ÇÖP
MEHMET MUTLU

Tarihin ve 100 Yılın Çöpü

Çöp, tarihin en yavuz nesnelerinden biridir. İmgesine sinmiş kesif kokulara, tanımlarından sızan ekşi sulara rağmen çöpü eşeleyerek toplumu çözümlemek ve kültürü anlamak, kısacası tarih yazmak mümkündür. Çünkü çöp, sadece “atık nesne” ya da “atıkların biriktiği yer” değil; aynı zamanda bir dizi tarihsel, toplumsal, kültürel, siyasal, ekonomik, ekolojik vb. sorunun üst üste yığıldığı bir alandır. Dolayısıyla çöp ve çöplük, disiplinlerarası ve kesişimsel çözümlemeler için muazzam bir zemin sunar.

Bu satırlar, modern Türkiye’nin 100 yıllık hikâyesini –en azından belirli eşik, kesit ve meselelerini– çöpten çıkanlarla okuyup yazmayı deniyor.1 Erkenden özetlemek gerekirse, cumhuriyetin çöp konteynerinden, dönemlerin ruhunun fışkırdığı söylenebilir.

Tarihin patikalarından süzülen çöp sularının izini sürmeye başlamadan önce, çöpü tanımlamak yerinde olacaktır.

Tanım, Semantik Lekeler ve “Son Kertede” Çöp

Çöp, yaygın sözlüklerde, kullanım değerini yitirdiği, artık yarar sağlamadığı, dahası zararlı ve pis olduğu gibi gerekçelerle atılan nesne olarak tanımlanmaktadır.2

Ayrıca zayıf, güçsüz, kirli, sağlıksız, bayağı, aşağılık anlamlarına gelen mecazları ile benzer anlamlı argoları da söz konusudur. Örneğin; çöpe gitmek, çöp gibi kalmak ya da çöplenmek ifadeleri olumsuz anlamlarla yüklüdür. Çöpün süprüntü ve mezbele gibi eş anlamlılarına da aynı semantik lekeler bulaşıktır. Kısacası, çöpün anlam dünyamızdaki değeri, bir kibrit çöpü kadar dahi değildir.

Yukarıdaki genelgeçer tarifine ve günümüzde öncelikle akla gelen sanayi toplumlarına özgü çağrışımlarına rağmen çöpün tanımı ve içeriği, zamana ve mekâna göre farklılaşır. Altyapısı daha sağlam bir ifadeyle, çöpün tanımını da “son kertede” üretici güçlerin durumu ile üretim ve bölüşüm ilişkileri belirler. Örneğin, nüfusun çoğunlukla kırsalda yaşadığı tarım toplumları ile şehir merkezli sanayi toplumlarının çöpü, elbette bir değildir.

Çöpün Varlık Problemi

Nesnelerin değerlerini yitirmedikleri, gözden ve elden çıkarılmadıkları toplumsal bağlamlar ile dimağı ve lügatında çöp kavramı bulunmayan kelime hazineleri de vardır. Örneğin, Reyhan Yıldırım’ın ifadesiyle “topraktan gelip mutfağa giden yemeğin fazlası ineğe; inekten gelen tekrar toprağa” gittiği için, cumhuriyet coğrafyasında konuşulan dillerden biri olan Lazcada “çöp” kelimesinin bulunmadığı söylenir.3

Çöpbilim

Çöpün bilgi üretimine sunduğu olanaklar, garboloji4 (Rathje, 1973) olarak adlandırılan akademik disipline dönüşmüştür. Çöpün arkeolojisi (Rathje ve Murphy, 2001) olarak da bilinen bu disiplin çerçevesinde, 1970’lerden itibaren birçok bölgenin toplumsal yapısı, çöplerden çıkan nesnelerle çözümlenmiştir.

Türkiye akademisinde garboloji yöntemini kullanan ilk çalışma ise Umut Yiğit’in Tüketim Kültürü Sosyolojisi (2019) başlıklı tezidir. Yiğit, bu çalışması öncesinde de Bavul Dergi’de her ay farklı bir bölgenin çöplerini incelediği Çöplerden Semt Analizi başlıklı yazılar kaleme almıştır.

Benzer bir yönteme başvuran bu yazı ise farklı mekânların değil; ama, farklı zamanların çöpünü karıştırıyor.

Elimizi cumhuriyet tarihinin çöpüne bulaştırmadan, birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor: Öncelikle, çöpe gitmek eşyaya mahsus değildir. Kültürün düşünceler, inançlar, gelenek ve görenekler gibi maddi olmayan öğeleri de çöp olabilir. Ancak bu yazı, maddi kültür verisi olarak kabul ettiği nesnelerin çöpüyle ilgileniyor. İkincisi, yazıda genel olarak temizlik tarihi değil, çöpün farklı dönemlerdeki içeriği, çöple başa çıkma yöntemleri ve çöp etrafında kurulan toplumsal ilişkiler konu ediliyor. Son olarak yazı, kaynakların yetersizliği nedeniyle, başta İstanbul olmak üzere, çoğunlukla büyük şehirlerin çöplerinde debeleniyor.

Osmanlı’nın Küfesi

Cumhuriyet tarihine Osmanlı mirasıyla başlamak âdettendir. Modern Türkiye’de çöpün tarihine de Osmanlı’nın küfesinde biriken hâr-u hâşak eşelenerek başlanabilir. Böylesi bir çaba, Osmanlı’nın molozundan sızıp cumhuriyet sularına karışan süreklilikleri anlamak açısından faydalı olacaktır.

Bilindiği üzere, Osmanlı ekonomisi başından sonuna kadar büyük ölçüde tarıma dayalıydı ve nüfusun çoğunluğu kırsalda yaşamaktaydı. Dolayısıyla, Osmanlı’da çöpün muhtevası ile bertaraf yöntemlerinin, diğer sanayi öncesi toplumlardaki gibi olduğu varsayılabilir: Atıkların yerleşimden uzak alanlarda kurda kuşa yem edilmesi ya da toprak olmaya terk edilmesi.

Öte yandan, üretim ve ticaret merkezleri olan şehirler de Osmanlı’da ekonomik ve toplumsal hayatın önemli bir parçasıdır. İmparatorlukta çöpün düzenlenmesi gereken bir mesele olarak görülmesi, şehirler bağlamında söz konusu olmuştur.

Örneğin, Osmanlı İstanbulu’nun çöpleri, II. Mehmed zamanından itibaren, sırtlarında küfe, ellerinde kürek ve “Çöp çıkaram!… avâzesi ile” (Koçu, 1966: 4122) sokakları dolaşan çöpçıkaranlarca toplanmakta ve denize dökülmektedir. Çöpçıkaranlar, çöplük subaşısına bağlı çalışmakta yani çöp işleri devlet denetiminde yürütülmektedir.

Bir diğer uygulama, çöp işinin ihale edilmesidir. Arayıcı esnafı, devlete para ödeyerek toplama hakkını aldığı çöpleri İstanbul kıyılarındaki tanzifat iskelelerine götürür, buralarda değerli eşyaları ayrıştırıp, kalanı mavnalarla Marmara’ya döker (Hürel, 2009; Hürel, 2016; Mazak, ve diğ., 2010; Mazak & Güldal, 2011).5

Meselenin çeri çöpüyle uğraşmayı bırakırsak, cumhuriyet öncesi çöp işlerinin, dikkat çekici biçimde Batılılaşma eşikleriyle örtüşen iki döneme ayrıldığı söylenebilir: Kânûni Sultan Süleyman’la başlayan klasik dönem ve Cemil Topuzlu’nun İstanbul Belediye Başkanı olduğu geçiş dönemi.

