- Rakının Nefaseti
- Alkolik Musiki
- Rakılı Buzdolabı Reklamları
- Meyhanelerin Meyhane Olduğu Zamanlar
- Gidenlerin Ardından
- Bir Başka Tehlikeli Yakınlık: Arabesk ve Rakı
- Çeşme Başı Rakısı
- Daha Eril Rakı Alemleri
- Madalyonun Öbür Yüzü: Biz Hep Evdeyiz Aslında
- Rakı Üreticileri ve Tüketicilerinde Son Durum
- Kaynakça
- Dipnotlar
Zamanı durduran (Nadir, 2015), uğruna sofra kurduran ve sofra adabı üzerine kitaplar yazdıran (Gürsoy, 2020; Zat, 2012; Zat, 2018a; Zat, 2018b), kalabalık masaların, derin ve nitelikli muhabbetlerin eşlikçisi “milli” içkimiz. Osmanlı’dan bu yana devam eden “kültürel bir sentez” (Basmacı ve diğ., 2018). Aslan sütü, imam suyu, abıhayat (hayat suyu), Gıravatlı, Akyazılı, çarmakçur… (Basmacı ve diğ., 2018; Aktunç, 1998). “Karakteristik özelliğini Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan doğal unsurlardan, özellikle Türkiye’de yetişen üzüm, anason ve Türkiye’de uygulanan geleneksel üretim yöntemlerinden alan, üretimi, işlenmesi ve diğer işlemleri tamamıyla Türkiye sınırları içinde yapılan kendine has, renksiz distile alkollü içki” (Türk Patent Enstitüsü, 2009). Rakı kelimesinin kökeni, Arapça terlemek anlamına gelen “arak”tan geliyor. Yapımındaki damıtım işlemi bir çeşit terlemeye benzetildiğinden dolayı bu ismi almış ve daha sonra arak, rakıya evrilmiş. Yöntem oldukça eskilere dayansa da rakı ismiyle bir içkinin, 16. yüzyıldan beri Osmanlı topraklarında içildiğini ve ticaretinin yapıldığını biliyoruz. 1850’lere kadar üretilen rakılar daha çok sakız aromalı ve “mastika” adıyla biliniyor. 19. yüzyılın ortalarından itibarense “kolektif damak tadı,” anasonlu rakıyı seçiyor (Ahmet Rasim, 1927). Sakız aroması içermediği için bu rakıya “düz rakı” ya da “düziko” deniyor. Osmanlı’da düziko ismiyle anasonun kullanılmadığı ve yalnızca üzüm sumasının damıtılmasıyla elde edilen rakılar da var. Ancak 18. yüzyıl sonlarında anason ve rakı özdeşleşiyor ve rakı, bugün bildiğimiz haline geliyor.
Bugün Yunanistan’da “uzo”, Balkan ülkelerinde “mastika,” Arap ülkelerinde “arak,” Fransa ve Kuzey Avrupa’nın farklı yerlerinde ise “pastis” adlı, farklı meyve ya da aromalardan yapılan rakılar hâlâ içiliyor. Deniz Gürsoy rakıyı, Akdeniz’i çevreleyen ülkelerin içkisi olarak şarap, ekmek ve zeytinle birlikte, “Akdeniz kültürünün en genç üyesi” olarak tanımlıyor (2014, 127). Türkiye, rakıdan hiç vazgeçmemiş ve onu kendine has bir değer olarak kabullenmiş ülkelerden biri. Patent Enstitüsü’nün “nadir bir ticari değer” olarak belirttiği rakı, Türkiye’nin en çok ihraç ettiği içki. Dolayısıyla geçmişten gelen ve bugüne kadar ayakta kalan bir alışkanlık olarak “biz” olma hissiyatının önemli bir parçası aynı zamanda (Zat, 2012).
Rakının Nefaseti
Rakı, cumhuriyetin ilk yıllarından beri önemli bir tartışmanın kavşağında yer alır. “Doğu-Batı-Türklük üçgeni” olarak da (Ayas, 2019) tanımlanan bu tartışmanın temeli, yeni bir Türk kimliği oluşturmaya çalışırken Doğu’nun ve Batı’nın neresinde duracağımız sorusuna dayanır. Tanzimat’tan beri edebiyat ve tiyatro eserlerinde işlenen “Batı’yı yanlış özümseme,” “taklitçilik,” “asıl özümüz olan Doğu kültürünü reddetme” gibi sorunsallar, bu temelden yayılır. Bu problemlerin çoğu, farklı biçimlerde ilk mecliste de tartışılır.
Herhangi bir kavramsal probleme dalmadan söylenebilir ki din, siyaset ve yaşam tarzı üçgeninde tartışılan Batı-Doğu-Türklük meselesini ve bunun uzantısı olan çeşitli problemleri en çok dinleyen içki, rakıdır.2 Yeni cumhuriyetin Batı yanlısı yöneticileri, şark ve tembellik arasında bir bağlantı olduğunu varsayar. Yepyeni, dinamik ve modern bir nesil yetiştirmeyi hedeflerler. Bu nesil de Doğu’yu hatırlatan her şeyden uzak durmalı ve yüzünü tam anlamıyla Batı’ya dönmelidir. Bu bağlamda aslen Akdenizli olsa da o dönemin yöneticilerinin gözünde karakteristik bir Doğu içkisi olan rakı, reddedilir. Mustafa Kemal, önemli meseleleri rakı masasında tartışmayı sevse de ne kendisi ne de yeni cumhuriyetin Batı yanlısı kadrosu, rakıyı teşvik eder. Hatta o dönemde, “sessiz bir şekilde rakının nefasetini azaltma” kararı alınmıştır (Bora, 2020).
