- Anlatının Gücü
- Sahibinden Bağımsızlaşan Ses, Anlatının Seyahati
- Yakın Tarihimizden Hızla Geçmiş Bir Anlatı Kurma ve Aktarma Aracı Olarak Kaset
- Gurbetin Banttan Turnaları: Göç Koşulunda Kaset Kültürü
- Göç Mekânın İletişimsel Yeniden İnşasında Kasetlerin Rolü
- Göçmenin Kendiliğinden Tarih Yazımı Olarak Kaset Kültürü
- Sonsöz
- Kaynakça
Anlatının Gücü
Masallardan mitolojilere, dizilerden ideolojilere anlatılar, insan toplumsallığını mümkün kılan kültürel evrenin en temel kurucu ögesidir. Kim olduğumuza dair sorular, üyesi olduğumuz topluluğun bize aktardığı anlatılar dolayımıyla cevap bulur. Dolayısıyla, bir insan topluluğunun devamlılığı sahip olduğu anlatının, yaşamın temel sorularına cevap üretebilmesiyle sınırlıdır. Bunu mümkün kılan anlatı, herhangi bir nedenle dünyayı bize açıklama kabiliyetini yitirirse yerini, kaçınılmaz olarak bir başkasına bırakır ve topluluk, bu yeni anlatıya göre yeniden şekillenir. Buradan bakınca, kurucu anlatının kuşaklar boyunca aktarılabilmesi, her topluluk açısından toplumsal bütünlüğün korunmasını sağlayan en önemli gereklilik olarak görülebilir. İnsan topluluklarının bu devamlılığı sağlayabilmek için belirli araçlara dayalı çeşitli yöntemler geliştirdiğini biliyoruz. Söz, müzik ve dans birlikteliğine dayanan ritüel performanslar, tarih boyunca karşımıza çıkan en yaygın yöntemlerin başında geliyor.
Sahibinden Bağımsızlaşan Ses, Anlatının Seyahati
Kurucu anlatıların aktarılmasında vazgeçilmez öneme sahip (genellikle müzik ve dans eşliğinde söze dayalı) performansların, icracılarının katılımıyla, gerçek zamanlı olarak bir mekânda gerçekleştirilmesi bir zorunluluktu. Bu yöntemlerin temel ortak noktası ise, anlatıyı taşıyan icracının, sözü taşıyan biricik aktör olmasıydı. Bu kaide, Thomas Edison’un sesin kaydedilebilmesini mümkün kılan “konuşan makinesi”ni tanıttığı 1877 yılına kadar, bozulmadan binlerce yıl sürdü. 1895 yılında Guglielmo Marconi’nin, sesi radyo dalgalarıyla aktarabilmeyi başarmasıyla da yeni bir iletişim biçimi hayatımıza girmiş oldu. 1920’lerle birlikte “kablosuz telgraf” olarak anılan bu yeni keşif, askeri ve sivil birden çok uygulama alanı buldu. ABD’de 47 bağımsız radyo istasyonunun bir araya gelmesiyle 1927 yılında kurulan “Birleşik Bağımsız Yayıncılar,” bu yeni iletişim aracının kurumsallaşmasında önemli bir dönüm noktasıydı. 30 Ekim 1938 tarihinde Orson Welles’in radyo için hikâyeleştirdiği ve dünyanın Marslılar tarafından işgalini konu alan Dünyalar Savaşı (The War of the Worlds) yayınlandığında, bu yeni teknolojinin nasıl bir toplumsal etkisi olabileceği de ilk defa görülmüş oldu. Dinleyicilerin dünyanın gerçekten Marslılar tarafından işgal edildiğini sanarak panik olduğu bu programla birlikte radyonun, dinleyicilerin merkezinde olduğu “sürekli iletişimsel bir mevcudiyet” alanı kurduğu fark edildi (Hayes & Battles, 2011). 1954 yılında transistörlü radyonun icadıyla bu teknoloji, kolayca taşınabilir hale geldiği gibi maliyeti de düştü. Bu da radyoyu herkes için erişilebilir kıldı.
Yine aynı yüzyıl dönümünde telefon, benzeri bir iletişim alanı açıyordu tarihimizde. Putnam, henüz 1891 yılında bir telefon yetkilisinin, bu yeni teknolojinin “yakınlık gerektirmeyen bir komşuluk çağı” başlatacağını söylediğine işaret eder. Mekânsal buradalıktan bağımsız bu yeni iletişim imkânının, bir tür “psikolojik komşuluklar” inşa ettiği yönündeki ilk araştırmalara 1930’lu yıllarda rastlarız (Putnam, 2000: 180). Birkaç kurumsal merkezde üretilen içeriğin, edilgen tüketimine dayanan radyo ya da iki ayrı noktada bulunan kişilerin mesafelerden bağımsız olarak birbiriyle haberleşmesini mümkün kılan telefon, o güne kadar benzerine tanık olmadığımız, mekânda birliktelikten bağımsız, etkileşimli ve eş zamanlı bir iletişimi mümkün kıldı. Ve dolayısıyla kurucu anlatıların yeniden üretilmesi, korunması, aktarılmasını mekânsal buradalık mecburiyetinden bağımsızlaştırdığında, toplulukların başka türlü tahayyül edilmesi de mümkün oldu.