Kanûnî’nin Çöp Kanunu

Kânûni tarafından 1539’da hazırlanan Edirne’nin Mahalleleri ve Sokakları ve Çarşılarının Temiz Etmesi İçün Nişan-ı Hümayun; çöplük subaşısının görevlerini, bertaraf usullerini ve halk ile esnafın sorumluluklarını düzenleyen bir yasaknâmedir. Buna göre şehrin temizliğinden halk ve esnaf sorumlu tutulmakta, çöplük subaşısı da bunları denetlemek ve gerektiğinde cezalandırmakla görevlendirilmektedir.

Yasaknâme’ye bakıldığında, 16. yy. Osmanlı kentlerinde nelerin çöp sayıldığı anlaşılabilir: “Mezbele ve anın emsâlinden nesne”, “hamamların çirgâbı”, “câmeşûyların ve kan alıcıların kanların ve çirgâbları”, “boyacıların ve aşçıların ve başçıların ve semercilerin otların ve gübrelerin”, “öküzleri halkın evleri önünde ve havluları dibinde […] gübreden ve mezbeleden ne ederlerse”, “at ölüsin ve sâir davar cîfesi”…

Yasaknâme, kurallara uymayanlara verilecek cezaları da düzenler: “Her kim ki, eslemeyüb temerrüd ederlerse, ol cîfenin başın kesüb bırakan kimesnenin boynuna takup şehri teşhir edüb men’ edeler. Eslemeyeni yazub bildüre” (akt. Akgündüz, 1993: 542). Yani, sokakta bırakılan hayvan ölüsünün başı, bırakanın boynuna asılarak şehirde teşhir edilir.

Topuzlu’nun “Tanzifat” Fermanı ve Yarı Sömürgenin Çöpleri

Cumhuriyet arifesindeki “Devrim ve Savaş Yılları”nda Osmanlı’nın toplumsal yapısı, yarı sömürge olarak tahlil edilir (Boratav, 2019). 1908 Devrimi ile cumhuriyetin ilanı arasında kalan bu kesit, aynı zamanda belediyecilik tarihinde “bir geçiş süreci” (Doğan, 2011) olan 1909-1923 dönemi ile örtüşür.

İttihat ve Terakki üyesi Cemil Topuzlu’nun iki kez İstanbul belediye başkanlığı yaptığı bu dönemde, temizlik işleriyle ilgili önemli düzenlemeler ve yatırımlar gerçekleştirilir.

Topuzlu anılarında, bu konuda “Balkanlarda küçük Paris” (1951: 125) dediği Bükreş’i örnek aldığını belirtir. Buna göre, öncelikle İstanbul Belediyesi’nde Temizlik İşleri Müdürlüğü ve Müfettişliği kurmuş, müfettiş olarak da “Fransa ve Belçika’dan belediyelerde temizlik işleriyle meşgul olan üç ecnebi mütehassıs” getirtmiştir. İstanbul’daki “üstü açık süprüntü arabaları yerine” Bükreş’te gördüğü “üstü kapalı, içi çinkolu” arabalardan yaptıran Topuzlu, ayrıca “Paris’ten, sokakları sulamak için arazöz, kamyon, otomatik el arabaları ve tanzifat malzemesi” aldırmıştır (1951: 126).

Topuzlu, çabasına duyarsız kalınmasına kendince yöntemlerle karşılık verir: “Süprüntüleri sabahları bir çöp kabı içinde kapılarının önüne koymayıp sokağa atanların çöplerini evlerinin içine döktürdüm” (1951: 121-122).

Topuzlu’nun bir diğer icraatı, Bükreş’te gördüğü çöp kutularından yaptırmak olmuştur. Kullanılmadıkları için bir süre sonra kendileri de çöp olan bu kutular, dönemin toplumsal yapısına ışık tutabilir. Topuzlu, bir yazısında, İstanbul halkına hitaben, “Eski adetlerden vazgeçerek tramvay bileti, tütün paketi, eski gazete gibi şeyleri de her tarafa konmuş olan kutu ve sepetlere atsınlar,” (akt. İsen, 2005: 142) der. Galip İsen’e göre, dönemin çöp kutularına atılanlar, “az gelişmiş, üretim ve çeşitlilik fakiri bir ekonomik ve toplumsal yaşam örüntüsü”nü (2005: 142) yansıtmaktadır.

Cumhuriyetin Konteyneri

Cumhuriyet, küfeyi çöpe atmış olsa da, Osmanlı’nın toplumsal ve ekonomik mirasını sırtında taşımayı sürdürür. Tarihin çöplüğüne gömülen saltanatın molozundan sızanlar, cumhuriyetin sularına karışmaktadır ve bu suların aynasında kapitalizme geçiş süreci yansır.

“Medeni Vasıtalarla Cihazlandırılan” Avrupa Şehirleri

Erken cumhuriyet, içinden “kemik, boynuz, paçavra ve saire” (Milliyet, 11 Eylül 1929) çıkan ve at arabalarıyla toplanarak denize dökülen çöpleriyle başa çıkma çabasında da “muasır medeniyet seviyesi”ne erişmek gayesindedir, bu hususta da burjuva uygarlığının peşinde (Şener, 2015) iz sürülür.

İstanbul Belediye Meclisi üyelerinden Avni Bey, bir toplantıda “Bizde nezafeti fenniye yoktur. Bizimkine pisliği dört tarafa sıvamak derler!” (Vakit, 29 Ocak 1929) der ve “medeni memleketlerde çöpten para kazanıldığı”nı (Milliyet, 29 Ocak 1929) belirterek, bizde harcama yapılarak denize dökülmesinden şikâyetçi olur.

Çöpün bertarafı ve “çöpten istifade” ilk günlerinden itibaren cumhuriyetin gündemindedir. “Bir şehrin süprüntüsünden nasıl istifade edilir?” sorusunun yanıtı, “kendini medeni vasıtalarla cihazlandıran” Avrupa şehirlerinde aranır: “Mesela Paris’i alalım. Paris’te dört büyük elektrik fabrikası vardır ki, dördü de Paris’in süprüntülerile işlerler.” Her biri “5000 kiloluk süprüntü” taşıyabilen kamyonlarla sokaklardan toplananlar, bu fabrikalarının kazanlarında yakılır. Toplananlar içindeki “teneke parçaları, konserve kutuları, eski karyolalar” gibi metaller ise eritilerek döküm fabrikalarına satılır. Dahası, kalan cürufla “adi cins ipek çorapların ağırlığı arttırılır, daha yüksek bir fiat ile satmak imkanı temin edilir” (Son Posta, 28 Ekim 1932).

Selahattin Giz objektifinden: İstanbul’un çöpünü Hayırsızada’ya götüren sandallardan, 1932. Kaynak: © Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu / FKA_001337

Erken cumhuriyetin çöplerinde hayaller Paris olsa da hayatlar Haliç’tir! “Garb memleketlerinde en kirli, en bulanık nehirlere bile çöp atılmaz”ken (Cumhuriyet, 15 Mart 1937) başta Haliç olmak üzere İstanbul suları, dökülen çöpler nedeniyle kokmakta; halk kirlilik ve kokudan, esnaf ise çöp aracının gelmemesinden şikâyetçi olmaktadır (Son Posta, 4 Ağustos 1935).

“Arsıulusal Çöp Kongresi” ve “En Muvafık Çare”

Çöpleri “kocaman bir fabrikada yakmak suretile bunlardan amele evlerini ısıtmak, elektrik kudreti çıkartmak, gübre ve saire yapmak gibi istifadeler” (Cumhuriyet, 21 Haziran 1935) hakkında çokça konuşulsa da pek az şey bilinmektedir.

