MENDİL
BÜLENT ŞIK

İÇERİK

MENDİL: KAYIP BİR NESNENİN EŞLİĞİNDE KAYIPLARIN İZİNİ SÜRMEK

Tanım ve Etimolojik Köken

Mendil, el ve yüz temizliğinde, güneşten korunmakta, teri silmekte kullanılan kare biçiminde, pamuklu, keten ya da ipek malzemeden dokunan bir nesne olarak tanımlanıyor. Ancak mendilin temizlik ve hijyen sağlamakta kullanılıyor olmasının ötesinde başka şekillerde işlev görmüş ve geniş bir simgesel kullanım alanı bulmuş en önemli nesnelerden biri olduğu da rahatlıkla söylenebilir.

Mendil sözcüğünün Arapça “mndl” kökünden gelen mandil (مندل ), “peçete, peşkir” sözcüğünden alıntı olduğu, ancak bu sözcüğün de Aramice/Süryanice aynı anlama gelen manṭiliyūn (מנטליון) sözcüğünden geldiği belirtiliyor. Manṭiliyūn sözcüğü Eski Yunanca aynı anlama gelen mantḗlion (μαντδήλιον) sözcüğünden geliyor. Mantḗlion sözcüğünün kökeninin Latince aynı anlama gelen mantēle veya mantellum sözcüğünün küçültme hali olduğu ve Latince manus (el) ve tergere (silmek, temizlemek) sözcüklerinin biraraya gelmesiyle oluşan ve el bezi anlamına gelen manutergium sözcüğünden türetildiği belirtiliyor (Nişanyan, 2022).

Mendiller. Kaynak: Gülay Kaçan Koleksiyonu / @ Gülay Kaçan.

Geçmişten Günümüze Mendil

Gökhan Akçura (2021), bir yazısında Reşat Ekrem Koçu’nun giyim kuşam sözlüğünde mendil sözcüğünün Türkçeye mindil olarak Arapçadan geldiğinin belirtildiğini aktarır. Refik Halid Karay’ın cumhuriyetin erken dönemlerinde yer alan bazı yazılarında Şeker Bayramı’nı “Mendil Bayramı” olarak andığı belirtiliyor (akt. Köksal, 2019: 49). Karay, bir ucuna para konularak düğüm yapılmış mendillerin hediye olarak verildiğini; ancak, bu âdetin zamanla terk edildiğini aktarıyor (akt. Köksal, 2019: 49).

Eskiden Şeker Bayramı zamanlarında hediye olarak mendil verildiğini, para ve değerli eşyaların mendilin içine konularak taşındığını hatırlıyorum. Tarık Akan’ın bir anısı da mendilin bir para bohçası olarak kullanıldığı duruma örnek oluşturuyor. Tarık Akan bir söyleşisinde 1976 yılında Tunçbilek maden ocağında çekilen Maden filmini, Yeşilçam’daki film yapımcıları sosyal meselelere değinen filmlere para yatırmadıkları için tefecilerden borç alarak tamamlayabildiklerini belirtir (akt. Özer, 2016). Film bittikten sonra, sansür kurulundan izin almak için film bobinlerini arabasına koyan Akan, İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıkar. Yolda, o sıralar İzmit cezaevinde kalan Yılmaz Güney’i ziyaret eder. Sohbet esnasında filmi borç alarak tamamlayabildiklerinden söz eder. Yılmaz Güney, filmi cezaevinde kendisine bırakması için Akan’a ısrar eder: “Filmi burada bırakıyorsun, İstanbul’a dönüyorsun, yarın gelip filmi alıyorsun,” der. Akan, İstanbul’a döner. Ertesi gün filmi almak için cezaevine geldiğinde mahkumlar onu büyük bir coşkuyla karşılar. Güney’in çabasıyla İzmit’teki bir sinemadan sökülerek cezaevine getirilen sinema makinesi ve çarşaflardan oluşturulan perdede film topluca izlenmiş ve çok beğenilmiştir. Bir süre sohbet edildikten sonra Yılmaz Güney içeri gider; elinde bir mendil bohçası ile Tarık Akan’ın yanına döner. Aralarında topladıkları ve bir mendile koydukları parayı filmin borçlarının ödenmesine bir katkı olması için Akan’a verir.

Mendil madenciler için vazgeçilmez önem taşıyan nesnelerden biri. Zonguldaklı madencilerin 1990-91 yıllarında gerçekleşen büyük yürüyüşü anısına çıkarılan kitapta şu ifadeler yer alıyor: “… en büyük lüksüm, boynuma bağladığım madenci mendiliydi. Terimizi mendille siliyorduk. Tozdan mendilimizle korunmaya çalışıyorduk. Yaralandığımızda ilk müdahaleyi onunla yapıyorduk” (Bozbaş, 2011: 8).

