Giriş
Türkçede yapım ekleri bağlandıkları köklerin anlamını ve bazen türünü değiştirerek yepyeni kelimeler yaratır. Sürprizler olabilse de mantığı kavrayınca yadırgatmayan, yeni anlamın çarçabuk sezildiği kelimelerdir bunlar.
Önlük dendiğinde “ön”den başlayıp “ön”ü, yapılan işin kirinden/sürecinden/sonucundan koruyacak bir gerece ulaştığımızı biliriz. Anlamına dair akla ilk geleni ise söz edilen eylemin çeşitliliği biçimlendirir. Zira bir kasap, bir bulaşıkçı, bir hemşire önce kendi önlüğünü anımsayacaktır. Yine de bir vakitler herkesin öğrenci olmasından dolayı tüm bu kişileri buluşturan bir eksen daha vardır: Okul önlüğü. İlkokulun, evden çıkışın, milli eğitimle tanışmanın, yurttaşlığa evrilmenin, toplumsallaşmanın, yontulmanın ilk kostümüdür bu. Üniformaya, formaya varmadan öncenin kıyafetidir; çocukluğun, son çocukluğun kabuğudur.
Siyah önlük, ancak 1981’de zorunlu hale gelmişken neden kuşaklara yayılan toplumsal muhayyilede okul önlüğünün karşılığı oluvermiştir? Ve cumhuriyetin neredeyse ilk altmış yılında bir kural değilken neden cumhuriyet modernleşmesinin bir simgesine dönüşmüştür?
İnsan Yavrusundan Makbul Vatandaşa
“Siyah önlük”ün cumhuriyet tarihi içindeki yeri, anlamı ve bu anlamın seyri üzerine düşünmeye başlamadan evvel önlük, okul, çocuk gibi kavramları zıplama taşı yapmak, eğitim kurumlarındaki tek tip kıyafetin parçası olduğu beden-iktidar mekanizmasına dokunmak gerekiyor.
Michael Foucault, Hapishane’nin Doğuşu’nda (1992) “öğreten ama aynı zamanda gözeten, hiyerarşik hale getiren, ödüllendiren bir makine” olarak okulu, bedenin iktidarın nesnesi ve hedefi haline getirilişindeki rolüyle ele alıyordu. Bedenlerin biçimlendirilerek, terbiye edilerek itaatkârlık üzerinden yoğrulduğu okul, diğer kapalı disiplin kurumlarından kışla ve fabrika ile birlikte hapishanelerin çekirdeğini taşır. Bedeni denetlemenin usulü olarak kıyafet yönetmelikleri ve bunların sonucu olarak işleyen mikro-cezalandırma sistemi bu çekirdeğin önemli bir parçasıdır. Rengi her ne olursa olsun “önlük”ün işlevini, tüm bu kurumları birleştiren “şebeke” ile düşünmek gerekir.
Çocukluğu salt biyolojik bir kategori değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir tahayyül olarak ele alan Öztan, Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası1 (2011) adlı kitabında aydınlanma düşüncesiyle birlikte modern çocuk paradigmasının keşfedilişini, bu toprakların tarihinde takip ediyor. Yetişkinlerden ayrı bir özne olarak kabul edilişi Batıda ancak 16. ve 17. yüzyıldan sonra olan çocuk, ulus-devlet fikriyatıyla birlikte ailesi kadar, belki ailesinden önce “millete ve devlete ait” hale gelir. Ödevi vatansever, kahraman, çalışkan, sağlıklı, tutumlu, örnek bir öğrenci olmaktır. Bu da milli eğitimi, insan yavrusundan “makbul yurttaş”2 üreten bir tezgâha dönüştürür. “Yurttaşlık Bilgisi” dersi başta olmak üzere tüm müfredat, her nevi çocuk yayını bu tezgâhın mühim dişlilerini oluşturur. Önlük, bu tezgâhın başında giydirilir çocuklara.
