GAZETE
EMRE TANSU KETEN

İÇERİK

Tanım

Gazete, içerisinde haberlerin, makalelerin ve reklamların bulunduğu ve genellikle basılı halde gündelik ya da haftalık olarak yayımlanan, günümüzde web tabanlı versiyonlarının da yaygınlaştığı bir yayın türüdür (Chandler & Munday, 2018: 150). Modern anlamda gazetelerin ortaya çıkmasından önce, Avrupa’daki ticaret hayatı için önem taşıyan tek sayfalık haber bültenlerini niteleyen İtalyanca gazzetta (eski bir para birimi) ve İngilizce newsletter/newspaper sözcükleri gazetenin günümüzdeki kelime anlamına kaynak teşkil eder. Avrupa’da ilk kez 16. yüzyılda ortaya çıkan gazeteler, daha önce görülmemiş bir şekilde, toplumsal meselelerin tartışılması, siyasi örgütlenmelerin oluşması ve bunların neticesinde kapsamlı dönüşümlerin gerçekleşmesi anlamında oldukça önemli bir rol oynar. Öyle ki, Hegel, gazetenin modern insan için sabah dualarının yerini tuttuğunu ileri sürer.

Osmanlı’da Gazete

Osmanlı’da ilk gazetenin yayımlanmasının da Avrupa’daki bu siyasi dönüşümlerin hemen ertesine denk geldiği söylenebilir. 1789 Fransız Devrimi’nden altı yıl sonra, İstanbul’da Fransızca olarak yayımlanan Bulletin des Nouvelles gazetesi, Osmanlı topraklarında basılan ilk gazetedir (İnuğur, 1999: 166). Osmanlı’da yayımlanan ilk Türkçe gazete, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın gayretleriyle 1828 yılında kurulan Vakayi-i Mısriye gazetesidir. Bunu, padişah II. Mahmut’un emriyle 1831 yılında İstanbul’da yayımlanmaya başlayan Takvim-i Vakayi izlemiştir (Topuz, 2003: 13-15). Yani, Osmanlı’ya gazete bizzat devlet tarafından getirilmiştir diyebiliriz.

Vekâyi-i Mısriyye’nin Yeni İskenderiye Kütüphanesi’ndeki ilk sayısı: 25 Cemaziyelevvel 1244 [=3 Aralık 1828] Kaynak: Wikimedia []
Takvim-i Vekayi’nin ilk sayısı: Def’a 1, 25 Ca. (Cemaziyelevvel) 1247 [=1 Kasım 1831] Kaynak: Milli Kütüphane, Süreli yayınlar
Koleksiyonu / 1959 SC 66

Bunların ardından, 1840 yılında yayımlanmaya başlayan Ceride-i Havadis’in hikâyesi, gazetecilik tarihi açısından ilgi çekicidir. İngiliz Morning Herald gazetesinin İstanbul muhabirliğini de yapmakta olan tüccar William Churchill, bir gün Kadıköy’de avlanırken bir çocuğu yaralar ve ardından tutuklanır. Ancak devir kapitülasyonlarla Avrupalılara geniş hak ve yetkilerin tanındığı bir devirdir. Bu nedenle Churchill, kendisine pırlantalı bir nişan, zeytinyağı ihracı için bir ferman ve yanında gazete çıkarma izni takdim edilerek serbest bırakılır. Ceride-i Havadis’i bu izinle çıkartan Churchill, gazetesini bir süre ancak 150 tirajında tutabilir. Bunun üzerine yine devletin kapısını çalarak, kendisine aylık 2500 kuruş yardım bağlamayı başarır. Bu olay, Osmanlı’da gazetenin siyasi değerinin yanında ekonomik ederinin de ön plana çıkmaya başladığının bir göstergesidir (Topuz, 2003: 17).

1860 yılında Şinasi ve Agâh Efendi tarafından kurulan Tercüman-ı Ahval, devletten bağımsızlığı nedeniyle, gerçek anlamda ilk gazete olarak kabul edilmektedir. Gazetede siyaset ve ekonomi haberleri, makaleler, çeviriler, edebi metinler, resmi ve özel ilanlar yer alır. O dönemde henüz bir dağıtım ağı olmadığından, gazete sadece matbaanın bulunduğu hanın altındaki tütüncüde satılır. Osmanlı’daki otuz yıllık gazetecilik deneyimi ve Tercüman-ı Ahval’ın devlet imkânları dışında açtığı yol, bu tarihten sonra ardı ardına yeni gazetelerin kurulmasını sağlar.

İstibdat ve Hürriyet

Osmanlı’da gazetelerin yaygınlaşmaya başlaması, tahmin edilebileceği gibi, öncelikle sarayı huzursuz eder. Bu nedenle henüz sayıları çoğalmadan, çeşitli sansür yasalarıyla gazeteleri belli sınırlar içerisine hapsetme eğilimi doğar. 1858 Ceza Kanunu’na basınla ilgili maddeler eklenmesinin ardından, 1864’te Matbuat Nizamnâmesi, 1867’de Âli Kararname, 1876’da ise gazetelerin baskıya girmeden önce denetimini şart koşan Sansür Kararnamesi yürürlüğe girer.

1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve Osmanlı’nın ilk ve tek anayasası olan Kanun-u Esasi’ye “Matbuat kanun dairesinde serbesttir” maddesinin konulmasıyla ortaya çıkan iyimser hava kısa sürede tersine döner ve diğer her şeyi olduğu gibi basını da koyu bir karanlığa gömen ve otuz yıl sürecek olan II. Abdülhamid’in istibdat dönemi başlar. Bu dönemde sakıncalı kitaplara el konulur, gazeteler günlük olarak sansürlenir, dizgi hatası bahanesiyle gazeteler kapatılır, yazı ve haberlerde bazı sözcüklerin kullanılması yasaklanır. Örneğin, Abdülhamid’in burnu büyük olduğu için “büyük burun”, “tahtı kurusun” lafını akla getirebileceği endişesiyle “tahtakurusu,” padişahın sarayına gönderme yapabileceği için “yıldız” sözcüklerinin kullanılması yasaklanır (Alan, 2015: 21).