“Alaturka” ya da “Doğulu” ve “eril” bir içki olarak görülen rakı, cumhuriyetin Batı yanlısı ilk kadroları tarafından “tahrik edici” bulunur (Us, 2012). Bu tahrikin tek nedeni, rakının yüksek alkollü bir içki olması değildir. Açık bir şekilde söylenmese de rakı hatırlattıkları ve hissettirdikleriyle alaturka ile özdeşleştirilir ve yeni neslin bu içkiye çok da fazla alıştırılmaması gerektiği vurgulanır. Çünkü uyuşuklukla ve tembellikle bir tutulan “alaturka”dan uzak durulmalıdır. Rakının eşlikçisi alaturka müzikle ilgili 1934 yılında çıkarılan yasak da bununla ilişkilidir.
Yaklaşık bir yıl devam eden alaturka müzik yasağının arkasında müzik kültüründe de bir yenilik yapmak, Batılı müzik formlarını benimsemek ve hatta bu eksende yeni bir politik öznellik kurmak gibi amaçlar yatar (Ahıska, 2005). Yasağın, alaturka müziğin Batılı müzik aletleri de dahil edilerek bir akşam farklı bir tarzda ve “zarif” bir şekilde Mustafa Kemal’e sunulmasıyla kaldırıldığı söylenir (Granda, 2007). Bu müzik ziyafeti Mustafa Kemal’e annesini hatırlatır ve duygulanır. Muhtemelen dinlerken de rakısını yudumlamıştır. Ezcümle rakı, her zaman hatırlattıkları ve çağrıştırdıkları ile biraz “tehlikeli” ve “tahrik edici” bir içki olarak damgalanır. Alaturka müzik ve rakı ilişkisine dair tartışmalar ise farklı şekillerde devam eder.
Alkolik Musiki
Peyami Safa ve Hakkı Süha Gezgin, “muhafazakâr” olarak tanımlanan erken dönem cumhuriyet yazarlarıdır. Alaturka müziği, bizim kültürümüzün bir parçası olarak savunan bu iki yazar, 1937 senesinde “alkolik musiki” tartışmasını başlatır (Zat, 2021). Alaturka müzik yasağı sırasında bu müziği seven halk, Mısır radyosunu dinlemeye başlamıştır. Tamamen yasaklamak yerine artık, Saadettin Kaynak, Selahattin Pınar ve Münir Nurettin Selçuk tarafından Batılı aletlerin de dahil edildiği özgün bir formda alaturka müzik çalışmaları yapılmaya başlanır. Bir yandan da yönetici kadro, Cemal Reşit Rey’in de dahil olduğu “Türk Beşleri”ni, Doğulu ezgilerin yer aldığı, ama Batılı bir müzik formuna daha uygun müzik çalışmaları yapmaları için teşvik eder. Halk, Türk musikisi konserlerine pek rağbet etmez. Ama rakı eşliğinde alaturka müzik dinlemek, o zaman da hiç vazgeçmediğimiz bir alışkanlığımızdır.
Bu tartışmada rakı, alaturka müziği sulandırmakla suçlanır. Safa ve Gezgin, meyhanede alaturka müzik dinlemenin zaten halk tarafından pek beğenilmeyen klasik Türk musikisine son darbeyi vuracağı konusunda kaygılıdır. Onlara göre sulandırılmış ve yanlış icra edilmiş bir şekilde meyhanelerde çalınan Türk müziğinin acilen bir “rakı perhizine” girmesi gerekmektedir. Bugün rakı denince akla gelen pek çok şarkının bestecisi Kaynak, Pınar ve Selçuk ise onların karşı safında yer alır. İsteyenin, istediği gibi müzik dinleyebileceğini ve zaten klasik Türk musikisinin meyhanelerde çalınandan ibaret olmadığını söylerler. Peyami Safa, konserleri ile uzun bir aradan sonra ilk defa salonları dolduran ve klasik Türk musikisinin “yegâne kahramanı” olarak tanımladığı Münir Nurettin’in bunları dile getirmesine alınır. Ona göre, Münir Nurettin bile söylemişse, alaturka müzik rakıya yenilmiş demektir (Zat, 2021).
Bugün rakı, “modern meyhane” olarak adlandırılan ve artan fiyatlardan dolayı oldukça dar bir kesime açık olan mekânlarda, hâlâ alaturka müzik seslendiren fasıl heyetleri ve başta bu üç bestekârın parçalarıyla içilir. Yani bu müsabaka, rakı lehine sonuçlanmıştır. Daha sonra rakı, 1942’de olay yaratan ve çok dikkat çeken bir revüyle başka bir galibiyet kazanır. Alaturka ve alafrangayı özdeşleştirmek için üretilmeye başlanan operet ve revülerin bestecilerinden biri de Cemal Reşit Rey’dir. Ama eserleri gerek kalite gerek biçim açısından tartışılmaktadır. 1942’de sunulan Alabanda Revüsü ise, II. Dünya Savaşı korkusu altındaki İstanbulluların dikkatini çekmeyi başarır ve çok beğenilir. Bu yıllarda “en kasıntılı” dönemini yaşayan Safiye Ayla, bu revünün başrolündedir (Birsel, 2002). Ayla’nın revüde oynamak için tek şartı, şarkıların Sadettin Kaynak tarafından bestelenmesi yönündedir. Ayla, açık bir şekilde olmasa da, daha “Batılı” kabul edilen Cemal Reşit Rey’in parçalarını söylemek istemediğini bu şekilde anlatır. Çünkü onun seyircisi, alaturka ve rakı sever (Zat, 2021).
