PASAPORT
DİDEM DANIŞ

İÇERİK

Giriş

Pasaport kelimesi, Fransızca geçmek (passer) ve liman (port) anlamına gelen kelimelerin birleşimiyle “kapı geçişi”ni ifade eder. İlk kez 16. yüzyılda İngiltere’de kullanılan pasaport, bugün uluslararası seyahat yapmak isteyen kişilerin kimliğini ve milliyetini tanımlamak üzere bağlı bulundukları devletler tarafından verilen resmi bir belge. Günümüzde sahte pasaport, biyometrik pasaport, çifte pasaport gibi tanımlarla akla gelen pasaport, devlet ve vatandaş arasındaki ilişkiyi, daha özelde ise, kişinin hareketliliği üzerinde devletin denetim gücünü ifade eden nesnelerden biri. “Meşru dolaşım araçlarının devlet tekeli” olarak pasaport, onu veren devlete ve politikalarına bağlı olarak, kapsayıcı veya dışlayıcı olabilir (Torpey, 1998). Pasaportun etkisi, “onu veren devletin küresel sıralamadaki konumuna bağlıdır ve bu bağlamda pasaport doğrudan uluslararası jeopolitikayla ilgilidir” (Mary, 2020: 131).

Türkiye’de de bordo, gri, yeşil veya ikinci pasaport gibi kimlik belgelerinin toplumsal önemi, eşitsiz pasaport ve vize rejimlerinin toplumlar ve bireyler arası ilişkilere nasıl aktarıldığını gösterir. Pasaportlar, “kimlik”i gösteren nesneler olarak, kişinin kimliğine, ne’liğine ve ulusal-küresel hiyerarşide nerede olduğuna dair işaretler taşıyan bir nesne haline gelir. Mark Salter (2012) pasaportun, vatandaşlık bağını gösteren anlamının ötesinde “hareket eden bir nesne” olduğunu da hatırlatır:

Pasaport, sadece hükümetlerin (ve bazı uluslararası kuruluşların) yayınladığı veya bu belgeleri taşıyan veya yorumlayan bireysel aktörlerin sahip olduğu bir vatandaşlık ve kimlik işareti değil, aynı zamanda hareket eden bir nesnedir. Belgenin kendisinin maddi failliği vardır- belirli şeyleri ve siyaseti mümkün kılar ve küresel hareketlilik düzeninde aktif bir rol oynar.

Türkiye’de 2021 verilerine göre 9.6 milyon kişinin pasaportu bulunmakta.1 Bunların önemli bir kısmı hacca gitmek için alınıyor; kalan kısmı ise çoğunlukla tüm ömürleri boyunca bir veya iki kez yurt dışına çıkan kişilerce kullanılıyor. Her sene sınır geçen pasaportların sayısının ise 1 milyon kadar olduğu tahmin ediliyor. Yani toplam nüfusun yaklaşık % 12’sinin pasaportu var, bunların da sadece % 1’i her sene aktif olarak pasaportunu kullanıyor. Sayıları çok daha az olsa da, bir de ABD veya diğer ülkelerden ikinci pasaport alanlar var. Türkiye’den uluslararası alana açılabilen, eğitim, seyahat veya istihdam amacıyla küresel arenaya katılarak “kozmopolit” olabilme imkânını tadanlar işte bu kadar küçük bir grup. Az bulunan ama oldukça kıymetli bir nesne olarak pasaport, devletin bireyle kurduğu gözetim ve kontrol ilişkisi kadar, uluslararası arenada ülkeler arası sıralamayı veya bireylerin yukarı doğru hareketlilik çabasını gösteren bir belge olduğu için Türkiye’nin yüz nesnesi arasına katılmaya hak kazanıyor.

Bir Denetim Aracı Olarak Pasaport ve Osmanlı’da İlk Uygulamalar

Pasaportun ortaya çıkışı, modern devlet fikriyle el ele gider ve devletlerin hareket halindeki nüfusu kontrolü ve gözetimi fikrine dayanır. Devletler, siyasi görüşleri ve idari kapasitelerine bağlı olarak, “tehdit” olarak gördükleri kişilerin devletler arası sınırları geçmelerini veya ülke içinde yer değiştirmelerini düzenler. Kimin içeri gireceği, kimin dışarı çıkacağı pasaport gibi etkili bir modern nesne ile yönetilir.

Osmanlı’da da modernleşme sürecine giren devlet, nüfusu idare ederken kayıt altına alma ve denetleme işini nüfus cüzdanı, pasaport ve benzeri kimlik belgeleriyle yürütür. Böylece hem sınır geçişlerinde dışarıdan gelen yabancıların hem de ülke içinde vatandaşların hareketliliği üzerinde denetim kurar. Foucault’nun modern devleti anlatırken üzerinde durduğu gözetleme, disiplin, güvenlik ve yönetimsellik tam da burada devreye girer. Pasaportun ortaya çıkışındaki ana motivasyonlardan biri yabancı veya vatandaş, istenmeyenlerin, güvenlik tehdidi olarak görülenlerin yer değiştirmesini engellemektir. Erken pasaport örneklerinden biri bu doğrultuda Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkmıştır.