Maden filminin çekildiği yıllarda Tunçbilek, üç sinema salonu, iki yüzme havuzu ve işçi lokalleriyle kamusal hayatı canlı bir maden kasabasıydı. On beş bin maden işçisinin çalıştığı, güçlü bir sendikanın, canlı bir sosyal hayatın, iyi ücretler ve sosyal hakların olduğu o dönem, artık, bir “efsane” olarak hatırlanıyor işçiler arasında. Günümüzde Tunçbilek’te maden işçisi sayısı ise 3500 civarında (Kalaycıoğlu, 2014).

Kamusal hayatın günümüze kıyasla daha canlı, hak ve özgürlük arayışlarının daha yoğun olduğunu söyleyebileceğimiz bir döneme, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile son verildi. Darbe kamusal hayatın ve o hayata can veren kurumların hâlâ devam eden, bitmek bilmez bir yıkıma uğratıldığı, müşterek varlıkların özelleştirmelerle piyasa ilişkilerine dahil edilip yağmalandığı, emek gücünün örgütsüz ve güvencesiz kılındığı bir dönemin yolunu açtı. Darbeden günümüze uzanan süreçte enerji, madencilik, tarım, iletişim, eğitim ve sağlık gibi alanlarda faaliyet gösteren yüzlerce kamu kurumu özelleştirme adı altında talan edildi. Bu yağma günümüzde ormanlar, meralar, zeytinlikler, sulak alanlar, doğal yaşam alanları gibi müşterek varlıklara kadar uzanmış durumda. Örneğin, Tunçbilek madenlerinin yeni sahibi işlettiği termik santralleri filtresiz çalıştırarak ciddi bir çevre kirliliği yaratan Çelikler Holding’dir (Arı, 2021). Bu bağlamda, Türkiye’de özelleştirmelerin tarihi, doğal hayatın tahrip edilmesi ve çevre kirliliğinin yoğunlaşmasının tarihidir.

Geçmişte kamu kurumları eliyle yürütülen faaliyetlerin çeşitli eksiklikleri olduğu söylenebilir. Ancak 1980’lerden günümüze uzanan süreçte güvencesiz çalışma koşullarının egemen kılındığı ve hemen her türlü hak talebinin baskı altına alındığı da bir gerçek. Geldiğimiz noktada kamusal ve örgütlü bir tepkiyi dile getirecek sendikaların, meslek örgütlerinin yerinde yeller estiği de bir başka gerçek… Soma’da 13 Mayıs 2014 tarihinde yaşanan ve 301 maden emekçisinin ölümüne yol açan faciayı, neleri yitirdiğimiz ve yerine ne geldiği üzerinden okumak mümkün. Facianın sebebi olarak “özelleştirme, taşeronlaştırma, rödovans, örgütsüzleştirme, sendikasızlaştırma, köleci çalışma sistemi, kamu madenciliğinin yok edilmesi ve kamu kurumlarında uzun yıllar sonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve birikiminin dağıtılması” gibi 1980 askeri darbesi ile uygulamaya konulabilen neoliberal politikalar gösteriliyor (TMMOB, 2014).

Türkiye tarihini kayıplar, gözden yitenler, yitirilenler üzerinden okumak da mümkün. Belki bu noktada ve hazır sinemadan da söz açılmışken Lütfi Ömer Akad’ın 1955 yılında Yaşar Kemal’in bir öyküsünden uyarladığı Beyaz Mendil filmini de anmalı.

Lütfi Ömer Akad’ın 1955 yılında Yaşar Kemal’in bir öyküsünden uyarladığı Beyaz Mendil filminin afişi. Kaynak: Milli Kütüphane, Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu (1955 AFİŞ 104) / © Duru Film.

Beyaz mendil gerçekçi bir köy filmi olarak niteleniyor. Akad’ın anılarından oluşan Işıkla Karanlık Arasında (2004) isimli kitabında bu filmle ilgili bir bölüm var. Akad, İstanbul’da yaşayan Rum azınlığa yönelik olarak 6-7 Eylül 1955’te gerçekleşen ve daha sonra Gladio’nun Türkiye kolu olan Seferberlik Tetkik Kurulu tarafından organize edildiği anlaşılan toplu saldırıdan bir gün sonra Beyaz Mendil filminin kurgusu ile ilgili bir çalışma yapmak için stüdyoya gider. Ortada bir tuhaflık olduğunu anlar. Yapılanları öğrendiğinde olanlara inanamaz. Tepkisini şu sözlerle dile getirir:

“Yapılan yıkıma bakıyorum da, yüz yıllar boyu omuz omuza kardeşçe bir arada yaşayan dingin, onurlu ve fakir insanların, birbirlerine böyle bir şey yapabileceklerine, İstanbul’a hak etmediği bu acıyı verenlerin onlar olabileceklerine, kim ne derse desin beni asla inandıramaz. Tarihe, ‘Altı Yedi Eylül Olayları’ diye geçen o iki günden bugüne İstanbul bir daha asla o İstanbul olmadı” (Akad, 2004: 231).