Kederli Renkler, Sınıfsal Fırfırlar
Okul üniformasının, ilköğretimde siyah önlük ve beyaz yakanının tarihini geri sardığımızda 15. yüzyıla kadar uzanmak, önce İngiltere’deki, sonra Almanya ve Fransa’daki en erken üniversitelere bakmak gerekiyor. Orta Çağ’dan itibaren ilk üniversitelerde dini tedrisattan gelen öğretmenler, papaz kıyafetleri giyiyordu. Fakat yıllar içindeki sekülerleşmeye rağmen bu dini kıyafetleri andıran ağırbaşlı, “kederli” renklerde üniformalar sonrasında öğrencilere yayıldı. Bu sürecin burslu öğrencilerden başlaması, İngiltere’de ilkokul üniformalarının kökeninin üst sınıf çocuklarının gittiği büyük devlet okullarına değil; fakir çocuklarının gittiği vakıf okullarına dayanması önemli bir ayrıntı. Zengin okullarında ise önce yakalarla oynanacak, sınıf fırfırlardan fışkıracak.3
Cumhuriyet ve eğitim başlığı bir arada ziyadesiyle ele alınırken siyah önlük ve okul üniformaları üzerine yoğunlaşan akademik çalışma sayısı çok az. Zorunlu kılınması ancak 1981 yılını bulacağından, siyah önlüğün cumhuriyet tarihi boyunca seyrini anlamlandırmak, ancak uygulama izlenerek mümkün olabiliyor. Meşeci Giorgetti, Eğitim Ritüelleri (2016) adlı kitabında öğrenci kıyafetlerini tektipleştirmeye dair ilk adımı 1915 tarihli “Mekatib-i İbtidaîyeye Mahsus Talimatname”ye dayandırıyor. Yönetmeliğe göre tercih edilen kıyafet, önden düğmeli siyah bir ceket, pantolon ve fes. Birtakım belirlemeler yapılıyor olsa da yaygın yoksulluk gibi somut gerekçelere de dayandırarak, 1981 yılına kadar öğrenci kıyafetlerindeki farklara yönelik esnekliğin altını çiziyor. Yoksulluğun artışı, 1942’de yayımlanan Giyim Eşyası Hakkında Tamim’de “gittikçe ağırlaşan geçim zorluğu nedeniyle hiçbir talebenin, pahalı kumaşlardan olmamak şartiyle, okul önlüğü, kasket gibi giyim eşyası dışında elbise yaptırmaya mecbur tutulmamaları, mevcutla idare etmeleri”4 hususunun yer almasına yol açmıştı.
Bu duruma tezat biçimde baş nahiyesine gösterilen hassasiyet ise dikkate değer. Cumhuriyetin ilanından sonra 1925 tarihli “Şapka Kanunu” ile fes ve şapka ikiliği toplumsal bir fay hattının görünür yüzü olmuştu. Bu okullara, kasket ve bere giyen öğrencilerin ne şekilde selam vereceğine dair bir talimatnamenin yayımlanması şeklinde yansıdı. 1926 tarihli “Kasket ve Bere Giyen Mektep Talebelerinin Resmî Selamı Ne Suretle İfa Edeceğine Dair Talimatname” ile “öğrencilerin reisicumhur hazretlerinin karşısında, camilerde, tiyatrolarda, dershanelerde nasıl selam vereceği” tarif ediliyordu. Eğitim Ritüelleri kitabında, 1932 tarihli “Öğrenci Kasketleri Hakkında Talimatname”deki teferruat derecesini de görmek mümkün: Erkek öğrenciler için zorunlu olan kepin lacivert bir tepeliği ve düğmesi, güneş siperi olmalı, üzerine de sarı renkte pirinçten dökülmüş bir ay yıldızlı kokart dikilmeli. Öğrencinin sınıfını belirlemek için keplere şeritler dikilmesi öngörülmüş. Kız öğrencilerde kepin yerini yine sınıfın şeritlerle işlendiği, madeni ay yıldızdan kokartı olan bereler alıyor. Aynı yıl öğrenci olmayanların Maarif Vekâleti tarafından belirlenmiş kasketi giymemeleri için bir de yasa hazırlanmış; giyenler için para, hatta hafif de olsa hapis cezasına hükmedilmiş.5
“İlk Mektepler Talimatnamesi”nde (1929) öğrenci kıyafetleri ile ilgili olarak “Çocuk velilerine ağırlık vermemek şartıyla kıyafet birliği teminine imkân bulunursa tabiî iyi olur. Böyle bir çare bulunmayan hâllerde kıyafetlerin yalnız temizliğe, çalışmaya, koşup oynamaya müsait ve sıhhî olmasına dikkat etmelidir,” deniyordu. “Millî mamulâtın tercihi” şart kılınırken oğlan çocuklar için kısa pantolon, bol bir gömlek önerilmiş. Kızlara tavsiye edilen etek ve “koyu renkli bir göğüslük” ise uygulamada bildiğimiz siyah önlük ve beyaz yaka ikilisine dönüşüyordu. Meşeci Giorgetti (2016), bu noktada yabancı okulların etkisini de vurguluyor. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında kökenindeki dini katmandan bir miktar sıyrılıp sekülerleşerek Avrupa’ya yayılan siyah önlüğün Türkiye’de gelenekleşmesinde, yakın tarihlerde bu topraklarda açılan Saint Joseph ve Notre Dame de Sion gibi okulları da hesaba katmak gerekiyor. “Herhangi din ve mezhebe mensub olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabed ve ayinler haricinde ruhanî kisve taşımaları yasaktır,” cümlesiyle başlayan 1934 tarihli “Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun,” biraz da bu Hıristiyan okullarındaki rahibe ve “frer”lerin kıyafetlerini sekülerleştirmeyi hedefliyordu.