Tanzimat Müzesi’nden: Tanzimat Devri Süreli Yayınları, 1859-1876. Kaynak: Atatürk Kitaplığı, Albüm Koleksiyonu /Alb_000350

İstibdat döneminde gazete, saraya bağlı gazetecilerin yazdıkları ve sansür anlamına gelirken; 1908 Devrimi’yle birlikte basının üzerindeki baskı kalkar ve ardından deyim yerindeyse bir “basın patlaması” gerçekleşir. 1907 yılı sonunda Osmanlı topraklarında çıkan süreli yayınların sayısı 120 iken, 1909 yılında bu rakam 730’a ulaşır (Odabaşı, 2021: 16). Bu yıllarda bir yandan profesyonel anlamda bir gazetecilik gelişir, diğer yandan ise siyasi bir iddiası olan bütün gruplar gazete çıkarmaya yönelir. Türkçenin yanı sıra Osmanlı’da konuşulan neredeyse bütün dillerde yayın yapılır. Ancak 1912-1913’te başlayan ve Osmanlı’nın Balkanlar’daki topraklarını kaybetmesiyle sonuçlanan Balkan Savaşları’nın ardından, Türkçülük akımı ve bunun basındaki ağırlığı güçlenir.

1913 sonrasında gazete ve dergi sayısında yeniden bir artış görülür. Bunun nedeni matbuatın ticari getirisinin fark edilmesi ve milliyetçi ideolojinin yaygınlaştırılmak istenmesidir. Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de gazete, hayali bir cemaat olarak ulusun inşa edilmesinde önemli bir rol oynar. Geniş topraklarda birbirlerinden uzak bir şekilde yaşayan milyonlarca insanı, aynı tarihsel anlatı, aynı milli duygu ve ortak bir dilde buluşturmak sadece gazetenin varlığı ile mümkün olur. Benedict Anderson, ulusun inşası ile gazete arasındaki ilişki hakkında şunları söyler:

Varlıklarından emin olunmakla birlikte kimlikleri hakkında en ufak bir fikre sahip olunmayan binlerce (veya milyonlarca) kişinin, aynı ayini [gazete okumak eylemi] eşzamanlı olarak yerine getirdiğine herkesin duyduğu güven tamdır. Dahası bu ayinler bitmez tükenmez bir şekilde günlük ya da yarım günlük aralıklarla takvim boyunca tekrarlanır. Hayali bir cemaatin dünyevi, tarihsel bir saate bağlanmış bir biçimi için daha iyi bir örnek nasıl bulunabilir? (1995: 50).

Dönemin etkili aydınlarından Ziya Gökalp de gazetenin “cemiyet oluşturma”, aynı “gazeteyi okuyanlar[ın], her gün akşama kadar, zihnen aynı vakalarla meşgul” olmasını sağlama işlevine sürekli vurgu yapmış ve gazeteyi “yirminci asrın en mühim müessesi” olarak tanımlamıştır (Gökalp, 1980: 125-126). Gazetenin bu kurucu işlevine verilen önem cumhuriyet tarihi boyunca da devam eder.

Erken Cumhuriyet ve Takrir-i Sükun

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan işgal ve bağımsızlık mücadelesi döneminde gazeteler, Amerikan ve/ya İngiliz hâkimiyetini savunanlar ile bağımsızlık taraftarları olmak üzere üç parçaya bölünür. Gazetenin öneminin farkında olan Mustafa Kemal Atatürk’ün girişimleriyle Sivas’ta İrade-i Milliye, Ankara’da Hakimiyet-i Milliye gazeteleri kurulur. Bu üç grubun arasındaki siyasi mücadele, genel olarak, gazeteler üzerinden verilir.

Cumhuriyetin kurulmasının ardından basın yeniden canlanırken, 4 Mart 1925 yılında meclisten geçirilen Takrir-i Sükun yasası ile birlikte birçok gazete kapatılır, Zekeriya Sertel ile Cevat Şakir gibi gazeteciler İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanır. Günümüz Türkçesine “sessizliği sağlama yasası” olarak çevirebileceğimiz bu yasanın gerekçesi olarak, dönemin Başbakanı Recep Peker, İstanbul basınının “aşırılıklarını” göstermiştir. Yasa, sessizliği sağlamayı 1950 yılına kadar büyük oranda başarır.

Müvezzi çocuklar gazete dağıtırken, 1928 öncesi. Kaynak: 50 Yıllık Yaşantımız, 1923-1933. C. 1 (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1975), s. 177.

Bu dönem sessiz olmayıp konuşması istenenler, hükümetle birebir hareket eden gazeteciler olur. Günümüzde de devam etmekte olan “gazeteden meclise” geleneğinin temelleri bu dönemde atılır ve 1920-1938 yılları arasında kırka yakın gazeteci milletvekili olarak meclise girer (Kabacalı, 1994: 151). Gazete, cumhuriyetin kuruluş döneminden itibaren, siyasi kariyer derdindeki insanların kendilerini parlatabilecekleri bir sahne işlevi de görmeye başlar.

Dersim’e Karşı Gazeteler Tek Ses

1937-38 yıllarında gerçekleşen Dersim Tertelesi, basının tek bir merkezden yönetiliyormuşçasına, ortak bir dille ve zamanlamayla hareket ettiği olayların ilk örneklerinden biridir. İsyanı bastırmak gerekçesiyle Dersim’e düzenlenen operasyon ve ardından yaşananlar, üç ay boyunca gazetelerde kendisine hiçbir şekilde yer bulamaz. Sonrasında yayımlanan haber ve yazılar ise, hükümetin Dersimlilere şefkatli davrandığı, operasyonun amacının huzur ve refah olduğu, bölge insanına daha iyi bir hayat sunmak için göçler tertip edildiği, feodal gericilik içerisindeki bölgenin modernleştirilmek istendiği gibi söylemleri paylaşır. Direniş gösteren Dersimlileri “yılan,” “eşek,”, “köpek,” “şaki” olarak niteleyen gazetelerin bazı manşetleri şu şekildedir: “Asiler, ecnebi bir devletin müzaheretini bekliyorlarmış!” (Cumhuriyet, 16 Haziran 1937), “Derebeyliğin son ocağı da yok ediliyor” (Son Posta, 17 Haziran 1937), “Çapulcu başı şaki Seyit Rıza aman diledi” (Tan, 24 Haziran 1937) (Baran, 2014: 192-198). Dönemin iletişim şartları nedeniyle, Dersim dışında yaşayan insanların bölgede meydana gelenlerle ilgili tek bilgi kaynağının gazeteler olduğu düşünüldüğünde, basının da askeri operasyonu düzenleyenler tarafından yönetilmesinin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Gazete bu dönem, deyim yerindeyse, askeri bir araçtır.