Bu nedenle, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ, bir Avrupa seyahatinden sonra, çöpten istifade konusunda inceleme yapılmasını ister. Ayrıca, 18 Ağustos 1935’te Frankfurt’ta başlayacak “Arsıulusal Çöp Kongresi”ne6 İstanbul adına delege gönderilecek, delegeler buradaki gözlemlerini raporlaştıracaktır. Böylelikle “çöplerden istifade etmenin mümkün olup olmadığı, kat’i olarak ancak o vakit anlaşılmış olacaktır” (Cumhuriyet, 27 Temmuz 1935).

Kongreye katılan delegelere göre, “gübre yapmak, elektrik istihsal etmek gibi bazı ferî faideleri olmakla beraber çöplerden geniş mikyasta istifade etmeğe imkan yoktur” (Akşam, 10 Ekim 1935).

Çöpten zenginlik çıkarma hayalleri suya düşmüş olsa da çöplerin suya atılmasına bir çare bulunmuştur: “En muvafık usul denize atmak değil, yakmaktır” (Akşam, 10 Ekim 1935).

Fakat Frankfurt’taki hesap İstanbul’a uymaz! “Çare yakmaktır” ama bilin bakalım ne yoktur? Çöp fırını ve bunları inşa etmek için gerekli para…

Gene de “bundan sonra, hiçbir çöp denize dökülmiyecek ve bunların hepsi muhtelif merkezlerde teksif edilerek toplanacak, ilerde para bulunup ta büyük çöp fırınları tesis edileceği zamana kadar saklanacak”tır (Tan, 26 Ekim 1936).7 Bu ise yeni bir soruna yol açar.

İstanbul’u temizleyenler arasında, 1932. Kaynak: Akşam no. 4761 (10.01.1932), s. 4

İstanbul Semalarında “Kapkara Sinek Bulutları”

Toplama merkezlerinin ilk ve en büyüklerinden biri, Şişli ve Mecidiyeköy’e oldukça yakın olan Kuştepe8 sırtlarıdır. İstanbul’un o zamanlardaki “gündelik çöp randımanı bin tona yakındır” (Tan, 26 Ekim 1936) ya da “günde 750 metre mik’abı çöp çıktığı anlaşılmıştır” (Son Posta, 30 Temmuz 1938).

Çöpler Kuştepe’ye döküldükçe, semtin üstüne “kapkara sinek bulutları” (Akşam, 22 Ekim 1936) çöker. Sinek sorunu öyle büyür ki; Mecidiyeköy halkı ile esnafının, ev ve dükkânlarında biriken sinekleri teneke ya da kese kâğıtlarıyla döktükleri, elini havada savuran birinin avucunda 24 sinek sayıldığı, köylülerin günde en az beş sinek yuttukları, “sineklerin dızıltısından” köpeklerin bile köyü terk ettiği aktarılır (Akşam, 22 Ekim 1936). Sinek istilasından sadece –o zamanlar gerçekten bir köy olan– Mecidiyeköy değil; Şişli, Osmanbey, Nişantaşı, Pangaltı, Kurtuluş gibi “şehrin en temiz semtleri” (Cumhuriyet, 22 Ekim 1936) de etkilenmiştir.

Daha sonra, çöplerin “Kağıdhaneye inen dağların arkasında”ki (Cumhuriyet, 21 Ekim 1936) taş ocağında biriktirilmesi ve üstlerine kireç dökülmesi gibi önlemler alınsa da çöp ve sinek sorunları gündemde kalmaya devam eder.9

Özetle, “muvafık çare” bir yılını doldurmadan çöpe, çöpler de yeniden denize gider: “Ankaranın müdahelesile İstanbul’un çöp derdi, çöplerin şimdilik denize dökülmesi kararile halledildi” (Haber, 23 Mart 1937).

“Fenni Usuller Dairesinde ve Fırınlar İçerisinde”

Çare çöp olsa da, çöpün “fenni usuller dairesinde ve fırınlar içerisinde yakılması” (Haber, 23 Mart 1937) gayesinden vazgeçilmez. Ankara, “asri çöp fırınları”nın yapılması için “Avrupa firmaları ile temasa geçilmesi hakkında İstanbul vilâyetine salâhiyet” verir (Son Posta, 23 Mart 1937).

Bunun üzerine, “Çekoslovakyadan çöp fırınları inşaasında mütehassıs mühendislerden biri” (Son Posta, 4 Mayıs 1938) Türkiye’ye davet edilir. Mühendis, İstanbul, Ankara ve İzmir’de incelemeler yaparak bir rapor hazırlayacak, ayrıca Türkiye’den bir heyet de mevcut fırınları görmek üzere Çekoslovakya’ya gidecektir.

İstanbul’a gelen mühendis incelemelerde bulunur ve hazırlanan teklif belediye tarafından uygun görülür. Buna göre, biri Avrupa yakasında Silahtarağa’da diğeri Anadolu yakasında “Kurbağalıdere civarında Uzunçayır”da olmak üzere iki fırın yapılacaktır. Silahtarağa’daki fırın günde 350 ton, Uzunçayır’daki ise 100 ton çöp yakabilecek, ayrıca fırınların cürufu, sokakların asfaltlanmasında kullanılacaktır (Son Posta, 1 Haziran 1938). İki fırın “tesisatı vesair teferruat ile iki milyon liraya mal olacaktır” (Son Posta, 30 Temmuz 1938). Zurnanın zırt dediği yer de burası olur!

Çekoslavakya’dan getirilen çöp mütehassısı hakkında, 1938. Kaynak: Son Posta no. 2786 (04.05.1938), s. 4.

Belediye uygun görmüştür; ancak, teklifin Belediye Meclisi’nden geçmesi, Bakanlıkça onaylanması ve hükümetin İstanbul’un imarı için bütçe ayırması da gerekmektedir. Nihayetinde konu Meclis’e gelir. “Encümen teklifi yerinde bulmuş fakat umumi vaziyet düzeldikten sonra nazarı dikkate alabileceği mütaleasile istenilen tahsisatı ayırmamıştır” (İkdam, 4 Mart 1941). Kısacası, çöplerin yakılarak bertaraf edilmesi hayalleri, az gelişmişlik ve bürokrasi çarklarında öğütülerek bir süreliğine duman olur.

İthal İkame Çöp Fırınları

İstanbul’un çöpleri Çekoslovakyalılaştırılamadıysa da fırınların inşası için dönemin korumacı-devletçi (Boratav, 2019) politikalarına uygun, ithal ikameci bir çözüm çıkagelir. Bosna göçmeni Ali Çorbacı, Viyana’da incelediği çöp fırınlarının benzerlerinin İstanbul’da yapımı için belediyeye başvurmuştur.

Dönemin Belediye Başkanı Lütfi Kırdar, teklifi kabul eder ve “tecrübe olarak bir fırın” yapılmasını ister. Edirnekapı’da inşa edilen bu örnek fırın, inceleyen heyet tarafından oldukça başarılı bulunur. “Bunun üzerine Belediye Reisliği Edirnekapıda 3, Üsküdarda 3, Beyoğlunda 3 çöp fırını inşa olunması için 1941 yılı mali bütçesine 50 bin lira tahsisat koymuştur” (Son Telgraf, 25 Mayıs 1941). Fırınların her biri günde 200 araba çöp yakacak, ayrıca bunlarla ısıtılacak halk hamamları da yapılacaktır.

