- Cumhuriyetin Ormancılık Politikaları: Fidanlar Ağaca, Ağaçlar Ormana, Ormanlar Madene, Otoyola, Otele Dönmeli Yurdumda
- Ağacı Savunanlar, Ağaca Sarılanlar
- “Kör Olsun Yokluk:” Ormandan Tarlaya, Ağaçtan Oduna Köylünün Ormanla İmtihanı
- Kutsal Ağaç: Doğanın Bütün Nimetlerine Aşk İle!
- Zeytin: Ölmez Ağaç
- Ah Kavaklar, Kavaklar
Acı Düştü Peşimize… - Narla İncire Gazel
- Bozkırı Yeşertenler
- Kaynakça
- Dipnotlar
dikmişti. O ağaç senin gizli kardeşindi.1
Sema Kaygusuz
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…2
Nazım Hikmet
Hem yaşamı hem ölümü simgeleyen nadir varlıklardan biridir ağaç. Yaşarken ve öldükten sonra gölgesine sığındığımız… Çocuklar doğduğunda birlikte büyüsünler diye, ölülerin ardından onları yaşatmak ve belki de ölümün gerçekliğini reddetmek için fidan dikilir. Peki, canlı bir varlık olan ağacın, cumhuriyet tarihini 100 nesne ile anlatmaya niyet etmiş bir ansiklopedide işi ne? Ona nesne demek ne haddimize elbette; ama, ağaçlar, hayatımızdaki pek çok nesnenin kaynağı ve belki de asırlık cumhuriyet tarihinin en kalıcı tanıkları. Kimi, cumhuriyetten de yaşlı. Kim bilir kaç kuşak gelip geçmiş önlerinden, kaç insan tatmış yemişlerinden. Onların olmadığı bir cumhuriyet tarihi anlatısı mümkün olur muydu?
Kültürel ve sembolik bir öğe olan ağaç, hem kutsal sayılan hem de zalimce yok edilen bir varlıktır. Gölgesine sığınılan; ama, gölgesi satılamadığı zaman kesilendir. Kimileri için geçim aracı, kimileri için rant kapısıdır. Şehirlerin simgesidir bazı ağaçlar: Defne, erguvan, mimoza, turunç, kavak, karaçam, palmiye, zerdali, meşe, gürgen… Yaşam ve ölüm arasında salınan ağaçlar canlı ve cansız halleriyle, türlü türlü nesneye dönüşmüş şekilde hayatımızın her anındadır. Günlük hayatımızdaki pek çok eşya varlığını ağaca borçludur. Ceviz ya da kayın ağacından bir masa, bir kitap, kavak ağacından bir kibrit, bir tahta kaşık, bir çamaşır mandalı, dut ağacından bir saz ya da sedir ağacından bir sandık…
Tarihin, coğrafyanın ve gündelik hayatın bu kadar orta yerinde duran; dağa, taşa, suya, insana ve hayvanlara nefes olan ağaçların cumhuriyet tarihi boyunca başına gelenlere, onlara yüklenen anlamlara ve paha biçilmez tanıklıklarına gelin birlikte bakalım.
Cumhuriyetin Ormancılık Politikaları: Fidanlar Ağaca, Ağaçlar Ormana, Ormanlar Madene, Otoyola, Otele Dönmeli Yurdumda
“Sürün bunları ormandan dışarı!” dedi.3
Sabahattin Ali
Bu cümleler, Sabahattin Ali’nin 1930 yılında yazdığı Bir Orman Hikâyesi adlı öyküsünden. Öykü, “Orman bizim her şeyimizdir delikanlı, anamız, babamız, evimiz…” diye başlar (Ali, 2005: 108). 1930 yılında yazılan bu öykü, 2022 yılında yazılmış gibi de okunabilir, değişen neredeyse hiçbir şey yok çünkü (elbette mücadeleyi ve direnenleri dışarıda tutarak). Hikâyede yaşlı bir orman köylüsünün ağzından, köylünün “her şeyi” olan ormanın işletmesinin bir şirkete verilmesinin ardından, ormana sahip çıkmaya çalışan köylülerle şirket işçileri, jandarma ve hükümet memurları arasındaki mücadele anlatılır. “Birgün hükümetin bir şirkete ormanın öbür başında işlemek müsaadesi verdiğini duyunca, ihtimal bunun ne demek olduğunu pek bilmediğimizden, hiç aldırış etmedik,” der yaşlı köylü (Ali, 2005: 110). Hikâyenin sonunda köylüler, jandarmaya ve şirkete karşı ellerinde kalan bir avuç ormanı savunmaya çalışır.
Aradan geçen neredeyse yüz yıldan sonra, içinde devletin, sermayenin, kolluk kuvvetlerinin olduğu aynı hikâye, “Bir Orman Hikayesi,” maden sahaları, termik santraller, taş ocakları, otoyollar, oteller için yok edilmeye çalışılan İkizdere’den Akbelen’e, Kuzey Ormanları’ndan Gezi Parkı’na, Yırca’dan Bergama’ya, Marmaris’ten ODTÜ’ye, Fırtına Vadisi’nden Munzur’a kadar pek çok yerde yaşanmaya devam ediyor. Peki biz neredeyse 100 yıl sonra neden hâlâ aynı hikâyenin içindeyiz? Geçen zaman içinde değişmeyen şeyin ne olduğunu görmek için cumhuriyetin ormancılık politikalarına kısaca göz atalım.
Cumhuriyetin, Osmanlı’dan ormancılık politikalarıyla ilgili güçlü bir miras aldığını söylemek pek de mümkün değil. Cumhuriyet dönemi öncesinde ormancılık konusundaki ilk önemli düzenlemeler, 1839 yılında Orman Müdürlüğü’nün, 1857 yılında ise şimdiki İstanbul Üniversitesi Ormancılık Fakültesi’nin de temeli sayılan Orman Mektebi’nin kurulmasıdır. 1870 yılında “Orman Nizamnamesi” çıkarıldı ve izinsiz ağaç kesimi yapanlar ve orman yakanlarla ilgili cezalar düzenlendi. Bu dönemde ormanların işletilmesi özel şirketlere ve kişilere aitti. Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra, 1924 yılında, köylülerin devlet ormanlarından yararlanma hakkına ve ormanların bilimsel yöntemlerle işletilmesine dair iki ayrı kanun çıkarıldı. 1929 ekonomik krizinin ardından yükselen devletçilik politikalarına paralel olarak, 1937 yılında çıkarılan Orman Kanunu ile ormanlar, ulusal ekonominin önemli bir parçası olarak kabul edildi ve devlet tarafından işletilmeleri öngörüldü. Orman köylülerinin ormanlardan bedelsiz yararlanma imkânı da tamamen kaldırıldı. 1945 yılında ise belirli istisnalar dışında bütün ormanlar devlet mülkiyetine alındı (Erdönmez vd., 2010).