Organize ve kitlesel kötülüğün sıradan bir insanı bir katile dönüştürebildiği göz önünde bulundurulduğunda Akad’ın yorumu çok naif kalıyor. Kardeşçe yaşamanın bu topraklarda ne kadar mümkün kılınabildiği de ayrı bir sorun. Avusturyalı film yönetmeni Michael Haneke’nin şu sözünü hatırlamanın tam yeridir: “Acının olduğu her yerde suç da vardır” (akt. Assheuer, 2013). Belki de temel mesele, suçun nasıl görünmez kılındığıdır; özellikle de kitlesel olarak işlenen suçların.

6-7 Eylül olaylarından sonra on binlerce Rum İstanbul’u terk etti. Türkiye’de 1923 yılında 110 bin olan Rum nüfus, 1990’larda 2500’e düştü (Human Rights Watch, 1992: 1). Üstelik gidenler sadece Rumlar değildi. Türkiye’deki Ermeni nüfus da cumhuriyet öncesinde ve sonrasında, sürekli olarak azaldı.

1903 yılında bir fuarda Sultan Abdülhamit tarafından hediye olarak dağıtılan Sivas haritası basılı ipek mendil. Kaynak: Sultan Şehir Gazetesi [Çevrimiçi Edisyon] (27.11.2021) [] / © İhlas haber Ajansı.

1903 yılında bir fuarda Sultan Abdülhamit tarafından hediye olarak dağıtılan bir mendil bu kaybı hatırlatıyor (Ekovitrin, 2021). Üzerinde Sivas haritasının işlendiği bu mendilden günümüzde sadece üç tane kalmış. Mendildeki haritanın aklımıza getirdiği sorulardan biri de acaba o zamanlar Sivas’ta kimler yaşıyordu oluyor. 1903 yılı Vilayet Salnamesi’ne göre Sivas’ın 393 bin 882 olan toplam nüfusunun yüzde 22’sinin (87 bin 551) gayrimüslim olduğu ve bu nüfusun yüzde 90’ının da (77 bin 960) Ermeni olduğu belirtiliyor; 1912 yılındaki sayımda ise Ermeni nüfus 104 bin 500’e ulaşmış (Köker, 2009). Yüz on yıl önce Sivas’ta 100 binden fazla Ermeni yaşarken bugün sadece 20 aile var.

Tıpkı Sivas’ta olduğu gibi Diyarbakır’da da bir zamanlar yoğun bir Ermeni nüfus vardı. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, “Diyarbakır aynı zamanda bir Ermeni şehridir” der (akt. Erol, 2015). Bir zamanlar öyleydi…

Diyarbakır’da yaşayan son Ermeni, Sarkis Eken 2016 yılında vefat etti (Kamer, 2016). Eşi Bayzar ile çektirdikleri bir düğün fotoğrafı var. Çok eski bir fotoğraf. Gelinin ellerinde tuttuğu şey bir mendilden ziyade eldivene benziyor, yoksa bir mendil mi? Ellerinin kınalı olup olmadığını anlamak da imkânsız. Ama büyük bir ihtimalle kınalı olmalı. Düğün öncesi kına gecesi yapmak Ermenilerin, Kürtlerin ve Türklerin düğün geleneklerinden biri. Eskiden mendilin hayatın bir parçası olduğu zamanlarda, gelin çeyizlerinin en önemli parçalarından biri çeşit çeşit, işlenmiş, bazıları elde yapılmış mendillerdi. Bu mendillerden biri de kına mendiliydi. Kına gecesi yapılırken gelinin ve damadın ellerine bir parça kına konur ve eller kına mendili ile bağlanırdı (Yılmaz, 2020).

Sarkis Eken hayatının sonuna kadar Kürtlerin Amed’i, Ermenilerin Dikranagerd’i Diyarbakır’ı terk etmezken; 1980 darbesiyle gözaltına alınan, Diyarbakır doğumlu Garabed Demircioğlu ise terk etmek zorunda kaldı.

Demircioğlu 12 Eylül darbesinde en ağır işkencelerin uygulandığı Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde kalan tek Ermeni devrimci. Yıllar sonra bir röportajda, “ölüm orucuna girdiğim ilk günlerde ‘diğerlerini anladık, bir Ermeni olarak senin ne işin var burada’ diyen subaylarla karşılaştım. Oysa direnmeye, bu rezil ve onursuz yaşamı kabul etmemeye en çok benim ihtiyacım vardı. Herkesten daha fazla nedenle benim direnmem gerekiyordu. Kaderim halkımın kaderiydi” diyerek anlatır içinde bulunduğu durumu (akt. Tosun, 2011). Bir ülkede egemenlerin azınlıklara yönelik nefretlerinin, her an vuku bulabilecek şiddete uğrama tehlikesinin çocukluk yıllarından itibaren nasıl da tedirginlik yarattığından söz eder. 1915 yılındaki Ermeni soykırımından ya da bir başka ifadeyle Büyük Felaket’ten sağ kurtulanlardan biri olan annesinden, Garabet’i okuması için kendisini istemeye istemeye İstanbul’a gönderen annesinden söz eder:

“Diyarbakır garını hiç unutmam. Dokuz yaşında bir çocuktum, pek çok Ermeni çocuk gibi okumam için İstanbul’a gönderildim. Annem İstanbul’a gönderilmeme razı değildi. Bugün başıma gelen bütün felaketlerin müsebbibi olarak hâlâ İstanbul’u görür, belki de öyledir, bilmiyorum. Her yaz tatilinde doluşurduk trenlere memlekete dönmek üzere. Kömürlüydü o zamanlar trenler, elimiz yüzümüz kapkara varırdık evlerimize. Gönderirken bizi analarımız elimiz kolumuz ağzımız yolluk olsun diye verilen içli köfteler, sarmalar, dolmalar, ekmeklerle dolu olurdu. Doluşurduk trene bir sürü çocuk. Geride her birinin elinde bir beyaz mendil ağlayan analar, biz giderdik, onlar gözyaşlarını silerdi” (akt. Tosun, 2011).

2016 yılında Diyarbakır’da vefat eden son Ermeni Sarkis Eken’in düğün fotoğrafı. Kaynak: “A Photographic Tribute to Baydzar, One of Diyarbakir’s Last Armenians” The Armenian Weekly [Çevrimiçi Edisyon] (24.06.2014) [].
Gülseren Sudor’un Ruhi Su’ya hediye ettiği mendil. Kaynak: Phebus Müzayede [] / © Phebus Müzayede Evi.

Sevginin simgesidir beyaz mendil. Gökhan Akçura (2021) vedalaşma esnasında gidenin ardından sallanan mendilin “ayrılık mendili” olarak ayrı bir kategoride ele alınabileceğinden söz eder. Ama kimi zaman ayrılığın hüznünü değil; sevginin gerektirdiği sabrı ve inceliği de yansıtır mendil. Tıpkı üzerine nakışlar, sözler, sevilenin ismi işlendikten ya da özel dokuma ve baskı teknikleriyle imal edildikten sonra armağan edilen mendillerde olduğu gibi. Ressam Gülseren Südor tarafından tasarlanan ve Ruhi Su’ya ithaf edilen mendil gibi, örneğin.

Ruhi Su, 1915’teki Büyük Felaket esnasında yetim kalan ve Adana’da bir yetimhanede büyüyen Ermeni çocuklardan biri. Ayhan Aktar (2020), 1915 Ermeni destanlarını derlediği kitabında Ruhi Su’nun meşhur ettiği bazı türkülerle destan metinleri arasındaki benzerliklerin dikkat çekici olduğunu belirtir.

1915’te Der Zor çöllerine sürülen insanların yaşadığı acılar, Ermeni ozanlar tarafından destan formunda kaydedilmiştir. O destanlardan biri, Derzor’a Giden Ermenilerin Destanı adını taşır. İlk dizeleri şöyledir: “Der zor köprüsü dardır geçilmez / Kan olmuş sular, bir tas içilmez.”

Bu dizeler, akla, Ruhi Su tarafından meşhur edilen ve ilk dizeleri, “Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez / Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez” olan Drama Köprüsü türküsünü getiriyor.

Türkü ile destan arasındaki benzerlik şaşırtıcı. Ancak halk ozanlarının birbirlerinden etkilendikleri ve türkü sözlerini ödünç alarak yeni bir formda söyledikleri de unutulmamalı.

Garabet Demircioğlu (2011), “Der Zor çölleri Ermenilerin sırat köprüsü oldu” der annesi Hanım Demircioğlu’nun vefatının ardından yazdığı yazıda. 1915’teki Büyük Felaket esnasında henüz on yaşında bir çocuk olan, abisinin elini tutarak Der Zor’a kaçan ve doğduğu Diyarbakır’ı bütün hayatı boyunca hiç unutmayan annesi hakkında düşündüren, sorular soran, yanıtlar veren, olağanüstü duygulu bir anma yazısıdır:

“HATUN DEMİRCİOĞLU (… – 2011) Bana bak, sadece görünen yaşlı yüzüme bakarak değil, görünmeyen resmime bak. Sadece anlaşılan yanlarımı değil, anlaşılamayan yanlarımı anlamaya çalış. Yüzüme doğru bak ve beni doğru anla. Resimdeki yaşlı görüntüme bakarak, kendini avutarak, rahat bir nefes alma! Beni Ermeni tarihiyle, yaptıklarımla geride bıraktıklarımla, katliam ve kıyım acılarımla anla. Diyarbakır topraklarında yarattığım, geride bırakarak, sonra da dönüp bakma cesareti bulamadığım, sürgün resmimle anla beni. Okul yüzü görmemiş cahil halimle, nedenlerini asla okul kitaplarında bulamayacağın, doğum tarihimi bilmez halimle anla beni. Katliam acısı üzerine çökerek siyahlaşan 6-7 Eylül’le ve buldozer gibi yakıp yıkan 12 Eylül’le anla beni. Beni tarihle, çektiklerimle anla. Beni annelik duygularımla, sevgi dolu çocuk yüreğimle anla” (Demircioğlu, 2011).

