnas Balıkçısı’na çeşitli örnekleri yazısında derlemiş (Akçura, 2018).
  4. Eski avukat katibi, yeni arzuhâlci Yaşar Fatih Eskikambur’un halkın ne tip taleplerle geldiğine dair verdiği örneklerden (DHA, 2018).
  5. Grafikerlerin, reklam ajanslarının, web tasarımcılarının aşina olduğu bu süreç, demek arzuhâl dünyasında da varmış.
  6. Kasalar ve monitörler birbirinden bağımsız değil, birbirine entegre birimler ilk başlarda. Yani masanın altına koyarsanız eğilerek monitöre bakmanız, klavyeyi kullanmanız gerekiyor bu ilk örneklerde.
  7. Bu haber, son daktilo fabrikası kapandı şeklinde yaygın olarak paylaşılmış olsa da elektronik daktilo üreticileri ve ABD’de bilgisayar verilmeyen mahkumlar için plastik aksamlı mekanik daktilo üreten özel bir üreticinin o yıllarda hâlâ faaliyette olduğu anlaşılıyor (Memmott, 2011).
  8. Yazı, ayrıca Vedat Günyol, Attila İlhan, Peride Celal, Demirtaş Ceyhun ve Hilmi Yavuz’un yazma eylemi hakkında düşündüklerini, hangi ortamlarda, nasıl yazdıklarını işliyor.
  9. Eskişehir’de bir daktilo müzesi bulunmakta. Müzede gazeteci ve yapımcı Tayfun Talipoğlu, Odunpazarı Belediyesi, yerel basın çalışanları ve bağışta bulunanların çabasıyla toplanan daktilolar sergileniyor. https://eskisehir.ktb.gov.tr/TR-184438/tayfun-talipoglu-daktilo-muzesi.html
  10. https://typewriterrevolution.com

İLGİLİ NESNELER