Osmanlı’da ise önce ülke içi seyahatleri düzenleyen 1844 tarihli “Men-i Mürur Nizamnamesi,” daha sonra da 1867 tarihli “Pasaport Nizamnamesi” kabul edilmiştir (Aybay, 1985). II. Abdülhamit döneminde devletin merkezileşmesi ve modernleşmesi ile, kimlik kartlarının kullanımı için gerekli yasal mevzuat hazırlanır; pasaportlar, ikamet belgeleri ve bunların kayıtlarının tutulması için gerekli altyapı güçlendirilir. Pasaport bir denetim aracı olarak, 19. yüzyıl boyunca güvenlik tehdidi olarak görülen “anarşistler, serseriler ve fesatların” zapt-u rapt altında tutulabilmesi için kurulan kayıt sisteminin de önemli bir unsuru olur (Yılmaz, 2014). 19. yüzyıl sonunda meşruiyet krizine giren devlet, serserilik, anarşistlik ve mevsimlik işçiler arasında bağ kurmakla kalmayıp, “imparatorluğa gelen tüm yabancı uyruklular(ı) potansiyel tehdit olarak” görür; “özellikle Avrupalılara ilişkin pasaport kontrolleri ve gümrük uygulamaları” sıradan hale gelir (Yılmaz, 2014: 89).

1890’lar civarında İzmir’de “Pasaport ve Telgrafhane.” Kaynak: İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, II. Abdülhamid Han Fotoğraf Albümleri / NEKYA779-84/12 []

İzmir’de, 1867-86 yılları arasında inşa edilerek Osmanlı İmparatorluğu’nun pasaport bürosu olarak hizmet veren ve günümüzde Pasaport olarak bilinen semt de bu dönemin hatıralarından biridir. 19. yüzyılın ikinci yarısında dış ticaretin gelişmesiyle, İstanbul’dan sonra İzmir ve Selanik de liman kentleri olarak önem kazanır. İzmir’deki Pasaport İskelesi, dış ticaretle beraber artan nüfus hareketliliğinin denetlendiği bir yer olduğu kadar, İzmir’deki kentsel dönüşümün de itici gücü olur ve kentin hem ticari hem de kültürel anlamda imparatorluğun en kozmopolit yerlerinden biri haline gelmesine yol açar (Gençer, 2017).

Toplumsal Sorunlara Karşı “İç Pasaport” Uygulaması: Mürur Tezkeresi

Kişilerin hareketliliği üzerindeki devlet kontrolü uluslararası sınırlardan önce, ülke içi yer değiştirmeleri düzenleme çabasıyla başlar. Modernleşme ve merkezileşme ele ele ilerlerken devletler, yönettikleri teritorya üzerinde yaşayan nüfusun hareketliliğini de daha fazla kontrol etmek ister. Nüfusu tanımlama, tasnif etme ve nüfus bilgisi oluşturma çabası içinde, yeni yasal düzenlemeler ile beraber pasaport ve ikamet belgesi gibi idari aygıtlar icat edilir.

Osmanlı’da seyahat izin belgesi olarak kullanılan ve bir tür iç pasaport olarak tanımlanabilecek “mürur tezkereleri” devletin nüfus hareketlerini denetleme çabasında kullandığı kontrol nesnelerinden biri. Osmanlı topraklarında seyahat etmek isteyen yerli veya yabancı herkes için uygulanan bu belge 16. yüzyılda “yol hükmü,” 19. yüzyıldan itibaren ise “mürur tezkeresi” ismiyle kullanılır (Kütükoğlu, 2006).

Osmanlı devleti, 16. yüzyıl “Celali İsyanları”ndan başlayarak mürur tezkeresini, çeşitli sebeplerle İstanbul’a gelmek isteyenlerin kentte yarattığı iaşe, iskân ve istihdam sorunu karşısında göçü engellemenin ve istenmeyen kişileri geri göndermenin bir aracı olarak görür. Bu anlamda, iç göçü engellemek ve İstanbul’da nüfus artışını kontrol altında tutmak için geliştirilen yöntemlerden biridir bu belge. 19. yüzyıl boyunca uygulanan yol izinleri veya kefalet sistemi gibi yöntemlere ek olarak devlet, istenmeyen göçü engellemek için imamlar, mahalle muhtarları ve lonca kethüdaları gibi yerel aracılarla da işbirliği yapar ve onlara bir tür yerel denetçi görevi verir. Kısacası, Osmanlı yöneticileri, İstanbul’a gelen nüfus artışıyla ortaya çıkan erzak sıkıntısı, bekârların “düzeni bozması,” kırsalda tarımsal üretimin olumsuz etkilenmesi gibi sorunları, İstanbul’a girişleri engelleyerek çözeceklerine inanırlar (Yılmaz, 2014).

Osmanlı tebeasından Alaksandre’nin Plevne’ye gitmesi için adına düzenlenen mürur tezkeresi, 1909. Kaynak: T. C. Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, HR.SFR.04 835/110 (26.05.1909)

İstanbul’un sorunlarını çözmek için kente girişleri sınırlama fikri, günümüzde de zaman zaman dile getirilir, özellikle de yaşanan toplumsal ve ekonomik sorunlara karşı daha makul, mantıklı ve adaletli çözümler üretilemediğinde. Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemden beri dile getirdiği İstanbul’a girişlerde vize uygulanması önerisi, Osmanlı’da uygulanan ve kişilerin ülke içi hareketliliğinin kontrolü fikrine dayanan düşünce şeklinin bir devamı. Erdoğan, 22 Mart 2023’te katıldığı bir televizyon programında, İstanbul’un sorunlarının ilacı olarak, eskiden beri dile getirdiği İstanbul’a girişlerde vize uygulanması fikrini hatırlatarak şöyle demiştir: “İstanbul’un belediye başkanıyken benim İstanbul’a girişi vizeye tabi tutma diye tezim vardı. Her gelen rahatlıkla girsin, bu olmaz. İstanbul’a girmenin bir bedelinin olması lazım.” 2 Eşitsiz büyüme politikaları ve rant odaklı kentleşme ile İstanbul’da giderek derinleşen barınma krizi ve deprem riski gibi sorunlara çözüm olarak akla tekrar pasaport ve vize uygulamasının gelmesi tarihsel sürekliliği göstermesi açısından da anlamlı.