Cumhuriyet, Son Posta ve Tan’ın Dersim manşetleri: 16, 17 ve 24 Haziran 1937. Kaynak: İstanbul Üniversitesi, Gazeteden Tarihe Bakış Projesi []

Tan Baskını’ndan 6-7 Eylül’e

Gazeteye, bazı kritik zamanlarda ajitatör rolü de yüklenir. Örneğin, 4 Aralık 1945 tarihinde, Tanin gazetesinde yayımlanan Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Kalkın Ey Ehli Vatan” başlıklı yazısı bunun ilk örneklerinden birisidir. Muhalif Tan gazetesinin sahipleri Zekeriya ve Sabiha Sertel’i hedef gösteren ve “hür vatandaşları” göreve çağıran yazının yayımlandığı gün, Beyazıt’ta toplanan kalabalık Tan gazetesi ile Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerinin binalarını yerle bir eder, ardından Sertellerin evini basmak için Kadıköy’e geçer. Olayların sonunda Serteller altı ay hapis cezası alır, cezalarının bitiminde ise yurdu terk eder (Bilgiç: 2014: 66).

Ajitatör olarak gazete on yıl sonra 6-7 Eylül 1955’te, bu kez İstanbul Ekspres ismiyle ortaya çıkar. O dönem, Kıbrıslı Rumlar ile Türkler arasında bir süredir yaşanmakta olan gerilim, İstanbul’da Rum vatandaşlara karşı tertip edilmek istenen provokasyonlar için bir bahane olarak kullanılır, 6 Eylül gününe kadar tansiyon yükseltilir. Hürriyet, Yeni Sabah ve Gece Postası gazeteleri, pogroma varana dek, Fener Rum Patrikhanesi ve Patrik Athenagoras aleyhine onlarca haber yapar. Zaten Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin başkanı Hikmet Bil, aynı zamanda Hürriyet’in yazarı ve avukatıdır. Bil, pogromu doğuracak havanın yaratılmasında büyük pay sahibidir.

Akşam’ın Tan gazetesine yapılan saldırıya dair manşeti: “Gençliğin Dünkü Tezahürleri” Kaynak: Akşam no. 9744 (05.12.1945), s. 1.
6 Eylül 1955 gecesinden sonra sokaklardan görüntüler. Kaynak: Akşam no. 13263 (07.09.1955), s. 8.

6 Eylül günü saat 13.00’te TRT, Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığını duyurur. Üzerinden çok geçmeden İstanbul Ekspres gazetesi öğlen ve akşam olmak üzere iki ayrı baskı yaparak, bu yalan haberi manşetten verir. Normal günlerde tirajı 20-30 bin arasında salınan bu bulvar gazetesi, o gün 300 bin baskı yapar. Oysa böyle küçük bir gazetenin bir günde 300 bin baskı yapabilmesi için gerekli gazete kağıdını önceden sipariş etmesi ve stoklaması gerekir. Tabii ki bunun için de böyle bir yalan haberin ne zaman kurgulanacağını önceden bilmesi. Gazetenin sahibinin Demokrat Parti’yle olan ilişkisi de şüpheleri artırır (Hür, 2008). 6-7 Eylül pogromunda ondan fazla insan ölür, onlarca kadına tecavüz edilir. Azınlıklara ait evler saldırıya uğrar, dükkanlar yağmalanır, kiliseler ateşe verilir, mezarlıklar tahrip edilir.

Devlet, siyaset ve basının çeşitli şekillerde içinde olduğu bu pogromun ardından olaylarla hiçbir alakası olmayan Aziz Nesin, Asım Bezirci, Kemal Tahir, Nihat Sargın gibi isimler tutuklanır. Suç komünistlere yıkılırken İstanbul Ekspres’in sahibi başta olmak üzere olayın aktörlerine kimse bir şey sormaz. Belki de bu yüzden, ajitatör olarak gazete, Türkiye tarihinin ileriki safhalarında da sık sık karşımıza çıkar. 16 Şubat 1969’da, Bugün gazetesi yazarı Mehmet Şevki Eygi’nin ABD Donanmasını protesto eden gençleri hedef gösteren “Cihada Hazır Olunuz” başlıklı yazısı ve o gün iki gencin sağcılar tarafından öldürülmesi, Hürriyet ve Sabah’ın hedef haline getirdiği İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Akın Birdal’ın 12 Haziran 1998’de suikasta uğraması, yine Hürriyet’in “Vay Şerefsiz” manşetinin ardından Ahmet Kaya için sürgün günlerinin başlaması ve erken ölümü, Hrant Dink’in suikaste uğramadan önce “Ermeni’ye Bak!” (Yeniçağ, 9 Ekim 2004), “Hrant’ın Hırlayışı” (Önce Vatan, 26 Şubat 2004), “Hrant Kaşıyor” (Yeniçağ, 20 Şubat 2006) gibi manşetlerle hedef gösterilmesi bu örneklerden sadece birkaçıdır.