Yakın Tarihimizden Hızla Geçmiş Bir Anlatı Kurma ve Aktarma Aracı Olarak Kaset
Bu genel çerçeveden hareketle “kaset” teknolojisini, uygarlık tarihi açısından nerede konumlandırabiliriz? Çevrim içi teknoloji sözlüğü Techopedia bu yeni aracı şöyle tanımlıyor:
Kaset, bir kartuş muhafazası içinde biriktirilmiş manyetik banttan oluşan bir depolama ortamıdır. Kasetler ses ve video dâhil olmak üzere farklı medya türlerini depolayabilir. Bağımsız bir terim olan “kaset” çoğunlukla ses kaseti için kullanılan bir kavram iken video formatı tipik olarak “VHS (Video Home System) kaseti” olarak adlandırılır. İlk kişisel bilgisayarlar [Türkiye’de yaygınca kullanılan Commodore 64 gibi] da veri okumak ve yazmak için kaset kullanmıştır.
1950’lerde sesi kaydederek aktarma teknolojileri hâlihazırda taşınabilir olmuştu. Soğuk savaş boyunca, oldukça gelişmiş dinleme teknolojilerinin, casusluk mücadelelerinin merkezinde yer aldığını da Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra eski “Demir Perde” ülkelerinde kurulan KGB müzelerinden biliyoruz (ya da dönem dönem Türkiye siyasetini şekillendiren tape skandallarından). Fakat bu teknolojiler, kaset teknolojisi gelişene kadar toplumun genelinin erişebileceği yaygınlıkta değildi. Yaygın olarak teyp kaseti, kaset bandı, ses kaseti veya sadece kaset olarak da adlandırılan kompakt kaset veya müzik kaseti (MC), ses ve görüntüleri bir analog manyetik bant üzerine kaydetme formatı olarak sesin depolanmasında ve taşınmasında yeni bir imkân sunuyordu. Plaklar gibi önceki formatların aksine bu yeni teknoloji, daha fazla malzemeyi daha küçük ebatlarla taşınabilir kılıyordu. Böylece ses depolama ve aktarım teknolojilerinin kullanım alanı, bu teknolojilerin finansal olarak daha erişilebilir hale gelmelerine koşut olarak, genişleyecekti.
Hollanda merkezli Philips şirketinin mühendislerinden Lou Ottens tarafından 1963 yılında icat edilen ve ilk kez 30 Ağustos 1963 tarihinde Batı Berlin merkezli bir radyo kanalından dünyaya duyurulan bu yeni teknoloji, erişilebilirliği ölçüsünde kısa sürede kendine özgü ve küresel ölçekte bir kültür yaratmıştı. 1980’lerle birlikte “kaset kültürü” olarak anılan bu yeni dalgaya dair önemli muhasebe çabalarından biri olan Robin James’in 1992 yılında derlediği Cassette Mythos kitabının önsözünde McGee, kasetin küresel etkisini açıklarken, bu yeni aracın “ucuz, taşınabilir ve şekillendirilebilir” olmasına işaret ediyordu (1992, viii). Sanıyorum mucitleri açısından bu son özelliğinin yol açabileceği dönüşüm, pek öngörülebilir değildi.
Kaset sadece kaydedilmiş olanın tüketilmesine dayanan bir araç olmaktan çok kullanıcıların da üzerine yeniden kayıt yapabilmesini mümkün kılmasıyla insan yaratıcılığı açısından oldukça farklı bir oyun alanı açıyordu (Dorman, 2013). Bunun mümkün olduğunun görülmesiyle birlikte henüz 1970’lerin ortalarından itibaren “kopyalama,” bir tartışma konusu haline geldi. Evlerde kopyalanması mümkün olmayan plaklar, değiş tokuş edilerek ya da halk kütüphanelerinden ödünç alınarak kasetlere kopyalanır olmuştu.
Üretici firmaların “hırsızlık” olarak gördüğü bu yeni durum, kısa sürede gelişmekte olan ülkelerde de karşılık bulmuştu. Kaset çalarların arabalara entegre edilmesiyle dilediğimiz müziği seyahat ederken dinleyebilme imkânı da bu yeni kullanım alanını destekliyordu. 1979 yılında, hoparlör yerine kulaklığa sahip ve bel kemerinde taşınabilir Sony Walkman’in ortaya çıkmasıyla bu yeni oyun alanı da hızla dönüştü. Kişi, hâlihazırda sahip olduğu plağı, arabasının kasetçalarında da dinleyebilmek için ya da özel günlerde kendi hazırladığı bir listeyi arkadaşlarına dinletebilmek için, kasetin kendisine sağladığı bu yeni özgürlük alanını oldukça yaratıcı biçimde kullanmaya başlamıştı. Böylece Türkiye’de de oldukça yaygınlaşan “çekme kaset” ya da “karışık kaset” kültürü doğdu. Ülkenin dört bir yanında, “müzik evi” olarak anılan dükkânlarda beğeniniz doğrultusunda hazırlayacağınız listelere dayanan, size özel kasetler, bir dönemin müzik kültürünü belirledi. Kopyalanabilmesinin de getirdiği yeni imkânla birlikte kaset teknolojisi, müziği, kişisel özgürlüğün bir sembolü haline getirmişti.