Mürur Tezkeresinden Yol İzin Belgesine

Mürur tezkeresi uygulaması cumhuriyetin ilanıyla beraber kaldırılsa da, bir benzeri 1990’lı yıllardan sonra Türkiye’ye sığınmış yabancılara uygulanan yol izin belgesi olarak karşımıza çıkar. Sığınmacıların kayıtlı oldukları illerin dışında başka bir yere gitmesini düzenlemeyi amaçlayan bu belge, yabancı nüfusu kayıt ve kontrol altında tutmanın önemli bir aracı olur. İlk kez 1994 Yönetmeliği’nde ortaya çıkan yol izin belgesi, Türkiye’de sığınma başvurusu yapmış kişilerin ülke içinde başka şehirlere gidişini kontrol etmek üzere, yani bir tür iç pasaport olarak, işlerlik kazanır.

Mürur tezkeresinden yaklaşık 150 yıl sonra, yol izin belgesi bu sefer ülkeye sığınan yabancı nüfusun ülke içi hareketliliğini düzenlemede kullanılan bir belge haline gelir. Soğuk Savaş sonrasında komşu ülkelerde yaşanan çatışmalardan ve krizlerden dolayı Türkiye’ye yönelen kitlesel ve bireysel göçlerin artışı ile Türkiye, 1990’lardan itibaren tekrar bir göç kabul ülkesine dönüşünce, göçmenlere yönelik politikalar da belirginleşmeye başlar. Türkiye’ye gelenlerin bir kısmı, “soydaşlık” bağıyla Türk vatandaşlığına alınıp milli bünyeye dahil edilirken, “yabancı” ve dolayısıyla “tehdit” olarak görülen diğerleri ise resmi prosedürlerin yavaş işleyen soğuk mekanizmaları arasında sıkışıp kalırlar.

1990’lı yıllarda özellikle İran, Irak ve Afganistan’dan gelip Türkiye’de sığınma başvurusu yapan ve akabinde bir uydu kente atanan kişilerin ülke içinde yer değiştirme özgürlüğü, yol izin belgesine bağlıdır; çeşitli sebeplerle tercih ettikleri İstanbul’a veya Türkiye’deki diğer kentlere seyahat edebilmeleri için bu belgeyi edinmeleri gerekir. 2012’den itibaren yol izin belgesi uygulaması, geçici koruma statüsünde bulunan Suriyeliler için de hayata geçirilir. Farklı illerde kaydedilmiş aile üyelerinin veya sağlık sebebiyle büyük kentlere gitmesi gerekenlerin korkulu rüyası olur yol izin belgeleri. Özellikle Aralık 2017’de İçişleri Bakanlığı’nın aldığı bir kararla bulundukları illerdeki göç idarelerinden alınmış “yol izin belgesi” olmayan Suriyelilere bilet satışı ve taşımacılık hizmeti verilmesi yasaklanır. Bir zamanlar mürur tezkeresi kontrollerinde mahalle muhtarlarını ve imamları devreye sokan devlet, bugün de yol izin belgesi kontrolleri için seyahat firmalarını sorumlu tutar. Valilikler peşi sıra yaptıkları açıklamalarla, yol izin belgelerini görmeden Suriyelileri taşıyan otobüs firmalarına ve taksicilere para cezası verileceğini ilan eder. 3

Pandemi döneminde ülke içi seyahat izin belgeleri vatandaşlar için de yeni bir anlam kazanır. Daha önce istenmeyen ve tehlikeli görülen kişilere uygulanan idari kontrol mekanizmaları, pandemi döneminde evrenselleşerek herkes için uygulanır hale gelir. Tam kapanma dönemlerinde sokağa çıkma yasağı uygulanırken kısıtlama döneminde seyahat edebilmek için “seyahat izin belgesi” şartı konur. Pandemi sırasında vatandaşlara uygulanan tam kapanma ve sokağa çıkma yasağından, turistlerin ve otel çalışanlarının muaf tutulmuş olması ise, yasakçılıkla ekonomik pragmatizmin aşina olduğumuz görüntülerinden biri olarak hafızalara kazınır.

Giriş ve Çıkış Engeli Olarak Pasaport

Ulusal kimliğin ulus-devlet toprakları dışında tanınmasına imkân tanıyan belge olarak pasaport, kimliğin uluslararası ölçekte temsil edilmesine ve sınırları geçmeye yarayan kıymetli bir nesne. Ancak tüm kıymetli nesnelerde olduğu gibi, bu nesneye herkesin eşit erişimi yok. Devletlerin kimlerin giriş ve çıkışına izin verdiği, kimleri “makbul,” kimleri “tehdit” olarak algıladığıyla doğrudan alakalı. Pasaport, “ulusal nüfusu tanımlamaya yarayan ve devlet sınırlarının korunmasına ve denetlenmesine yardımcı olan politikalar kompleksinin bir parçası” (Torpey, 2001) olarak devletlerin bireyleri ulusal, sosyal ve politik anlatılara göre “güvenli,” “tehlikeli,” “arzu edilir” veya “istenmeyen” olarak sınıflandırmasına hizmet ediyor.