1961 Anayasası’nda, devlet ormanlarının devlet tarafından yönetilmesi ve işletilmesi ilkesi benimsendi. Bu anayasanın 131. maddesi uyarınca, devlet ormanlarının mülkiyeti, yönetimi ve işletilmesinin özel kişilere devredilmesi ve zaman aşımı yoluyla mülk edinilmesi mümkün değildi. 1970 yılında anayasada ve 1973 yılında Orman Kanunu’nda yapılan değişikliklerle günümüzde hâlâ tartışma konusu olan ve 2B olarak bilinen uygulamanın önü tamamen açıldı. 1970 sonrası yapılan düzenlemelerle önemli miktarda orman arazisi, orman sınırları dışına çıkarıldı; bu araziler serbest piyasada alınıp satılabilen metalara dönüştürüldü.41980’lerden bu yana ormanlar, başta enerji ve turizm şirketleri olmak üzere sermayeye açıldı ve sınıf çatışmasının da en görünür alanlarından biri oldu. Özellikle bilinçli olarak çıkarılan orman yangınları, bu politikanın en yakıcı sonuçlarından biridir. Yanan orman alanlarının yerine bir süre sonra oteller dikiliyor, konut alanları açılıyor. Bu orman yangınlarının en ağırlarından birini 2021 yılında yaşadık. Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre 2011-2020 yıllarında ortalama 9 bin hektar orman yanarken, 2021 yılında temmuz ayının sonu ve ağustos ayının başındaki yangınlarda yaklaşık 135 bin hektar orman yandı (Orman Yangınlarıyla Mücadele Rehberi, 2022). Farklı noktalarda çıkan yangınlar için Türk Hava Kurumu’nun yıllarca yangın söndürmede kullanılan uçakları, hurda ve hantal oldukları iddia edilerek ısrarla kullanılmadı (Arı, 2022).
Sabahattin Ali’nin hikâyesine geri dönelim ve yakın zamanda yaşanan benzer iki hikâyeyi hatırlayalım: İkizdere ve Akbelen. Kahramanlar neredeyse yüz yıl sonra birebir aynı: Bir yanda köylüler ve ağaçlar, öte yanda jandarma ve şirketler. 2019 yılında, Rize İkizdere’de Cengiz Holding tarafından taş ocağı kurulması için İşkencedere Vadisi’nde acele kamulaştırma kararı alınınca köylüler, vadi girişinde nöbet tutmaya başladı. Şirket çalışanları jandarma eşliğinde vadiye gelip iş makineleriyle ağaçları sökmeye çalıştı ve jandarma, direnişe biber gazı ile saldırıp direnen köylüleri gözaltına aldı (Dağıstanlı, 2021). İkizdere’deki mücadele en çok, jandarmaya direnen kadınlarla aklımızda kaldı. Memlekette olup biten pek çok şeye belki de hiç ses çıkarmamış onlarca insanın, ağaçlar için bu kadar direnmesi, devletle karşı karşıya gelmesi şaşırtıcı gelebilir çoğumuza. Ama ağaçlar, ağaç olmanın ötesinde yaşam ve hafıza demek İkizdereliler için. İkizdere’de köylülerle konuşan Merve Özçelik sökülen her bir ağacın anlamını şöyle aktarıyor:
Direniş alanına tekrar geçince birkaç köylüyle daha konuşuyorum. Bana gözleri dolmadan o ormanı anlatan hiç kimse olmuyor. Dışarıdan anlamak çok zor, o alan onların hafızası, toprağı, nefes alanı. Bizim gördüğümüzden ve tahmin ettiğimizden çok daha fazlası. Birkaç ağacın kesilip yerine bin tane ağacın dikilmesinden çok daha kederli bir şey. O ağacın kesilmesi hafızayı söküp atmak, nefessiz bırakılmak ve geçmişle geleceğin bağının kopması demek onlar için (2021).
Milas İkizköy’de ise 2019 yılında, Limak Holding, termik santral için linyit madeni sahasını genişletmek üzere köylülerin toprağını satın almaya çalışınca bölgedeki köylüler, Akbelen Ormanı’nı korumak ve işçilerin ağaçları kesmesine engel olmak için nöbet tutmaya başladı. 2021 Temmuz ayının son günlerinde Marmaris, Bodrum, Milas-Ören’de çıkan yangınların ardından yangın gerekçe gösterilerek Akbelen Ormanı’nda 105 ağaç kesildi, kesimde kullanılan elektrikli testerelerin üzerinde ise maden şirketinin logosu vardı (İkizköy Akbelen Savunucuları, 2022). Bundan sadece birkaç gün sonra, jandarma nöbet tutanlara saldırıp köylüleri yerlerde sürükleyerek direniş alanının dışına çıkardı. Ağaçların kesilmesine direnen iki kadına, “jandarmaya muhalefet ettikleri” gerekçesiyle açılan dava ise 2022 sonu itibariyle sürüyor. Uzun lafın kısası, 1930 yılında yazılan hikâye, değişmeden devam ediyor.
Ağacı Savunanlar, Ağaca Sarılanlar
Hikâyenin değişmediğini söyledik; ama, bir de hikâyenin değişen yüzüne bakalım. 1930’larda olmayan bir ekoloji mücadelesi ve yerel örgütlenmeler var artık. Serbest piyasa ekonomisinin yükselişiyle derinleşen doğa tahribatına, tüm canlıların yaşam alanlarının yok edilmesine karşı ortaya çıkan ekoloji mücadelesi 90’lı yıllarda filizlenmiş olsa da, 2000’lerden sonra görünür hale geldi; bu mücadele, Anadolu’da bir hayalet gibi dolaşmaya başladı: “Her su başını tutan, her karış toprakta maden ve enerji aramayı hak sayan, her mahalleyi siteye, her apartmanı rezidansa çevirmeye niyetli spekülatif yağma ekonomisine karşı yükselen bir itirazın, kentini, köyünü, vadisini yeniden keşfetmenin, onlara sahip çıkmanın karşılığı olan bir hayalet” (Özlüer vd., 2016: 15)… Özellikle AKP döneminde, Karadeniz İsyandadır, Kuzey Ormanları Savunması, Kazdağları Dayanışması gibi çok sayıda platform ve inisiyatif kuruldu; çok farklı alanlarda yerel direnişler yaşandı. Yukarıda bahsettiğimiz İkizdere ve İkizköy/Akbelen direnişlerinde de, hikâyenin sonunu değiştiren şey bu hayaletin ruhuydu.