Üretici firmaların bu yeni kültürü yaftalamak için icat ettiği “evde kayıt müziği öldürüyor” sloganına rağmen bu yeni oyun alanı hem genişledi hem de öngörülemez yeni kullanım alanlarına doğru evrildi. Kaset, farklı coğrafyalarda toplumsal değişimlerin önemli bir aracı haline geliyordu. 1979 İran Devrimi öncesinde, sürgündeki Ayetullah Humeyni’nin Şah Rejimi’ne karşı verdiği vaazların, İran’ın dört bir yanına yayılmasını sağlıyordu kasetler, örneğin. Otoriter iktidarların kuşkuyla baktığı rock ve punk gibi Batı merkezli müziklerin Demir Perde ardına taşınması için de biçilmiş kaftandı. Bohlman (2017), Polonya Komünist Partisi’nin 1981 yılında ilan ettiği sıkıyönetim sırasında, kâğıda uyguladığı ambargo karşında tabandan gelen muhalefetin “dayanışmayı” korumak üzere radyo, mikrofilm ve kaset gibi diğer medya araçlarını nasıl işlevselleştirdiğini tartışır. Bu süreçte kaset teknolojisine dayalı “ikinci dolaşım” (drugi obieg) kültürü ortaya çıkıyor, devlet sansürüne karşı evlerde üretilen içerikler, kasetler aracılığıyla toplumun muhalif damarlarında dolaşıma sokuluyordu. Böylece basılı olan resmi söyleme karşı bir fısıltı gibi yayılan sesli karşı propagandanın taşıyıcısı olan kasetler, kısa sürede devrimci bir araçsallık kazanmıştı. Stefan Bratkowski’nin bu dönem çıkardığı Ses Gazetesi, 1983 ve 1988 yılları arasında bu politik kültürün en özgün örneklerinden biri olarak tarihteki yerini alıyordu.
Türkiye ve Mısır gibi ülkelerde ise bu yeni araç, modernleşme hamleleriyle hedeflenen kültür devriminin yer açmak istemediği müziklerin dolaşımını sağladı. Stokes (1992), Türkiye’nin 1970’li yıllarında, müzik ve siyaset arasındaki ilişkiyi incelediği çalışmasında kasetin, bu ülkedeki macerasının çok katmanlı olduğunu gözler önüne serer. Kaset, TRT’nin uzun yıllar ambargo uyguladığı arabesk müziği güçlendirir, bu müzik türünün, resmi kanallar dışında, toplumla temas kuracağı yeni alanlar açar. 1968 yılında tamamlanan, İstanbul’un önemli mimari yapılarından biri olan İstanbul Manifatura ve Kumaşçılar Çarşısı’nın 1970’lerle birlikte “Unkapanı” olarak Türkiye’deki kaset kültürünün merkezine dönüşmesi de, bu maceranın gündelik yaşama yansıdığı önemli duraklardan biridir.
Kaset, 12 Eylül darbesi öncesinde Aşık Mahsuni Şerif, darbe sonrasında ise Cem Karaca gibi siyasi nedenlerle yurt dışına çıkmak zorunda kalan sanatçıların ve Şivan Perwer gibi diasporada Kürtçe müzik yapan ya da 12 Eylül sonrasında yasaklanan Bülent Ersoy gibi müzisyenlerin, yıllarca Almanya’da sürdürdükleri çalışmaların ana vatanla ilişkisini de canlı tutar. Bir diğer yandan ise, “irtica” olarak anılan siyasal İslam’ın yükselişine basamak teşkil eden sohbetlerin, vaazların yanı sıra Grup Yorum gibi Kürtçe ve Türkçe protest müziğin taşıyıcılığını yapar. Şerif Gören’in Herhangi Bir Kadın (1981), Yavuz Turgul’un Muhsin Bey (1987) ve Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Yolculuk (1999) filmleri, Türkiye’nin kaset macerasına dair dönemlerinin gündelik yaşamından ilginç kesitleri bugüne taşır.
Philips şirketi, 1963 ile 1988 yılları arasındaki 25 yılda, dünya üzerinde yaklaşık üç milyar kompakt kaset satıldığını tahmin ediyor. Kullanıcı olarak bizlerin de içeriğe müdahale etmemize imkân tanımasıyla, erişimi ve taşınması kolay bu teknoloji, yakın tarihimizden hızlı; fakat, etkili bir şekilde geçti. Bugün dünyanın dört bir yanındaki bitpazarlarındaki tezgâhlarda bir nostalji nesnesi olarak bize bakan kasetin, internet öncesindeki yakın çağda, anlatıların karşılaşması, aktarımı, melezleşmesi ve dolayısıyla yeni toplumsallıkların oluşması konusunda oldukça özgün bir küreselleşme deneyimi sağladığını söylemek mümkün.
Gurbetin Banttan Turnaları: Göç Koşulunda Kaset Kültürü
Antropolojik bir açıdan bakıldığında göç deneyimini tanımlayacak temel meselenin, bir arada yaşayan toplulukların çeşitli nedenlerle coğrafi olarak yayılması ve buna karşı topluluk aidiyetini korumaya yönelik bir çabaya girmesi olduğu söylenebilir. 1950’lerin sonuna kadar Anadolu’nun kuytusundaki küçük bir köyün, bugün artık üç, dört farklı ülkede, onlarca farklı yerele dağılmış üyeleri arasında hâlâ süren bir aidiyetin temel referansı olabilmesini bu açıdan önemli buluyorum.
Thomas ve Znaniecki’nin (1996), ilk kez 1920 yılında basılan ve bugünkü Polonya’dan Amerika’ya yaşanan 70 yıllık göç sürecini inceledikleri Amerika ve Avrupa’da Leh Köylüler adlı çalışmalarında odaklandıkları temel sorulardan biri, bu aidiyetin nasıl sürdürülebildiği konusudur. Çalışmanın önemi “beşerî belge” (human documents) olarak andıkları fotoğraf (ve arkasına yazılanlar) ve mektupların ana vatandan uzak düşmüş bu göçmenleri evdeki dilsel, dinsel, kültürel ve toplumsal evrene bağlayan temel araçlar olarak nasıl işlevselleştiğidir. Göçmenler, bir yandan, Amerika’da yaşadıkları yerlerde “program” olarak andıkları etkinliklerde eve dair müzikler çalarak, kısa, edebi metinler ve şiirler okuyarak ana vatana ait olma duygusunu muhafaza etmeye çalışırken; diğer yandan da evle mektuplaşmalarıyla oradaki topluluğa aidiyetlerini imlemeye devam ederler.