Stefan Zweig da otobiyografik eseri, Dünün Dünyası: Bir Avrupalı’nın Anıları (2015) kitabında I. Dünya Savaşı’nın ardından pasaport uygulamasının dünya çapında nasıl yaygınlaştığını ve pasaportun milli sınırları korumak için nasıl bir enstrüman haline geldiğini anlatıyor. Zweig’in ifadesiyle, “1914 yılından önce yeryüzü tüm insanlığa aitti. Herkes istediği yere gidebiliyor ve istediği kadar uzun kalabiliyordu. İzin verme yoktu, kabul etme yoktu” (2015: 467). Oysa şimdi insanın “pasaporta da ihtiyacı var çünkü pasaportsuz kişi insandan sayılmıyor” (2015:471). Nazilerin iktidara gelmesiyle 1934’te önce İngiltere’ye sonra New York ve nihayet Brezilya’ya göç eden Zweig, bir Yahudi olarak hayatının önemli bir kısmını sürgün olarak geçirmek zorunda kalmıştı. II. Dünya Savaşı’yla beraber Naziler, Yahudilerin sahip olduğu Alman pasaportlarını geçersiz kılmış ve onların pasaportlarının üzerine Yahudi olduklarını belirtmek üzere “J” harfi basmışlardı. Nazilerin pasaport iptalleri, faşizmin pasaportu bir cezalandırma ve zulüm aracı olarak kullanmasına dair erken örneklerden biri olması açısından da tarihsel öneme sahip.

Türkiye tarihi de “istenmeyenler” kategorisindeki insanların yurt dışına çıkışına veya yurda girişine izin verilmeyen pasaport mağdurlarıyla dolu. Cemal Süreya’nın şiirinde müstehzi bir dille ifade ettiği gibi tanımlama ve tasnif etme aracı olarak icat edilen kimlik belgeleri, devletin elinde kolayca bir dışlama nesnesine de dönüşebilmekte.

Hükümet

Bu hükümet
Pir Sultan’a pasaport vermiyor,
Onu anladık.

Yunus Emre’ye de
Basın kartı vermiyor,
Onu da anladık.

Ama bu hükümet Ferman çıkarmış
Karacaoğlan’ı
Otobüse bindirtmiyor.

Cemal Süreya
Yeni Yaprak, Sayı 11. Kasım 1989

Devletin pasaportuna erişemeyen veya ona “içi ısınmayan”lar arasında, özellikle bir grubun yeri ayrı. Sınır bölgelerinde yaşayan ve geçimini sınırlar arası bağlarla kuranların pasaportla ve dolayısıyla devletle ilişkisi çok daha gerilimli. Ahmet Arif’in Otuzüç Kurşun şiirinde anlattığı gibi devletler, resmi sınırlarının ötesine geçen kesimleri kolaylıkla kaçakçı veya eşkıya olarak damgalayıp katli vacip olarak görebiliyor. Ahmed Arif’in dizelerinde bir ağıta dönüşen bu olgu, Temmuz 1943’te Van’ın Özalp ilçesinde 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle kurşuna dizilen 33 insanın ölümünde veya Aralık 2011’de Irak’ın kuzeyinden getirdikleri mazot ve kaçak gıda mallarını taşıyan katırlarla sınırı geçerken “PKK’lı sanılarak” vurulan 34 kişinin katledilmesinde karşımıza çıkıyor.

Otuzüç Kurşun

Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına…

Ahmed Arif

Cem Karaca’nın dönüşü, 1987. Kaynak: Twitter / @sigaramcamel []

Pasaport giriş ve çıkışları düzenleyen resmi bir belge olmanın ötesinde, bazıları için kişinin kimliğini tanımlayan vatan sevgisinin tezahürü bir nesneye de dönüşebiliyor. Cem Karaca’nın pasaport hikâyesi bu açıdan dikkat çekici: Türk vatandaşlığından çıkarıldıktan sonra Alman pasaportu almayı reddederek, uzun süre Birleşmiş Milletler’in verdiği “vatansız” kimliğini kullanan Cem Karaca için pasaport bir vatan vesikası. Onun pasaport hikâyesi, kişinin kimlikle kurduğu ilişki kadar, devletin içerleme/dışlama iradesinin zaman içindeki değişimini göstermesi açısından da önemli. 1979’da 1 Mayıs Marşı plağı nedeniyle yargılanan Cem Karaca bir konser için Almanya’ya gittikten sonra orada kalır. 1980’de kaybettiği babası Mehmet Karaca’nın cenazesine bile katılamayan sanatçı, 1983’te vatandaşlıktan çıkarılır. Ancak başka bir ülkenin vatandaşlığına geçmeyi de kabul etmeyince uzun yıllar hayatını “vatansız” pasaportuyla sürdürür. “Bizim elin boranına selamın söyle / Alamanya soğuğunda berbat haldayım” sözleriyle memleket hasretini dile getiren müzisyen 1987’de dönemin başbakanı Özal’la görüştükten sonra nihayet pasaportunu geri alır ve ülkesine döner. Bu görüşmeden dolayı, bazıları tarafından döneklikle suçlanan Cem Karaca, bu suçlamalara da her zamanki gibi şarkılarla cevap vermeyi seçer:

Geceleri ben adada Bodrum’a bakardım
Işıkları ben görürdüm of be
Türküleri ben dinlerdim, gökyüzünü ben koklardım
Ve de nasıl özlerdim of be

Ben döneksem döndüm diye memleketime
Döndüm baba döndüm işte oh be
Ben döneksem döndüm diye memleketime
Döndüm baba döndüm işte oh be.

Cem Karaca, Yiyin Efendiler albümünden, 1990

1980’li yıllar, 12 Eylül darbesi sonrası vatandaşlıktan çıkarılan çok sayıda kişinin pasaport hikâyeleriyle dolu. Daha önceki yıllarda komünistlik suçlamasıyla yıllarca pasaport verilmeyen Çetin Altan da, yasaklara karşı olduğunu göstermek isteyen Özal döneminde pasaportunu geri alanlardan. Belki de o günlerin hatırasıyla, yıllar sonra yazdığı bir köşe yazısında “Bugün bir genç gelse de benden öğüt istese, gözümü kırpmadan (…) sıkışık bir anda dışarıya kaçmak için cebinde daima bir pasaport bulundur, derim” diyor (Altan, 2014). Çetin Altan’ın sözleri tarih boyunca, devletlerin muhalifler üzerinde uyguladığı baskı ve zulmün kuşaktan kuşağa aktarılmış bilgisine de dayanıyor kuşkusuz. 1948’de, uygulanan yasaklardan ve siyasi baskılardan bunalarak Avrupa’ya gitmek isteyen; ama, pasaport verilmediği için kaçak yoldan Bulgaristan’a geçmek üzere yoldayken öldürülen Sabahattin Ali’nin hikâyesinden hepimize kalan acı bilgi gibi.