Ağacı savunmanın, cumhuriyet tarihinde en kapsayıcı, en dönüştürücü olduğu örnek Gezi İsyanıydı kuşkusuz. Nazım’ın dediği gibi “bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamaya olan özlemin belki de en görünür şekilde dışavurumuydu Gezi. Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın inşa edilmesi için başlatılan inşaat çalışmalarına karşı 28 Mayıs 2013’te başlayan direniş bütün ülkeye yayıldı. Mesele elbette üç beş ağaç değildi yalnızca; ama, bu, o ağaçları önemsizleştirir miydi? O dönem BDP milletvekili olan Sırrı Süreyya Önder, “Ben ağaçların da vekiliyim,” diyerek parka geldi ve “Bu ağaçları kestirtmeyeceğiz. Burada fakir fukaranın gelip para vermeden gölgesine oturacağı üç tane ağaç var. Bu neoliberal sistem, bu imansız sistem, bu üç tane ağacın gölgesine de gözünü dikmiş,” dedikten sonra kepçenin önüne geçerek yıkımı durdurdu. Günlerce süren direniş sonrasında Gezi Parkı’nda ağaçlar hâlâ fakir fukaraya gölge etmeye ve memleketin dört bir yanında yeşili ve hayatı savunma mücadelesine ilham vermeye devam ediyor.
Memleketin dört bir yanı demişken, sormadan geçmeyelim. İstanbul’daki ağaçla Hakkari’deki, Kaz Dağları’ndaki ağaçla Munzur Dağı’ndaki ağaç bir mi? Ne yazık ki, bazen Kürt’ün ağacı ekoloji mücadelesine dahil değil. “Terörle mücadele” gerekçesiyle yakılan ormanlar, müdahale edilmeyen orman yangınları yıllardır gündemimizde. Burada Kürt illerindeki ekolojik yıkıma karşı sessizliğin güncel iki örneğini verelim şimdilik sadece. Dersim’de Hozat-Ovacık ilçelerinde Ağustos 2021’de çıkan yangınlara havadan müdahale tam 12 gün sonra yapıldı ve elbette Marmaris kadar haber değeri olmadı bu yangının. Veli Ağbaba, “Maalesef devlet buradaki yangınları ciddiye almadı ve çok geç müdahale edildi… Sanki Tunceli başka bir devletin vilayeti gibi hiç kimse gelmedi” diyerek duruma tepki göstermişti (akt. Yüce, 2021). Şırnak’ta ise 2022 yazında günler süren ağaç kesimine karşı neredeyse hiç ses çıkmadı, bunun için Şırnak Barosu’nun iletişime geçerek ekolojik yıkıma karşı durmasını talep ettiği Greenpeace, “konu maalesef uzmanlık alanlarımızın dışında” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu tepkisizlik karşısında, “Mezopotamya Ekoloji Hareketi”nden Güner Yanlıç’ın serzenişi itiraza yer bırakmayacak kadar haklı değil mi:
Ağaçların da mı milliyeti var? Devletin 100 yıldır burada yürüttüğü politikalar öyle bir boyuta geldi ki şu an ağaçlarımız dahi kriminalize ediliyor. Şırnak’ta olduğu için ağaç da mı suçlu? Ağaç da mı “terörist”? Hakkâri’deki bir ağaç ile Edirne’deki bir ağaç arasında bir fark mı var? Yoksa bu yıkıma hep birlikte ses çıkarmak zorundayız (akt. Yılmaz, 2022).
“Kör Olsun Yokluk:” Ormandan Tarlaya, Ağaçtan Oduna Köylünün Ormanla İmtihanı
Yaşar Kemal
Sermaye ağaç keser, orman yakar. Köylü yapmaz mı? Orman kimileri için rant kapısıdır dedik, kimileri için geçim aracı. Türkiye’de hatırı sayılır bir nüfusa sahip olan orman köylüleri için ağaç geçim kapısı olduğu kadar, daha iyi gelir kaynaklarının önünde aşılması gereken bir engeldir de. Orman, çoğu zaman düşmanlıktan değil, yoksulluktan yakılır ya da kesilir:
Ormanların yok olmasının nedenini orman düşmanlığında değil, yoksulluk baskısı altında yalın yaşama zorunluluğunda aramalıyız… Köylünün elde ettiği ürünün yetersizliği, ormandan açtığı tarlalarda toprağın zati düşük olan verim gücünü yıldan yıla yitirmesi yüzünden daha da azalması, onu, ormandan ya keserek ya yakarak, yeni açmalara zorlamaktadır (Birand, 2008: 336).
Tarlalarını büyütmek için ormanları yakan köylülerin geçim zorluğunu, 1950’li yıllarda yazdığı bir yazıda, Refik Halit Karay şöyle anlatır:
Edirne civarında kasten orman yakan bir köylü yakalanmış; maksadı her zaman olduğu gibi tarlasını büyütmek, daha fazla hububat ekmek imiş… Zira ormanlık bölgelerde tarla darlığı, o yüzden de geçim zorluğu vardır… Ormancılık bizde henüz orman civarındakilerini geçindirmeğe yetecek sınai gelişmeye erişemediği için, oralarda oturanlar gerçekten zor durumdadırlar (2015: 70).
1954 yılında, günlerce süren orman yangınları sırasında, Manavgat’ın bir köyünde bir orman köylüsü şöyle der Yaşar Kemal’e:
“Şurdan bir tarla çıkar, bir tarla çıkar ki… Vay anam vay. Bir de kara toprağı var… Eh. Bütün köyün gözü bu yamaçta. Bir gün yanacak. Kim yakacak? Allah bilir. Kimse de yakmayacak… Kendiliğinden ateş alacak. Bir gün bakacağız ki yanmış kül olmuş orman. Sonra tarla yapacağız. Bozlar gibi” (1976: 374). Köylünün Bozlar gibi dediği ise büyük bir yangından sonra geniş tarlalar açan, ekip biçen bir köydür. Bozlar Köyü’nden Mehmet Ağa ise yangına minnettardır: “O yangın çıkmasaydı biz şimdiye acımızdan ölmüştük” (Kemal, 1976: 377).
Ormanlar sadece tarla açmak için değil, ısınmak ve satıp para kazanmak için de kesilir elbette. Yusuf Atılgan, Kuyucak’ta kıraç bir köyde geçen Ağaç adlı öyküsünde, köylünün “bizim koca karaağaç” diye övündüğü bir ağacın dalını kışın ısınmak için kesen, ayak izlerinden kendisinin kestiği belli olmasın diye o gece kar yağsın diye dua eden Öksüz Mehmet’i anlatır. Öksüz Mehmet, kışın yakacak tezeği olmadığı için köylünün gözü gibi baktığı ağacın dalını keserken hatıralarını düşünüp üzülür; ama, yine de kışın ısınma ihtiyacı ağır basar: “Hıdrellez günleri salıncak kurup sallandığımız kalın dal; hem kesiyom, hem üzülüyom… Aha yazık ettim bu dala ama ne yapalım, donacak mıyız burda” (Atılgan, 2000: 86).