Azınlık Gazeteleri

1934 Trakya olayları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül pogromu binlerce Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşın memleketlerini terk etmesine neden olur. Bu aynı zamanda, Osmanlı içerisinde köklü bir geleneği olan azınlık basınının da güçsüzleşmesi anlamına gelir. 1950 sonrasında azınlıklara ait birçok gazete ve dergi kapanır. Günümüzde Rum cemaatine ait Apoyevmatini ve İho, Ermeni cemaatine ait Jamanak, Nor Marmara ve Agos, Yahudi cemaatine ait Şalom gazeteleri yayımlanmaya devam etmektedir. Böylesi felaketlerin ardından nüfuslarının büyük bir kısmı göç etmiş azınlıklar için kendi dillerinde yayımlanan gazeteler haber aktarmanın çok ötesinde anlamlara sahiptir. Apoyevmatini gazetesinin sahibi Mihail Vasiliadis’in belirttiği gibi, Türkiye’de yaşamaya devam eden 600 Rum ailenin 600’ü de gazeteye abonedir (akt. Özbek, 2020). Bunun nedeni, gazetenin haber aktarımından ziyade Rumlar için bir topluluk fikrini besleyen kültürel bir simge haline gelmesidir. Bu, şüphesiz, diğer azınlık gazeteleri için de geçerlidir.

2020 yılında 112 yaşını dolduran Jamanak gazetesi, no. 10342 (1 Şubat 1936). Kaynak: İstanbul Üniversitesi, Gazeteden Tarihe
Bakış Projesi []

“Gazete Çıkarmak Çorap Fabrikası İşletmeye Benzemez”

1950 yılında Demokrat Parti’nin (DP) iktidara gelmesi ve basına dair yeni bir kanun çıkarmasıyla birlikte gazeteciler biraz nefes almaya başlasa da birkaç yıl sonra işler tersine döner ve basın üzerinde yoğun bir baskı kurulur. DP iktidarı tarafından itibar kırma, şöhrete zarar verme, kötü niyetle haber yapma “suçları” icat edilir, resmi ilanlar sadece iktidar yanlısı gazetelere aktarılır ve Dünya, Ulus, Vatan, Milliyet gazeteleriyle Kim dergisi kapatılır. 1954 ile 1958 yılları arasında gazetecilere 1161 dava açılır, bunların 238’i mahkumiyetle sonuçlanır (Topuz, 2020).

DP’yi deviren 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından, kendisine siyasi meşruiyet yaratma derdinde olan cunta, basın alanına dair demokratik yasaları uygulamaya koyar. Gazetecilerin çalışma koşullarını düzenleyen 212 sayılı kanun, gazetecilerin patronlara karşı korunmasını ve özlük haklarının güçlendirilmesini gözetir. Buna karşı, 10 Ocak 1961’te, bu yasayı protesto eden gazete patronları üç gün boyunca gazete çıkartmayacaklarını bildirirler. Patronların bu boykot kararı üzerine bir araya gelen dokuz gazetenin çalışanları üç gün boyunca, ortaklaşa şekilde, Basın gazetesini çıkartır. Gazetenin ilk sayısında yer alan başyazıda şu ifadeler yer alır: “Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez. Basın bir kamu hizmetidir” (Özsever, 2004: 40). O günden bugüne her 10 Ocak “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak kutlanır.

Dokuz Patron Olayı ve üç günlük boykot boyunca gazete emekçileri tarafından yayınlanan Basın gazetesi’nin 11, 12 ve 13 Ocak 1961 sayıları bir arada. Kaynak: Journo (09.01.2021) [] / Hasan Üstün. Babıali`de Dokuz Patron Olayı. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2000.

“Demek Komünist Gazetesi Okuyorsun!”

1960’ların sonuyla 1970’ler Türkiye siyasi tarihi açısından önemli bir dilimi ifade eder. 60’lar boyunca güçlenen işçi hareketi ve sosyalist örgütler, bu yıllarda kendi gazetelerini de yaratacaktır. Politika, Demokrat gibi günlük gazetelerin yanı sıra onlarca haftalık dergi on binlerce tiraja ulaşır. Bu dönemde gazete, sosyalist politikanın günlük kürsüsü olma işlevini görür. Bu, sadece insanların gazeteleri alıp okumasıyla değil; eski bir gelenek olan gazete satıcılarının, “yazıyor yazıyor” nidaları eşliğinde, gazetede yer alan manşet ve önemli haber başlıklarını duyurmasıyla da gerçekleşir. Sokak satışları, gazeteyi okurunu bekleyen pasif bir araç olmaktan çıkartıp kamusal alanlara gündemi taşıyan etkili bir araç konumuna getirir.

Ancak siyasi ortam o kadar serttir ki, sosyalist olma gibi bir iddiası olmayan Cumhuriyet gibi bir gazete, komünistlerin gazetesi olarak damgalanır. Bu yıllarda elinde Cumhuriyet’le ya da sağcıların okuduğu Tercüman’la gezmek siyasi saflaşmaya dair bir beyan niteliği taşır. Orhan Pamuk’un Sessiz Ev romanında Hasan’ın Nilgün’e olan tepkisi bu minvaldedir:

– Bir gazete istiyorum, Cumhuriyet!’/ – Çok şaşırdım. Aptal aptal baktım: Gazetesini alıp sanki suç ve günah nedir hiç işitmemiş bir çocuk gibi rahat rahat kapıdan nasıl çıktığına bakıyordum ki, birden elimde şişeyle ben koştum. ‘Demek sen komünist gazetesi okuyorsun!’ dedim (1996: 158).

1970’ler gazeteciler başta olmak üzere aydınlara yönelik suikastlarla anılır. Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi’nin 1 Şubat 1979’da katledilmesi, bu cinayetlerin en bilinenidir. Bu dönem siyasi saiklerle öldürülen insanların cenazelerinin gazeteyle örtülmesi, gazeteye simgesel bir anlam daha yükler. Atıf Yılmaz’ın 1976 yapımı Mağlup Edilemeyenler filminde, suça bulaşmış patronlarla mücadele eden gazeteci Murat Sözeri’nin (Cüneyt Arkın) Galata Köprüsü’nde suikasta uğramasının ardından, cenazesinin kendi çalıştığı gazeteyle örtülmesi bu simgeselliğe gönderme yapar. Yıllar sonra, 4 Eylül 1990’da evinin önünde öldürülen, 2000’e Doğru dergisi yazarı Turan Dursun’un gazeteyle örtülmüş cenazesinin fotoğrafı da, bu simgenin güçlü bir örneği olarak akıllara kazınır.