Çiçekli Basmadan Önlük
1924’ten sonraki birkaç on yıl boyunca yeni bir eğitim sistemi şekillendirmek maksadıyla farklı ülkelerden uzmanlar davet edildi. Bunlardan ilki, çalıştığı felsefe, psikoloji, pedagoji alanlarında hayli meşhur ABD’li eğitim felsefecisi John Dewey’di. 1924 yazında Türkiye’de iki ay geçiren Dewey’in raporunda önlükten bahis olması beklenemezdi; zira kendisi dayatmalar üzerine kurulu eğitimi eleştiren, disiplin yerine özgürlüğü, tecrübe ile öğrenmeyi salık veren bir düşünce insanıydı. Bakanlığa yaptığı uyarılardan biri eğitimin fazla merkezileşerek “bölgesel ilgileri ve girişimleri boğması, (…) köy bölgelerinin, çeşitli çevrelerin, çobanlık, tahılcılık, pamukçuluk, meyvecilik vb. gibi çeşitli sanatların gereksinimlerine uyacak ölçüde esneklikte olmayan, gereğinden çok, tekdüze bir milli eğitim örgütü kurulması” tehlikesine dairdi. Dewey’in bu uyarısının ve “mektebin kalbi” diye tarif ettiği “muallimler” için bir “Deneyim Okulu” kurma önerisinin, daha sonra Köy Enstitüleri’nde karşılığını bulduğu söylenebilir. Dewey’in çok önemsediği “çeviri faaliyetine hız verilmesi” tavsiyesi de, Türkiye’nin en uzun süre görev yapmış eğitim ve kültür bakanı, Köy Enstitüleri’nin de “siyasi sorumlusu”6 Hasan Âli Yücel döneminde olmuştu.
Köy Enstitüleri’nde siyah önlük varlığıyla da yokluğuyla da ayrı anlamlar taşıyordu. Fakir ülkenin, daha da fakir köylerine kurulmuş bu eğitim kurumlarında, üstelik öğrenciler okullarının inşaatında yahut bağda, bahçede çalışırken siyah önlük, en zaruri ihtiyaçlardan değildi muhakkak. Fakat tam da bu manzarada siyah önlük, sadece köy çocuklarını daha temiz, düzenli, daha ileri göstermiyor; öyle de hissettiriyordu. Okulda şahsi kıyafetlerini kirletmemek, eskitmemek için değil; bilakis onları göstermemek için ihtiyaç vardı önlüğe. Köy Enstitüleri’nden bugüne kalan fotoğraflarda toprak belleyen önlüklü öğrenciler görmek mümkün; belki kumaş yokluğundan beyaz yaka ile birlikte çiçekli basmadan önlük giyen kız öğrenciler de.
Köy Enstitüleri’nin kapanmasından sonra, bir dönem Cumhuriyet gazetesinde “eski öğretmen” mahlasıyla yazılar yazan Hasan Âli Yücel, 6 Mayıs 1953 tarihli “Çocuğa dikkat”7 başlıklı yazısında o günlerin gündemi olan kara tahtaların yeşile boyanması ve siyah önlüklerin değişmesi üzerine tartışmalara değinmiş:
“Siyah önlük, belki kiri göstermediğinden dolayı renklisine nisbetle daha az sıhhidir. Beyaz olsa daha da iyi… Çocuğun üç dört beyaz gömleği olur. Doktorlar ve hastabakıcılar gibi her gün yenisini giyerek tertemiz okula gelir. Fakat bunu yapacak maddi imkanda kaç ailemiz çıkar? Evde kadıncağızların işi yok, okula giden çocuklarının önlüklerini yıkamakla mı ömür geçirecekler? Maarifin ve okulların emekle, gayretle, bilgi ve dikkatle çözülecek önemli meseleleri dururken böyle yazı tahtalarını yeşile boyamak, çocuklara siyah önlük giydirmemek gibi tedbirler kimlerin aklına gelmektedir, bilinemez.”