Edip Cansever’in Mendilimde Kan Sesleri şiirini ithaf ettiği ve şiirinde; “Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar / Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar / Mendilimde kan sesleri” dizeleriyle andığı ve Kayseri’de “Komünist Ahmet” olarak bilinen Ahmet Gayretli, 89 yaşında hayatını kaybetti (Kara, 2015).

Bu ülkenin tarihi, acının, kayıpların tarihidir. Türkiye bir yitik halklar, kayıp ruhlar coğrafyasıdır. Kayıplarımızın yası tutulamadı, bir yüzleşme söz konusu olamadı. İşlenen suçların ne cezası çekildi ne de kefareti ödendi. Bu ülkenin belki de en aydınlık kuşağı 1980 darbesi ile ezildi, solduruldu. Daha sonra yaptığımız her şey, çiçekleri solan o bahçeye can suyu taşımaktan öteye gitmedi ya da o dönemde atılan tohumlar yeni topraklarda filiz vermeye devam ediyor hâlâ. Lütfi Akad’ın Beyaz Mendil filmindeki karakterlerden biri, “kötülüğü sabırla yenmek gerek,” der. Belki de doğrusu budur…

***

Mendil kullanmayı tam olarak ne zaman bıraktığımızı anımsayamıyorum.

1970’li yıllarda, henüz çocukken, okula mendil götürmemiz bir zorunluluktu. Okullarda mendil ve tırnak kontrolü yapılırdı. Öğrenci önlüklerinin ayrılmaz parçalarından biri yaka, bir diğeri mendildi.

Sınıfta sıralarımızın üstüne mendillerimizi açar ve üzerine ellerimizi koyardık. Öğretmen tek tek kontrol ederdi. Çocuktuk. Korkardık. Teneffüse çıkınca mendil paraşütü yapardık. Eğlenirdik. Bir mendilin uçlarına ip bağlar ve sonra iplerin ucunu birleştirip düğümlerdik. Düğümlenen ipin ucuna genelde silgi bağlardık. Yaptığımız mendil paraşütünü yüksekçe bir yerden aşağı atardık. Silgi, genelde ölürdü… Mendil kapmaca, yağ satarım bal satarım ve körebe, mendille oynadığımız çocukluk oyunlardan bazılarıydı.

1973 ya da 1974 yılıydı sanırım, okullarda beslenme teneffüsü uygulaması başlatıldı. İkinci ders saatinden sonra uzun bir teneffüs arası olacağı ve o teneffüste yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri sınıfta yiyeceğimiz söylendi. Bahçede, siyah okul önlüklerimizle toplandığımızda, ellerimizdeki rengârenk plastik beslenme çantaları okulun kasvetli havasını bir parça dağıtırdı. Beslenme çantalarımızın içinde, yanımızda getirdiğimiz yiyeceklerin altına sermek için mendil taşır ve yemeğimizi, sıraların üzerine serdiğimiz o mendillerin üzerine koyarak yerdik. Kimi zaman da yiyeceklerimizin üzerini örtmek için kullanırdık aynı mendilleri.

Okul çıkışı eve dönerken, okulun hemen yanındaki caminin girişinde, önlerine bir mendil açarak dilenen insanlara rastlardım. Yere serili mendilin uçlarında, birer demir para olurdu uçmasın diye. “Mendil açmak” ayıplanan bir şeydi. İnsanlar borçlu olduklarını söylemeye utanırlardı.

Her hafta sonu kullandığımız mendiller yıkanır ve ütülenirdi. Şimdi olduğu gibi buharlı ütüler ve ütü masaları her evde yoktu. Bir tastan elle alınan su, ütülenen mendil üzerine serpiştirilerek ütüleme yapılırdı. Mendiller önce ikiye, sonra bir kez daha ortadan ikiye katlanarak şekil verilirdi. Kâğıt mendil diye bir şeyin varlığı bilinmediği gibi para verilen bir nesnenin bir kez kullanılıp atılması da düşünülemezdi…

Memduh Şevket Esendal (2004), Mendil Altında isimli öyküsünde insanların uyurken yüzlerine mendil örttüğünden söz eder. Uyurken yüzüne mendil örteni görmedim; ama, uçları düğümlenmiş mendillerin bir şapka olarak kullanıldığını çok gördüm. Takım elbisenin, ceketin yakasına bir aksesuar olarak takılan ipekli mendillere kıyasla çok daha ucuz ve geniş olan bu mendilleri tarlada, açık alanda çalışan işçiler güneşten korunmak için kafalarına bir şapka gibi takarlardı.