Pasaportun sadece denetim değil, baskı aracı olarak da kullanılabildiğini 2016 sonrası OHAL döneminde KHK’larla ihraç edilen on binlerce kamu çalışanının pasaportlarının iptal edilmesiyle tekrar gördük. Bu dönemde sıkça duyduğumuz “pasaportuna el kondu,” “pasaportu iptal edildi” gibi ifadeler, devletin kendi vatandaşlarının ülkeden çıkışı veya ülkeye girişi üzerinde uyguladığı kısıtlamalardaki tarihsel sürekliliği göstermesi açısından da dikkate değerdi. KHK’larla kaç kişinin pasaportunun iptal edildiğini tam olarak bilemesek de, OHAL döneminde 129 binden fazla kişinin kamu kurumlarından ihraç edildiğini4 ve ihraç edilenlerin hepsinin pasaportunun da iptal edildiğini gözönüne alarak bir çıkarsama yapabiliriz.

KHK’larla gelen pasaport iptalleri sadece kurumlarından ihraç edilen kamu çalışanlarını değil; bazı örneklerde ailelerini de etkiledi. Kimi vakalarda KHK’lı kişilerle beraber eşlerinin de pasaportları iptal edildi. Binlerce insan kaçak yollarla yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Gaziantep Üniversitesi’ndeki görevinden KHK ile ihraç edildiği için pasaportu da iptal edilen akademisyen Prof. Dr. Haluk Savaş, kendisine uzun süre pasaport verilmediği için kanser tedavisi görmek üzere yurt dışına çıkamadı ve sonunda, 30 Haziran 2020’de hayatını kaybetti. Kamuoyuna yansıyan bu isimler dışında, pasaportuna el konduğu için kaçak yollarla gitmek isterken hayatını kaybedenler de oldu.5

OHAL döneminde pasaport iptalleri üzerinden uygulanan zulüm sadece KHK’lı kişilerle de sınırlı kalmadı. Örneğin, Can Dündar’ın eşi Dilek Dündar’ın pasaportuna 3 Eylül 2016’da İstanbul’da havalimanında el kondu, “milli güvenliğe tehdit oluşturma” suçlaması yöneltilen Dündar daha sonra Almanya’daki ailesinin yanına kaçak olarak gitmek zorunda kaldı. Altı yıl süren dava sonucunda, Anayasa Mahkemesi, hakkında herhangi bir adli soruşturma veya dava bulunmayan Dilek Dündar’ın pasaportunun iptal edilmesinin hak ihlali olduğuna ve demokratik toplum düzenine aykırı olduğuna hükmetti.6

Tüm bu örnekler Nazi Almanya’sından OHAL Türkiye’sine pasaportun, siyasi iktidarların elinde nasıl bir cezalandırma aracı olarak kullanılabildiğini ve bu konudaki tarihsel sürekliliği göstermesi açısından önemli.

Sahte Pasaport

Devletler, hem kendi vatandaşlarının dışarı çıkışına hem de istenmeyen yabancıların içeri girişine dair düzenleyici ve baskı kurucu mekanizma olarak pasaportu kullanırken, bu engelleri aşmak isteyenler için en önemli yollardan biri de sahte pasaport oluyor.

Türkiye tarihi hem kendi vatandaşlarının hem de yabancıların sahte pasaport hikâyeleriyle dolu. Özellikle 1971 ve 1982 darbelerinden sonra askeri rejimin ağır baskısı altında Avrupa’ya iltica edenler için Türkiye’den ayrılabilmenin kaçınılmaz yollarından biri sahte pasaport. Onlarca örnek arasından Zülfü Livaneli’nin sahte pasaportla başlayıp kırmızı pasaportla biten macerası, bir “keser döner sap döner, gün gelir devran döner” hikâyesi olarak da okunabilir. 12 Mart darbesi sonrasında, Zülfü Livaneli üçüncü kez hapisten çıkmış, bir kez daha hapse girme ihtimalinden dolayı Onat Kutlar’ın yardımıyla sahte bir pasaportla İsveç’e gitmiştir. 12 Eylül darbesinden sonra bu sefer de Almanya’ya sahte isim ve pasaportla kaçar. Livaneli, Sevdalım Hayat (2007) kitabında şimdiye dek beş farklı pasaportu olduğunu anlatırken, kişinin kim olduğundan bağımsız olarak sahip olunan farklı pasaportların farklı muamelelere neden olmasını eleştirir:

İlk pasaportum darbe zamanında Mehmet Ali ismiyle oldu. Ben bu pasaportla yurt dışına çıktım. Daha sonra İsveç’ten politik göçmen pasaportu, af sonrası Stockholm Türk elçiliğinden Türk pasaportu, UNESCO elçisi olduğum zaman aldığım diplomatik pasaport ve milletvekili olduğumda aldığım pasaport vardır.

Sahte pasaporttan başlayıp, kırmızı pasaporta devam eden bu maceranın en acıklı ve gülünç yanı nedir biliyor musunuz? Bunların hepsi aynı insana verildi. Ben o zaman da bendim, şimdi de benim. Birleşmiş Milletler’in her yerde denetlenen, insanı kuşkulu duruma sokan soluk mavi pasaportunu alan da aynı kişi, en üst düzey pasaportunu alan da. O zaman, aynı kişiye niçin farklı farklı statüler, farklı muameleler uygulanıyor. O zaman niçin sahte pasaport bulmak zorunda kalıyordum da sonradan bu devlet bana kırmızı pasaport veriyor? (Livaneli, 2007).