Ankara’nın “Kibarlaşan” Çöpleri

Eski payitahtın çöple boğuştuğu günlerde genç başkent, Nazi Almanyası’ndan “gelen bir teklif üzerine devlet merkezinde altmış, yetmiş bin liralık bir fırın yapmak kararını vermiştir” (Kurun, 21 Temmuz 1937).

Dönemin yayınlarından, çöpün Ankara ile İstanbul arasında gerilimli bir konu olduğu anlaşılır. Örneğin, cumhuriyetin yarı-resmi gazetesi Ulus’ta yayımlanan bir yazıda, İstanbul’un çöp meselesinin gazetelerin “en ziyade dillerine doladıkları mesele” olduğu belirtilerek abartıldığı söylenir. Hatta “gayretli bir gazete fotoğrafçısı, bir küfeci çocuğa para vererek yüzüne reçel sürer ve sinekler üzerine konunca onun resmini çekerek gazetesine koydurur” iddiasında bulunulur. Oysa, “Ankara gazetecisi için çöpten bu kadar fazla bahsetmeğe lüzum” yoktur. Artık Ankara’da “çöplerimiz tekerlekli lastikli arabalar içinde” taşınacaktır. Zamanın zenginleri için kullanılan “lâstikli arabalarda geziyor” ifadesine göndermeyle “Ankara çöpleri için ‘kibarlaştı, artık lastikli arabalara biniyor’” denir (Ulus, 13 Kasım 1937).

Cumhuriyetin başında lastikli arabalara binen Ankara çöpleri, hızını alamayarak 2000’lerde sermaye birikimine hizmet eden “endüstri parkı” ve “cazibe merkezi”ne dönüşür. Servetini Türkiye’nin çöplerinden kazandığını söylemesiyle ünlü İsviçreli sermayedar Hans von Meiss ile “Erdoğan bizim eserimiz” sözleriyle ünlü işbirlikçisi Ali Kantur ortaklığında kurulan ITC, eski Mamak Çöplüğü üzerindeki entegre tesiste elektrik, yakıt, kompost ve sebze-meyve üretmektedir. Kapının önüne bırakılan çöpün mülkiyetini şirketlere devreden mevzuata yaslanarak yoksulları, özellikle de atık toplayıcıları dışlayan bu rant modeli, “çöplükte domates yetiştiriliyor” söylemiyle bütün ülkeye yedirilmeye çalışılmaktadır. Aynı zokanın “sıfır atık” soslu büyüğüne ayrıca değineceğim.

İzmir “Süprüntü İcadiyle Meşgul”

İzmirliler çöpe çöp der ve varlığının İstanbul’da dert olduğu günlerde, yokluğu İzmir’de yaradır! “İzmir sokaklarında bir çöp görüldü mü kıyametler” kopmaktadır: “Evvelce rahattık doğrusu… Haftada bir çöpçüye süprüntüleri teslim ederdik. Şimdi her gün süprüntü vermek mecburiyeti var. Adeta çöpçüye teslim edilmek üzere süprüntü icadiyle meşgulüz” (Son Posta, 2 Ekim 1936).

Zamanında bir çiğdem çöpüne muhtaç olan “nezih” İzmir, günümüzde çöpe ziyadesiyle doymuştur. Harmandalı Depolama Alanı’nda 30 yıldır biriken çöpler, bilhassa yaz aylarında savurduğu kokuyla İzmirlilerin asfalyalarını attırır.

“Hür Dünya”nın Tenekeleri

Buruşturulup çöpe atılan takvim yaprakları 1946’yı gösterirken, cumhuriyetin tek partili dönemi tarihe karışır. Artık, “yurttaşların siyasi hak ve hürriyetlerini” daha fazla kullanarak –sonradan bir kısmını şehir çöplüklerinden toplayacak olsalar da– oy kullanmaları mümkündür.

Bu dönem, dünyanın II. Paylaşım Savaşı sonrasında ikiye bölündüğü ve bu kampların küresel ölçekteki siyasi, askeri ve ekonomik kurumlarının inşa edildiği yıllardır. Türkiye için ise, hegemonya mücadelesinin ABD merkezli “hür dünya” cephesinde konumlanarak kapitalizme eklemlenme zamanıdır. Bu dönemde, erken cumhuriyetin korumacı ve kapalı iktisat politikaları adım adım geride bırakılarak “dünya ekonomisiyle farklı bir eklemlenme denemesi”ne girişilir (Boratav, 2019: 103).

Eklemlenme politikası ve “Marshall Planı” kapsamında alınan yardımlar, toplumsal yapıda büyük dönüşümü tetikler. Tarımda makineleşme, mülksüzleşme, kente göç, kentleşme ve işçileşme anahtar kelimeleriyle özetlenebilecek bu yapısal dönüşüm, Türkiye’nin çöpünü de değiştirir. Göçe bağlı olarak şehirlerde üretilen çöp miktarı artar; ithalat, dış yardımlar ve sanayileşme ise çöpün içeriğini çeşitlendirir. Artık Türkiye’nin çöplerinden üzerinde “Amerika Birleşik Devletlerin halk tarafından Türk millete bir hediye”10 yazan süt tozu ve margarin tenekeleri ile “Amerikan bezi” de çıkmaktadır.

Bu yıllarda çöpe gidenler arasında, “Bayar’ın öküzleri” (Nicholls’dan akt. Yıldırmaz, 2019) yani traktörler de vardır. Yaşar Kemal, 1955’te Çukurova ile ilgili gözlemlerinde, ihtiyacı olmayanların dahi traktör aldığını aktarır: “Beş onunu hiç gereği yokken alanını mı, iki gün içinde yepyeni traktörü çalıştıramayıp parçalayanı mı ararsın” (2013a: 23)… Traktörlerin çöpe gitme tehlikesinin tek nedeni ihtiyaç fazlası alım değildir: “Yedek parça ve ehil tamirci yok. Bu yüzden Çukurova bir motor mezarlığı olabilir” (Kemal, 2013a: 33). Hikmet Kıvılcımlı da “Traktör bezirganlarına yüklenen tamirhane mecburiyeti lafta kaldı. Köylerimiz basında çıkan haberlere göre ‘traktör mezarlığı’ haline girmeğe başladı” (1965: 33) der.

Ankara’da bir hurda deposu, 1940-46. Kaynak: Salt Araştırma / Fotoğraf ve Kartpostallar Koleksiyonu / AHANKA149 []

Esnaftan Ameleye, Çöpçüden İşçiye

Yaşanan toplumsal dönüşümler, sadece çöpün içeriğini değil; formel ya da enformel biçimlerde çöpten geçinenlerin emek süreçlerindeki konum, statü ve meslek tanımlarını da farklılaştırmıştır.

Çöp işleri, Topuzlu döneminde belediyenin sorumluluğundaki bir hizmet olarak görülmeye başlanmış ve bununla ilgili iki iş tanımı yapılmıştır: “Çöpçüleri Bükreş’te olduğu gibi iki sınıfa ayırdım” (Topuzlu, 1951: 126-127). “Çöpçü” ve “yol amelesi” olarak adlandırılan işçilerin görevleri açıkça tanımlanmış, angarya işlerin bu kişilere yaptırılmaması için “şiddetli emirler” (Topuzlu, 1951: 127) verilmiştir.

Topuzlu, ayrıca, işçiler “hizmetleri esnasında sakatlanıp veya ahir ömürlerinde çalışamayacak surette maglûl olurlar veya vefat ederlerse kendileri veya aileleri perişan ve sefil” olmasınlar ve –bir emek denetimi stratejisi de olarak– kışın temizlik işlerinde çalışanlar yazın tarım işçiliğine dönmesin, “devamlı bir surette temizlik işlerine bağlı” kalsınlar diye “Amele Tasarruf Sandığı” kurdurmuştur (Topuzlu, 1951: 127).