Beslenme çantası. Kaynak: Twitter görseli []

Bez/kumaş mendil 1970’li yıllarda başlayan; ama, asıl ivmesine 1980’lerin sonunda erişen bir süreçte hayatlarımızdan usul usul çıktı. Ülkemizde televizyonun evlere yavaş yavaş nüfuz ettiği zamanlar olan 1970’li yıllarda Erol Günaydın’ın rol aldığı bir kâğıt mendil reklamını hatırlıyorum. Erol Günaydın, Karadeniz şivesiyle “at o elindeki çaputi, al buni” diyordu elinde tuttuğu Selpak’ı göstererek. Selpak, ilk çıkan kâğıt mendil markası olduğu için bu tip ürünlerin geneline verilen bir isim olarak yer etti toplumsal hayatta. Bez mendilin yerini kâğıt mendile bırakması ise oldukça yavaş oldu. 1989 yılında yüzde 22.3 olan kağıt mendil kullananların oranının, 1997 yılında yüzde 55.4’e çıktığı belirtiliyor (Hürriyet, 2000). Kâğıt mendil kullanımının artışında piyasaya giren çok sayıda kâğıt mendil üreticisinden ziyade, tüketim kalıplarındaki dönüşümün belirleyici olduğu söylenebilir. 1980’li yıllardan günümüze uzanan süreçte beslenme ve sağlık gibi özü itibariyle kamusal olan meseleler birer bireysel soruna dönüştürüldü. Mendil, sadece kişisel hijyen sağlamak için bir kereliğine kullanılabilecek, kullan-at bir nesne olarak görülür oldu.

Geçmişte toplumsal hayatın bir parçası olan mendil, 1990’lı yıllarda hayatımızdan yavaş yavaş çıktı. Mendil taşıyan birini görmek artık çok zor. Bu yazıyı yazarken bulunduğum kentteki bazı satış yerlerinde bez mendil aradım. Bulamadım. Bazı satıcılar şaşkınlıkla karşıladı talebimi. İnternetteki bazı satış sitelerinde mendil bulmak hâlâ mümkün olsa da mendil dolaşımda olan, kullanılan bir nesne değil artık. Burnumuzu temizlediğimiz bir mendili katlayıp cebimize koymak pis bir insan olarak damgalanmamıza bile yol açabilir. Sümüklü bir mendili cepte taşıma fikri, birçok insana tuhaf ya da tiksindirici gelebilir. Ama çok değil bundan 20-25 yıl önce, cepte mendil taşımak gayet olağan karşılanan bir şeydi; kişisel temizliğe verilen önemin bir göstergesiydi. Şimdi ipekli, pamuklu ya da keten mendiller yok; kenarı süslü, işlemeli, oyalı mendiller de. O mendillerin yerini kâğıt mendil aldı. Tek kullanımlık; kullanılan ve atılan kâğıt mendiller…

Selpak Mendil’in 1970’lerin başındaki reklamlarından. Kaynak: Facebook, Eski Zamanlarda İstanbul’un En Güzel Fotoğrafları ve Resimleri []

Peki bu değişim nasıl oldu?

Olağanüstü zengin bir kullanım alanı ve simgesel değeri olan bir nesne nasıl oldu da hayatımızdan sessizce çıktı. Bir nesne hayatımızdan çıktığında bize ne olur ya da bize ne olduğunda bir nesne hayatımızdan çıkar? Bu soruların kolay bir yanıtı olduğunu sanmıyorum; üstelik mendil toplumsal hayattan beraberinde pek çok şeyi alıp götürerek yitip giden tek nesne de değil. Ne var ki, bir nesnenin taşıdığı anlam dünyasındaki genişliğin daraltılmasına, kullanım alanındaki ya da gördüğü işlevlerdeki çoğulluğun budanarak tek bir işlev üzerinden tanımlanmasına verilebilecek en iyi örneklerden biri. Eskiden mendilin sadece temizlik amacıyla kullanılan bir nesne olmadığı çok açık; ama, aynı şeyi kâğıt mendiller için de söyleyebilir miyiz, kâğıt mendillerin kişisel hijyen sağlayan bir nesne olması dışında taşıdığı bir anlam var mı?

Türlü amaçlarla kullandığımız ve çok zengin bir anlam dünyasına sahip bir nesne, metalaşmanın ama özellikle de son 40 yıla damgasını vuran neoliberal politikaların yol açtığı değişimin hızına paralel olarak hayatımızdan çıktı gitti. Günümüz edebi metinlerinde de, örneğin şiirde, hikâye ya da romanda varlığına nadiren rastlayabileceğimiz bir nesne artık mendil. Aynı ismi taşıyan filmlere de ilham veren Son Mohikan (The Last of the Mohicans) romanının yazarı James Fenimore Cooper’ın 1843 yılında Bir Cep Mendilinin Otobiyografisi adlı bir kitap yazdığını ve bir keten mendilin elden ele dolaşan hayat hikâyesi üzerinden toplumsal hayatı tasvir ettiğini düşününce insan bir tuhaf oluyor (Cooper, 2018).

Günümüz edebi metinlerinde mendil ile ilgili bir cümleye rastlamak epeyce zor; ama, geçmişte edebi metinlerin bir parçasıydı mendil.