11 Eylül olaylarından sonra sahte pasaport konusu, göç ve sınır güvenliği ile beraber anılmaya başlar ve yeni pasaport teknolojileri devreye girer. Örneğin, son yıllarda biyometrik pasaportların kullanılması, retina kontrolleri gibi uygulamalar sahte kimlik çetelerini engellemeyi amaçlasa da, basına yansıyan haberler hâlâ sahte pasaport üretiminin devam ettiğini gösterir.7

Kaçak geçişleri engellemeyi amaçlayan teknolojiler ne kadar ilerlerse ilerlesin, insan kaçakçılarının becerileri de gelişiyor; hele siyaset ve sermaye çevrelerinin desteğini alabildiklerinde aşamadıkları sınır kalmıyor. 2022 yılında haberlere yansıyan gri pasaport skandalı da bunun çarpıcı örneklerinden biri. Malatya’da AKP tarafından yönetilen Yeşilyurt Belediyesi ve bir derneğin girişimiyle organize edilen çevre bilinci temalı gezi etkinliği kılıfı altında, Almanya’ya gitmek üzere onlarca kişiye gri pasaport alınmış, bu kişiler Almanya’ya ulaştıktan sonra sırra kadem basmışlardı. Bu dava kapsamında yargılanan belediyecilerin ve iş adamlarının serbest bırakılmış olması da adaletin terazisinin doğruluğu ve tarafsızlığı üzerine son yıllarda bolca gördüğümüz acı örneklerden biri olarak arşivlere girdi.8

Pasaportların Güç Yarışı: “Vizesiz Ülkeler” Peşinde

2016’dan beri Kanadalı bir şirket dünya pasaportlarının gücünü gösteren bir araştırma yaparak pasaportları küresel ölçekte en güçlüden en zayıfa doğru sıralıyor. Bu sıralamanın belirleyici unsuru, yani pasaportların gücünü belirleyen ana kriter, yabancı bir ülkeye girebilmek için o ülke makamlarından alınan resmi izin anlamına gelen vize oluyor. Sahiplerine tanınan hareket özgürlüğüne (vizesiz veya varışta vize ile seyahat edilebilecek ülke sayısına) göre yapılan bu pasaport sınıflaması, küresel eşitsizliklerin en bariz göstergelerinden biri. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, küresel pasaport sıralamasında en üstlerde Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri, en altta ise, Afganistan, Suriye, Somali gibi kriz ve çatışmalarla harap olan ülkeler yer alıyor.

2023 yılında 70 ülkenin kapılarını açabilen Türkiye pasaportu, bu listeye göre küresel sıralamada ortalarda.9 Bugün Türkiye’nin pek çok sıralamada sonlarda yer aldığı düşünülürse görece iyi kabul edilebilecek bu yer, aslında göründüğü kadar olumlu değil; zira, Türk vatandaşlarının, en çok seyahat etmek istedikleri Batı ülkeleri de dahil olmak üzere çoğu Küresel Kuzeyden olan 74 ülkenin kapısından dönmeleri anlamına geliyor.

Passport Power Rank’e göre Türkiye’nin hareketlilik indeksi, 2023. Kaynak: Passport Index [https://bit.ly/413gsCh]
Sabah gazetesinin 30 Kasım 2015 tarihli ön sayfa manşeti: Vizesiz Avrupa hayalinin gerçekleşeceği müjdesi. Kaynak: NTV / Günün Gazete Manşetleri []

Özellikle Avrupa’ya vize meselesi Türk vatandaşlarının hassas noktalarından biri. “Vizesiz Avrupa” büyük bir hayal, öyle ki 2016’da Avrupa Birliği ile yapılan göç anlaşmasında, Türkiye’yi Geri Kabul Anlaşması’nı hayata geçirmeye ikna etmek için Türk vatandaşlarına vize kolaylığı sözü verilmişti. Bu vaat karşılıksız kaldı. Hatta pandemi sonrası dönemde Türkiye’den yapılan Schengen vize başvurularında yaşanan gecikmeler ve alınan ret sonuçları gündeme geldi. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) raporlarına göre, Türk vatandaşlarının Schengen vizesi başvurularında ret oranı 2014’te yüzde 4 iken, 2020’de yüzde 12.7’ye, 2021’de ise yüzde 17’e çıktı. Ret oranlarının artışı kadar verilen vizelerin süresinin de her yıl kısaldığı gözlendi. Böylece, yüz yıldır hayali kurulan “muasır medeniyet” kapıyı yüzümüze kapadı!

2016 sonrasında Türkiye vatandaşlarının Avrupa ülkelerine yaptıkları vize başvurularının retle sonuçlanmasında pandeminin yanı sıra darbe girişimini takiben Türkiye’den yapılan iltica başvurularının artması da etkili. Ülkenin içinden geçtiği siyasi ve ekonomik darboğaz bu başvuruların rekor sayıya ulaşmasına neden oldu. AB yetkililerinin açıklamalarına göre, Türkiye’den iltica başvuruları 2014’ten bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. 2022 yılında ilk kez iltica başvurusu yapanlar listesinde Türkiye vatandaşları, 49 bin 720 başvuru ile Suriye (131 bin 970), Afganistan (113 bin 495) ve Venezuela vatandaşlarının (50 bin 50) ardından dördüncü sıraya yerleşti. Oysa 2021 senesinde, Türkiye 20 bin 315 başvuru ile beşinci sırada yer alıyordu.10 Siyasi ve ekonomik krizin devam etmesi durumunda bu hızlı ve trajik yükselişin daha da üst sıraları zorlayacağını tahmin etmek zor değil.