Rakı ve alaturka müziğe dair tartışmalar bitmek bilmez. 1940’lı yıllarda başlayan gazino dönemi, Safiye Ayla, Perihan Sözeri, Müzeyyen Senar gibi eşsiz ses tonlarına sahip sanatçılarla birlikte şaha kalkar. Eski Türk filmlerinde gördüğümüz gibi ev hanımları da dahil olmak üzere halkın dar gelirli kesimi de gazinolara gider. Ama assolist gecenin sonuna doğru çıkar ve onu, maddi açıdan daha şanslı bir kesim dinler. Müzeyyen Senar ve hafiften yıldızı parlamaya başlayan Zeki Müren, şarkılarını söylerken ses çıksın istemez. Assolist saati yaklaşırken garsonlar telaşla tabak, çatal ve bıçakları toplamaya çalışır. Assolist çıktığında ise sessizce rakı içilir. Hatta Perihan Sözeri, çıktığı gazinoda bir yıllığına, rakı dahil bütün içkileri yasaklamıştır. Dolayısıyla, o yıllarda hâlâ, rakı eşliğinde müzik dinlemenin, alaturkaya (artık Türk sanat müziği olarak adlandırılmaktadır) ve onu seslendirene saygısızlık olduğu kabul edilmektedir. 70’lerde televizyona yenilen ve 90’larda yeniden denenmekle birlikte eski, parlak günlerine geri dönemeyen gazinolar, Müzeyyen Senar’ın kafasının üstünde döndürdüğü rakı kadehiyle hatırlansa da (Basmacı ve diğ., 2018); sanatçılar, dinleyicilerinden içkilerini, özellikle de rakılarını usturuplu bir şekilde içmesini beklemektedir. Bugünkü hafızamız ise gazino ve rakıyı Senar ve Müren’in şarkılarıyla özdeşleştirmiştir. Özellikle yurt dışındayken birçokları, bunların bir araya gelmesiyle fazlasıyla “tahrik olabilir.”
Rakılı Buzdolabı Reklamları
1933 senesinde Türkiye’de satılmaya başlanan buzdolaplarının yaygınlaşması, hayli zaman alır. Her eve buzdolabı girmesi için 70’lere kadar beklemek gerekecektir, zira elektriğin de ülkenin her yanına yetişmesi için zamana ihtiyaç vardır. Buzdolabı sayesinde kolayca ulaşılan buzlarla beraber rakının sunumu, yeni bir boyut kazanır. Kısaca göz atmak gerekirse, rakı ilk içilmeye başlandığı 16. yüzyıldaki yer sofrasından, Tanzimat’la birlikte masaya taşınır. Tanzimat döneminde meyhanelerde ve rakı içilen her yerde, porselen tabaklar, çatal ve bıçaklar ortaya çıkar. Eskiden herkesin elini daldırdığı tuz kasesinin yerini de tuzluk ve biberlik alır. Bir çeşit rakı sürahisi olan “karafaki”nin yanında karlıklar vardır. Henüz buz olmadığı için bugün ehlikeyif haline gelen karlıklara, dağlardan getirilen kar doldurulur. Rakı kadehleri de daha kısa ve farklı formdadır (Zat, 2021).
Limonata bardaklarının rakı kadehine dönüşmesi ve dönemin en ünlü yerlerinden Degüstasyon Lokantası’nın bu kadehlerde rakı sunmaya başlaması, İstanbul tarihçisi Reşat Ekrem Koçu’yu çok kızdırır. Ona göre bu, kendini bilmezlik ve şımarıklıktır. Rakıya özgü kadehlerin terk edilmesi olacak şey midir? Limonata bardağında rakı içmek de nedir? Bu dönüşümde en büyük pay ise buzdolabınındır. Çünkü buzlar, limonata bardağına kolayca girmektedir. Böylece “sulu mu susuz mu” tartışmalarına bir de “buzlu mu buzsuz mu” tartışması eklenir. Tartışmalar devam ederken buzdolabı reklamları da Yeni Rakı sunumundan yararlanır. Yeni Rakı şişesinin başrolde olduğu ufak çaplı çilingir sofrası Philips marka buzdolabının reklamlarında yer alır (Zat, 2021; Basmacı ve diğ., 2018).
Meyhanelerin Meyhane Olduğu Zamanlar
İstanbul bugün hatıralarda bazı nostaljik çağrışımlar yaratıyorsa, 1950’li ve 60’lı yıllardaki Çiçek ve Krepen Pasajı meyhanelerinin bunda payı vardır. Bu yıllardan önce de İstanbul’un Beyoğlu ve Galata semtleri, meyhaneleri ile ünlüdür. Ama modernitenin kayıt tutma ve kategorileştirme alışkanlığından mıdır bilinmez, İstanbul, en çok bu dönemki haliyle hatırlanır.
Genelde Rum olan meyhane sahibi, boynunda bir havluyla dolaşır ve müdavimlerin çoğunu tanır. Aslında meyhaneyi meyhane yapan da meyhane müdavimlerinin sohbetidir. Rakı bu dönemde şimdiki gibi bir, iki tek attıktan sonra şarkı ve fasıllara geçilen ve “dağıtılmaya” gelen ortamlara değil de; daha derin muhabbetlere tanık olur. Gelenler, hemen her kesimden olabilir. Bazı masalarda siyaset, bazı masalarda edebiyat ve sanat, bazı masalarda geçim sıkıntısı konuşulurken; bazılarında ise daha hülyalı bir ortam olabilir (Zat, 2021).
Çiçek ve Krepen pasajlarındaki meyhanelerin müdavimleri, biraz daha elit olabilir; ama, bu, müdavimlerin sadece üst sınıftan olduğu anlamına gelmez. Genelde kayıt dışı çalışan ve salaş koltuk meyhanelerinin en sadık müdavimi Orhan Veli’nin İstanbul’daki iki değişmez mekânı, Lambo ve Çat Çat’tır. Orhan Veli, bu mekânlarda hemen her meslekten kişiyle karşılaştığını ve buraların kendisi için bambaşka bir dünya olduğunu vurgular (Zat, 2021). Lambo ve Çat Çat’ın Ankara’daki karşılığı olan Kürdün Meyhanesi de gazetecilerden, ressam ve şairlere hatta işçilere kadar geniş bir müdavim kitlesine sahiptir (Aksoy, 2000). Her kesimden insanı dinleyebilmek, sanat ve edebiyat çevresini mutlu eder.