Nazım Hikmet’in Ceviz Ağacı ile Topal Yunus’un Hikâyesi adlı şiiri, toprağını, öküzünü ve eşini kaybeden Topal Yunus’un (topallığının sebebi ceviz ağacından düşmesidir) tek dostu olan ceviz ağacını istemeyerek kesip satmasını, “kesilip satılmış bir ceviz ağacının kederini” anlatır. Konu karın doyurmak ve ısınmak olunca, bazen bir ceviz ağacı, insandan daha çok işe yarar: “Cevizden konsol yaparlar, topal Yunus ne işe yarar?” diye sorar şiirde Nazım (1987: 165) ve şöyle devam eder:
Zemheriler geldi barınamazsın.
Cevizden konsol yaparlar.
Gayrı daha fazla sürünemezsin.
Sat Yunus cevizini …
Yün yorgan değil bu sarınamazsın.
Cevizden konsol yaparlar.
Bir cansız ağaçtır yaranamazsın.
Sat Yunus cevizini …
…
Cenaze çırçıplak, kara uzandı.
Cevizden konsol yaparlar.
Kesildi dalları, dallar budandı.
Sattı Yunus cevizini …
Geçim derdi köylüye ağacı kestirir, ormanı yaktırır. Ama aynı köylü, bazı ağaçları kutsal beller, dalına çaput bağlar, ona dua eder, dileğini ondan diler. Gelin biraz da bu kutsanan ağaçlara bakalım öyleyse.
Kutsal Ağaç: Doğanın Bütün Nimetlerine Aşk İle!
Kayın, meşe, zeytin, hurma, nar, dut, çam, söğüt, servi gibi pek çok ağaç, farklı kültürler ve dinler tarafından binlerce yıldır kutsal kabul edilir. Kutsal sayılan ağaçların genellikle Tanrı’ya atfedilen özellikleri taşır. Bu ağaçlar, etrafındaki ağaçlardan daha büyük ve görkemlidir (Tanrı büyüktür); yalnızdır (Tanrı tektir); yapraklarını dökmez (Tanrı ölümsüzdür); meyvesizdir (Tanrı doğmaz, doğurmaz); geniş ve gölgelidir (Tanrı gölgesine sığınanları korur) (Ergun, 2004).
Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde ve kültürlerinde bu sayılan özellikleri taşıyan kutsal ağaçları görmek mümkün. Örneğin, Kazdağı’nda kutsal kabul edilen ağaçlardan biri, dağın doruklarında, çıplak bir arazide, tek başına duran bir ağaçtır. Ağacın dibi taşlarla çevrilmiş ve dallarına dilek dileyenler tarafından bezler bağlanmıştır. Aynı bölgede, Mehmetalan Köyü’nde zeytin ağaçlarının arasında tek başına duran, dede ağaç olarak bilinen bir çam ağacı da kutsal sayılmaktadır (Duymaz & Şahin, 2008). Ağaca yüklenen kutsallığı özellikle Tahtacıların kültüründe görüyoruz. Tahtacılar geçimlerini, çok zor koşullarda, ağaçtan sağlar.7Salı günleri ve Muharrem ayında ağaç kesmezler. Özellikle ladin, ardıç ve köknarı kutsal kabul ederler (Gürsoy, 2012). Kazdağları’nda yaşayan Tahtacılar, çetlemik ağacının kutsal olduğuna inanır ve çocuklarını nazardan korumak için beşiklerini bu ağaçtan yapar (Duymaz & Şahin, 2008). Çoğunluğu Toroslar’da yaşayan Tahtacı Aleviler, ağacı kesmeden önce ağaç kesme gülbengini okurlar:
Ormana çocuklarımın rızkını temin için gidiyorum. Ekmeğimi, aşımı ormandan çıkartıyorum. Genç fidan kesmiyorum. Kestiğim ağaçlardan af diliyorum. Beni bu dağlarda kazalardan, belalardan koru. Kazancımı kabul eyle. Haram lokma hanemize girmesin. Kötüye, uğursuza yoldaş etme. Yolumuz doğruluk yolu olsun. Doğanın bütün nimetlerine aşk ile!8
Kutsal sayılan ağaçlardan dilek dilenir, adak adanır, dileğin gerçekleşmesi için dallarına çaput, bez, mendil bağlanır. Dalına çaput bağlanan, dibinde evliya yattığına, kutsal olduğuna ya da bir kerameti olduğuna inanılan ağaç, her tarafı kesilip yakılmış olsa da korunur:
Tıraş edilmiş dağların ortasında bir çamlığa rasgeldim. Ne yakılmış, ne de kesilmiş… Çamlığın içine girince işin sırrı anlaşıldı. Ortadaki belki iki yüz yıllık koca çam, giydirilmiş gibi. Dallarına, yanına yönüne o kadar çok çaput, bez bağlamışlar ki… Çamın altında büyük evliyalardan biri yatarmış. Yaşasın evliya. Keşke her çamın dibinde bir evliya yatsa (Kemal, 1976: 379).
Tarık Akan ve Filiz Akın’ın başrollerini oynadığı Tatlı Dillim (Ertem Eğilmez, 1972) filminde, Ferit ve Emine köyde yürürken bir ağaca bez bağlayan bir kadın görürler. Büyük şehirden gelen Ferit’in Emine’ye kadının ne yaptığını sorması üzerine aralarında şöyle bir konuşma geçer:
Emine: Buna adak ağacı derler, kadınlar sevdiği erkeğe kavuşmak için elbiselerinden, yazma ve saç bağlarından birer parça koparıp ağacın dalına bağlarlar.
Ferit: Ee, sonra ne olur?
Emine: Sonra, sevdiğine kavuşunca genç kadın adağını daldan alır ve suya atar… Onun da kocası askerdi, döndü, adak da suya atıldı.
Ferit, “İnanıyor musun böyle saçma şeylere?” diye sorunca, “Beklediğim bir şey olsa, başım daralsa belki ben de inanırım,” der Emine. Ağaçla kurduğumuz ilişkiyi belki de çok iyi anlatan bir cümledir bu, başımız daralırsa ağaca inanırız; ama, inandığımız ağacı geçim derdine ya da kâr hırsına kurban da ederiz. Zeytin ağacına yaptığımız gibi…
Zeytin: Ölmez Ağaç
Tin Suresi
Zeytin ağacı, ölümsüzlüğün simgesidir; “ölmez ağaç” olarak bilinir. Bu toprakların en karakteristik ve ekonomik anlamda en değerli ağaçlarından biridir aynı zamanda. Çanakkale’den Kilis’e pek çok yerde zeytin ağaçları, aş ve iş verir insanlara. Kuran-ı Kerim’de zeytine ve incire yemin edilmesi ona bir kutsallık da katar. Ama kutsal olması onu kurtarmaya yetmiyor, o da zulümden payını alıyor. Son yıllarda, Zeytincilik Kanunu olarak bilinen “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun”da yapılmaya çalışılan değişiklikler ve çıkarılan yönetmeliklerle zeytinliklerin maden sahaları ve enerji santralleri kurmak üzere kesilmesinin önü açılmaya çalışılıyor. Pek çok insan için hayatta kalmanın tek yolu olan zeytin ağaçlarının kesilmesinin, o bölgede yaşayan insanları açılan madenlerde, termik santrallerde işçi olmaya zorladığı da biliniyor. Soma katliamında acı bir şekilde tanık olduğumuz gibi zeytinliklerin yok edilmesi köylüleri işsiz bırakarak onları yerin altında, ölümü göze alarak çalışmaya itiyor.