Önlük İçin Sözlük: Grizet, Podya
Öztan (2011), şekilci bir yanı bulunduğunu teslim ederek tek tip kıyafetin, “Osmanlı geçmişinin aksine”, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir ulus” yaratma iddiasıyla ilişkisini kuruyor. Siyah önlüğü zengin ile fakir çocuklar arasındaki farkı azaltma, bir “eşitlik çizgisi” tutturma çabası olarak ele alıyor. Bu eşitlik çizgisinden sapmalar ise erken cumhuriyet döneminden itibaren önlük kumaşında, yaka modelinde kendini gösteriyor. Önlük bedenin tam ölçüsünde midir, çocuk seneye de giysin diye büyük mü alınmıştır? Ucuz kumaş yüzünden kullandıkça dirsekleri, oturdukça arkaları parlamaya başlar mı? Pahalıya kaçmama derdiyle seçilen kumaş ne kadar yıkansa da çocuk terini emmiş midir koltuk altlarına? Dikilmiş midir, diktirilmiş midir, hazır konfeksiyon mudur? Tığ işi yakada fazla anne eli, parası bastırılıp satın alınmadığından utandırıcı bir ev kokusu vardır. Pike kumaşı mıdır, patiska mıdır, fistolu mu? Yaka ütülü müdür, yoksa hatta kolalı mıdır? Aslında çocuklar “aynı” önlüğü giymezler.
Önlükten bir cumhuriyet simgesi yaratılacaksa, buna siyah değil; bugün adı çok bilinmese de “grizet” olanı yakışır. Grizet, önlük kumaşından daha ucuz, bugün bazılarına “çuval”ı, bazılarına “sofra bezi”ni hatırlatan, gri, kırçıllı bir kumaş. Bakanlığın yerli malı kumaştan ve aile bütçesini zorlamayacak cinsten önlük tavsiyesi nedeniyle, özellikle 1950’lerin sonuna kadar çokça çocuk, grizet önlükle aldı diplomasını. Bugün sosyal medyadaki önlük nostaljisi âleminde grizet önlüklerini ananlar, daha dar; ama, coşkulu, özel bir grup olarak duruyor. Kamuya açık bu grizet anılarından biri, tekil bir ifşaat olma zaafını taşıdığı kadar, konunun daha önce bu yanıyla ele alınmamış olmasını da vurguluyor, grizet kumaşla 6-7 Eylül Pogromu8 arasında bağ kuruyor: “1955’teki 6-7 Eylül olaylarından sonra siyah saten bulmak zorlaşmıştı ve grizet daha yaygın hale gelmişti. Genelde siyah önlük giyme şansı olan bir çocuktum ama, sanırım 1956-57 ders yılında benim önlüğüm de grizetti.” Bu iki kara günde yağmalanmış kumaş dükkânlarının, caddeler boyu üst üste yığılmış kumaş toplarının göründüğü fotoğraflar geliyor akla.
Siyah önlük-beyaz yaka ikilisinin “podye” –ya da “podya”– olarak anıldığı da bugün çok fazla bilinmiyor. İzmir ve çevresinde görülen bu kullanımın kaynağında “podya”nın Yunancadaki karşılığı var. Tıpkı Türkçede olduğu gibi bu kelime önlük anlamına geliyor ve yine çok kişi için ilk çağrışımı okul önlüğü. Mübadiller vasıtasıyla günlük dile eklenen podya/podye, o kadar yerleşmiş ki söz edilen bölgede 1980’li yıllara kadar önlüğü bu biçimde ananlara rastlamak mümkün.