Sokak süpüren çöpçüler çalı süpürgeleriyle beraber Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın önünde, 1956. Kaynak: University of Wisconsin-Milwaukee
Libraries, Edna Schaus Sorensen and Clarence W. Sorensen Collection / sr000022 [] © Eugene V. Harris
Bugünkü Türkiyede Hayat yazı dizisinin onuncu bölümü “Çöpçü”, 1938. Kaynak: Son Posta no. 2676 (11.01.1938), s. 5

Erken cumhuriyet dönemi boyunca, temizlik işlerinde çalışanlar için kullanılan tanımlar “tanzifat amelesi” ve “çöpçü”dür. Reşat Ekrem Koçu, “halk ağzında ve basında” bunlar kullanılsa da İstanbul Belediyesi kayıtlarında “temizlik işçisi” tanımının yer aldığını belirtir (1966: 4124). İlk kullanımından itibaren zaten temiz (!) olmayan “çöpçü” ifadesine, giderek daha fazla yerici, aşağılayıcı, küçümseyici bir anlam bulaşır. Dolayısıyla, “çöpçü” ile siyaseten doğru ifadesi olan “temizlik işçisi” arasında, uzlaşmaz bir sınıfsal ve söylemsel ayrım söz konusudur.

Toplumsal yapıdaki dönüşümler, çöpte çalışan emekçilerin sınıf oluşum süreçlerine de zemin olmuştur. 1950’lerden itibaren çöpler de sınıf kavgasının meydanıdır. Örneğin, İzmirli temizlik işçileri, Mayıs 1952’de, yani grev hakkı vaadiyle bilinen Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarında, maaşlarına zam yapılması ve kötü muamelesinden şikâyetçi oldukları müdürlerinin görevden alınması talebiyle iş bırakır. Polisin uyarısına rağmen işbaşı yapmayan işçilerden otuzu tutuklanır (Milliyet, 7 Mayıs 1952).

Temizlik işçileri, cumhuriyet dönemi emek tarihi sahnesine en güçlü adımlarını ise 1966’da, yalın ayak atarlar. Adalet Partili Çorum Belediye Başkanı Kemal Demirer –namıdiğer Johnson Kemal– işçileri memur kadrosuna geçirmek istemektedir. Hak kaybı yaşayacakları için bu değişikliği kabul etmeyenlerden 54’ünün işine son verilmesi üzerine işçiler, Genel-İş’in çağrısıyla, 27 Temmuz 1966’dan başlayayarak, önce Çorum’dan Ankara’ya, sonra da Ankara’dan İstanbul’a, toplam 34 gün sürecek ayakkabısız bir uzun yürüyüş gerçekleştirir. (Kıran, 2021).

Temizlik işçileri günümüzde de “fiziksel, kimyasal, biyolojik ve ergonomik riskler” (Genel-İş, 2022) altında ve düşük ücretler karşılığında güvencesiz, sözleşmeli ya da taşeron olarak çalışmaktadır.

Çöpten Çıkan İktidar

80’li yıllar, demokrasinin tümden çöpe atıldığı bir askeri darbeyle başlar ve devamında memleketin üstüne “alternatif yok!” ambalajlı piyasacılık kireci dökülür. Derin bir iktisadi ve siyasi krizle başlayıp devam eden 90’lar ise, çöplükleri tank paletiyle düzlenmiş olsa da, egemen sınıflar için istikrarsız bir horozlanma dönemidir. Cumhuriyetin resmi ideolojisi Kemalizm ise yaşadığı yönetememe krizinin etkisiyle aynı zemine çökmektedir.

100 yılın son çeyreğine hükmeden siyasal İslam, bu zeminde kök salmış ve serpilmiştir. Günümüze varan iktidar yürüyüşünün eşiğinde ise çöpün birkaç nedenle özel bir yeri vardır. Bunlardan ilki, İstanbul Belediyesi işçilerinin 1992’deki 14 günlük grevidir. Türkiye’de sınıf mücadelesinin bu önemli deneyimi, neoliberal siyasal İslamcıların ağzında, çöpten çıkarıp çıkarıp çiğnedikleri emekçi düşmanı bir sakız olagelmiştir. Anaakım medyanın “kaldırın şu pisliği,” “çöp terörü,” “sorumsuz sendika” (Hürriyet, 11 Ağustos 1992) manşetleri ve gerçek ücret verileri çarpıtılarak “Bir çöpçü mühendisten profesörden hatta validen fazla ücret alıyor,” biçiminde (Doğan, 2011: 63) dolaşıma soktuğu söylemlerle hazırlanan zemine, siyasal İslamcı belediyeler yüzlerce emekçiyi işten çıkararak asfalt döker. “CHP’nin çöp dağları” ardına gizlenen bu sınıfsal tutum, her fırsatta dile getirilir. Örneğin, bu yazının yazıldığı günlerde Pendik-Sabiha Gökçen Metro Hattı’nın açılış töreninde konuşan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, “CHP demek çöp demektir,” repliğini bir kez daha tekrarlıyordu.

Grev döneminin SHP’li Belediye Başkanı Nurettin Sözen ise bir röportajında şunları söyler:

Çöpten laf etmek çok ayıp bir şey. […] Biz tabii sosyal demokrat bir yönetimdik. Bununla da övünürüm her zaman. O dönemde işçi haklarına son derece saygı duyardık. Ve işçiler doğal olarak grev yaparlardı. […] Bahsettikleri çöp yığınları işte bu demokratik yapımızın olmazsa olmazı olan emekçilerin grevi sırasında biriken çöplerdir.

Hürriyet Gazetesi’nin 11 Ağustos 1992 tarihli nüshasında çöpçülerin grevine ilişkin manşeti. Kaynak: Internet Görseli []

Çöpün, siyasal İslamcıların iktidarına eşik olmasının bir diğer nedeni, Ümraniye Hekimbaşı vahşi depolama alanında 28 Nisan 1993’te gerçekleşen metan gazı patlamasıdır. Nitekim Erdoğan, metro hattı açılış konuşmasında “39 kardeşimiz Ümraniye’de çöp yığınları altında hayatını kaybetti. Belediyenin başında CHP vardı,” demeyi ihmal etmiyordu. En az 39 kişinin ölümüne ve çok sayıda gecekondunun yıkılmasına sebep olan patlama, Türkiye ve dünya tarihine, ilk çöp patlaması olarak geçer. Bu felaket, Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na seçildiği 1994 yerel seçimlerinde, çöp sorununun çözümünü öncelikli vaat olarak öne çıkarmıştır.

Bir de çöplerden çıkan oylar meselesi var. Dönemin gazetelerinde (örn. Cumhuriyet, 31 Mart 1994) İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Diyarbakır çöplüklerinde, cami ve okulların çöp kutuları ya da tuvaletlerinde, bazı binaların kazan dairelerinde ve başka birçok yerde oy pusulaları ile açılmamış sandıklar bulunduğu yazılmakta ve fotoğraflar paylaşılmaktadır.

Cumhuriyet Gazetesi’nin çöplüklerde bulunan oy pusulalarına dair haberi, 1994. Kaynak: Cumhuriyet no. 25012 (31.05.1994), s. 1

Kürt Dağları ile Çöp Yığınları Arasında

Türkiye Cumhuriyeti, ulus devletin temellerinin atıldığı ilk günlerden itibaren, “Ekalliyetler Meselesi,” “Şark Meselesi” ve “Güneydoğu Sorunu” gibi adlarla anılan Kürt Sorunu’yla yüz yüzedir. Tarihsel, toplumsal, hukuki, ekonomik boyutlarıyla çok yönlü bir mesele olan Kürt Sorunu, cumhuriyet tarihi boyunca yoğunlaşmış, yaygınlaşmış ve büyümüştür.