Satılık Pasaport veya Bir “Telafi Mekanizması” Olarak İkinci Pasaport

Turizm, eğitim ve sağlığın uluslararasılaştığı bir dünyada Türk vatandaşları, gitmek istedikleri ülkelerin kapılarında vize engeline takılırken, son yirmi yılda hayata geçirilen vize serbestisi anlaşmalarıyla Türkiye’deki yabancı nüfus artıyor. Türkler seyahat edebilmek için “vizesiz ülkeler” listelerini kolaçan ederken, Türkiye’ye gelişi kolaylaşan Asya ve Afrika ülkelerinin vatandaşlarının giriş sayıları artıyor. 2005’te 20 milyon olan Türkiye’ye giriş sayısı, 2022’de 43 milyonu aşmış durumda.11 Kuşkusuz bunda pasaport kadar Türk parasının değer kaybetmiş olması da etkili.

Pasaportların metalaştığı günümüz dünyasında, “milyoner göçmenleri” çekmeyi amaçlayan programlar dünyanın pek çok ülkesinde hızla yayılıyor. Shachar’ın (2017) “satılık vatandaşlıklar,” Ley’in (2010) “milyoner göçmenler” terimleriyle ifade ettikleri gibi pasaportlar, artık bir ulusal topluluğa ait olmak anlamının ötesinde, Türkiye gibi pasaport sınıflandırmasında zayıf ülkelerin üst sınıfları için bir sınıf atlama veya telafi mekanizması anlamına geliyor.

Ülkeler arası küresel eşitsizliğin göstergelerinden biri olan pasaporttan kaynaklı ayrımcılığı aşmak isteyenler için en önemli yollardan biri, pasaportu güçlü ülkelerin vatandaşlığını kazanmak. “Ülke içi (sınıfsal) eşitsizlikler ile ülkeler arası (küresel) eşitsizlikler arasındaki etkileşimi” (Harpaz, 2019) gösteren nesnelerden biri olan pasaport, sınıf atlamak isteyenler için de bir arzu nesnesine dönüşüyor. Türkiye’de de son yirmi yılda, mankenlerden oyunculara, şarkıcılardan beyaz yakalılara ekonomik gücü olan pek çok kişi Amerikan vatandaşlığı kazanmak için çeşitli yolları deniyor; bunların başında da çocuklarını ABD’de doğurmak geliyor (Altan-Olcay & Balta, 2020). Bu kişiler arasında “milli ve yerli” değerleri pompalayan ünlülerin olması ayrıca çarpıcı.12 Bir zamanlar pasaportunu, Türklüğünün simgesi olarak gören Cem Karaca’dan, çocuğunu doğurmak için ABD’ye giden şarkıcılara köprünün altından çok sular akmış anlaşılan.

Sahip olduğumuz pasaportlar küresel eşitsizliklerin en somut görünüm kazandığı nesneler. Bazen kapıda kalmamızı, bazen istediğimiz her yere girmemizi sağlıyor. Tam da bu nedenle, giderek daha fazla sayıda üst sınıf Türk vatandaşı, ikinci bir pasaport edinmeyi, bir yukarı doğru mobilite imkânı olarak görüyor.

Türkiye’de, yüzleri Batı’ya dönük elitler için coğrafi hareketlilik kabiliyeti sağlayan pasaport ve vizelere sahip olmak, yaşam tarzlarının ve iş yaşamlarının “olmazsa olmaz” bir parçası. Tıpkı Küresel Güneyin diğer ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de zenginlerin küreselleşmeyle bütünleşmesi, bazen çocuklarının yurt dışı eğitimine yapılan yatırım, bazen de ülke dışında doğum pratiklerinde hayat buluyor. Ulusal ölçekte güçlü olan, küresel arenada da güç, zenginlik ve itibar göstergesi olan bir pasaport sahibi olmanın yollarını arıyor.

Türk vatandaşı Sefarad Yahudilerinin İspanya’dan soya dayalı pasaport alması, doğum ve yatırım yoluyla vatandaşlık edinilmesi küresel pasaport eşitsizliğinin yarattığı sorunları telafi etmenin bir yolu haline geliyor. Yossi Harpaz (2019) kişilerin ikinci bir vatandaşlık elde etme niyetlerinin, küresel vatandaşlık hiyerarşisindeki konumlarına göre şekillendiğini ve küresel sınıf atlama arzusunun tezahürü olduğunu söylüyor. Pasaportu güçlü bir ülkeden ikinci vatandaşlık edinme niyeti, illa göç etme arzusu anlamına gelmiyor. Daha çok, Türk vatandaşlığının yarattığı sınırlılıklar karşısında “telafi edici” bir mekanizma olarak çalışıyor.

Zengin Türk vatandaşları pasaportu daha güçlü ülkelerden vatandaşlık alabilmek için çabalarken, Türkiye’nin doğusundaki ülkelerin vatandaşları da AKP döneminde çıkarılan yasalarla Türk pasaportu satın alıyor (Serdar, 2021). Neoliberal kapitalizmin vatandaşlığı metalaştırması olarak tanımlanabilecek bu durum, Türkiye için de pasaport ve vatandaşlık arasındaki ilişkiye dair yeni soruların kapısını aralıyor.

KAYNAKÇA

Altan, Ç. (2014, Eylül 24). Doğrusunu geç gördük. Milliyet.

Altan-Olcay, O., & Balta, E. (2020). The American Passport in Turkey: National Citizenship in the Age of Transnationalism. Pensilvanya: University of Pennsylvania Press.