Darbe, Önlük, Jean ve Robot
Siyah önlük ve beyaz yakanın adlı adınca bir mecburiyet olması için Türkiye’ye bir darbe gerekmişti. 22 Temmuz 1981 tarihli Bakanlar Kurulu kararına dayanarak 7 Aralık 1981’de Resmî Gazete’de yayımlanan “Mı̇llı̇ Eğı̇tı̇m Bakanlığı ile Dı̇ğer Bakanlıklara Bağlı Okullardakı̇ Görevlı̇lerle Öğrencı̇lerı̇n Kılık Kıyafetlerı̇ne İlı̇şkı̇n Yönetmelı̇k,” her derece ve türdeki okullarda yönetici, öğretmen, diğer görevliler ile pek tabii ki öğrencilerin kılık kıyafetinde birlik, bütünlük, uyum ve düzen sağlamak amacıyla hazırlanmıştı. Kriterler “Atatürk inkılap ve ilkelerine uygunluk,” “uygar bir çizgi,” “aşırılıklara kaçmayan” bir sadelik olarak belirlenmişti. Yönetmeliğin 10. maddesine göre ilkokullarda kız öğrenciler: “Siyah önlük giyerler, beyaz yaka takarlar. Okul içinde baş açık saçlar temiz olup düzgün taranır. Saçlar, uzatılması halinde, örülür, imkân varsa beyaz kordela takılır.” Siyah önlük ve beyaz yaka takmaları öngörülen erkek öğrencilerden başkaca beklenenler ise okul içinde başı açık gezmeleri, saçlarının kısa kesilmiş ve temiz olmasıydı. Zorunlu eğitimin beş yıl olduğu bu dönemde ortaokul öğrencileri için işaret edilen esaslar da aynıydı. “Forma.” lise ve dengi okulların meselesiydi ancak.
Önce kumaşı, sonra hazır giyimin ağırlık kazanmasıyla Sümerbank, okul çocukları için önlük üretimi denince akla ilk düşen isimlerden biri oldu hep. İlanlarında yer alan “Bu ülkede çocuklar okula Sümerbank’la başlar,” sloganı çok da mübalağa içermiyordu o yüzden. Sanayileşme ve modernleşme idealini kuşatan toplumsal bir proje olarak 1933’te hayata geçen Sümerbank, kuruluş gayesine de uygun olarak aileleri, alt gelir grubuna mensup öğrencileri giydiriyordu daha çok.
Her yıl okullar açılmadan önce başlayan “Bu yıl önlükler kaça?” tartışması gazetelerin her daim rağbet ettiği ekonomi haberlerindendi. 1980’li yıllar boyu çıkan haberlerde Sümerbank’ın bir üst gelir çıtasında en bilinen markalardan biri Balinler’di. 1964 yılında kurulan ve ağırlıklı olarak önlük üreten Balinler, hem büyük mağazalarda, hem sokak arası tuhafiye dükkânlarında olmak üzere Türkiye’nin her yanında sabit fiyattan satış yapma iddiasındaydı. Haberlerden anlaşılana göre üretime başlanan ilk yıllarda “alpaka” ya da pamuk-saten karışımı kumaşlar tercih edilmişti.
Önlükler hâlâ evlerde de dikilebildiği için pazarı genişletmek maksadı ve buna eklenen 1980’ler neo-liberalizm rüzgârı, Balinler’i reklam ve tanıtıma fazlaca önem vermeye itiyordu. Örneğin 1986 yılında öğretim yılı başlamadan evvel önlükler “disko dans grubu” eşliğinde tanıtılarak haber olmuştu. 1978 yılında önlük ve üniforma ile birlikte denim üretimine ve ihracata başlayan şirket, 1985’te “ilk Türk robotu” olarak lanse edilen “Bay Robot”9 ile bir basın toplantısı gerçekleştirmiş; 1992’de ise Sultanahmet Meydanı’na helikopterle iki bin jean pantolon atmıştı.