Genelde birbirini tanıyan müdavimlerin uğradığı, arada sırada uğrayan yeni kişilerle ve hemen her kesimden insanla muhabbet edilebilen, sıcak ve derin sohbet imkânı bulunan meyhaneler dönemi 60’lı yılların sonuna doğru kaybolmaya başlar. Meyhane döneminin kapanmasının çok sayıda sebebi vardır. En önemli nedenlerden biri de, bu konuda usta olan Rumların ülkemizden ayrılmasıdır (Zat, 2021).
Gidenlerin Ardından
1955’te Cadde-i Kebir, yani İstiklal Caddesi başta olmak üzere, Beyoğlu ve Galata’da gayrimüslimlere ait çoğu dükkân ve meyhanenin yağmalanması ve yakılması, meyhane döneminin kapanmasında bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Yaklaşık on dilin birlikte konuşulduğu Agora Meyhanesi de olay sırasında yakılan ve harap olan yerlerden biridir. Diğer müdavimlerle birlikte Agora’nın Türk müdavimleri de, mekânı, diğer Türklere karşı korumaya çalışmıştır (Vardar, 2014). 1964 yılında çıkarılan zorla göç ettirilme kararıyla birlikte de çok sayıda Rum Türkiye’den tamamen gitmek zorunda kalır.3 Giderken yanlarına çok az miktarda bir para ve sadece bir valizlik eşya almalarına izin verilen Rumların ülkemizden ayrılmasıyla birlikte meyhanecilik de büyük bir darbe alır (Babil, Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim Derneği, 2014).
Rumların gitmesine ek olarak, Demokrat Parti döneminde alınan, işletmelerin sınıflara ayrılması kararı da meyhane kavramının değişiminde önemli bir rol oynar. Zamanla İstanbul’un pek çok meyhanesi kapanır ve lüks, içkili lokantalara dönüşür. İstanbul değiştikçe ve mekânlar tek tipleştikçe eski dönemler özlenir, o dönemi gören de görmeyen de eski zamanları daha çok anmaya başlar. 2000’lere gelene kadar meyhane kelimesi bile bir süreliğine rafa kalkar.4 Bazı lüks mekânlar ne kadar seçkin olduklarını göstermek için rakı şişesinin masaya ya da bara konmadığı ve sadece kadehin görülmesine izin verilen yerler haline gelir. Yaşanan gelişmelerin sonunda ise pek çok kişi Rum kokan şarkıları dinleyerek ve kaybettiklerimizi hatırlayarak kadehini hafifçe masaya vurduktan sonra demlenmeye devam eder.
Bir Başka Tehlikeli Yakınlık: Arabesk ve Rakı
Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de oluşturulmak istenen ya da vurgulanan hakim kültürün, toplumun bazı kesimleri tarafından reddedilmesi sonucunda ortaya çıkan alt kültürler vardır. Üstelik bu açıdan ülkemiz oldukça zengindir. Sadece Müslüm Gürses ya da Orhan Gencebay dinleyenler bile başlı başına birer alt kültür oluşturur. 60’lı yılların sonunda ortaya çıkan, 70’ler ve 80’lerde ise zirveyi gören arabesk müziğe en çok eşlik eden içki de rakıdır.
Arabesk müzik tartışmasının derinlerine inmeden belirtmek gerekir ki bu konuda oryantalist klişeler çok etkilidir (Ayas, 2019). Arabesk müzik diye adlandırılan 70’lerin bazı şarkıları alabildiğine karamsar olduğu için yasaklanmak istenir. Doğu kültürü ve rakı, yine elem ve keder, ayrıca bir çeşit tembellikle bir arada düşünülür. Parçaların kalitesi ya da sözlerin anlamı gibi konular da tartışmaya dahildir. Arabesk müzikle ilgili tartışmaların, kendini jiletle parçalayanlara kadar uzandığı da malum. Yeni Rakı şişesi, dönemin arabesk sanatçılarının yer aldığı Yeşilçam filmlerinin bütün masalarında yer alır. Rakı ve arabesk, ezilenlerin, acı çekenlerin ve hayallerine kavuşamayanların sözcüsü konumuna gelir.
Ancak rakının gözünden, “arabesk ve karşıtları” ya da “ezenler ve ezilenler” gibi ayrımlardan bahsedemeyiz; çünkü, rakı, taraf seçmez. Arka fonda İbrahim Tatlıses’in sesinin duyulduğu Çiçek Abbas (Sinan Çetin, 1982) filminin rakı sahnesinde, hem ezen hem ezilen aynı masada, Yeni Rakı şişesinin etrafındadır. Arabeskin, kısa yoldan ünlü olma ve para kazanma hırsı, kestirmecilik ve daha birçok olumsuz özellikle birleştirildiği; klasik Türk müziğinin ise emek, özveri ve başka erdemlerle özdeşleştirildiği Muhsin Bey (Yavuz Turgul, 1987) filminde de Muhsin Bey ve Ali Nazik, Yeni Rakı şişesinin etrafına, birlikte oturur.
Çeşme Başı Rakısı
Rakının suyla, su kaynakları, çeşmeler, koylar ya da deniz kenarı ve limanlarla yakın bir ilişkisi var; çünkü, rakı, kapalı yerler dışında en çok suya yakın yerlerde içilir. Bugünlere gelen meyhane kültürünün de liman meyhanelerinden geldiği bilinir (Basmacı ve diğ., 2018). Osmanlı’nın son döneminde, Tanzimat’taki gündelik yaşam ve alışkanlıklara tanıklık eden roman ve yazılardan, rakı sofralarının, suyun gürül gürül aktığı mesire yerlerinde kurulduğunu biliyoruz. Çay bardağında rakı da hafızamıza, su kaynağı yakınlarındaki piknikler ve eski Yeşilçam filmleriyle birlikte yerleşmiştir.5
Öte yandan, yine bir çeşit alt kültür olarak kabul edilebilecek “çeşme başı rakıcıları” da Anadolu’da uzun bir zaman devam etmiştir. Başta Sivas olmak üzere farklı yerlerde, hem rakıya hem muhabbete hem de güvercin beslemeye tutkun bir grup, yanlarında bir şişe rakı ve yalnızca bir kadeh ya da bardak taşıyarak çeşmeleri dolaşır. Her çeşmenin başında durulur ve aynı kadehten herkes birer yudum içer. Sohbet, bir ya da birkaç kişi aşırı derece sarhoş olunca ya da sabahın ilk ışıkları belirince sona erer (Basmacı ve diğ., 2018).