2014 yılında, Soma katliamından sadece birkaç ay sonra, Soma’nın bir köyü olan Yırca’daki zeytinlikler de ilçede kurulmak istenen üçüncü termik santral uğruna katledildi. Kolin Grubu’nun yapacağı termik santral için bir günde 6 binden fazla zeytin ağacı kesildi. Yırca’da köylülerin neredeyse tamamı zeytincilikle geçiniyor. Daha önceleri tütüncülükle uğraşan köylüler, termik santral yapıldıktan sonra topraklarında tütün üretemez hale gelince zeytinle geçinmeye başlamış. Zeytin ağaçlarına çocukları gibi bakmışlar, büyütmüşler. Kazım Kızıl’ın Ölmez Ağaç: Yırca Direnişi (2015) belgeselinde köylülerden Emine Sezer, bir zeytin ağacının altında ağlayarak anlatıyor yıkılan zeytin ağaçlarının bıraktığı can ağrısını:
Şu ağaçlar yıkılırken insan gibi ağladı. Hafızamdan silinmiyor daha. Ben uyuyorum, uyanıyorum, gece o zeytinlerin çatırtısını duyuyorum. Bu ağaçlar ağladı, insan gibi ağladı. Çatır çatır, çatırtısından deliriverecektim… İçimizden canımızı kopardı Kolin Şirketi.
Ağaçlar kesildikten sonra Danıştay, santralin yapımının yürütmesini durdurdu; ama, kesilen ağaçlar geri gelmeyecekti artık. Yırcalılar kesilen ağaçların yerine yeni fidanlar dikti, ilk zeytin hasadını da ancak 4 yıl sonra, 2018 yılında yapabildiler. Cumhuriyetin 100. yılında, diğer ağaçlar gibi zeytin ağacının da sermayeyle imtihanı bitmedi ne yazık ki. Kömürün karası, zeytinin yeşilini soldurmaya devam ediyor hâlâ.
Zeytin dalı, binlerce yıldır barışın da simgesidir. 10 Ekim 2015’te barış istemek için Ankara’ya gelen, Gar katliamında hayatlarını kaybeden Mersin Üniversitesi öğrencileri Şebnem Yurtman, Ali Deniz Uzatmaz ve Elif Kanlıoğlu için Mersin Üniversitesi’ne ölümlerinin ardından zeytin fidanları dikmiştik, barış umudumuz onlarla birlikte yaşasın diye. Şebnem Yurtman’ın ablası, asla unutamayacağımız konuşmasında şöyle demişti:
Sizler onun için buraya bir zeytin fidanı ektiniz. Şebnem de Ankara’da savaş isteyenlere karşı barış istemek için ordaydı, onlara zeytin dalı uzatmak için oraya gitti. Şebnem’in mezarının olduğu yerde bizim zaten 89 tane zeytin ağacımız var. Babam hep, “Bir tane daha dikeyim, 90 olsun, şu küsurattan kurtulayım,” diyordu. Doksanıncı zeytin ağacını Şebnem’in mezarına dikti arkadaşları, doksan birinciyi de siz diktiniz buraya, Şebnem’in adına.
Canlarımıza ve zeytinlerimize kıyanları, belki de en iyi Nazım’ın (1987: 113) şu dizeleri anlatır:
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Ah Kavaklar, Kavaklar / Acı Düştü Peşimize…
Ekmeğini ağaçtan çıkaranlar için zeytin kadar değerli bir başka ağaç kavaktır. Dünyanın Kanada’dan sonraki en büyük kavak popülasyonu, Samsun Terme’de bulunuyor. Endüstriyel amaçlı üretimi yapılan kavak, ağaç sanayiinde en önemli hammaddelerden biri. Öyle ki, sahibinden.com gibi sitelerde onlarca satılık kavak ağacı ilanı görmek mümkün, milyonlarca lirayı bulan rakamlar karşılığında üstelik. Kavak ağacının bir “yatırım aracı” olması yeni de değil. Karay, daha 1955 tarihli Kavağa Medhiye yazısında kavağın, kârlı bir yatırım aracı haline geldiğini anlatır ve her türlü iklim şartına uygun kavağın bozkırı yeşillendirdiğini ve Anadolu’nun “şenliği” olduğunu söyleyerek devam eder kavağı methetmeye (2015: 78).
Memleketin dört yanı kavak doludur; ama, paraya tahvil edilmemiş kavaklardan özellikle iki tanesini anmamak olmaz. Biri roman kahramanı, biri ise genç fidanların son nefesini verişine tanıklık etmiş olan iki kavak ağacı. Kavak ağacı, Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanının baş karakterlerinden biridir. Ankara Yenişehir’de bir apartmanın bahçesindeki, Soysal’a göre “yozluğun kurumuş bir uzantısı” olan bu kavak ağacı, romanın başında büyük bir gürültüyle sallanır ve romanın sonunda düzenin en güçsüzlerinden birinin üzerine devrilir. Kavak, roman boyunca bir simgedir; roman kahramanları içinse bahçede duran, alelade bir ağaçtır. Romandaki kişiler arasında yalnızca, Kızılay’da ayakkabı boyacısı olan Çingene Necmi “kavak sahibi” olmanın ne kadar önemli olduğu bilir:
Çingene Necmi, kavağın ne işe yaradığını bilir. Memleketi olan Konya’da kavak boldur. Necmi sadece kavak yetiştirmekten çok para yapıldığını bilir. Kavak tarlası olan adamlar vardır. Bir kavak sahibi olmak bile bir şeydir aslında. Çok iyi ağaçtır kavak. Ucuzdur. Bakımı kolaydır. Toprağını seçmez. Alıcısı boldur. Otobüse bin, Konya yoluna çık da gör, telgraf, elektrik direklerini. Bunların hepsi de kavak değil miydi? (Soysal, 2018: 220)
Ulucanlar Cezaevi avlusundaki kavak ağacı ise, nice mahpusluklara, darbelere, idamlara tanıklık etmiştir. Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan ve Erdal Eren’in de aralarında olduğu 18 kişinin idam edildiği darağacına bakan kavak ağacı, hâlâ aynı yerde salınıp durur. 2011 yılında müzeye dönüştürülen cezaevinde, müze ziyaretçileri en son kavak ağacının yanından geçerek çıkarlar. Denizler’in avukatı ve idam gecesinin bir başka tanığı olan Halit Çelenk, kavak ağacını şöyle anlatır:
Bu ağaç, tarihi bir ağaç… Darağacı şu sağ tarafa kurulmuştu…Bu ağaç gerçekten o gecenin çok canlı bir tanığıdır. Zaman zaman buraya geldiğimde bakarım, bu kavak ağacı duruyor; ben ona bakarım, o bana bakar, ikimiz de ağlamaklı oluruz (akt. Ünalan, 2010: 7).