Behçet Necatigil, eşine yazdığı bir mektupta uzun uzun mendilden söz eder örneğin:

“Dünya. Dünya ve zerde. Gerisi boş. Bir de burun. Her şeyin başı burun. Mendillerin yıkanması hususunda yeni bir metod keşfettim, Vatan gazetesine Ev-Kadın-Moda sayfasına etraflı bir yazı hazırlıyorum. Bu keşfim, çamaşırcılık tarihinde bir devir açacak. Yaşayamadınızsa, belki sebep bir mendil… Evet, şimdi bu sonuca vardım. Belki, değil, biricik sebep mendil. Ben bu mendiller yüzünden böyle oldum. ‘Mendiller ve Tasavvuf’ konusunda Varlık’a uzun bir etüd hazırlamayı da düşünüyorum” (1999: 31).

James Fenimore Cooper. Bir Cep Mendilinin Otobiyografisi. Çev. Göksenin Abdal (İstanbul: Ketebe Yayınları, 2020), kitap kapağı. / © Ketebe Yayınları.

Elde yıkamak bir dert elbette. Elde mendil yıkayanların iyi bildiği gibi bu, ertelenemeyecek işlerden biridir ya da bir başka deyişle mendil ne kadar çabuk yıkanırsa o kadar iyidir. Sümük kurudukça temizliği de zahmetli olur. Aziz Nesin, Meral Çelen’e yazdığı bir mektupta belki de bu yüzden ilk yapılacak işler sırasına mendil yıkamayı koyar: “Taksiyle, kalacağım otel Bristol’e geldim. Çok büyük, eski zaman işi bir otel, saray gibi. Şahane bir odam var. İlk işim sana mektup yazmak oldu. Şimdi de mendillerimle gömleğimi yıkayacağım” (Nesin, 1998).

Sait Faik Abasıyanık’ın İpekli Mendil öyküsünün yer aldığı Semaver isimli kitabının kapağı ve Ara Güler’in Sait Faik Abasıyanık portre fotoğrafı. Kaynak: Listelist []

Edebiyat tarihinde geçmişe doğru bir yolculuk yaptığımızda, içinde mendil sözcüğü geçmeyen bir esere rastlamak sanırım çok zor. Sait Faik Abasıyanık’ın 1936 yılında basılan Semaver isimli kitabında yer alan ve sonu pek hüzünlü biten “İpekli Mendil” isimli öyküsünü anmadan geçmek olmaz. Bu öyküden uyarlanan ve 2006 yılında Yalçın Kümeli’nin yönettiği bir de kısa film var. Film, “Türkiye’de, 1930’larda sevgiliye ipekli mendil hediye etmek, seni seviyorum anlamına gelirdi,” sözleri ile başlıyor (Kümeli, 2006).

Mendil ile ilgili şarkıları ve türküleri de atlamamalı elbette; ama, öylesine çoklar ki bir seçim yapmak çok zor. Sadece ikisini, Erkin Koray’ın 1991 tarihli Tek Başına Konser isimli albümünde yer alan “Bu Mendili” isimli şarkıyı ve 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas Madımak Oteli’nde 34 kişi ile birlikte yakılarak katledilen Hasret Gültekin’in, Enver Gökçe’nin aynı isimli şiirinden uyarladığı “Görüş Günü” (1987) isimli türküsünü anacağım.

Sonsöz

Mendil, toplumsal hayatımıza ya da artık daha doğru bir ifadeyle geçmişimize öylesine gömülü ki, onun hakkında yazılacak bir yazıya nihayet vermek neredeyse olanaksız. Üzerinde düşündükçe akla bir şeyler geliyor; ama, her yazının da bir nihayeti olmalı. Ben de aklımdan hiç çıkmayan bir hatıramı aktararak bu yazıya bir son vermek istiyorum.

Askeri darbeden birkaç ay sonra, sanırım 1981 yılının başlarında, kış ayları içinde bir akşam televizyonda George Orwell’in kitabından uyarlanan Hayvan Çiftliği (Animal Farm) filmi yayınlanmıştı. Evimiz hemen her akşam kalabalıktı; eşi ya da bir yakını hapiste olan akrabalar ve komşularla doluydu. Ancak film başlayınca konuşmalar, tartışmalar kısa sürede söndü gitti. Herkes totaliter rejimleri sert bir şekilde eleştiren böyle bir filmin nasıl olup da yayına verildiğini anlamaya çalışıyor, kendince akıl yürütüyor ve bir yandan da filmi izliyordu. Film bittiğinde ise kimsenin çıtı çıkmıyordu. Herkesin elinde bir mendil vardı ve işçi sınıfını temsil eden Boxer’in ölüme gönderildiği sahneden beridir akmakta olan gözyaşlarını sessizce siliyordu. Sessizliği, ortamdaki kasveti havayı annemin sözleri dağıttı: “Hadi bir çay koyalım, içelim, geçer bu günler, kötülük baki kalmaz.” Bir süre sonra ellerde mendil değil; çay bardakları vardı. Bir arada olma, dertleşme, dayanışma umutsuzluğu dağıtıyor, acıyı sağaltıyordu. Her zaman olduğu gibi…

KAYNAKÇA

Akad, L. (2004). Işıkla Karanlık Arasında. İstanbul: İş Kültür.