Çeşme başları, Anadolu’da bir çeşit sosyalleşme mekânıdır. Burada içilen rakılar, aynı zamanda bir “erkeklik” ya da “dayanıklılık testi” anlamı da taşır. Çeşme başında derin muhabbetler eşliğinde rakı içilen filmler deyince akla ilk gelen, Yılmaz Erdoğan’ın yazıp Ömer Faruk Sorak’la birlikte yönetmenliğini üstlendiği, 2000 yapımı Vizontele’dir. Televizyonun evlere girmeye başladığı dönemleri anlatan filmde Hakkari’ye televizyon vericisi getiren Ankaralı ekipten birinin “versene şu rakıyı birader” repliği ve çeşme başında içmekte olanların “güzel içiyor adam” deyişi unutulmaz. Eyvah Eyvah filmlerinin ilkindeki gürül gürül akan derede, piknik masasında içilen rakılı sahne de, izlerken ferahlık veren sahnelerdendir.
Daha Eril Rakı Alemleri
Yörüklerin yaren meclisleri, İç Anadolu’nun oturak alemleri ve Urfa’nın sıra geceleri de rakının, baş köşeye kurulduğu farklı yerler arasındadır. Bu gibi ortamlar ilk başlarda yörenin ileri gelenlerinin katıldığı birer sohbet meclisidir. Ne zaman yapılacağı ve kimlerin çağrılacağı önceden planlanır. Gelen herkes sohbet kurallarına uyar ve önemli olan, konuşulanlardır. Ancak bu türden yerler, zamanla yozlaşmış ve anlamı tamamen değişmiştir.
Televizyonlarda rakının buzlanmadığı dönemlerde, İbo Show’da Kazancı Bedii’nin katıldığı sıra gecelerinde rakı içilirdi. Urfa’da yerli ya da yabancı turistler için sıra geceleri hâlâ düzenlenir. Ancak artık bunlar, yerel bir sohbet ortamından çok; Urfa gezisinde görmeniz için oluşturulan organizasyonlara dönüşmüştür. Sohbet için değil de; daha çok müzik dinlemek ve biraz da mistik bir nostalji için gidilen yerler haline gelmiştir.
Oturak alemleri ise oldukça problemlidir; çünkü, bu mekânlara sohbetten çok dans eden kadınlar için gidilir ve haliyle kadınlar, çok saygın bir konumda görülmez buralarda. Önceleri, zengin ve evli erkeklerin, “kapatmaları”nı dans ettirdiği ve herkesin yerinde oturduğu yerlerken; giderek doğrudan kadınlara sarkıntılık etmek ve fuhuş için gidilen yerlere dönüşmüştür (Diktaş, 2011). Tabii ki her iki durumda da kadınların yeri problemlidir.
Sabahattin Ali’nin (2021) Gramofon Avrat ve Değirmen, Refik Halid Karay’ınsa (2016) Sarı Bal öykülerinde oturak alemleri anlatılır. Bazı yörelerin oturak alemlerinde köçek adı verilen erkek dansçılar oynar. Köçeklik de, önceleri sadece düğünlerde dans etmekle sınırlı bir meslek ve adet iken zamanla, eşcinselliğin gizli saklı yaşanması ve yine fuhuşla bağlantılı şekilde anılır hale gelmiştir. Rakının yeraltı alemine dahil edebileceğimiz bu ortamlar ve faaliyetler, artık neredeyse yok denecek kadar azdır.
Madalyonun Öbür Yüzü: Biz Hep Evdeyiz Aslında
Kadınların rakı sofrasına katılımı, apayrı bir meseledir. Tanzimat döneminde yazılan ve kadınların içki içtiğini ya da en azından evlerde düzenlenen balolara katıldığını gösteren romanlar var. Ama dışarıda rakı içen ve eğlenen kadınlar, sadece elit kesimden kadınlardır. Bu durum bugün büyük şehirlerde değişmiş olsa da küçük yerleşim yerlerinde pek değişmemiştir. Kasabalarda bugün hâlâ erkekler, içmek için dışarıya çıktıklarında eşlerini yanında götürmez. Tıpkı Tanzimat döneminde, yalnızca barlarda çalışan Rum kadınların meyhane ortamını deneyimlemesi gibi yerelde de, pavyona dönüşen içkili yerlerde kadınlar, konsomatris ya da şarkıcı olarak kendilerine yer bulur.
Gazete kâğıdına sarılı olarak eve getirilen rakılar ise, çoğu zaman evdeki kadınlar için sadece büyük bir sıkıntı kaynağıdır: Rakının aile bütçesine vurduğu darbe, rakının yanına hazırlanması gereken mezeler, hayat pahalılığından sadece kendileri dertliymiş gibi içerek daha çekilmez hale gelen kocalar, akrabalar, etrafın dağılması, sofranın toplanması… Bazı evlerde kadın ve rakı, sadece bu bağlamda bir araya gelirken, bu kadınlardan kimisinin aklına, sofrayı toplarken kadehte kalan rakıdan bir yudum alıp tadına bakmak gelmez.