Bir Cumhuriyet Simgesi Olarak Siyah Önlük
Önlüklerde “mecburi siyah” çok da uzun sürmedi, çocuklardaki psikolojik etkisi (ancak) dikkate alınarak 1989-1990 eğitim- öğretim yılında yayımlanan bir genelgeyle deniz mavisi, lacivert, gri gibi renklere geçiş yapıldı.10 Genelde tercih deniz mavisinden yanaydı. 27 Kasım 2012’de çıkarılan “Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik” ile 2013-2014 eğitim- öğretim yılından itibaren –belli koşullara uymak şartıyla– serbest kıyafetin yolu açılıyordu. Okulun arması ve rozeti dışında nişan, arma, sembol, rozet ve benzeri takılar takmamak, sağlıksız, mevsimsiz yahut dar, yırtmaçlı, kısa gibi “uygunsuz” kıyafetler giymemek bu koşullardan bazıları. Yönetmeliğe göre okul içinde başın açık olma şartı bulunsa da kız öğrenciler, imam-hatip ortaokul ve liseleri ile çok programlı liselerin imam-hatip programlarında tüm derslerde, ortaokul ve liselerde ise seçmeli Kur’an-ı Kerim derslerinde başlarını örtebilecekti. 27 Eylül 2014’te yapılan değişiklikle ise ortaokul ve lisede kız öğrencilerin başörtüsü takması artık serbest oluyordu.
Siyah önlük, bugün sırtına yüklenen farklı anlamlarla simgeleşmiş görünüyor. Bunlardan ilki hiç şaşırtıcı sayılmayacak şekilde bir popüler nostalji nesnesi muamelesi görmesiyle beliriyor. Yaşanan günden hoşnutsuzluk arttıkça çocukluğa dönme iştahı büyüyor; tüm kötü hatıraları zımparalanmış, idealleştirilmiş bu mutluluk “ülkesi” geçmişten ışıldadığında, siyah önlük ortaya çıkıyor birden. Yıllar önce tüm dünyada biraz da “ilkokul arkadaşlarını” bulma vaadiyle milyonları kendisine çeken Facebook’ta Türkiye’nin dört köşesinden okul buluşma grupları mevcut. Buralarda söz illa siyah önlük giyilen günlere geliyor, fotoğraflar paylaşılıyor, Yerli Malları Haftası’na mutlaka değiniliyor. Bu grupların birçoğu zaman içinde ülke gündemine dair serzenişli paylaşımların yapıldığı mecralara evrilmiş. Bir kısmı, grup üyelerinin yaş aralığına göre, örneğin EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) kampanyasına dönmüş durumda. Tüm bu sosyalleşmelerin ortak paydasındaki siyah önlüğün bir eşitlik sağlayıcı olarak algılanmasındaki ısrar ise dikkat çekici. Yoksul ile zengin arasındaki ayrımı bulanıklaştırmada nedense siyah önlüğün başka üniformalardan ve başka renkteki önlüklerden daha mahir olduğuna dair bir kanı yerleşmiş durumda. Burada yıllar içinde büyüyen gelir adaletsizliğini, neoliberalizmin bu ülkedeki seyriyle ilişkilendirmemenin, kemikleşmeye meyilli apolitizmin izini sürmek olası.
Siyah önlük ve beyaz yakanın bu nostalji alemi içinde üstlendiği ikinci simge görevi de bir tür kuşak değişim göstergesi sayılması. Siyah önlük, uygulamanın yayıldığı uzun zamana aldırılmaksızın giyenler ve giymeyenler olarak adı konmamış bir kuşak karşılaşmasının sabiti olarak kullanılıyor. Kimi Facebook gruplarında “Lütfen mavi önlük dönemi, gruba katılmayı talep etmesin!” şeklinde öfkeli, net uyarılar görmek ya da siyah önlük giyen herkese Şapka Kanunu çıktığı zamanlar sağmış muamelesi yapılması da gayet mümkün.
Hangi yaşa gelinmiş olunursa olunsun, bir nedenden tekrar okula dönme mecburiyeti üzerine kurulu rüyalar, psikanalize muhtaç yaygın bir karabasan modelidir. Kocaman kadın ve erkekleri yetişkin bedenlerine göre dikilmiş siyah önlük ve beyaz yaka ile uyanıkken görmek ise başka bir karabasan ihtimalini haiz. Bunun da farklı türleri mevcut. Örneğin ilkokul öğretmenlerini yıllar sonra ziyaret ederken önlük giyenleri ayrı bir duygusal kategoride saymaya çalışabiliriz.11
Toplumsal hayatı gittikçe daha fazla biçimlendirmeye çalışan piyasacı İslamcılık, eğitim sisteminde yapılan bilimsellikten, laiklikten ve kamu yararından uzak değişiklikler 2002’den beri birikerek, AKP iktidarının tabanı olmayan kesimde farklı usanç tezahürleri yaratıyor. Bu yelpazenin bir ucunda siyah önlüğün sahneye girişi bazı Kemalistler tarafından siyasal İslam’a karşı aydınlanmanın, cumhuriyetin simgesi olarak göstergeleştirilmesiyle oldu. Hatta zaman içinde beyaz yakası ihmal edilmemiş siyah önlüğün bir tür Ata’ya şikâyet kostümü olarak kullanıldığı görülüyor. Bilhassa 10 Kasım’larda Anıtkabir merdivenlerinde, ellerinde Türk bayrakları taşıyan siyah önlüklü yetişkin kitlelerine denk gelmek mümkün. Bu ziyaretlerde, gözleri delik bırakılmış kartondan Atatürk maskesi takmak da mevzubahis mübalağanın akrabası sayılabilir.