Anadolu kültüründe uzak diyarlardaki tanışlara haber taşıyan, oralardan haber getiren turna motifinin (Ayaş, 2017) 1960’larla başlayan yurt dışına emek göçü sürecinde yeniden hayat bulması, gurbetin duygu coğrafyasına yeniden çağrılması, benzeri nedenlerle pek şaşırtıcı değildir. Yeni bir teknoloji olarak kaset, küresel bir kültür dalgasına dönüştüğü 1970’lerde göçmenlerin hayatına da değmiş, tıpkı bir asır önce mektuplarla denendiği gibi ailelerin ve toplulukların arasına giren coğrafi mesafelerin yarattığı aidiyet kaygılarını teskin etmek üzere önemli bir işlev kazanmıştı. Henüz 1960’ların sonunda gurbetin kâğıt kanatlı turnaları, yerlerini banttan mamul türlerine bırakıyordu. 1970’lere geldiğimizde gurbet ellerdeki aile toplantılarında, muhabbetlerde kaydedilen kasetler geride bekleyenlere gönderilir olmuştu (Doğuş-Varlı, 2019).
Göç Mekânın İletişimsel Yeniden İnşasında Kasetlerin Rolü
Kasetin, göç mekâna olan etkisine odaklanmadan önce bu özgün, toplumsal olarak “arada” mekânın anlaşılması açısından önemli bulduğum bir betimlemeyi paylaşmak isterim:
Bir şehir düşünün, 130 bin sakini olan epeyce büyük bir şehir. Sakinlerinin iletişim ve altyapıya fevkalade dengesiz erişebildiği bir şehir. Nüfusun yüzde doksanının kendi radyosu olmasına karşın, günde sadece 90 dakika yayın dinleyebildiği. Nüfusun yüzde doksanının kendi televizyonu olmasına karşın her iki haftada bir sadece 45 dakika yayın izleyebildiği. Oldukça düzensiz film gösterilen, belki haftada bir. Yerel dilde beş günlük gazete ve bir düzine kadar derginin olduğu fakat hepsi yurtdışından ithal edildiği için içeriklerinin bu insanların gündelik hayatına alakasız kaldığı. Sayısı bir düzine kadar olan ama ancak 30 bin kitap barındıran kütüphanelerin olduğu bir şehir. Kültürel etkinlikler, tiyatro ya da dans ve konserlerin son derece nadir olduğu, ayda iki ya da en fazla üç. Muhtemelen bu şehrin üçüncü dünyada olduğunu sanıyorsunuz. Fakat burada mevzu bahis olan dördüncü büyük Türk şehridir. Türkiye’de değil, Avrupa’nın merkezinde, Berlin’de bulunan bir şehir (Oepen, 1984).
İnternetin gündelik hayatımıza girmesinden önce göçmen mahalleleri, ana vatan ile göç edilen ülke arasında, her ikisinden de bakıldığında görülmesi ve anlaşılması zor toplumsal bir mekân teşkil ediyordu. Ana vatanda süren gündelik ve kültürel yaşamdan mahrum kalınan gurbet, göçmen toplulukların, henüz kendi kültürlerini yaşatacak alanları ve araçları oluşturamamış olduğu yıllarda, “acı vatan” olarak anılıyordu. Kasetin icadı tüm dünyada olduğu gibi göçmenlerin hayatında da birkaç açıdan önemli dönüşümleri tetikledi.
Öncelikle hemen hepsi göçmen işçilerin, çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir tür modern çerçilik olarak görebileceğimiz, göçmen girişimciliğinin en erken örneği olan “exportçuluk” deneyiminden gelen plak şirketlerinin ortaya çıkması önemli bir eşikti. 1964 yılında Yılmaz Asöcal tarafından Köln’de kurulan Türkofon/Türküola, 1969 yılında Tahir Minareci tarafından Münih’te kurulan Minareci, 1974 yılında Muammer Uzelli tarafından Frankfurt’ta kurulan Uzelli gibi şirketler, erken yıllardan itibaren Türkiye’de üretilen müzik kültürünü gurbete taşımaya başladıkları gibi göçmen işçi olarak gurbette bulunan yeni icracıları da gün ışığına çıkarıyordu.
1962 yılında Almanya’ya işçi olarak gelmiş Aşık Metin Türköz’ün, 1965 yılında basılan Almanya’da Neler Var EP’sinin, gurbette basılan ilk plak olduğu düşünülüyor. Malatyalı bir ailenin çocuğu olarak Almanya’ya göç eden ve Köln’de çalışmaya başlayan Yüksel Özkasap ise, 60’ların sonuna doğru keşfediliyor ve Türküola’dan çıkarttığı albümlerle “Köln Bülbülü” olarak ünleniyor. Müzik yaşamına Türkiye’de başlayan Gülcan Opel, Almanya’daki şirketler tarafından gurbete transfer ediliyor. Sonraki yıllarda göç mekânın da politikleşmesine koşut olarak yeni sayfalar da açılıyordu. Sümeyra Çakır ve Batı Berlin İşçi Korosu’nun Barış ve Gurbet Türküleri (1976) plağı, kendisi de bir göçmen olan ve Berlin’de yaşayan Tahsin İncirci’nin imzasını taşıyordu. Zülfü Livaneli’nin Das Lied Des Reiters (Atlının Türküsü) (1980) ve Ada (1984) ve Cem Karaca’nın Die Kanaken (1984) plakları, yine bu dönemlerde Almanya’da üretilmiş eserlerdi.