Aybay, R. (1985). Son Dönem Osmanlı, TBMM Hükumeti ve Erken Cumhuriyet Dönemlerinde Pasaportlar. Tarih ve Toplum, 3(13), 46-53.

Gençer, C. İ. (2017). 19. Yüzyılda İzmir ve Selanik’te Kentsel Dönüşüm: Rıhtım ve limanların inşası. Meltem İzmir Akdeniz Akademisi Dergisi, 1, 33-51.

Harpaz, Y. (2019). Compensatory citizenship: dual nationality as a strategy of global upward mobility. Journal of Ethnic and Migration Studies, 45(6), 897-916.

Kütükoğlu, M. S. (2006). Mürur Tezkiresi. TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 32, 60-61.

Ley, D. (2010). Millionaire Migrants: Trans-Pacific Life Lines. Malden, Wiley-Blackwell.

Livaneli, Z. (2007). Sevdalım Hayat. İstanbul: Remzi.

Mary, K. (2020). Le (double) passeport des élites africaines. Être et rester cosmopolite au Mali grâce à l’acquisition d’une seconde citoyenneté. Politique africaine. Mobilités de classe, 159(3), 125-144.

Salter, M. B. (2004). Passports, Mobility, and Security: How smart can the border be? International studies perspectives, 5(1), 71-91.

Salter, M. (2012). Thing-power-politics: the passport as an object of global circulation. Millennium Conference. https://millenniumjournal. files.wordpress.com/2012/10/salter-passport-thingspower-politics-lse.pdf

Serdar, A. (2021). Türkiye’nin değişen vatandaşlık rejimini okumak: İstisnalaşma, piyasalaşma ve etniksizleşme eğilimleri. Mülkiye Dergisi, 45(1), 155-190.

Shachar, A. (2017). Citizenship for Sale? A. Shachar, R. Bauböck, I. Bloemraad & M. Vink (Der.) içinde. The Oxford Handbook of Citizenship. (789-816). Oxford: Oxford University Press.

Tilly, C. (2001). Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu. K. Emiroğlu (Çev.). Ankara: İmge.

Torpey, J. (1998). Coming and going: On the state monopolization of the legitimate “means of movement.” Sociological theory, 16(3), 239-259.

Yılmaz, İ. (2014). Serseri, Anarşist ve Fesadın Peşinde: II. Abdülhamid Dönemi Güvenlik Politikaları Ekseninde Mürur Tezkereleri, Pasaportlar ve Otel Kayıtları. İstanbul: Tarih Vakfı.

Zweig, S. (2015). Dünün Dünyası: Bir Avrupalının Anıları. İstanbul: Can.

Kapak görseli: Mehmet Ali Tayyar Bağana ve Hayati Tabanlıoğlu’na ait çeşitli pasaportlar: “Siyasi Pasaport, Diplomatik Pasaport, Hizmet Pasaportu, Hususi Pasaport” (1931-1979). Kaynak: Salt Araştırma / Hayati Tabanlıoğlu Arşivi; Haneler ve Aileleler Koleksiyonu

DİPNOTLAR
  1. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/turkiye-nufusunun-yaklasik-yuzde-80i-cipli-kimlik-kartina-gecti/2329711
  2. Özel röportaj: Cumhurbaşkanı Erdoğan NTV’de açıkladı, 22.3.2023. https://www.ntv.com.tr/turkiye/ozel-roportaj-cumhurbaskani-erdogan-ntvde-acikladi-en-dusuk-emekli-maasi-7-bin-500-tl,a4kRdA8mm0iHcWkR5OoY7g
  3. Balıkesir Valiliği, 15.03.2018. http://balikesir.gov.tr/basin-bulteni-677
  4. Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu 2017-2022 Faaliyet Raporu, https://ohalkomisyonu.tccb.gov.tr/docs/OHAL_FaaliyetRaporu_20172022.pdf
  5. https://www.diken.com.tr/edirnede-kacak-botu-alabora-oldu-khk-ile-ihrac-edilen-ogretmen-ve-iki-cocugu-oldu/
  6. Alin Ozinian, Dilek Dündar’ın mücadelesi: Eş durumundan ‘Milli Güvenliğe Tehdit Oluşturmak’, Artı Gerçek, 20.3.2022 https://artigercek.com/makale/can-dundar-in-mucadelesi-es-durumundan-milli-guvenlige-tehdit-olusturmak-207201
  7. İstanbul’da sahte pasaport ve kimlik çetesine operasyon, NTV, 26.10.2022 https://www.ntv.com.tr/galeri/turkiye/istanbulda-sahte-pasaport-ve-kimlik-cetesine-operasyon,SveO3WPi-06kjZYw8218Zg/dg9vInyNxE2uuQrKrRR3kw
  8. Gri pasaportta tutuklu kalmadı, İsmail Saymaz, 15.09.2022, https://halktv.com.tr/makale/gri-pasaportta-tutuklu-kalmadi-692981
  9. Pasaport indeksi, https://www.passportindex.org/passport/t%c3%bcrkiye/
  10. AB’ye iltica başvuruları: Türkiye’den kaç kişi başvurdu? Euronews, 28.03.2023, https://tr.euronews.com/2023/03/28/abye-iltica-basvurusu-2021de-besinci-siradaki-turk-vatandaslari-2022de-dorduncu-siraya-cik
  11. Türkiye’ye giriş istatistikleri, https://www.goc.gov.tr/giris-cikis Turizm istatistikleri, https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Turizm-Istatistikleri-IV.Ceyrek:-Ekim-Aralik-ve-Yillik,-2022-49606
  12. Amerika’da doğum yapan ünlüler. Hürriyet, 9 Mart 2018. https://www.hurriyet.com.tr/aile/galeri-amerika-da-dogum-yapan-unluler-382728/1

İLGİLİ NESNELER