İlkokul öğrencilerine her sabah okutulan “Andımız” da buna yakın bir evrim yaşadı. Ağırlıklı olarak, ne yazık ki içeriğinde bir sorun görülmediğinden ya da daha küçük bir yüzdeyle görülse dahi sadece AKP tarafından kaldırılmış olması nedeniyle, toplumun bir kesimi tarafından bağra basılan öğrenci andı, eski eğitim sistemine, “eski Türkiye”ye özlemin simgelerinden biri olarak kullanılmaya başlandı. Danıştay’ın okullarda bundan böyle öğrenci andı okunmamasına ilişkin kararını protesto eden Kastamonulu bazı yetişkin İYİ Partililer, okul önlükleri giyerek “Andımız”ı okumuştu. Bu da iki simgenin birlikte kullanıldığı çift doz örneği olarak anılabilir.12
Kontrol Travması
Üniforma, özü itibarıyla tektipleştirmeyi amaç edinirken sabit kılınmış kıstaslardan her tür sapma, doğal olarak o kıstasları belirleyerek dayatan iktidara isyan olarak ele alınıyor. 1981 yılına kadar öğrenci önlüklerindeki nüanslara gösterilen müsamahanın darbe sonrası yerini neredeyse militerleşmiş teftişlere bıraktığı söylenebilir. İlkokullarda öğretmen tarafından ansızın baskın şeklinde yapılan tırnak ve bit kontrolleri bu teftişin bir parçasıydı. Katlı kumaş mendilin üzerinde tırnaklarını denetçiye nasıl uzatacağı, çocuklara birçok elzem hayat bilgisinden erken öğretilirdi. Siyah önlüğün bütün çocukları eşitlediği yanılsamasını ve bunun üzerine kurulu nostaljiyi, bu baskınlar sırasında yoksul ailelerden gelen çocuklara muamelenin farklılığını anımsayarak değerlendirmek gerekir. Sınıfsallık, tırnağa kaçan kir nedeniyle cetvelin hangi çocukların avucunda patlayacağında kendini gösterir. Öğretmenlerin, kimlere baştan “bitli” muamelesi yaptığını faş eden aleni tiksinti taşıyan beden dillerini bazı çocuklar asla unutmaz.
Siyah önlüğün giyildiği ortaokul yıllarında bu teftiş, bayrak töreni sonrası sınıflara yürüyüşte açık bir ayıklamaya, hatta abartılmış bir teşhir sahnesine dönüşürdü. Erken ergenliğin tez elden ehlileştirilmesi gayreti, önlük modelinden saça takılan tokaya, çorapları katlama biçimine dek uzanırdı. Serbest piyasa ekonomisinin hakimiyeti arttıkça, bu askeri denetimin sorguladıkları arasına belli markalar, en azından bir “kalite” kıstası da dahil oldu. Daha ucuza bulunmuş çözümler de cezalandırılabilirdi.
Öğrenci bedeni üzerindeki bu kontrol, her daim toplumsal cinsiyet kodlarını da haizdi. Örneğin saç tıraşı, bir “erkeklik” ölçümü olarak milimetre hesaplarına dayanır. Kız çocukları, hayatlarının her evresinde daha yoğun yaşadıkları ataerkil baskıyı, bu denetimlerde de daha ağır yaşadılar, yaşıyorlar. Öyle ki etek boyu denetimi, o anki otorite temsilcisinin meşrebine göre taciz, aşağılama, damgalama, hatta öğrenim hakkından mahrum etme boyutlarına varabilir.
Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun. (1934). Resmi Gazete. https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc014/kanuntbmmc014/kanuntbmmc01402596.pdf
Bora, T. (2021). Hasan Åli Yücel. İstanbul: İletişim.