Kaset icadıyla birlikte gurbetteki müzikal üretimin hacmi de genişledi. Ata Canani ve Abdullah Eryılmaz gibi 1970’lerin başında aileleriyle birlikte Almanya’ya göç etmiş, Almanya’da okula gitmiş bir kuşak, ellerine sazı alarak Almanca türkülerle yeni komşularına seslenmeye başlamıştı. Derdiyoklar İkilisi, bu yeni açılan alanda “disko-folk” adını verdikleri yeni bir türün temellerini atıyordu (1980). Diğer yandan, Adil Arslan’ın 1986 yılında yayınlanan Batı-Doğu Divanı adlı eseri, geleneksel Alevi müziğini, Batılı müzisyenlerle ortaklaşa şekilde çok sesli Batı müziğiyle harmanlayan ilk çalışma olarak Berlin’de kaydedilmişti.
Lund ve Lund (2022), Almanya’daki Türkiyeli müzik üreticilerinin çok erken yıllarda, hem de oldukça hicvedici bir üslupla Almanca konuşmaya başlamış olmasının, göçmenlerin “misafir” oldukları toplumla bir ilişki kurma arayışının göstergesi olduğunu söylüyor. Buna karşın Almanya’daki Türkçe müzik üretiminin çok uzun yıllar boyunca duyulmamış olmasını ise şaşırtıcı buluyorlar. Bunun en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz kaset teknolojisinin, sadece göçmenler için değil; punk ve benzeri alt kültür müzik türleri için de anaakım kanallardan ve temsilcisi şirketlerden “bağımsız” bir rota izleme imkânı tanımış olması. Dolayısıyla, gurbette yapılan bu özgün müzik üretimi, yüz binlerce kaset satıyor olmasına karşın ne ev sahibi Almanya’da ne de ana vatan Türkiye’de listelere giriyordu. 1970’lerin sonundan Berlin Duvarı yıkılana kadar Bülow Caddesi üzerinde atıl kalan bir metro istasyonunda kendiliğinden oluşan Türkische Bazaar (Türk Pazarı) örneğinde olduğu gibi bu üretimin mekânsallığı da, yukarıda andığım aradalık durumuna önemli bir örnek teşkil ediyordu. Bu özgün göçmen mekânsallığına dair nadir notlardan birini Depeli’nin doktora tezinden okuruz: “Artık mevcut olmayan bu büyük pazar alanı bir yanıyla düğünün, daha sonra çeşitlenecek olan yan sektörlerini taşımıştır; gazinoların, videocuların, fotoğrafçıların, müzik kasetçilerinin ve müzisyenlerin toplandığı geniş bir alana yayılmıştır” (2009: 205).
Öztürk (2001), öğrencisi Boz’un (1996) çalışmasına da dayanarak kaleme aldığı Alamanya Türküleri çalışmasında, gurbette üretilen müzikle inşa edilen duygu coğrafyasına dair önemli notlar aktarıyor. 1972 ve 1995 yılları arasında Almanya’da basılan 54 kaset başta olmak üzere çeşitli çalışmalardan da seçilen gurbet konulu 114 türkü incelendiğinde ortaya çıkan tabloyu kısaca özetlemek isterim. Türküleri seslendiren kişiler, Almanya’daki erkek (82), Türkiye’deki kadın (9), Almanya’daki kadın (7), Almanya’daki erkek (7), cinsiyeti belli değil (6), Almanya’daki çocuk (1), Türkiye’deki oğul (1) gibi adlandırmalarla karşımıza çıkıyor. Bu kişilerin türkülerle hitap ettikleri küme ise Türkler (59), Almanya (10), Almanya’daki sevgili (10), Almanya’daki Türk (8), Alman (5), Alman kızı (4), Şirin (3), Almanya’daki baba (2) ve Türk devleti (2)’nden oluşuyor. Türkülerin büyük kısmı Türkçe (90) dilinde seslendirilirken Türkçe olup Almanca sözcükler de barındıranlar (14) olduğu gibi derdini Türkçe-Almanca (3) ve sadece Almanca (7) dillerinde ifade edenler de var. Konular ise gurbet (43), Almanya’da durum (14), vatansızlık (14), Almanya’ya yönelik eleştiriler (10), Alman kızı (9), dön çağrısı (8), Almanya’da evlilik (6), Almanya’daki yaşamın betimlenmesi (5), gelme uyarısı (4), Türk’ün değişimi (3), Şirin’in düğünü (3) ve Almanca dili (1) gibi meseleleri kapsıyor. Acı vatanın güfteli namelerinden kasetler aracılığıyla bizlere aktarılan işte böyle bir duygu coğrafyasıydı.
Bülent Kullukçu ve İmran Ayata’nın 2014 ve 2022 yıllarında iki ayrı albüm olarak hazırladıkları ve müzik üretimine dair neredeyse arkeolojik bir çalışma olan Songs of Gastarbeiter (Misafir İşçilerin Türküleri) albümleri, bu coğrafyayı bugüne taşımak yönünde önemli bir katkı sunar. Cem Kaya’nın, adını Berlinli Alman müzik grubu Ideal’in 1982 tarihli bir şarkısından alan, 2022 yılı yapımı Aşk, Mark ve Ölüm filmi, göçün altmışıncı yılında bu tarihin hatırlanması açısından oldukça önemli bir diğer çalışma olarak not edilmelidir.