Akçura, G. (2021, Ağustos 19). Mendilim Oya Oya. https://manifold.press/mendilim-oya-oya

Aktar, A. (2020). Ermeni Evine Figan Kuruldu 1915 Destanları ve Halep. Aras Yayıncılık.

Arı, İ. (2021, Ekim 23). Sabıkalı Şirkete Bir İhale Daha. BirGün.

Assheuer, T. (2013). Yakın Plan Haneke. N. Pakkan (Çev.). İstanbul: Agora.

Bez mendiller de tarih oldu (2000, Ağustos 17). https://www.hurriyet.com.tr/gundem/bez-mendiller-de-tarih-oldu-39175423 (Erişim: 04.13.2022).

Bozbaş, F. (2011). 1990-91/Zonguldak Büyük Madenci Grevi ve Yürüyüşü – Bacaağzı Şarkıları. Ankara: TMMOB Maden Mühendisleri Odası..

Cooper, J.F. (2018). Bir Cep Mendilinin Otobiyografisi. G. Abdal (Çev.). İstanbul: Ketebe.

Demircioğlu, G. (2011, Temmuz 21). Unutulur mu Hatun Mayrig. http://www.izmirizmir.net/bilesenler/forum/baslik.php?baslik_no=3531 (Erişim: 04.13.2022).

Erol, M. (2015, Temmuz 14). Yüz Yıllık Ah!: Diyarbakır’ın 1915 hafızası. https://tr.boell.org/tr/2015/07/14/yuez-yillik-ah-diyarbakirin-1915-hafizasi (Erişim: 04.13. 2022).

Esendal, M. Ş. (2004). Mendil Altında. Ankara: Bilgi.

Human Rights Watch. (1992). Report, A Helsinki Watch. Denying Human Rights and Ethnic İdentity: The Greeks of Turkey.

Köker, O. (2009, Temmuz 4). Sivas Ermenileri: Bin Varmış Bir Yokmuş. Bianet. https://m.bianet.org/kurdi/azinliklar/115648-sivas-ermenileri-bin-varmis-bir-yokmus

Kalaycıoğlu, S. & Çelik, K. (2014). Tunçbilek Kömür İşletmelerinde Özelleştirmenin Madencilik, İşçilik ve Tunçbilek Üzerine Etkileri. “İş, Güç” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, 16, No. 1, 1-19

Kamer, H. (2016, Ocak 18). Diyarbakır’ın son Ermenisi Sarkis Eken hayata veda etti. BBC Türkçe. https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160118_diyarbakir_sarkis_eken (Erişim: 04.13.2022).

Kara, S. (2015, Mart 26). Edip Cansever’in “Ahmet Abi”si Hayatını Kaybetti. Bianet. https://m.bianet.org/bianet/yasam/163328-edip-cansever-in-ahmet-abi-si-hayatini-kaybetti (Erişim: 04.13.2022).

Köksal, F. (2019). Refik Halid Karay’ın Memleket Yazıları’nda Halk Bilimi Unsurları, (Yüksek Lisans Tezi). Erzurum: Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı.

Kümeli, Y. (Yönetmen). (2006). İpekli Mendil [kısa film].

Necatigil, B. (1999). Serin Mavi Behçet Necatigil’den Eşine Mektuplar. S. Esemen & A. Sarısayın (Haz.). İstanbul: Yapı Kredi.

Nesin, A. (1998). Aziz Nesin Meral Çelen Mektuplaşmaları: Dönülmezim, Mecburum, Herşeyim. A. Nesin (Haz.). İstanbul: Düşün.

Nişanyan, S. (2022, Ocak 10). Mendil. https://www.nisanyansozluk.com/kelime/mendil (Erişim: 04.13.2022).

Özer, A. (Yönetmen). (2016). Halkın Sanatçısı Halkın Savaşçısı Yılmaz Güney [belgesel].

TMMOB (2014). TMMOB Soma Maden Faciası Raporu, 7. Ankara: TMMOB.

Tosun, F. (2011, Mayıs 28). Bir Canavarmışım Gibi Subaylar Beni Görmeye Geliyordu. Bianet. https://m.bianet.org/bianet/azinliklar/130311-bir-canavarmisim-gibi-subaylar-beni-gormeye-geliyordu (Erişim: 28.05.2011).

Viyana’da basıldı,117 yıllık ipek harita Sivas’ta sergileniyor. (2021, Kasım 27). Ekovitrin.

Yılmaz, Ş. (2020). Kına Gecesi Ritüelinde Anlamsal İşleyiş: Çağrışımlar, Düşünyapılar, Dönüşümler. Milli Folklor, 16, No. 125, 163-176.

Kapak görseli: Photo by Jeremy Wong on Unsplash

İLGİLİ NESNELER