34 kişinin öldürüldüğü 1977 1 Mayıs’ı, 12 Eylül darbesine ulaşacak yolun açılmasında önemli bir katliamdır. Bu yıllarda anaakım gazeteler de darbenin temelini meşrulaştırmak için özel bir çaba harcar. Maraş, Bahçelievler, 16 Mart, Çorum, Sivas gibi katliamların ardından bu gazeteler, ülkeyi bir iç savaşın esir aldığı, hükümetin ve onun emrindeki kolluk kuvvetlerinin bu terörü engelleme açısından aciz bir durumda kaldığı ve ülkenin düzeni tekrar tesis edecek bir iradeye ihtiyaç duyduğu söylemini tekrarlar. Bu irade, kuşkusuz ordudur. Amaçlanan başarıldığında ise 12 Eylül darbesinin görsel sembolü Hürriyet’in “Ordu Yönetime El Koydu” manşetli yıldırım baskısı olacaktır.

Turan Dursun’un evinden çıktığı sırada öldürüldü ve katilleri bulunamadı, 04.09.1990. Kaynak: “Aydınlanma savaşçısı Turan Dursun 27 yıl önce bugün katledildi!” Sol [Çevrimiçi Edisyon] (04.09.2017) []

Gündelik Hayatta Gazete

Gazeteler, tirajları arttıkça ve insanların gündelik hayatlarında daha fazla yer kaplamaya başladıkça, okunmanın dışında başka işlevler de yüklenir. Söz gelimi masa örtüsüdür gazete: “Çıplak bir masanın üzerine gazete kağıdı sermiş, sucukla şarap içiyordu. Önce konuşamadı, dili dolaştı. Birkaç şişe devirdiği anlaşılıyordu” (Atay, 2008: 423).

Okunduktan sonra atılmak yerine evde istif edilen gazeteler, bazen pilavın demlenmesi için tencereyle kapak arasına sıkıştırılır, badana yaparken yerleri korumaya yarar, taşınırken mutfak gereçleri için vazgeçilmezdir; kimi zaman camları silmek, baca deliğini tıkamak, sobayı tutuşturmak için de kullanılır. “Ayıbı örtmesi” için ped ve içki şişeleri onunla sarılıp saklanır, yoksul haneleri koruması için perdesiz camlara yapıştırılır. Çoğu zaman bir esnafın iflas bayrağı olarak ortaya çıkar: “Bazı dükkanlar kapanmıştı, vitrinlerine gazete kağıdı yapıştırmışlardı. Can çekişen bir hasta gibiydi pasaj” (Altan, 2021: 28). Çocukların elinde uçurtma kuyruğu, gemi, şapka olarak oyuncak haline gelir: “O sırada, plastik tabancalı, başına gazete kağıdından şapka geçirmiş olan çocuğu çekmeye hazırlanıyordu Doğan. Tam çekmeye başlamıştı ki, izleme süresi dolmuş olan çocuk su tabancasıyla Doğan’ı bir güzel ıslattı” (Soysal, 2001: 154).

İnternet ve sosyal medyanın olmadığı çağlarda gazete, bunların, bugün yerine getirdiği birçok görevi üstlenir. Mesela, iş ve kiralık ev aramak için tek başvuru kaynağı gazete ilanlarıdır. Yeşilçam filmlerinde iş arayan karakterlerin elinde mutlaka bir gazete bulunur. İnsanlar tanıdıklarının ölüm haberlerini gazeteler sayesinde öğrenir, gündeme dair görüşlerini ifade etmek için “okur mektubu” köşelerini kullanır. Milli Piyango kazananlar listesinden, üniversite sınav sonuçlarına dek birçok önemli bilgi gazetelerden edinilir. Bunların yanı sıra, eğlence için de kullanılır gazete. Bulmaca kültürü, gazeteler sayesinde gelişir; hatta tiryakilik halini alır. Öyle ki, bazı gazeteler sırf bulmacalardan oluşan ekler çıkartmaya başlar.

50 yıldır pazarcılık yapan Beşiktaşlı Ali Baba: Gazeteden kesekağıdıyla sebze tartarken. Kaynak: Hürriyet 7 Gün [Pazar İlavesi] no. 60 (18.01.1970), s. 4.

Gazetenin Piyasa Hali

Neoliberal bir ekonomik yapıyı öngören 24 Ocak Kararları ve bu doğrultuda hareket eden askeri darbe, 1980 sonrası Türkiye’yi farklı bir mecraya sokar. Piyasalaşmanın her alanda zirve yaptığı bu yıllarda, 80 öncesinde gazetelere sağlanan kağıt sübvansiyonu kaldırılır ve gazete kağıdı 1980’ler boyunca yüzde 600’e varacak şekilde pahalılaşır. Aynı zamanda gazeteci olan ya da sadece basın alanında yatırımları olan gazete patronları, bu süreçte saha dışına itilirken; inşaat, bankacılık gibi sektörlerin zenginleri gazeteleri satın almaya başlar. 1980’lerde başlayan, holdinglerin basın sektörüne girme macerası, 90’larla birlikte zirveye ulaşır. Burada gazetelerden kâr elde etme amacı da mevcutken, temel motivasyon gazetelerin diğer sektörlerdeki yatırımlar için siyasi ve ekonomik bir araç olarak kullanılmasıdır.

Gazetelerin, patronun ekonomik çıkarları için kullanışlı bir araç haline gelmesi, gazete ile iktidar arasında daha öncesinde görülmemiş bir ilişkiyi de geliştirir. Burada, patron adına ilişkileri düzenleyen, iktidar lehine ve aleyhine haberlerin hazırlanmasını denetleyen ve medya aristokrasisi olarak anılan, aracı yöneticiler kuşağı ortaya çıkar. Ertuğrul Özkök’ün şahsında cisimleşen bu yeni yönetici tipi, bir yandan patronunun çıkarlarını korumak için gazeteciliği operasyonel bir faaliyet haline getirirken; diğer yandan gazetenin zarar etmemesi için reklam ile haber arasındaki ayrımın silinmesine hizmet eder.