Diyelim ki bütün bunlardan farklı olarak, iş sahibi, bekâr ve büyük şehirde yaşayan bir kadınsınız. Dilediğiniz arkadaşınızı evinize çağırıp rakı içeyim derseniz de başınıza başka şeyler gelebilir. Bu durum, etraftan duyulduğunda ya da görüldüğünde de konu komşunun size bakışı, artık pek hoş olmayabilir. Orhan Gencebay’ın Ya Evde Yoksan şarkısındaki gibi yalnız yaşayan, üstüne üstlük hafiften sarhoş ve saçı başı dağınık bir şekilde eski sevgilisine kapıyı açan ve bir de rakı ile demlenmekte olan bir kadınsanız, bazı bedeller ödemek zorunda kalabilirsiniz ne yazık ki.6
Mustafa Kemal, ilk cumhuriyet balolarına katılan erkeklerin yanlarında eşlerini de getirmelerini istediğinde tepkiyle karşılanır. Tanzimat’ın son döneminde bir yat eğlencesine katılan Osmanlı paşaları da geceye katılan İngiliz bürokratların eşlerinin, mekânda çalışan kadınlar olduğunu zanneder ve nahoş olaylar yaşanır. Uzun bir süre, içkili mekânlarda çalışan kadınlara vesika verilmesi ayıbından Müzeyyen Senar’ın bile kaçamadığı ülkemizde rakı, hâlâ erkek içkisi olarak görülür. 1950’li ve 60’lı yılların bohem mekânlarında bile kadınların rakı sofrasına dahil olması rahatsızlık yaratır. 70’lerde bir edebiyat ödül gecesine katılan Sevim Burak’ın da, mekânın çalışanlarından bir konsomatris olduğu zannedilir (Hristidis, 2021). Şirin Tekeli (2016) bile kendisiyle yapılan bir söyleşide, feministlerle birlikte katıldığı toplantılardan, eşine rakı mezesi hazırlamak için erken ayrıldığından bahseder. Bugün pek çok kadın girişimci meyhane ve içkili mekân konusunda söz sahibi olsa da; büyük şehirler dışında, kadınların rakı kültürü ve zevkine tam olarak dahil olduğunu söylemek zor. Ama rakı içen ve seven kadınların sayısı giderek artmaktadır (Rağmen, 2022).
Rakı Üreticileri ve Tüketicilerinde Son Durum
1944 yılında Tekel’in kurulmasının nedenlerinden biri de, yukarıda bahsettiğimiz gibi, ilk cumhuriyetin “rakının nefasetini azaltma” amacıyla bağlantılıdır. Rakı üretimi, kontrol altına alınmak istenmiştir. Pek çok ülke, önemli bir vergi geliri ve değer olarak kabul edilen yerel içkiler için üretim ve tüketimi destekleyen kararlar alırken; Türkiye genelde tam tersi bir yol izlemiştir. Son yirmi yılda ise siyasi iktidar, rakıya ve rakı içene düşmanlığını açık bir şekilde ifade ederken AKP’li yıllarda rakıya yüzde üç bin oranında zam gelmiştir.
2004 yılında Tekel’in özelleştirilmesiyle Türkiye’deki alkollü içki üretimi Mey İçki’ye geçer. 2011 yılından itibaren de Mey İçki, dünyanın en büyük içki üreticisi Diageo şemsiyesi altında üretim yapmaya başlar. 2009 yılında, Avrupa Birliği uyum süreciyle bağlantılı olarak, yerel içkilerdeki vergi oranlarının da yabancı içkilerle uyumlu olması gerektiği yönündeki düzenlemeye uygun olarak bir uygulamaya gidilir. Ancak pek çok Avrupa ülkesi, yerel ve yabancı içkileri aynı oranda vergilendiren bu yasadan kendi yerel içkilerini muaf tutar. Yunanistan, “uzo”sunu ve Fransa, “rom”unu bu yasadan bağımsız kılar. Türkiye ise, iktidarın alkollü içki düşmanlığıyla paralel olarak böyle bir yol seçmez ve hem içenleri hem de üreticileri zor durumda bırakacak kadar ÖTV’yi yükselterek rakı zammını, yüzde üç binlere çıkarır. Mey İçki bu konuda itirazlarını dile getirmektedir. Çünkü yapılan zamlardan kazanan ne üzüm üreticisi çiftçi ne de rakı üreticisidir. Mey İçki, burada kâr edenin sadece etil alkol üreticisi olduğunun ve de aynı zamanda kaçak içki tehlikesinin altını çizmektedir (Kömür, 2021). Rakı severlerin yaşam tarzı da saldırı altındadır. Sosyal medyanın akıl dışı bir şekilde denetim altına alınmaya çalışılmasıyla rakı içenler üzerindeki baskı her geçen gün artmaktadır.
Rakamlar tüketimde bir düşüş olduğunu gösterse de rakı, vazgeçebileceğimiz bir içki değildir. Rakı markalarındaki ve rakı içenlerin profilindeki çeşitlilik de gün geçtikçe artmaktadır. Mercan Rakı, Beylerbeyi ve Burgaz gibi her yeni gün çeşitlenen markalar tüketiciler tarafından çok beğenilmektedir (Yalçın, 2021). Ayrıca Mey İçki ve Overteam Yayınları’nın desteği ile yapılan rakı etkinlikleri de yaygınlaşmaktadır. Eskiden daha çok yaşlı içkisi olarak kabul edilen rakı, bugün gençler tarafından da tercih edilen bir içkidir. 1989 ve 2002 yılları arasında, tam 13 yıl yayınlanan Bizimkiler dizisinde rakıyı, en çok dede içerdi. Babalar bazen tercih etse de gençlerin tercihi şarap ve biraydı. Ama son dönemde pek çok dizi ve filmde genç, yaşlı pek çok kişinin rakı içtiğini görebiliyoruz. Behzat Ç. rakı sahnelerinin en çok yer aldığı dizilerdendir ve dizideki hemen herkes rakı içer. Aşk Tesadüfleri Sever ya da Kendime İyi Bak gibi romantik filmlerde de aşıklar rakıyı tercih eder. En hüzünlü ve ilginç rakı sahnelerinden biri ise, Kelebekler (Tolga Karaçelik, 2018) filminde, Nazan Öncel’in Gidelim Buralardan şarkısının eşlik ettiği sahnedir. Çilingir Sofrası (Ali Kemal Güven, 2022) gibi en zor söylenen şeylerin anlatıldığı filmlerde de, rakının yeri ayrıdır.