Göçmenin Kendiliğinden Tarih Yazımı Olarak Kaset Kültürü
Ses ve görüntü kaydını erişebilir kılmasıyla kaset teknolojisi, göçmenin gündelik yaşamında önemli bir dönüşüm yarattı. Öncelikle maddi kültüre dair yaşanan bu dönüşüm, göçün hemen ilk yıllarından itibaren not edilmişti. Kendisi de misafir işçi olarak Almanya’da dört yıl yaşayan Bekir Yıldız’ın memlekete dönüşte yayımladığı Türkler Almanya’da kitabındaki şu satırlar bu yazının en erken örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor:
Bu insan kalabalığından ziyade, eşya kalabalığı idi. Ortalama bir kişinin üç beş iri parça eşyası vardı. Münih’ten ucuz mal sattığı iddia edilen, exportlardan yeni alınmış, birçok eşyalar henüz ambalajında duruyordu. Bu ambalajlarda çoğunlukla radyo, pikap ve teypler vardı… Bu oyuncakların bir kısmı, memleketimizde ilk defa görenin tecessüs anından bilistifade ateş pahasına satışa çıkarılacak, bir kısmı alıcısı tarafından satılmayıp, eşe dosta caka satılacak, Hırkai-şerif ziyareti gibi, bunu herkes elinde tutmak isteyecek, fakat her defasında sahibi tarafından çekilip alınacak veya bir kısmı da daha yolda bozulacaktı (1966: 97).
Yine Adalet Ağaoğlu’nun 1977 yılında yayımlanan Fikrimin İnce Gülü romanında –ki 1993 yılında Tunç Okan yönetmenliğinde Sarı Mercedes ismiyle sinemaya da uyarlanacaktı– Bayram’ın üç dört yıl dişini sıktıktan sonra, satın aldığı arabayla, göçmenlik rüştünü ispat etmek üzere, memlekete ilk seyahatinde kaset kültürüne dair önemli bir diğer not karşımıza çıkar. Bu önemli seyahat öncesi yolda dinleyeceği ve köye vardığında arabanın teybinden tüm ahaliye dinleteceği kasetleri itinayla hazırlamıştı. Vedia Rıza’nın Fikrimin İnce Gülü şarkısı ise tekrar ve tekrar dinlenebilmesi için tüm kasetlerde yer alıyordu.
Kendisi de göçmen olan Cemalettin Efe’nin Kaset: Göç ve Değişim Öyküleri (2017) kitabında, kasetin bir mesaj taşıyıcı olarak işlev kazanmasına dair bir başka not vardır. Annelerinin yönlendirmesiyle Almanya’daki babalarının kendilerini yanlarına almasını sağlamak için bir kaset kaydeden kardeşlerin hikâyesidir bu. Geride kalanların gurbetteki yakınlarına ulaşmak için banttan mamul turnaların, kâğıttan kanatlı olanlardan daha etkili olacağına dair güçlü bir inanç taşıdıkları bu hikâyeden de anlaşılıyor.
Dayıoğlu’nun, Geride Kalanlar (1975) ve Geriye Dönenler: Adın Almancıya Çıkmışsa (1986) hikâye kitaplarında da kaset ve teyp teknolojisinin göçmenin gündelik hayatında, gurbetliğin sancısını dindirmek üzere nasıl kullanıldığına dair önemli örnekler var. Söz gelimi, izine geldiği kısa süre zarfında evlendirilen ve hemen sonrasında yine gurbete dönen Derviş’in Turna Gelin’e duyduğu özlemle baş edeceği bir araçtır kaset. Herkesin içinde okunacak mektuplardan farklı olarak, “sesli mektup” olarak da anabileceğimiz kasetlerin, ayrı düşen eşler arasında mahremiyeti de koruduğunu anlıyoruz böylece.
Ses ve görüntü kaydedilen kasetlerin göç mekâna etkileri sadece müzikle sınırlı kalmadı. Jonker’in 1990’ların Berlin’inde tanık olduğu üzere, Türkiye’ye gönderilecek cenazelerin gerekli usullere göre hazırlandığına dair, ana vatanda defin için bekleyen topluluk üyelerini teskin etmek üzere çekilen videolar bu anlamda en ilginç uygulama alanlarından biriydi (1996: 39). Kosnick’in (2004) çalışmalarıyla haberdar olduğumuz üzere, 1980’lerin çok kültürlülük dalgasıyla açılan bir alan olarak Berlin Açık Kanalı’nda (Open Channel Berlin) yayın yapma imkânı bulanan göçmen toplulukların hazırladığı içerikler, Berlin semalarında yankılanır olmuştu. Al-Canlar programı örneğinde olduğu üzere, yaz tatillerinde Anadolu’nun dört bir yanında kaydedilen memleket görüntüleri üzerine türküler eklenerek yapılan yayınlar, bağımsız Alevi medyasının da temellerini atıyordu. Tüm bu araçların kullanımıyla düğün gibi geleneksel kutlamalar da gurbet ellerde dönüşüyor, üretilen içerikler aile ağları üzerinden anavatanda izlenebilir oluyordu (Depeli, 2009). Dolayısıyla, tüm dünyayı şekillendiren “kaset kültürü,” göçmenlerin sıla ile gurbet arasında yeni bağlar kurabildikleri, kim olduklarına dair anlatılarını kendi deneyimlerinden yorumlayabildikleri oldukça özel bir anlamsal alan inşa etmişti.
Sonsöz
Yazıyı kendi kişisel tarihçemden bir notla kapatmak isterim. ODTÜ’yü kazanıp Ankara’ya geldiğim 1996 yılında Timur Selçuk’un 1978 ve 1991 yıllarında ODTÜ’de verdiği konserlerden kaydedilmiş kasetler, elden ele çoğaltılarak paylaşılırdı. Bu kayıtlar bir bakıma, ODTÜ kültürüne giriş anlamı taşıyordu. Yıllar sonra Zıtlar Mecmuası bu kasetlerden birini dijitalleştirerek dönem tanıklıklarıyla birlikte paylaştı. Dijital çağda biriktirdiklerimizden geriye ne kalacağını bugünden kestirmek oldukça güç. Fakat kaset kültürünün dünden bugüne neleri aktarabildiğine bakınca geleceğe ne kalacağı konusunda pek iyimser olamadığımı da not etmek isterim.