Türkiye’nin çöpleri, Kürt Sorunu’nun da biriktiği alanlardandır. Sorun, Kürt illerinde “90’lar” boyunca devam eden OHAL (1987-2002) süresince, zor yoluyla bastırılmaya çalışılmıştır. Devlet şiddeti ve ağır hak ihlalleri, özellikle de köylerin boşaltılarak nüfusun zorla yerinden edilmesi, beraberinde, bastırılanın büyük kentlerde açığa çıkmasını getirir.

Türkiye kentlerinde çöple ilişkili enformel istihdamın öncelikli insan kaynağı (Suriye göçüne kadar),11 Kürt illerinden göçerek kentlere tutunmaya çalışan yoksul Kürt nüfusudur. Örneğin, Ankara’nın atıklarını 90’lardan bugüne, köyleri Kotranıs (değiştirilen adıyla Ördekli) boşaltıldıktan sonra Türközü’ne yerleşen Hakkarililer toplar. Hakkarili kağıtçıların Agir U Gowend arasında kurdukları hayat, çalışma ve gündelik hayatlarında karşılaştıkları aşağılanma deneyimleriyle, yaz boyu devam eden yüzlerce kişilik düğünleriyle, geçinme ve dayanışma stratejileriyle, belediyeler ve firmalarla giriştikleri mücadeleyle, örgütlenme deneyimleriyle, sınıf atlama çabalarıyla cumhuriyetin Kürt Sorunu’na da ayna tutar.

Ümraniye’de gecekonduların üstüne yürüyen çöp dağının altında da yoksul Kürtler kalmıştır. Patlamanın ardından yığınlar altında kalan Boztepe, Bitlis’in Mutki ilçesine bağlı Oxin (değiştirilen adıyla Koyunlu) köyünün boşaltılması sonrasında İstanbul çöpünün eteklerine yerleşenlerce kurulmuş bir gecekondu mahallesidir.

Sadece göçenler değil, Mutki’de kalanlar da çöplerin altından çıkarılır. 2011’de ilçedeki çöp toplama alanında, bölgedeki çatışmalarda öldürülenlerin gömüldüğü toplu mezarlar bulunmuştur.

Diyarbakır: Burada Çöp Atmak Yasaktır!

Birçok şehirde olduğu gibi “1950’lere kadar Diyarbekir’de merkezî bir toplama alanı, şehir suyu şebekesi, kanalizasyon ve benzer hizmetler yoktu” (Üngör, 2016: 45).

Daha yakın zamanlarda ise, bombalı saldırılar gerekçe gösterilerek OHAL Valiliği kararıyla 1993’te kentteki çöp konteynerleri kaldırıldı. On yıl süren bu yasağa 2003’te son verilse de, Diyarbakır Valiliği’nin ifadesiyle “çöp toplama ve temizlik araçlarının ilimizdeki terör faaliyetlerinde kullanılmasının önlenmesi […] amacıyla” konteyner ve bidonlar 2015’te bir kez daha kaldırıldı.

Diyarbakır’ın yasaklı çöp tenekeleri, Sur dışında da sorun çıkardı! Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin Elazığ’ın Gezin köyüne çöp konteyneri göndermesi, milliyetçiliğin, içinde biriktiği farklı kutulardan hararetle fışkırmasına vesile olmuştu. MHP Elazığ İl Başkanı’na göre, belediye “Gezin üzerinden PKK’ya ve onun siyasi uzantısı olan HDP’ye sempatizan kazandırmak için ciddi kaynaklar aktarmaktadır.” CHP İl Başkanı “kabul etmediğimiz ve üzüldüğümüz bir durum,” derken, AKP İl Başkanı’na göre belediye “Bu konteynerleri istismar ederek propaganda yapmaktadır.”

Bölgenin kendisi gibi çöpleri de siyasal ve söylemsel bir savaş alanıdır. Erdoğan’ın HDP’li belediyelerce yönetilen şehirlere yaptığı ziyaretlerde tekrarladığı “çöpten geçilmiyor” ya da öz yönetim eylemlerini kastederek “Bunların derdi çukur, çamur, çöp” repliği, bu savaşın en sık tüketilen cephanelerindendir. Erdoğan’ın kavgasına iliştirilmiş medya ise “Hayatında ilk defa çöp kutusu gören çocuğun şaşkınlığı” türünde haberlerle kayyumları meşrulaştırmaya çabalar.

Kültürel Haritada Çöp İzleri

Çöp izi, cumhuriyetin kültürel haritasındaki birçok noktaya bulaşmıştır.

Erkin Koray’ın “kör olası” sitemiyle bilinen Çöpçüler şarkısı,12 “çöpçüler”in adını anmaktan fazlasını söylemese de, kültürel üretim alanında akla gelen ilk örneklerdendir.

Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı Çöpçüler Kralı (Ökten, 1978) ise çöp ve çöpçü imgelerine ilişkin popüler kodların birçoğunu temsil eder. Bunlar arasında bilhassa dikkat çekici olan, siyasal İslamcı belediyelerin bilinçli olarak kullandığı işçi düşmanı söylemin, kültürel bilinç dışında da karşılığının bulunmasıdır. Filmin bir sahnesinde şu diyalog geçer:

Büyük abi: “İstiyorsa ver bu kızı o çöpçüye baba. Orospu olacak yoksa. Bizi katil etme!”
Ortanca abi: “Nasıl olsa o da belediyeci, maaşlı bi memur!”
Baba: “Kaç para geçer eline?”
Küçük abi: “Muazzam para alıyor bunlar baba, çöpçü deyip geçme!”

Zeki Ökten’in yönetmenliğinde “Çöpçüler Kralı”nın afişinde Kemal Sunal, 1977. Kaynak: Milli Kütüphane / Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu / 1978 AFİŞ 24

Can Yücel’in Sevgi Duvarı şiirinde geçen “Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri / Çöpçülerin elleriyle okşardım seni / […] / Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi” dizeleri ise, çöp ve çöpçü hakkındaki kirli tahayyülleri tersine çevirmesi nedeniyle dikkate değerdir.

Fazıl Hüsnü Dağlarca, birçoğumuzun Ruhi Su’dan bildiği Almanya’da Çöpçülerimiz şiirinde, “el kapıları”nda “yaban ellerin sokaklarını” süpüren “pis yöneticilerin mutsuz kişileri”ni anlatır. Şiir, kültürel tarihimizde çöpün (aynı zamanda göç ve yoksulluğun da) hangi biçimlerde kodlandığını ve başkalarının kiriyle temasın toplumsal anlamlarını örnekler.

Latife Tekin’in Berci Kristin Çöp Masalları’nda ise çöpün kıyısına yerleşerek kente tutunmaya çalışanlar, bu sefer sahneye esas kişiler olarak çıkar; çöplük kenarına kurulan gecekondu mahallesi de sahnedir. Şöyle der Çiçektepe sakinleri:

“Çöpe sahip çıkar konduları kurarız,” dedi.

Geç saatlere kadar çöpten toplayacakları demirleri, şişeleri, naylonları nasıl satacaklarını konuştular. Konuşa konuşa çöpten altınlar, kıymetli taşlar çıkardılar. Taşların ışıltısından kamaşan gözlerini yumup uykuya daldılar (1986: 15-16).

Yaşar Kemal, Kalemler öyküsünde İstanbul’un çöplüklerinden geçinenleri anlatır ve “Şehirlerin en önemli yerlerinden birisi de çöplükleridir. […] Bir çöplük, bence bir şehir demektir,” der.