Gazetelerin sendikasızlaştırılması da bu eğilimin bir çıktısıdır. Ertuğrul Özkök, elinde sendika listesiyle gazetecilerin başına dikilip, herkesi istifa etmeye zorlar, istifa etmek istemeyenleri işten atmakla tehdit eder (Bildirici, 2021: 20). Sendikal örgütlenmeyi bitirmeyi başaran patron ve yöneticiler, gazete binalarını, geleneksel olarak basınla birlikte anılan Babıâli’den şehrin uzak köşelerindeki plazalara taşır.

90’ların başında artık holdingleşen ve öncelikleri değişen gazeteler arasında çetin bir rekabet baş gösterir. Tirajını arttırmak ve en çok satan gazete sıfatına kavuşmak isteyen Hürriyet ve Sabah’ın başını çektiği bu rekabete diğer gazeteler de kendi meşrebince katılır. Bu yıllara damgasını vuran, promosyon çılgınlığıdır. Belirli sayıda kupon karşılığı “çekilişsiz kurasız” dağıtılan kitap ve ansiklopedileri tencereler, tavalar, tabaklar, bardaklar, çarşaflar; hatta televizyon ve müzik seti izler. Gazete çalışanları bu dönem, rakiplerini izleyerek, okuyuculara ne hediye edebilecekleri, promosyon savaşında nasıl öne geçebilecekleri üzerine kafa patlatır (Sazak, 2017: 115). Promosyon savaşları toplam gazete tirajlarını iki katına çıkartır (Alemdar, 2001: 244). Kupon, o yıllarda bir fenomen haline gelmiş, gazeteler artık kesilmiş bir halde istiflenir olmuş, Yay-Sat bayilerinin önündeki uzun kuyruklar normalleşmiş ve milyonlarca evin duvarlarını gazete logolu ansiklopediler kaplamaya başlamıştır.

Medyada holdingleşme, gazeteciliğin geleneksel işleyişinden radikal bir kopuşu temsil etmektedir. Mesleki değerler ve gazetecilik etiği ile birlikte Türkiye’de gazeteciliğin kendine has sembolleri de bu dönem gözden düşer. 1940’lı yıllardan beri dini bayramlarda gazete çıkartılmaması, bunun yerine bayram günlerinde, ağırlıklı olarak işsiz gazeteciler tarafından hazırlanan, Bayram isimli gazetenin yayımlanması geleneğinin tam da bu dönem yok edilmesi, 90’lı yıllarda basının yaşadığı dönüşümün bir simgesi niteliğindedir.

Milliyet’i satın alan genç işadamı Aydın Doğan hakkında, 1981. Kaynak: Erkekçe (Ocak 1981), s. 23.

Özgür Basın Geleneği

1992’de kurulan Özgür Gündem gazetesi gerek durduğu yer gerekse uğradığı baskı ve saldırılar nedeniyle Kürt gazeteciliği adına 90’lar basın tarihinde önemli bir yer kaplar. Sürekli kapatıldığı için ismi onlarca kez değiştirilen gazete, o günden bugüne “Özgür Basın Geleneği” içinde anılmaktadır. Özgür Gündem’in yayımlanmaya başladığı tarihten itibaren dört ay içinde üç muhabiri katledilmiş, aynı dönem içerisinde gazetenin yazarı ve deneyimli gazeteci Musa Anter de kontrgerilla güçleri tarafından kaçırılarak öldürülmüştür. Özgür Gündem’in kapatılmasının ardından kurulan Özgür Ülke’nin üç ayrı bürosu, ana akım medyanın ve devlet yetkililerinin hedef göstermesinin ardından, 3 Aralık 1994’te bombalanır, bu saldırılarda bir çalışan ölür, onlarca gazeteci ise yaralanır (İnce, 2014). Özgür Ülke’nin yerine kurulan Yeni Politika gazetesinin yayımlanabilen 126 sayısından 117’si toplatılmış, bugüne dek gazete yönetici ve muhabirlerine toplamda 197 yıl hapis cezası verilmiştir (Duran, 2014: 173). Türkçe gazetenin yanında Azadiya Welat isimli Kürtçe bir gazete de çıkartan bu gelenek, son olarak 15 Temmuz darbe girişiminin ardından çıkartılan KHK’larla yeniden yasaklanmış ve birçok çalışanı tutuklanmıştır. 2014 yılında Adana’da Azadiya Welat dağıtımcısı Kadri Bağdu’nun “faili meçhul” bir şekilde katledilmesi ise Özgür Basın’a karşı 90’lar konseptinin hâlâ tetikte olduğunu gösterir.

Tekrar tekrar kapatılan Kürtçe gazetelerin sonuncusu Özgür Gündem, kapatma davvası sonrası, 2016. Kaynak: Evrensel [Çevrimiçi Edisyon] [] / © Mezopotamya Ajansı

Öldürülen Gazeteciler

1990’lar, cumhuriyet tarihi boyunca gazetecilerin en çok saldırıya uğradığı ve öldürüldüğü yıllardır. Bu suikastların çoğunluğunun hedefi Özgür Basın çalışanları olmuştur ve cinayetler genel olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde işlenir. 90’larda gazetecilere yönelik düzenlenen suikastlarda devlet ile ilişkileri şaibeli olan çeşitli İslamcı örgütler ön plana çıkar. Hürriyet yazarı Çetin Emeç, Cumhuriyet yazarları Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı ile 2000’e Doğru yazarı Turan Dursun’a yönelik suikastlar, ya İslamcı örgütler tarafından sahiplenilmiş ya da suikastları onların düzenlediklerine dair güçlü bir kanı oluşmuştur. Çeşitli çıkar gruplarının ilişkilerine dair yazdıkları nedeniyle sürekli tehdit edilen ve aracına konulan bomba ile katledilen Uğur Mumcu, bir eylemi takip ederken gözaltına alınan, ardından işkence ile öldürülen Metin Göktepe ve kontrgerilla tarafından evinden kaçırılıp katledilen Musa Anter, 90’lı yıllarda gazeteciliğin ödediği bedelleri isimlerinde cisimleştiren üç gazeteci olmuştur.