Anonslu Kaset
Kaset kültürünün Türkiye’de kazandığı yerel biçimlerden en özgünü, Ekşi Sözlük kayıtlarına “80’lerde ve 90’ların ilk yarısında vuku bulmuş bir toplum olayı” olarak yazılmış olan anonslu asker kasetleridir.
Faruk Bangir, Karışık Kaset Yılları başlıklı yazısında bu toplum olayını şöyle tanımlıyor: “‘Afyon’da askerlik yapan Malatyalı Çılgın Çavuş Mehmet Karaca’nın seçtiği şarkıları dinliyorsunuz’ şeklinde başlardı. Şarkı aralarında okunan şiirler ve genelde arabesk şarkılarla sürerdi. Askerler vatani vazifelerini yaptıkları şehirden memleketlerine hazırlattıkları bu anonslu asker kasetlerini anı olarak gönderirlerdi. Bu anonslarda abartı olmazsa olmazdı. Sözgelimi askerde yemekhanede çalışan bir asker kendinden çöl kartalı diye bahsettirebilirdi.”
Levent Cantek ise erken 90’larda tamamladığı askerliği sırasında tanık oluyor bu kültüre: “1994’te ben askerken, er ve erat arasında bir kaset doldurma modası vardı. Bugün, ortada kaset filan kalmayınca ne demek istediğim çok anlaşılmayabilir, kaset doldurmanın anlamı şu: bir plakçıya (plak ve kaset satan dükkâna) gidiyor, istediğiniz şarkılardan oluşan bir liste veriyordunuz. Teyp işi lüks olduğundan, çift kasetli teypler yaygınlaşmadığından bu işler herkes tarafından yapılamıyordu… Plakçı da bir iki gün sonra siparişiniz olan kaseti ücreti karşılığında size teslim ediyordu… Askerde olan ise benzeri olmakla birlikte bir ‘tık’ farklıydı… Kasetin başına siparişi veren için özel bir şeyler ekleniyor, adına da ‘anonslu kaset’ deniyordu… Bu kağıttaki boşluklara ad-soyad, tertip numarası, memleket, askerlik yapılan yerler yazılarak ekleniyor… Plakçı da bu bölümleri ‘okutarak’ kasetin başına yerleştiriyordu. Kaset, ‘uzaktaki sevgiliye’ hazırlandığından anonslu bölümde bir kadın konuşuyordu ki askeri mest eden kısım buydu.”
Engin Barış Kalkan’ın Şırnak’ta askerliğini yapan bir astsubayın dünyasını konu alan Anonslu Kaset Doldurulur başlıklı hikayesinden ise CD’ye geçildiğinde dahi bu kültürün bir süre daha devam ettiğini anlıyoruz. Geceleri uyuyabilmesine yardımcı olması umuduyla dinlendirebilecek müzikler almak için girdiği şehrin tek “müzik marketinde” karşılaşıyor astsubay bu kültürle: “Anonslu kaset de dolduruyor. Kaset diske döneli çok oldu ama camda hala böyle yazıyor. Güzel şey aslında. Asker çok seviyor. Özlemlerini anlatan içli birkaç cümle ve arkasından Şivan Perwer’in bilmem kaç oktavlık sesinden ateş gibi bir Megri. Tümen Mardinli Urfalı çocuklarla dolu. Ağlamaktan helak oluyormuş anneleri dinlerken; hoşlarına gidiyor” (2019: 120).
Türkiye tarihi açısından oldukça önemli bir erginleme süreci olan zorunlu askerliğin yarattığı gurbetlik duygusunun, bu duyguyu deşen şarkılara eklenmiş kişiye özel sözlü namelerle ifade edilmesine dayanan bu folklorun arkeolojisini plaklara kadar takip edebiliyoruz. Söz gelimi, Vehbi Turan Boğaziçi Orkestrası’nın 1968 yılında Çağlayan Plak’tan çıkardığı 45’likte yer alan Askerin Mektubu şarkısı Gülcan Opel’in seslendirdiği ve Mehmedini evlenmek üzere memlekete çağıran bir anonsla başlamaktadır. Zorunlu askerliğin etrafında örülen duyguların “çekme/karışık kaset” kültürüyle eklemlenmesine dayanan anonslu asker kasetlerinin popülerliği 1980’lerin sonlarından itibaren endüstrinin de dikkatini çeker. Avrupa Müzik ve Erdal Plak gibi şirketlerin 1980’lerin sonu 1990’ların başına kadar sürdürdüğü Askerin İstekleri serisi, Çetinkaya Kasetçiliğin Askerin Seçtikleri: En Büyük Asker Bizim Asker (1989), Uras Kasetçiliğin Askerin Dilekleri ve Damla Kasetçiliğin Askerin Mektubu gibi albümler bu uzun gurbetliğe hazırlananların alışveriş ettikleri “asker çarşılarının” vitrinlerinde yerini alır. 1990’larda tırmanan çatışmalarla birlikte endüstrinin hazırladığı bu kasetlerin kapak tasarımları ve içerikteki anonsların tonu da değişir. Sevgiliye duyulan özlemi ifade eden yumuşak duygulu seslenişler yerini vatana karşı duyulması gereken sorumluluğu hatırlatarak şehitliği öven sert haykırışlara bırakır.