Ulucanlar Cezaevi’nde uzun yıllarını geçiren Feride Çiçekoğlu, filmiyle ünlenen Uçurtmayı Vurmasınlar adlı kitabında, küçük Barış’ın gözünden hiç çiçek açmayan o kavak ağacını anlatır: “Bizim avlunun kenarından görünen kavak ağacının tepesi hiç öyle çiçeklenmiyor. Hiç çiçekli bir dal görmedim ben” (2009: 86).
Cumhuriyetle neredeyse yaşıt olan, 1925 yılında açılan Ulucanlar Cezaevi, 2006 yılında kapatılana kadar binlerce mahpusu ağırlamıştır. Aynı kavak ağacına kaç mahpus dışarının, doğanın özlemiyle bakmıştır kim bilir. Tecrittekiler için kavak ağacını görmek de mümkün değildir. 1938 yılında Ulucanlar Cezaevi’nde yazdığı Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları adlı şiirinde Nazım Hikmet, muhtemelen aynı kavak ağacından bahseder:
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak… (2008: 53).
Ağacın ölüme, kendi bedeninden olan darağacına en yakın olduğu yerdir Ulucanlar Cezaevi’nin avlusu. Böylesi ağır ölümlere tanıklık etmek de bir kavak ağacına düşmüştür.
Narla İncire Gazel
“Narı da inciri de övmek isterim,” der Bilge Karasu, Narla İncire Gazel (2012) kitabında. Övülmeyi bütün ağaçlar hak eder elbette; ama, narla inciri ne kadar övsek az… Nar bereketi, doğurganlığı, doğruluğu simgeler farklı kültürlerde. Annesinin eve bereket gelsin diyerek narı yere atıp parçaladığını anlatır Karasu:
Anam her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin beti bereketi niyetine … Ardından hızla süpürüp silerdi ortalığı. Bir iki gün sonra, narın patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum olurdu ayağımın altında. Ne kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim anneme, sevinsin diye (2012: 11).
Nar, Ermeniler için de bereketin simgesidir. Ermeniler, yeni yılın ilk gününde evlerinin ya da işyerlerinin kapısında bereket getirsin diye nar kırarlar. Patrak Estukyan, narın Ermeniler için anlamını şöyle anlatıyor:
Nar ağacı Ermeni mitolojisinde ve sanatında yaygın olarak kullanılan süsleme unsurlarından biri. İçinde tanecikler barındırdığı için bereketlilikle, bollukla özdeşleştirilir. Yılbaşlarında senenin bereketli geçmesi için kapı önünde nar kırılır mutlaka (Ertan, 2018).
Nar keşke yalnızca bereket simgesi olarak kalsaydı. Ama bir yüzyıldan fazla zamandır, Anadolu’dan dünyanın dört yanına nar taneleri gibi saçılan Ermenileri de hatırlatıyor bize.
Yaşar Kemal’in Hüyükteki Nar Ağacı hikâyesinde, yokluk içindeki dağ köyünden biri çocuk beş kişi Çukurova’ya iş bulmaya iner. Köylülerden Yusuf, sıtmaya tutulup ölümün eşiğine gelir. Ağaçlıklı bir köyde yaşlı bir kadın, “Sıtmalanınca hepimiz oraya gideriz” diyerek hüyükteki nar ağacına gitmelerini söyler köylülere, nar ağacının altı “Kırkların mekânı”dır. “Oraya varınca Allah sizi Kırkların yüzü suyu hürmetine hem sıtmadan kurtarır” (Kemal, 1982: 62). Köylüler, o ağacı bulurlarsa hem Yusuf’un sıtmadan kurtulacağına hem de iş bulacaklarına inanırlar, “Ağaçlarda keramet vardır,” derler. “O kutsal nar ağacını bulur da altında bir gececik mihman kalırsak, cümle dertlerden halas oluruz” (Kemal, 1982: 104).
İncir ağacı, Bilge Karasu’nun deyimiyle “katmerli bir simge”dir (2012: 78). Zeytinle birlikte adına yemin içilen meyvedir incir. Yavuz Turgul’un yönettiği Gönül Yarası (2004) filmindeki ünlü sahneyle hepimizin aklında yer eden, Meltem Cumbul’un “Bu şarkıya ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerek?” diye sorduğu, Aynur Doğan’ın seslendirdiği Dar Hejiroke şarkısı da incir ağacına muhteşem bir övgüdür aslında. “Dağların inciri, dağların güzeli” diye başlayan şarkıda her kıtanın sonunda, “İncir ağacısın, gam götürensin” (Darhejîrokê, xemrevînokê) cümlesi tekrarlanır. Bir ağaca atfedilebilecek en güzel sıfat budur belki de: Gam götüren…
Bozkırı Yeşertenler
Cumhuriyet tarihi çoğunlukla ormanı bozkıra çevirmenin tarihidir; ama, bozkırı yeşertenler de yok değildir. Yeşeren bozkırın en büyük, en görkemli örneği ODTÜ’nün hikâyesidir dersek abartmış olmayız. ODTÜ, 1956 yılında, bozkırın ortasında 4.500 hektarlık bir alan üzerinde kuruldu. 1960’ların başından bu yana bu arazide çam, meşe, kavak, at kestanesi, badem gibi türlerde 30 milyondan fazla ağaç dikildi. Mevcut ağaçların 15 milyondan fazlası 1961-1969 yılları arasında ODTÜ Rektörü olan Kemal Kurdaş döneminde dikildi. Kurdaş, bu ağaçlandırmayı “Dünyada bu büyüklükte bir araziyi inatla yeşillendiren başka bir müessese bilmiyorum” diye anlatıyor (ODTÜ Tarihi Belgeseli).
Her yıl ağaç dikme şenlikleriyle, büyük çabalarla ağaçlandırılan üniversite arazisi son on yıldır yol yapımı için kesilen, kesilmek istenen ağaçlarla gündeme geldi. Gezi İsyanının hemen ardından ODTÜ Ormanı’nın yol için kesilmesine karşı başlatılan direnişe destek olmak için 10 Eylül 2013’te Antakya’da yapılan eylemde, Ahmet Atakan, polisin attığı gaz fişeğiyle öldürüldü. Direnişe rağmen binlerce ağaç kesildi, 1071 Malazgirt Bulvarı olarak anılan yol açıldı. Cumhuriyetin yeni yüzyılına, ODTÜ’deki ağaçlar da yeni yol yapımına direnerek, asfaltla mücadeleye tutuşmuş olarak giriyor.