1996 yılında Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen tutukluların cenazesini izlemekte ısrarcı davranınca polisler tarafından gözaltına alınan ve gözaltında dövülerek öldürülen gazeteci Metin Göktepe ve Mehmet Ülger. Kaynak: “Gazeteci Mehmet Ülger’i kaybettik” Evrensel [Çevrimiçi Edisyon] (27.11.2017) []

Havuzda Yüzen Gazeteler

AKP’nin iktidara gelmesi ve 2001 kriziyle birlikte bazı bankaların batması, 90’ların medya düzenini kökünden sarsar. Kendi siyasi geleceği için medyaya özel bir önem atfeden AKP, krizin etkisini Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) eliyle avantaja çevirir ve Star, Sabah, Akşam gibi büyük gazeteleri kendisine yakın isimlerin sahipliğine devreder. Böylece eskinin anaakım gazetelerini kendi medya cephesine katarken; diğer yandan ise zaten yanında olan İslamcı gazetelerin büyümesini teşvik eder ve cephesine katamadığı büyük gazeteleri vergi borçları, kamu ihaleleri, Basın İlan Kurumu gibi araçlarla kontrol etmeye çalışır.

2000’lerin siyasi atmosferinde gazeteler, bilhassa manşetler önemli bir rol oynar. 2008’de, üniversitelerde türban serbestliğini sağlayan anayasa değişikliğinin 411 vekilin oyuyla kabul edilmesinin ertesi günü Hürriyet’in “411 El Kaosa Kalktı” manşetiyle çıkması tartışmaların odağı olur. Yine aynı yıl, Tayyip Erdoğan’a yakın isimlerin sanık olduğu Almanya’daki Deniz Feneri davasını “Karardan Onlar Çıktı” manşetiyle gören Milliyet de iktidardan tepki çeker. Bütün bunların sonucu olarak 2009 yılında her iki gazetenin de sahibi olan Doğan Grubu’na beş milyar liraya yaklaşan rekor bir vergi cezası kesilir. AKP ile Doğan Grubu arasındaki bu savaşın sonucu, 2018 yılında Doğan Grubu’nun medya sektöründen tamamen çekilmesiyle kesinleşecektir.

15 Kasım 2007’de yayına başlayan Taraf da Türkiye gazetecilik tarihi açısından ilginç bir örnektir. “Düşünmek taraf olmaktır” sloganıyla çıkan gazete, “Aktütün’ü İtiraf Edin Demiştik… Biz Açıklıyoruz” (14 Ekim 2008), “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı” (12 Haziran 2009), “Kod Adı Kafes” (19 Kasım 2009) ve “Fatih Camii Bombalanacaktı” (20 Ocak 2010) manşetleri ve muhabir Mehmet Baransu’nun, kendisine düzenli olarak bavulla gönderilen belgelerden ürettiği haberlerle gündem oluşturmuş, bu gündemler Ergenekon, Balyoz, Kafes Eylem Planı gibi davaları beraberinde getirmiştir (Aladağ, 2013: 175-177). Gazete, burada belgelerin yayımlandığı, sonrasında ise yargıya taşındığı bir ifşa bülteni işlevi yüklenmiştir. Taraf gazetesi, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, 26 Temmuz 2016’da OHAL kararnamesiyle kapatılmıştır.

AKP iktidarı döneminde medya alanı, siyasi iktidarın çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirilmiştir. 2013’te gerçekleşen Gezi İsyanı, iktidarı hedef almasının yanı sıra AKP’nin kurmak istediği yeni medya düzeninin de en etkili eleştirisi olmuştur. Gezi’nin ilk günlerinde iktidara yakın yedi gazetenin “Demokratik Taleplere Can Feda” şeklinde aynı manşetle çıkması, anaakım olarak anılan gazete ve haber kanallarının ise Gezi İsyanı’nı görmek istememesi, tepkiyi bu medya kuruluşlarına yöneltmiş, bu kuruluşların önünde eylemler yapılmış; bunun sonucunda bu kuruluşlarda çalışan birçok gazeteci, gazete ve televizyonlarını eleştirerek istifa etmiştir. Gezi, ayrıca internetin imkânlarını kullanan alternatif medya girişimleri için de bir deney sahası işlevi görmüştür.

Ancak Gezi sonrasında, AKP, medyayı kendi lehine şekillendirme hedefini büyük oranda gerçekleştirmiştir. 2022 itibariyle medya alanı, iktidarın doğrudan yönettiği, iktidarın aracılar vasıtasıyla kontrol ettiği ve iktidara muhalif yayınlar olmak üzere üç ana gruptan oluşmaktadır. İlk iki grupta yer alan medya kuruluşları, alanın yüzde 90’ına yakın bir çoğunluğunu oluşturmaktadır (Ayan, 2019: 299). Örneğin, en yüksek tirajlı ilk on gazete içerisinden sekizi, ilk iki grupta yer almaktadır. Üçüncü grupta yer alan gazeteler ve gazeteciler ise, Basın İlan Kurumu’nun resmî ilanlarından mahrum bırakılarak, çeşitli suçlamalarla yargının hedefine alınarak etkisiz kılınmak istenmektedir. Araştırmalara göre, Basın İlan Kurumu en çok cezayı, açık ara farkla, Evrensel, Birgün ve Cumhuriyet gibi muhalif gazetelere kesmiş, AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılından 2020’ye dek en az 721 gazeteci tutuklanmıştır (Evrensel, 2020). Bunun yanında muhalif gazeteciler, bizzat en üst makamdaki yöneticiler tarafından açık olarak tehdit edilmiştir. Hedef gösterilmesinin ardından hapse atılan Can Dündar, tahliye edildikten sonra İstanbul Adalet Sarayı önünde silahlı saldırıya uğramıştır. Dündar örneğinde gördüğümüz gibi, birçok gazeteci hayatlarını tehdit edecek seviyeye ulaşan bu baskı ortamından kurtulmak için yurt dışına yerleşmiş, habercilik faaliyetlerini gittikleri ülkelerde devam ettirmeye çalışmıştır.

Gazetenin Sonu mu?