Rakı üretimi, bazı yörelerde Arap Alevi kültürünün bir parçası olarak her zaman devam etti. “Boğma rakı” denilen ve yine üretiminde özel bir çaba harcanan rakı, Türkiye’nin yerel zenginliklerinden biridir. Özellikle Antakya, Samandağ’da, Adana’da ve Mersin’de yaşayan Arap Alevilerinin boğma rakısı, kültürel bir değer olarak benimsenmiştir. İç Anadolu’nun çoğu ilinde, gayrimüslimlerin etkisiyle gelişen geleneksel rakı üretim yöntemleri de sürdürülmektedir. Trakya’nın da geleneksel rakı üretimi alanında özel bir yeri vardır. Küçük ölçekli ve bireysel üreticilerin rakı satması kanunen yasak olsa da, özel üreticilerin yaptığı bu rakılar hâlâ yaygın olarak tüketilir. Grand Korçi’nin (2021) dikkat çektiği gibi rakı, ideolojik boyunduruğundan kurtulabilse ve gerekli denetlemelerle birlikte küçük ölçekli üreticilerin rakıları da yasal olarak desteklense ülkemizin “gastronomik açıdan cevherleri saçılabilir.” Ancak yasal üreticilerin bile zararına uygulamalar ve ÖTV zamlarıyla, vergiler bile gözden çıkarılmakta ve siyasi iktidar sıkıştıkça rakı zammına başvurmaktadır.
Her defasında olduğu gibi rakının bu mücadeleden de galip çıkacağı kesindir. Hem Mey İçki hem de özel üreticiler kendilerini geliştirerek rakı üretmeye, rakı severler de daha kalabalık ve homojen bir kitle halinde içmeye devam ediyor. Devasa bir fiyat zammından kaynaklı olarak rakı satışında düşüş olduğu gözlemlense de rakı hâlâ “bizim”dir. Tadı ve kokusuyla bizi hâlâ en derin yerlerimize götürmektedir. Rakı şarkıları artık oldukça çeşitlense de (Meriç, 2019) özellikle bazı parçalarla birlikte rakının nefaseti ve tahrik edici etkisi de daimdir. Rakının tadının kaçması ise Tanzimat’tan beri ara sıra dile getirilir (Gürpınar, 1963). Şimdilerde de sık sık dile getirilen bu iddia, muhtemelen rakı sofrasının, yani muhabbetin tadının kaçmasıyla bağlantılıdır. Genel olarak hal-i pür melalimizden kaynaklı böyle bir hissiyat olsa da, boğması, özel üretimleri, yeni markaları ile birlikte rakı, dimdik ayaktadır.
Ahıska, M. (2005). Radyonun Sihirli Kapısı: Garbiyatçılık ve Politik Öznellik. İstanbul: Metis.
Aksoy, F. (2000). Kürdün Meyhanesi. İstanbul: Can.
Aktunç, H. (2019). Büyük Argo Sözlüğü (Tanıklarıyla). İstanbul: YKY.
Alaturka ile Alafranganın Sıfır Noktası. (t.y.). Açık Radyo. https://acikradyo.com.tr/arsiv-icerigi/alafranga-ile-alaturkanin-sifir-noktasi
Ali, S. (2021). Değirmen. İstanbul: İthaki.
Atay, F. R. (2021). Çankaya. İstanbul: Pozitif.
Ayas, G. (2019). Türk Oryantalizminin Arabesk Tartışmalarına Etkisi: Kendini Şarklaştırma, Garbiyatçı Fantezi ve Arabesk Müzik. Rast Müzikoloji Dergisi, 7(2).
Babil Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim Derneği. (2014). 20 Dolar 20 Kilo sergisi.
Basmacı, F., Erdinç, F., Pişkin, N., Sezer, S. & Zat, E. (2018). Rakı Ansiklopedisi-500 Yıldır Süren Muhabbetin Mirası. İstanbul: Overteam.
Bora, T. (2020). Alkol Siyasetimiz. Birikim. https://birikimdergisi.com/haftalik/10411/alkol-siyasetimiz#_ftn7
Birsel, S. (2002). Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu. İstanbul: Sel.
Deniz, Ü. (2019). Konser Salonlarından Radyo Stüdyosuna (1927): Cumhuriyet Döneminin İlk Türk Musikisi Radyo Sanatçıları ve İlk Radyo Konserleri. Motif Akademi Halk Bilimi Dergisi, Cilt 12, Sayı 27, 813-32.
Diktaş, M. (2011). Konya Oturak Alemlerinde Dönüşüm. https://www.academia.edu/30002224/Konya_Oturak_Alemlerinde_D%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCm
Düzkan, A. (2004). Biz Hep Evdeyiz Aslında. Radikal 2. https://eksisozluk.com/ayse-duzkan–299689?p=3
Granda, C. (2007). Atatürk’ün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor. İstanbul: Kristal.
Gürpınar, H. R. (1963). Kesik Baş. İstanbul: Pınar.
Gürsoy, D. (2014). Deniz Gürsoy’un Gastronomi Tarihi. İstanbul: Oğlak.
Gürsoy, D. (2020). Çilingir Sofrasında Rakı. İstanbul: Oğlak.
Hıristidis, Ş. K. (2021). Kadehlerdeki Dudak İzleri. İstanbul: Overteam.
İçki üreticileri Bakan Elvan ile görüştü. (2021, Ocak 24). Süper Haber. https://www.superhaber.tv/icki-ureticileri-bakan-elvan-ile-gorustu-haber-323719
Karay, R. H. (2016). Memleket Hikâyeleri. İstanbul: İnkılap.
Korçi, G. (2021). Boğma Rakıdan Korkmalı mıyız? Gazete Duvar. https://www.gazeteduvar.com.tr/bogma-rakidan-korkmali-miyiz-makale-1535474
Meriç, M. (2019). Hayat Dudaklarda Mey. İstanbul: Anason İşleri Kitaplığı.
Morgül, T. & Atayurt, U. (2010). İstanbul Meyhaneleri ve Balık Lokantaları. İstanbul: Literatür.