Yazıyı, yaşam alanlarımıza göz dikenlerle değil, umudumuzu diri tutanlarla bitirelim. Bozkırı yeşertenlere, Gezi İsyanı sırasında yitirdiğimiz bütün canlara, Ahmet Atakan’a, orman yangınlarında kaybettiğimiz binlerce ağaca, kurdun, kuşun hakkını savunanlara, ağacı ve yaşamı savunduğu için mahpusta olanlara, Türkiye’nin dört yanında, ağaçlara sarılarak, kepçelerin önüne kendini siper ederek hâlâ bu toprakları yaşanılır kılanlara sonsuz sevgi, saygı ve minnetle.
Benim Adım Çam Ağacı
Benim adım çam ağacı
güzel görünüp dururum
ağaçların seyyahıyım
emir sarınıp dururum
…
İğim ile ip bükerler
okumla düşman yıkarlar
kovam ile su çekerler
yunup arınıp dururum
….
ŞAH HATAYİ
Erkan Oğur’dan dinlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=86jM2A6_3Es
Ceviz Ağacı: Başı köpük köpük bulut, gölgesi ağır, hafızası güçlü…
“Ceviz ağacı çok değerlidir ama altında uyumayacaksın, gölgesi ağırdır. Bir de ceviz ağacının bir huyu vardır, budaklarından birisi oluşurken yakınında kim varsa, ne varsa hemencecik budağın içine resmini nakşediverir. Zamanla budakla birlikte resim de büyür. Ceviz budağından çok acayip resimler çıkmıştır. Ulu ağaçlar, bulutlar, denizler, uzun yollar, kamyonlar, otobüsler, otomobiller, sincaplar, tilkiler, ayılar, kurtlar, çakallar…” (Kemal, 2013: 25).
“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.”
(Hikmet, 2008: 87)
Cem Karaca’dan dinlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=jSwfLy5cFF0
10 Ekim Anıt Ağaç Projesi
2019 yılında DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve 10 Ekim-Der tarafından düzenlenen 10 Ekim Anıtı Yarışması’nı, Ankara Garı’nın önüne, 10 Ekim’de kaybettiğimiz 103 kişiyi temsilen 103 Mabet (Ginkgo Biloba) ağacının dikilmesini öngören proje kazandı. Projeyi destekleyen Ankara Büyükşehir Belediyesi 103 mabet ağacını temin etti. 9 Ekim 2021’de Gar önüne saksılarla konulan yaklaşık 50 ağaç, aynı gece, izinsiz olduğu gerekçesiyle Ankara Valiliği tarafından kamyonlara yüklenerek alandan götürüldü. Koruma Kurulunun ağaçların Ankara Garı’nın silüetini engelleyeceğini öne sürerek izin vermediği proje yaşama geçirilemedi.
Anıt Ağaçlar
Türkiye’nin dört bir yanında asırlık anıt ağaçlara rastlamak mümkün. Anadolu’daki en yaşlı ağaç, Zonguldak Alaplı’da bulunan, 4 bin yaşını geçkin bir porsuk ağacı. Bronz Çağı’ndan bu yana olanı biteni izliyor durduğu yerden. Böyle bir ömrü tahayyül etmesi ne kadar zor. Fatsa’da ilçe meydanında 500 yılı aşkın yaşıyla bir kavlan (doğu çınarı) ağacı salınıp duruyor mesela, Terzi Fikri kaç kez önünden geçip gitmiş, kaç kez sırtını dayamıştır o ağaca? Tarihe tanıklık eden, binlerce yıllık nice ağaçlar var: Antalya’da bir sedir, Maraş’ta bir çınar, Konya’da bir ardıç; hepsi de iki bin yaşını geçkin. Ülkenin her yanına yayılmış anıt ağaçların çoğu koruma altında değil.9
Refik Halit Karay, 1944 yılında yazdığı Abideleşmiş Ağaçlara Saygı adlı yazısında anıt ağaçları korumanın önemini vurgular:
Böyle yaşlı, şevketli ağaçlar -hele bir şehir için- en sanatlı abideler kadar süsleyicidir, değerlidir ve İstanbulumuz nemli iklimi dolayısiyle azametli ağaçlar yetiştirdiğinden kıyıda köşede birçok tabiat abideleri de bakımsızlıktan göçmektedir. Bu sebepledir ki vilayet ve belediye teşkilatının şehir hudutları içindeki abideleşmiş koca ağaçları birer birer işaretliyerek fenni usullerle korumasını, Londra bahçesindeki gibi hayatlarını uzatacak ciddi tedbirlere başvurmasını dilemekten kendimizi alamıyoruz (2015: 71).
Bu yazının yazılmasının üzerinden neredeyse 80 yıl geçmişken, aynı dilekleri tekrarlamaya devam ediyoruz ne yazık ki.10
“Kizil Ağaç Fidani Tepeden Budanur mi?”
Bu türküyü bilmeyenimiz, söylemeyenimiz yoktur sanırım. Kızıl ağaç fidanı tepeden budanır mı bilmem; ama, ağaç budamaya tepeden başlamak gerektiğini herhâlde hepimiz biliriz ya da tahmin ederiz. 2005 yılında bir vatandaş, ağaçlara konan kuşlar caminin avlusuna pisliyor diye, 15 metrelik, yaklaşık 100 yaşındaki servi ağacını en alttan budamaya başlamış; fakat, en tepeye geldiğinde alttaki dalların hepsini budamış olduğu için aşağıya inememişti. Ağaçta 4 saat mahsur kaldıktan sonra itfaiye tarafından kurtarılan kişiyle ilgili mahalleliler suç duyurusunda bulunmuştu.
Ali, S. (2005). Öyküler, Şiirler ve Oyun. İstanbul: Yapı Kredi.
Arı, İ. (2022, Temmuz 14). Hurda Denilen THK Uçakları Yangın Bölgesine Böyle Gidiyor. Birgün. https://www.birgun.net/haber/hurda-denilen-thk-ucaklari-yangin-bolgesine-boyle-gidiyor-395329
Atılgan, Y. (2000). Bütün Öyküleri. İstanbul: Yapı Kredi.
Birand, H. (2008). Alıç Ağacı ile Sohbetler. Ankara: Tübitak
Budadığı Ağaçta Dört Saat Mahsur Kaldı. (2005, Ocak 3). Hürriyet. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/budadigi-agacta-dort-saat-mahsur-kaldi-38681081
Çiçekoğlu, F. (2009). Uçurtmayı Vurmasınlar. İstanbul: Can.
Dağıstanlı, E. (2021, Haziran 19). İkizdere’de Analı Kızlı Direniş: Tek Ağaç Kalana Kadar Umut Var. Bianet. https://m.bianet.org/bianet/ekoloji/245951-ikizdere-de-anali-kizli-direnis-tek-agac-kalana-kadar-umut-var
Duymaz, A. & Şahin, H. İ. (2008). Kaz Dağlarında Dağ, Ağaç ve Ocak Kültü Üzerine İnanış ve Uygulamalar. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11-19, 116-126.