Gazeteler, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, finansmanlarının çoğunluk kısmını reklamlardan karşılar. Ancak internet ve sosyal medyanın ortaya çıkması işleri değiştirir. Potansiyel müşterileri, tüketim alışkanlıkları başta olmak üzere birçok kişisel özelliğiyle sınıflandırabilen dijital reklamcılık, henüz 2000’lerde matbu gazetelerin reklam payını aşarak gazeteciliğin 150 yıllık reklam tabanlı gelir modelini tahrip etmeye başlar (Çevikel, 2020: 21). Bunu, gazete tirajlarının dramatik bir şekilde düşüşü, dijital haberciliğin ön plana çıkması ve matbu gazetenin sonunun geldiği yönündeki yorumların yaygınlaşması izler. Bu yıllarda Türkiye’de ve dünyada onlarca gazete, basılı yayınına son verir ya da dijitaldeki yatırımlarını ciddi ölçüde arttırır.

Artık gündelik hayatımızda gazetenin eski günlerdeki gibi bir yer kaplamadığı açık bir gerçek. Bunun başat nedeni dijitalleşmeyken, ikinci bir neden olarak da AKP’nin yarattığı yeni medya düzeninin gazetecilik alanını çoraklaştırması gösterilebilir. Dijital alan, hem iktidarın denetiminden muaf bir haberciliğe ulaşmamızı sağlıyor, hem de haberlere, ertesi günü beklemeden, sıcağı sıcağına ulaşmamıza imkân tanıyor. Ancak gazetecilik kurumsallığa, kolektif ve yoğun emeğe, maddi olanaklara ihtiyaç duyan bir meslek. Bu nedenle dijitalde yapılacak gazeteciliğin yükseleceği temel, geleneksel gazetecilik modeli olacaktır. Zira, haberciliğin dijitalde sunulması, mesleğin belli başlı ilke ve yöntemlerini geçersiz kılmıyor. Türkiye tarihinde ve gündelik yaşam pratiklerinde önemli bir yer tutan basılı gazete, hayatımızdan tamamen mi çıkacak yoksa hafta sonu gazetesi gibi formatlarla yeniden hayat mı bulacak, bunu da önümüzdeki yıllar, belki de on yıllar gösterecek.

İzmir’de bir gazete büfesi, 13.10.1973: Günaydın, Yeni Ortam, Son Havadis. Sağ kenarda Gırgır, Akbaba. Kaynak: University of Wisconsin-Milwaukee Libraries, Harrison Forman Collection / fr434376 [] © Harrison Forman

KAYNAKÇA

AKP’nin 18 yıllık basın karnesi: Gözaltı, tutuklama, sansür, karartma. (2020, Ekim 22). Evrensel. https://www.evrensel.net/haber/417029/akpnin-18-yillik-basin-karnesi-gozalti-tutuklama-sansur-karartma

Aladağ, A. (2013). Sol Liberalizm ve Taraf. İstanbul: Patika.

Alan, Ü. (2015). Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı. İstanbul: Can.

Alemdar, K. (2001). İletişim ve Tarih. Ankara: Ümit.

Altan, A. (2021). Hayat Hanım. İstanbul: Everest.

Anderson, B. (1995). Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması. İstanbul: Metis.

Atay, O. (2008). Tehlikeli Oyunlar. İstanbul: İletişim.

Ayan, V. M. (2019). AKP Devrinde Medya Âlemi. İstanbul: Yordam.

Baran, T. (2014). 1937-1938 Yılları Arasında Basında Dersim. İstanbul: İletişim.

Bildirici, F. (2021). Medyanın Ombdusmanı Saray’ın Medyası. İstanbul: Ayrıntı.

Bilgiç, E. A. (2014). Kemalist İktidar ve Basın: 1919’dan 1950’ye. E. Arsan & S. Çoban (Der.) içinde. Medya ve İktidar. İstanbul: Evrensel Kültür.

Chandler, D. & Munday, R. (2018). Medya ve İletişim Sözlüğü. B. Taşdemir (Çev.). İstanbul: İletişim.

Çevikel, T. (2020). Dijital Çağda Gazeteciliğin Krizi ve Finansmanı. Ankara: Um:ag.

Duran, R. (2014). İktidara Karşı Bir Muhalefet Medyası Olarak Özgür Gündem’e Eleştirel Bir Bakış. E. Arsan & S. Çoban (Der.) içinde. Medya ve İktidar. İstanbul: Evrensel Kültür.

Gökalp, Z. (1980). Makaleler IV. Ankara: Kültür Bakanlığı.

Hür, A. (2008). 6-7 Eylül’de Devletin ‘Muhteşem Örgütlenmesi.’ Haksöz Haber. https://www.haksozhaber.net/6-7-eylulde-devletin-muhtesem-orgutlenmesi-7252yy.htm

İnce, E. (2014). Özgür Basın”ın Tutsak Yılları. Bianet. https://bianet.org/bianet/medya/160894-ozgur-basin-in-tutsak-yillari

İnuğur, M. N. (1999). Basın ve Yayın Tarihi. İstanbul: Der.

Kabacalı, A. (1994). Türk Basınında Demokrasi. Ankara: Kültür Bakanlığı.

Odabaşı, İ. A. (2021). Osmanlı Matbuat Kapitalizmi ve Milliyetçilik. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Özbek, A. (2020). Dünyanın En Yüksek Tirajlı Gazetesi: Apoyevmatini 95 Yaşında. Bianet. https://m.bianet.org/bianet/yasam/218740-dunyanin-en-yuksek-tirajli-gazetesi-apoyevmatini-95-yasinda

Özsever, A. (2004). Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci. Ankara: İmge.

Pamuk, O. (1996). Sessiz Ev. İstanbul: İletişim.

Sazak, D. (2017). İtirazım Var. İstanbul: İletişim.

Soysal, S. (2001). Yenişehir’de Bir Öğle Vakti. Ankara: Bilgi.

Topuz, H. (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi. İstanbul: Remzi.

Topuz, H. (2020). Menderes Döneminde Basın Özgürlüğü. Cumhuriyet, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/hifzi-topuz/menderes-doneminde-basin-ozgurlugu-1763781

Kapak görseli: Taksim Gezi Parkı’nda bir bankta Ermenice gazete okuyan bir adam, 1977. Kaynak: ETH-Bibliothek Zürich, Bildarchiv / Schmid, Walter / Com_L26-0286-0011-0005 []

İLGİLİ NESNELER