Ankara’ya trenle gelenlerin GMK Bulvarı’na ulaşmasını sağlayan Tandoğan Yeraltı Çarşısı üniversite okumak için Ankara’ya taşındığım 90’lı yılların ortasında, aralarında kahvehane ve berberlerin de olduğu, 80 kadar dükkâna ev sahipliği yapan oldukça görkemli bir asker çarşısıydı ve hemen her dükkânın önüne asılmış hoparlörlerden bu anonslu kasetler duyulurdu. Bize komik gelen bu hâkî yeşil eril yeraltı geçidinin kadın arkadaşlarımızı ürkütüyor olması mekânın nasıl da cinsiyetlendirilebilecek bir mefhum olduğuna dair ilk önemli farkındalığım olmuştu. Askerliğin hızla profesyonelleştiği, zorunlu olan kısmının süresinin azaldığı ve bedelli seçeneğinin kurumsallaştığı dönemimizde bir yandan da yeni teknolojiler ve uygulama araçlarıyla geride bekleyenlerle kesintisiz bir iletişimde olmak mümkün hale geldi. Anons edilecek duyguların bir mesaj ya da telefon görüşmesiyle iletilmesine belki de Spotify’dan gönderilen şarkılar eşlik ediyor artık. Bu dönem üretilmiş kasetlerden varlığını sürdürenler ise ilgili internet sitelerinde efemera kategorisi altında satışta.
A History of the World in 100 Objects by Neil MacGregor (2015, Ağustos 27). A History of the World in 100 Objects by Neil MacGregor. The Guardian. https://www.theguardian.com/childrens-books-site/2015/aug/27/history-of-the-world-in-100-objects-neil-macgregor-review
Ağaoğlu, A. (1977). Fikrimin İnce Gülü. İstanbul: Remzi.
Aytaş, G. (2003). Türkülerde Turna. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 28, 13-33.
Bohlman, A. (2017). Making Tapes in Poland: The Compact Cassette at Home. Twentieth-Century Music, 14(1), 119-134.
Boz, M. (1996). Almanya’daki Türk İşçilerinin Sorunlarını Dile Getiren Türkü Metinleri. Konya: Selçuk Üniversitesi.
Dayıoğlu, G. (1975). Geride Kalanlar. Ankara: Bilgi.
Dayıoğlu, G. (1986). Geriye Dönenler: Adın Almancıya Çıkmışsa. İstanbul: Altın.
Depeli, G. (2009). Almanyalı Türklerde Evlilik Törenlerinin Dönüşümü: Kültürel, Bellek, Aidiyet ve Kimlik, (Yayımlanmamış Doktora Tezi). Ankara Üniversitesi: Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo, Sinema Anabilim Dalı.
Doğuş-Varlı, Ö. (2019). Etnomüzikoloğun zaman ve mekan uzamı aracını sembolleştirmesi üzerine: Ali’nin teybi kırılırsa. Rast Müzikoloji Dergisi, 7(2), 2187-2192.
Dormon, B. (2013). Are you for reel? How the Compact Cassette struck a chord for millions. The A-Register. https://www.theregister.com/2013/08/30/50_years_of_the_compact_cassette/
Efe, C. (2017). Kaset: Göç ve Değişim Öyküleri. İstanbul: Pencere.
Geist, G. (1999). Eine verschlossene Stadt in Hamburg. Hamburger Abendblatt, 3.
Hayes, J.E., & Battles, K. (2011). Exchange and interconnection in US network radio: A reinterpretation of the 1938 War of the Worlds broadcast. Radio Journal: International Studies in Broadcast & Audio Media, 9(1), 51-62.
James, R. (1992). Cassette mythos. Autonomedia.
Jonker, G. (1996). The knife’s edge: Muslim burial in the diaspora. Mortality, 1(1), 27-43.
Kalkan, B. E. (2019). Anonslu Kaset Doldurulur. İstanbul: İletişim.
Kosnick, K. (2004). Extreme by Definition: Open Channel Television and Islamic Migrant Producers in Berlin. New German Critique, 21-38.
Lund, C., & Lund, H. (2022). A history of flops and a new turn: The Turkish-German music interplay. Transposition. Musique et Sciences Sociales, 10.
Oepen, M. (1984). Media, migrants and marginalization: The situation in the Federal Republic of Germany. International Migration Review, 18(1), 111-121.
Öztürk, A.O. (2001). Alamanya Türküleri: Türk Göçmen Edebiyatının Sözlü/Öncü Kolu. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Putnam, R. D. (2000). Bowling alone: The collapse and revival of American community. Simon and schuster.
Robertson, J. (2015, Eylül 16). Revealed: How indigenous Australian storytelling accurately records sea level rises 7,000 years ago. The Guardian. https://www.theguardian.com/australia-news/2015/sep/16/indigenous-australian-storytelling-records-sea-level-rises-over-millenia#:~:text=7%20years%20old-,Revealed%3A%20how%20Indigenous%20Australian%20storytelling%20accurately%20records,level%20rises%207%2C000%20years%20ago&text=Indigenous%20stories%20of%20dramatic%20sea,world%2C%20according%20to%20new%20research.
Stokes, M. (1992). Islam, the Turkish state and arabesk. Popular Music, 11(2), 213-227.
Thomas, W. I., & Znaniecki, F. (1996). The Polish peasant in Europe and America: A classic work in immigration history. University of Illinois Press.
Yıldız, B. (1966). Türkler Almanya’da: Almanya’da Yaşanmış Dört Yılın Romanı. İstanbul: Bilmen.
Kapak Görseli: “Karışık” kasetlerin hammeddesi boş kaset üretimi ve çeşitli markalar, 1980’ler. Kaynak: Flickr / @Duygu Göze []