Erdönmez, C., Atmış, E. & Özden, S. (2010). Türkiye’de Ormancılık Politikası. Ormancılık Politikaları içinde. (100-145). Türkiye Ormancılar Derneği.
Ergun, P. (2004). Türk Kültüründe Ağaç Kültü. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı.
Ertan, Ö. (2018, Ekim 20). Patrak Estukyan ve Agos’un Terasındaki Nar Ağacı. Journo. https://journo.com.tr/pakrat-estukyan-agos-nar-agaci
Gürsoy, Ü. (2012). Türk Kültüründe Ağaç Kültü ve Dut Ağacı. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırmaları Dergisi, 61, 43-54.
Hikmet, N. (1987). Kuvayi Milliye. İstanbul: Adam.
Hikmet, N. (2008). Henüz Vakit Varken Gülüm. İstanbul: YKY.
İkizköy Akbelen Savunucuları. (2022, Eylül 28). https://www.sessizkalma.org/tr/savunucu/ikizkoy-akbelen-savunuculari
Karay, R. H. (2015). Ağaç ve Ahlak, Memleket Yazıları 8. İstanbul: İnkılap.
Karasu, B. (2012). Narla İncire Gazel. İstanbul: Metis.
Kaygusuz, S. (2015). Yüzünde Bir Yer. İstanbul: Metis.
Kemal, Y. (1976). Bu Diyar Baştan Başa. İstanbul: Cem.
Kemal, Y. (1982). Hüyükteki Nar Ağacı. Toros Yayınları.
Kemal, Y. (2013). Tek Kanatlı Bir Kuş. İstanbul: YKY
Kendini Kepçenin Önüne Attı. (2013, Mayıs 28). Habertürk. https://www.haberturk.com/video/haber/izle/kendini-kepcenin-onune-atti/90228
ODTÜ Tarihi Belgeseli- 1, Bozkırı Yeşertenler. (t.y.). https://www.youtube.com/watch?v=Bz6h3MpPx8A
Orman İçi ve Bitişiğinde Yaşayanlar İçin Orman Yangınlarıyla Mücadele Rehberi (2022). Ankara: Türkiye Ormancılar Derneği. https://www.ormancilardernegi.org/dosyalar/files/1%282%29.pdf
Özçelik, M. (2021, Haziran 28). Bir Ağaç İçin Ağlanır Mı? Rize İkizdere’den İzlenimler. Yeşil Gazete. https://yesilgazete.org/bir-agac-icin-aglanir-mi-rize-ikizdereden-izlenimler/
Özlüer, F., Turhan, E. & Erensü, E. (2016). İsyanın ve Umudun Dip Dalgası. İstanbul: Tekin.
Soysal, S. (2018). Yenişehir’de Bir Öğle Vakti. İstanbul: İletişim.
Süreya, C. (2013). Sevda Sözleri. İstanbul: YKY.
Şırnak’taki Ağaç Katliamı Duyarlılık Yaratılamadığı için Devam Ediyor. (2022, Temmuz 18). Bianet. https://m.bianet.org/bianet/toplum/264609-sirnak-taki-agac-katliami-duyarlilik-yaratilamadigi-icin-devam-ediyor
Ünalan, Ç. (2010). Tanıkların Ulucanları: Sözlü Tarih. TMMOB Ankara Şubesi.
Yılmaz, T. (2022, Temmuz 6). Şirnak’ta Olduğu İçin Ağaç da mı Suçlu? Bianet. https://bianet.org/bianet/toplum/264206-sirnak-ta-oldugu-icin-agac-da-mi-suclu
Yüce, M. (2021, Ağustos 31). Dersim’de Yangın Sürüyor: Sanki Başka Devletin Vilayeti! Gazete Duvar. https://www.gazeteduvar.com.tr/dersimde-yangin-suruyor-sanki-baska-devletin-vilayeti-haber-1533357
Kapak Görseli: Bergama’da günümüzde sayıları gittikçe azalan fıstık çamlarının birisinin üzerinde bölgesel bir oyun oynayanları görüntüleyen fotoğraf, 1943. Kaynak: T. C. Cumhurbaşkanlığı Cumhuriyet Arşivi, “Bergama Halkevi’nin faaliyetlerini göstermek üzere hazırlanmış albüm.” 490-01/1074-1111-1 (19.01.1943)
- Sema Kaygusuz, Yüzünde Bir Yer, 2015: 46.
- Nazım Hikmet, Henüz Vakit Varken Gülüm, Vasiyet şiiri, 2008: 73.
- Sabahattin Ali, Öyküler, Şiiirler ve Oyun, Bir Orman Hikâyesi, 2005: 113.
- Bu konuda TMMOB tarafından hazırlanan ayrıntılı bir rapor için bkz. 2B Sorunu: Gerçekler – Öneriler, 2006, https://www.tmmob.org.tr/sites/default/files/296c101daa88a51_ek.pdf.
- Cemal Süreya, Sevda Sözleri, 2013:183.
- Yaşar Kemal, Bu Diyar Baştan Başa, 1976: 353.
- Tahtacılar geçimlerini, çok zor koşullarda, ağaçtan sağlarlar. Suha Arın’ın 1979 yılında Toroslarda çektiği Tahtacı Fatma belgeselinde, orman işçisi, Tahtacı Ali Şimşek şöyle anlatır Tahtacıları: “Ormandan tahta biçen, ağaç yapan insanlara tahtacı denir. Biz her şeyden önce sahipsiz bir işçi kütlesiyiz…Biz, devlet bütçesine milyarlar akıtan orman işçisi toplumu, bunun karşılığını alamadığımız gibi en ufak bir dayanağımız olmuyor. Herhangi bir kaza anında hayatımızı kaybetmemiz an meselesi.” Belgeseli izlemek için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=D62eCwcSIIU.
- Tarsus Çamalan’da ağaç kesmeden önce okunan Gülbeng videosu için bkz: https://www.youtube.com/watch?v=sCE9XmMINGw.
- İstanbul’un ve Ankara’nın anıt ağaçları üzerine Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Yayınları’nın ayrıntılı iki çalışması için bkz. Volkan Yalazay, Eski İstanbullu Ağaçlar; Ahmet Demirtaş, Başkentimizin Anıtsal Ağaçları.
- Bir anıt ağaç sayılmasa da, Mersin’de Özgecan Aslan Meydanı’nda bulunan yarım asırlık kauçuk ağacının başına gelenler, ağaçların özenle korunmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Temmuz 2022’de meydandaki kauçuk ağacının kök kısmına matkapla asit benzeri bir madde enjekte edilmiş ve ağaç kurumaya başlamıştı. Durumun fark edilmesiyle bakıma alınan ağaç yeniden yeşerdi; Mersinli kadınların özeni ve sevgisiyle kök salmaya devam ediyor şimdilerde.