Çakmak, M. (2019). Siyah Önlük Beyaz Yakayla 32 Yıllık Vefa. Anadolu Ajansı https://www.aa.com.tr/tr/yasam/siyah-onluk-beyaz-yakayla-32-yillik-vefa/1654312
Foucault, M. (1992). Hapishanenin Doğuşu. M.A. Kılıçbay (Çev.). Ankara: İmge.
Hesapçıoğlu, M. & Meşeci Giorgetti, F. (2009). Siyah Önlük Beyaz Yakanın Kökeni. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 9 (4), 1717-1750.
Koloğlu, S. (t.y.) İlk Türk Robotunun Basın Toplantısı. Cumhuriyet.
Meşeci Giorgetti, F. (2016). Eğitim Ritüelleri. İstanbul: Yeni İnsan.
Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik. (2012). Resmi Gazete. https://mevzuat.meb.gov.tr/dosyalar/1617.pdf
Öztan, G.G. (2011). Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası. İstanbul: Bilgi Üniversitesi.
Talebe Olmayanların Mektep Kasketi Giymemeleri Hakkında 1/410 Numaralı Kanun. (1932). TBMM Zabıt Ceridesi. Dönem c.9, Birleşim 77.
Üstel, F. (2004). Makbul Vatandaşın Peşinde: II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi. İstanbul: İletişim.
Kapak Görseli: 1903 yılında Büyükada’da üniformalı kız öğrenciler, 1903. Kaynak: Salt Araştırma, Kent, Toplum ve Ekonomi, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA) Koleksiyonu [https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/7463]
- “Cumhuriyet çocuğu” imgesinin yaratılışını müfredat, çocuk edebiyatı, oyuncaklar üzerinden okumak için bkz. Öztan, 2011.
- Toplumun geleceği olduğu kadar rejimin geleceği sayılan çocuğun, II. Meşrutiyet’ten itibaren milli eğitim ve yurttaşlık bilgisi dersleriyle ve bu müfredatla beslenmiş yayınlar tarafından nasıl inşa edildiğine dair daha fazla bilgi için Üstel, 2004.
- Daha teferruatlı bilgi için bkz. Hesapçıoğlu & Meşeci Giorgetti, 2009.
- Giyim Eşyası Hakkında Tamim (1942), Meşeci Giorgetti, 2016.
- Bkz. “Talebe Olmayanların Mektep Kasketi Giymemeleri Hakkında 1/410 Numaralı Kanun” (TBMM Zabıt Ceridesi, 1932)
- Bu tamlamanın sahibi, önemli bir kamusal figür, çok yönlü bir kültür insanı Hasan Âli Yücel’in biyografisini kaleme alan Tanıl Bora’dır (2021).
- Dikkat çeken Tanıl Bora’ya teşekkürler.
- Bugün konu hakkında birçok yazıda alıntılanan resmi bilançoya göre 6-7 Eylül 1955’te 11 kişi hayatını kaybetti; yabancı kaynaklara gör ise 15.4 bin 214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul tahrip edildi, 73 Rum Ortodoks kilisesi ateşe verildi. Tahrip edilen iş yerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Yahudilere aitti.
- 29 Ekim 1985 tarihli Cumhuriyet gazetesi haberinde, 1.74 boyunda ve 70 kilo ağırlığındaki Bay Robot’un dans edebildiği, uzaya çağrı sinyalleri yollayabildiği ve çay-kahve servisi yapabildiği belirtiliyor (Koloğlu, 1985).
- Balinler’in sahibi Veysi Balin’in o günlerde Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada diğer renklerin çok tutacağını sanmadığını, siyaha tekrar dönüleceğini söylüyor. Onlar başta siyah üretime devam etmişler.
- “Siyah önlük, beyaz yakayla 32 yıllık vefa başlıklı bir habere göre; Antalya’nın Kumluca ilçesinde 7 arkadaş, ilkokul öğretmenlerini, 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla okul yıllarında olduğu gibi siyah önlük giyip, beyaz yaka takarak ziyaret etti” (Çakmak, 2019).
- Danıştay’ın okullarda öğrenci andı okunmamasına ilişkin kararını protesto eden İYİ Partililer, okul önlükleri giyerek Kastamonu’da meydanda ‘Andımız’ metnini okudu. https://www.gazeteduvar.com.tr/iyi-partililer-onluk-giyip-andimiz-okudu-haber-1517492