Nadir, F. (2015). Rakı Felsefesine Giriş. İstanbul: Parantez.
Nadir, F. (2016, Haziran 5). Kimler Rakı İçer?, Birgün. https://www.birgun.net/haber/kimler-raki-icer-114807
Rakı. (2022). Rağmen, 5. İstanbul: Karakarga.
Tanpınar, A. H. (2013). Huzur. İstanbul: Dergah.
Tekeli, Ş. (2014). Şirin Tekeli ile Söyleşi: Karı Kuvvetlerinden Feminist Harekete. 5Harfliler. https://www.5harfliler.com/sirin-tekeli-ile-soylesi-kari-kuvvetlerinden-feminist-harekete/
Türk Patent Enstitüsü/ (2009, Aralık 8). https://ci.turkpatent.gov.tr/Files/GeographicalSigns/9ae573d4-621e-46e9-bc90-4d79fc84c17f.pdf
Us, A. (2012). Hatıra Notları. İstanbul: Kitabevi.
Vardar, N. (2014, Eylül 5). 6-7 Eylül 1955’in Ardından: Burası Yeniden Agora Meyhanesi (Nilay Vardar’ın Ersin Kalkan Röportajı). Bianet. https://m.bianet.org/bianet/diger/158253-burasi-yeniden-agora-meyhanesi
Yalçın, M. (2021). Rakı Şişesinde Yenilik Olsam. T24. https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-yalcin/raki-sisesinde-yenilik-olsam,32664
Zat, E. (2014). Türkiye Meyhaneler Rehberi. İstanbul: Overteam.
Zat, E. (2018). Rakı Gastronomisi, Türkiye’nin Çilingir Sofrası. İstanbul: Overteam.
Zat, E. (2021). 100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası I, II. İstanbul: YKY.
Zat, V. (2012). Biz Rakı İçeriz. İstanbul: Overteam.
Zat, V. (2018). Adabıyla Rakı ve Çilingir Sofrası. İstanbul: Oğlak.
Kapak Görseli: Kumkapı’da kaçak rakı üreten Bogos’un imalathanesinde ele geçirilen rakılar, 1933. Kaynak: © Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu / CFA_005567
- Düziko, Elif Rakısı ve Üzüm Kızı dönemin anason aromalı rakılarından. “Düz” ifadesi, daha çok, rakıda sakız aromasının olmadığını anlatmak için kullanılıyor. Ama anason dahil hiçbir aroma eklenmeden yapılan ve üzerinde bir salkım üzümün üstünde oturan bir kadın resmi olan Üzüm Kızı Rakısı ise saf üzüm sumasının damıtılmasıyla yapılmış. Yıllar sonra “Üzüm Kızı” ismiyle Efe Rakı aynı şekilde bir rakı piyasaya sürdü. Üçüncü resimde ise bir gazeteden alınma Erdek Rakısı reklamı yer alıyor. Reklamda rakıya özendirecek “iştah açıcı,” “sıhhate faydalı,” “vücudu kuvvetlendirir” ve “baş ağrıtmaz” gibi ifadeler de kullanılmış. Bkz. http://www.turktarihim.com/resimler/189729temmuz.pdf
- Rakının bu meselelere en çok tanık olan içki olması konusunda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanı önemli bir eserdir. Romanın başından sonuna kadar alaturka müziğe dair hayranlık hissedilir. Bu müziğin ve Dede Efendi’nin Ferahfezası’nın konu olduğu pek çok yerde de bir rakı sofrası kurulur. Yazar rakı sofralarında bazen romanın kahramanlarına bu tartışmayı yaptırır, bazen de baş kahramanın iç sesiyle bu konudaki hayıflanmasını dile getirir.
- Bkz. Bavul maddesi, Meltem Gürle.
- Feridun Nadir (2016), Birgün gazetesinde yayımlanan “Kimler Rakı İçer?” başlıklı yazısında, İstanbul’daki ve Türkiye’deki meyhanelerle ilgili Overteam Yayınları tarafından hazırlanan iki kitap arasındaki bir farka değinir. 2010 yılında yayımlanan kitabın ismi İstanbul Meyhaneleri ve Balık Lokantaları’dır. Bu kitabın başlığına “balık lokantaları” eklenmek zorunda kalmıştır; çünkü, mekân sahiplerinin büyük bir kısmı, işletmelerine “meyhane” denmesini istemez. Ama 2014 yılında, yani sadece dört yıl sonra meyhane kelimesi bu aşağılayıcı ve hor görülen imgesinden kurtulur. Overteam Yayınları’ndan daha geniş bir meyhaneler rehberi çıkar. Yeni çıkan kitabın ismi Türkiye Meyhaneler Rehberi’dir. Artık çoğu mekân sahibi, işletmesine gururla meyhane demeye başlar. Ancak yazarlardan Erdir Zat, Cumhuriyet gazetesinde çıkan kitap tanıtımında (Celal, 2014), bazı mekân sahiplerinin, bu sefer de mahalle baskısı ve ruhsatları üzerindeki baskısının artacağını düşünerek bu listeye girmek istemediğini iletmiştir.
- Çay bardağında rakı demişken, Ferdi Tayfur’un dikkat çekici bir çıkış yapan Emmioğlu parçasının klibi de akla geliyor. Parçanın yer aldığı albüm, en çok dinlenenler listelerini alt üst ederken; arabeske dair yeni bir tartışma da başlatmıştı. Hatta bu, 1993 yılında 32. Gün’de tartışılmıştı. Bir anlamda arabesk, Emmoğlu ile yeniden bir çıkış yaparken ona, çay bardağında rakı eşlik etmişti.
- Neredesin Firuze (Ezel Akay, 2004) filminde Demet Akbağ’ın canlandırdığı Firuze karakterinin “Biz hep evdeyiz, aslında!” şeklindeki ünlü repliğinden yola çıkan Ayşe Düzkan’ın, 2004 tarihli yazısına bir göz atabilirsiniz.



