Hasan Hüseyin’in Amenna şiirinde geçen ve birçoğumuzun Ahmet Kaya’dan dinlediği “Kısa çöp uzun çöpten hakkını alır” dizesi, Yaşar Kemal’in önerisiyle Türkiye İşçi Partisi’nin seçim çalışmalarında da kullanılmıştır.

Orhan Pamuk ise Kara Kitap’ın “Boğazın Suları Çekildiği Zaman” bölümünde, iki kıta arasında birikenleri gün yüzüne çıkarır: “Şirketi Hayriye’den kalma yan yatmış gemi leşleri”, “bin yıl süren genel aramaların korkusuyla denize dökülmüş çeşit çeşit kılıçlar, hançerler, paslanmış pala ve tabanca tüfekler”, “bir Beyoğlu haydutu”nun kara Cadillac’ı” (2014: 24-28).

Lodosçuluk

Denize dökülen çöpler, lodos sonrasında kıyıya vurur. Bunların arasındaki değerli eşyaları toplayanlar ise “lodosçu” olarak adlandırılır. Yaşar Kemal, İstanbul kıyılarında yaptığı gözlemlerini aktardığı Deniz Kurudu’da (2013b) lodosçuluktan da bahseder: “Denizleri aramak, yani Lodosçuluk kadim meslektir. […] Kaşıkçı elması diye ünlü elması, bir lodosçu bulmuştur” (2013b, 367).

Kemal, Deniz Küstü’de ise şunları yazar:

İşte bu taşı surların dibindeki denizde, çakıl taşlarının arasında bir gün deniz ağarırken bir İstanbul lodosçusu bulmuş, bir tahta kaşığa değişmiştir. Olsun varsın, bir tahta kaşığa değişmiş olsun lodosçu, ne olacak, böyle bir taşı bulmuş ya… O gün bugündür İstanbul lodosçuları tepeden tırnağa umut kesilip bu taşı, bu taştan daha büyük başka bir taşı ararlar, bulacaklardır da (1997: 293).

“Lodosçu” ayrıca argoda, ilişkisi sonlanmış birine yaklaşmaya çalışan kişi anlamında kullanılan bir yermedir. Halid Ziya Uşaklıgil’in eserinden uyarlanarak memleketin neredeyse her hanesini Ziyagil Köşkü’nün müştemilatına çeviren popüler televizyon dizisi Aşk-ı Memnu’nun bir bölümünde bu ifade de geçer. Dizinin kötü adamı Hilmi Önal’ın, eski nişanlısı Elif’le ilişkisi olduğunu öğrenen Behlül, Nihat’la tartıştığı sahnede, Hilmi Bey için “lodosçuluk yapıyo,” der.

Magazin parantezini kapatıp gerçeğin çöplüğüne geri dönelim.

“Alamanın Çöpü,” Dünyanın Çöplüğü

Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı Polizei’ın (Gören, 1988) ilk sahnesinde, “Alamanın çöpü de Türkiye’ye ihraç olmaya başladı,” deniyordu. Avrupa’nın ihraç ettiği atıklar, Türkiye tarafından 2000’lerde giderek artan miktarlarda alındı ve AKP’li yıllarda birçok anlamda dünyanın çöplüğüne dönen Türkiye, 2021 ve 2022’de Avrupa Birliği ülkelerinin en çok atık gönderdiği ülke oldu.

Bloomberg muhabiri Kit Chellel, içlerine takip cihazı konularak İngiliz süpermarket zinciri Tesco’nun Londra’daki şubelerinin çöp kutularına bırakılan üç çöp poşetinin yolculuğunu belgeselleştirir. İngiltere’den yola çıkan çöplerin son durağı Adana olur. Atıkların akıbetini araştırmak üzere Adana’ya giden gazeteciler, yakınında geri dönüşüm fabrikası olmayan bir alanda düzensiz olarak bekletilen atıkların daha sonra başka yerlere boşaltıldığını görür ve boş arazilerde Tesco poşetleriyle karşılaşır.

Ücretli Poşet, “Sıfır Atık,” Bol Rant

Memleket, İngiltere’nin poşetleriyle doluyken; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar, “Poşeti kullanıyorlar insanlarımız, atıyorlar ve çöplüklerimiz poşetle doldu, denizlerimiz poşetle doldu, Karadeniz’deki bütün dereler poşetten geçilmez hale geldi,” der ve lafı plastik poşetlerin ücretli olmasına getirir. Devamında poşet, 1 Ocak 2019’dan itibaren ücretli hale getirilir. 25 kuruşa satılan her bir poşet için, önce 15, sonra 19 ve 2022’de de 25 kuruş, yani tamamı, katılım payı adı altında bakanlığa aktarılır.

O esnada Saray’da, neoliberal yönetim zihniyeti ve piyasacılığın birikim stratejileriyle kusursuz uyum halindeki “Emine Erdoğan himayesinde hayata geçirilen Sıfır Atık Projesi” yürütülmektedir.

Sıfır Atık Projesi, çöpe göz dikenin hazırladığı kılıf; projenin kurumsal yapısı olan Türkiye Çevre Ajansı ise çöpte biriken sermayenin belirli kişilere aktarılmasının paravanıdır.

Kısa Çöp

Sözün kısası, cumhuriyetin 100 yıllık tarihi ve bugünü, çöpten bakıldığında da kısa çöp ile uzun çöp arasındaki uzlaşmaz çelişkinin ve kavganın tarihidir.

Elbette, kısa çöp uzun çöpten hakkını alacaktır, tarihin çöplüğü nice uzunla doludur!

Çöpteki Kelime Hazinesi

Çöp, içinde çalışan yoksullara, duygularını dillendirebilecekleri bir kelime hazinesi de sunar. Katık Gazetesi (sayı 6, s. 26) çöpten çıkan nesne ve imgelerle dile getirilen duyguları içeren bir çok örnek içerir. Kağıt toplayıcı Yaşar’ın şiiri, bunun dikkat çekici örneklerinden biridir:

Gezdiğim her yolda
Çıktığım her yokuşta
Ve açtığım her poşette
Biraz sen varsın
Sen pet kadar masum
Plastik kadar mütevazı
Naylon kadar sempatiksin
Sen alüminyum kadar değerli
Bakır cinsinde bulunmayansın

Çöpten Çıkan Hikâye
Kaçak Çöp Avcıları

Mevcut düzenlemeler, kâğıtçıları “çöp hırsızı” olarak tanımlıyor. Ankara Türközü’ndeki ardiyelerin yıkılmasından önce, belediye bülteninde “Kaçak çöp avcılarına izin yok” (4 Ekim 2006) başlıklı haber yayımlanmıştı:

Ankara Büyükşehir Belediyesi bülteninin 4-10 Ekim 2006 tarihli 99. sayısı. Kaynak: Mehmet Mutlu, Kent Yoksullarının Yayıncılık Deneyimi: Katık Gazetesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Hacettepe Üniversitesi, 2011. Ek. 3
Çöp Ev: “Yeni ve İğrenç Bir Hastalık”tan Günümüze

Türkiye’de “çöp ev” vakalarıyla giderek daha sık karşılaşılıyor. Bu yazının yazıldığı günlerde, 9 yaşındaki bir çocuğun yaklaşık 2 yıldır alıkonulduğu Bursa’daki çöp ev, gazetelerin, meclisin ve ilgili bakanlığın gündemindeydi.

Şimdilerde sıkça karşılaşılan “süprüntü toplama merakı,” 30’lu yılların gazetelerinde “yeni ve iğrenç bir hastalık” olarak haberleştiriliyordu (Son Posta, 20 Haziran 1937).

“Süprüntü toplama merakı”, 1937. Kaynak: Son Posta no. 2473 (20.06.1937)

KAYNAKÇA

Akgündüz, A. (1996). Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri. İstanbul: FEY Vakfı ve Osmanlı Araştırmaları Vakfı (OSAV).

Boratav, K. (2019). Türkiye İktisat Tarihi – 1908-2015. Ankara: İmge.

Doğan, A. E. (2011). 1994’ten Bugüne Neoliberal İslamcı Belediyecilikte Süreklilik ve Değişimler. Praksis, 26, 55-75.

Emiroğlu, K. (2020). Gündelik Hayatımızın Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür.
Genel-İş. (2022). Şehrin En Sahici Tanıkları: Temizlik İşçileri. www.genel-is.org.tr [Kalıcı bağlantı]

Hürel, H. (2009). Anlat İstanbul. İstanbul: Kapı.

Hürel, H. (2016). Efsanevi İstanbul Yarımadası. İstanbul: Kapı.

İsen, G. (2005). Bir Paradigma Sorunu Olarak Çöp. Cogito, 43, 137-154.

Kemal, Y. (1997). Deniz Küstü. İstanbul: Adam.

Kemal, Y. (2013a). Peri Bacaları – Bu Diyar Baştanbaşa 3. İstanbul: YKY.

Kemal, Y. (2013b). Bir Bulut Kaynıyor – Bu Diyar Baştanbaşa 4. İstanbul: YKY.

Kıran, M. D. (2021). Çorum Belediye İşçilerinin Uzun Yürüyüşü (1966). Çalışma ve Toplum, 68, 387-414.

Kıvılcımlı, H. (1965). İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz (M.B.K.’ne İki Açık Mektup). İstanbul: Tarihsel Maddecilik.

Koçu, R. E. (1966). İstanbul Ansiklopedisi (c.8). İstanbul: Koçu.

Mazak, M. vd. (2010). Şehr-i İstanbul’un Temizlik Kültürü: Osmanlı’dan Günümüze Temizlik Çalışmaları ve Küçükçekmece Örneği. İstanbul: Küçükçekmece Belediyesi.

Mazak, M. & Güldal, F. (2011). Tanzifat-ı İstanbul: Osmanlı’dan Günümüze Temizlik Tarihi. İstanbul: Yeditepe.

Mendillioğlu, A. (2011a). Çöplerinden Fatih Çarşamba Analizi. Dipnot. 1) [Kalıcı bağlantı] 2) [Kalıcı bağlantı]

Mendillioğlu, A. (2011b). Cihangir’in Çöplerinden En Çok Ne Çıkıyor? Cihangirliler Nasıl Besleniyorlar, Seks Hayatları Nasıl? 1) [Kalıcı bağlantı] 2) [Kalıcı bağlantı]

Pamuk, O. (2014). Kara Kitap. İstanbul: YKY.

Şener, M. (2015). Burjuva Uygarlığının Peşinde. Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat içinde. (195-339). İstanbul: Yordam.

Tekin, L. (1986). Berci Kristin Çöp Masalları. İstanbul: Adam.

Topuzlu, C. (1951). İstibdat – Meşrutiyet – Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık Hâtıralarım. İstanbul: MEB Derleme Yayınları.

Rathje, W. L. (1973). Tucson Garbage Project. Tucson: Arizona Üniversitesi.

Rathje, W. L & Murphy, C. (2001). Rubbish!: The Archaeology of Garbage. Tucson: University of Arizona Press.

Üngör, U. Ü. (2016). Modern Türkiye’nin İnşası – Doğu Anadolu’da Ulus Devlet ve Şiddet (1913-1950). İstanbul: İletişim.

Yıldırım, R. (2018). Lazca’da ‘çöp’ kelimesinin olmadığını biliyor muydunuz? Goluri. [Kalıcı bağlantı].

Yiğit, U. (2019). Tüketim Kültürü Sosyolojisi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Kapak görseli: Ankara’da orta ve dar gelirli insanların ikamet ettiği semtlerden Hacıdoğan’da sokakları söpüren bir çöpçü, 1940-1946. Kaynak: Salt Araştırma / Fotoğraf ve Kartpostallar Koleksiyonu / AHANKA149 []

DİPNOTLAR
  1. Yazı editörleri Esra Ergüzeloğlu ve Ali Ekber Doğan ile proje koordinatörleri Bediz Yılmaz ve Esin Gülsen’e değerli katkıları için teşekkür ederim.
  2. Çöp, TDK Güncel Sözlük’te “yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi, gübür” biçiminde tanımlanmaktadır. Ayrıca “sap, dal veya tahta parçası” anlamı vardır.
  3. Bunun, Türkçe için de geçerli olduğunu öne sürebilirim. Çöp, TRT Türkü Repertuarı taramasında ulaştığım eserlerde “ot, sap ya da tahta parçası” anlamıyla kullanılıyordu. Birinci anlamıyla kullanıldığı tek eser, Kırşehirli Şemsi Yastıman’ın Uzaylılar Hoşgeldiniz isimli repertuar dışı taşlamasıydı. Uzaylılarla yapılan kinayeli sohbette sorulan “Sizin çöpçü çöp alır mı?” sorusu, çöpün şimdiki zamanların, bu memleketin ve bu dünyanın meselesi olduğunu farklı bir üslupla dile getiriyor.
  4. Terim, Türkçeye çöpbilim olarak çevrilmiştir. Burada ayrıntılı olarak tartışmak mümkün olmasa da, böylesi bir çabanın bir bilim ya da disiplinden ziyade yöntem olarak kabul edilebileceğini ve çöpleyazım anlamında garbografi tercihinin bunu daha iyi adlandıracağını düşünüyorum.
  5. Açık Radyo’da yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi’nin Mehmet Mazak’ın katıldığı “İstanbul’un ilk çöpçüleri” başlıklı bölümü buradan dinlenebilir.
  6. Beynelmilel Çöp Kongresi, Milletlerarası Temizlik Kongresi vb. isimlerle de anılmaktadır.
  7. Çeşitli kaynaklarda, çöplerin denize dökülmesinin 1953’te yasaklandığı ve vahşi depolamanın bu tarihten sonra başladığı öne sürülür. Ancak hem çöplerin denize dökülmesinin yasaklanması (sonradan vazgeçilse de) hem de vahşi depolama, Frankfurt Kongresi sonrasında uygulanmıştır.
  8. Geleneksel geçim kaynakları toplayıcılık olan Romanların mekânsal yoğunlaşma konumlarından birinin Kuştepe olması bununla açıklanabilir mi?
  9. İstanbullular, sineklerle mücadelede çeşitli yöntemler geliştirir. Bunlardan biri, Yahudi çocukların icat ettiği ve yakaladığı sinekleri örümceklere yem eden iğneli fıçıdır (Haber, 3 Ağustos 1937).
  10. Yazım yanlışları korunmuştur.
  11. Kâğıtçının gündüz düşü ardiye sahibi olmak, yanında başka toplayıcıları çalıştırmaktır. Bu düş, Suriye göçüne bağlı olarak bir ölçüde gerçek oldu. Önceden günlük 20-30 lira gibi kazançlarla çalışan birçok işçi, yoksulluk nöbetini, 5-10 lira yevmiyeyle çalıştırdıkları Suriyeli sığınmacılara devretti.
  12. Söz ve müziği “Sokak Çocuğu” lakaplı Ali Toprak’a ait olan şarkının asıl adı Aşkımı Süpürmüşler’dir.

İLGİLİ NESNELER