- Kısa Tözgeçmiş
- Göbek Deliği Annemizin Hatırasıdır
- Geceleri de Sokakları da Terk Etmiyoruz!
- Susma Haykır!
- Toplu İğnenin Açtığı Delik Ürküttüğü Kurbağaya Kesinlikle Değer
- Önce Konuşup Uyarıyoruz Taciz Devam Ederse Pataklıyoruz veya Kızılcık Sopası Ritüeli
- Mor Cepkenler
- Anıtsayaç
- Babasız Kızlar Balosu
- Öz Savunma Haktır!
- Fısıltı Halinde Sahneye Dökülenler
- Doğru Bilinen Yanlışlar (DBY)
- Son Söz: Gece Karanlıktan Korkarsan Bu Kenti Ateşe Veririz
- Kenar Süsleri
- Kaynakça
- Dipnotlar
Toplu iğneden mor iğneye mücadelenin kadın serüveni ya da feminizmin dümen suyunda alabora olan peynir gemisinin (veyahut halk arasında bilinen şekliyle şişirilmiş erkekliğin) serencamı.
Kısa Tözgeçmiş
Mor iğne,1 80’li yıllarda kadın hareketinin önde gelen yoldaşlarındandır. İğnegiller familyasının gelişkin ve feminist bilinçle donanmış, failliğiyle de oldukça ses getirmiş bir üyesidir. Kaba etine batmak suretiyle patriyarka hattının geriletilmesinde ve kız kardeşlik bilincinin yükseltilmesinde başarılı işlere imza atmıştır. Politik ve sanatsal çalışmalarında, aynı familyadan olan toplu iğneden etkilenmiştir. İlk enstalasyonu ve performansını 2 Kasım 1989’da İstanbul Şehir Hatları Vapuru’nda gerçekleştirmiştir. Ardından, benzer saldırılara verilen ve Bilal’in de anlayabileceği netlikte bir yanıt olmayı yılmadan ve özveriyle sürdürmüştür. 1980-2000 yılları arasında yükselişe geçen feminist hareketin önemli simgelerinden biridir. 12 Eylül faşizminin de panzehiridir: Darbe yıllarında direnişe geçen ender hareketlerden birinin öncü kuvveti olarak çalışmıştır. Uzmanlık alanları, gündelik yaşamda direniş, öz savunma ve öz güçlenme olan mor iğne, iyi derecede écriture féminine bilir.
Göbek Deliği Annemizin Hatırasıdır
Olmayan göbek deliğiyle tersten dünyaya gelen bir kadının, Venüs’ün öyküsü. Fonda deniz sesi, suyla hemhal küreklerin uğultuları ve yer yer korkudan mütevellit kısılmış çığlıkları; güçlü bir akıntıya yakalanmış kayığın olduğu yerde fır dönmesinin telaşlı iniltileri.
Doğuyla batının tam ortasında, İstanbul Boğazı’nda dünyaya geldim. 23 Temmuz 1908’de bir kayığın içinde. Hatta, “Neden erkek değil de kız!” diye öfkelenen babam ter ter tepinip kayık alabora olduğundan, suyun içinde (İşigüzel, 2013: 6).
Şebnem İşigüzel’in enfes romanı, Doğu ile Batı arasında mütemadiyen su almakta olan ve batayazan, akıntıya kapıldığından fırıldak gibi etrafında dönen bir kayıkta, göbek deliği olmayan bir kız çocuğunun, erkek doğmadığı için babasının öfke nöbetleri eşliğinde, tersten dünyaya gelişiyle başlar. Bir soykırımın da faillerinden olacak olan ve kız doğmakla doğmamış olmak arasında fark görmeyen, şiddetle oğlan çocuğunun olmasını isteyen, isteği gerçekleşmeyince öfkesinden doğum sırasında kayıkçıyı kürekle öldüren zalim bir baba. Babaya karşı koyan, onu püskürten, Venüs’e sahip çıkan güçlü kadınlar: Anne, hala(lar) ve tarih üstü, neredeyse ölümsüz arketipik bir kadın. Baba ve onun hegemonyasına karşı dayanışan kadınlar arasında kıyasıya bir mücadele sürer. Kadınlar, kız çocuğunun doğumunu zafer olarak görürler.
Ailemi var eden kadınların minicik birer mührü sayılabilecek olan izleriyle doğuyorum. Hiçbirimiz aile tarihimizden kaçamayız. Elbette onu geride bırakabiliriz. Ama o her koşulda orada durur. İşte ben de kaçamadığım aile tarihime göbekten bağlı, olmayan göbek deliğimle doğuyorum! (İşigüzel, 2013: 9).
Venüs bir belleğin anlatısı, kadın belleğinin ve deneyiminin hikâyeleşmiş biçimi. Anlattığı da aslında mor iğnenin öyküsü. Türk modernleşmesini toplumsal cinsiyet hattından kat ediyor: Göstergelerin serüveni Türk modernleşmesinin tarihini irdelerken, kadınlık öyküleriyse –özellikle acıların/travmaların kadınlarda bıraktığı izlerin anneden kıza kalıtsal olarak aktarılması izleği– toplumsal cinsiyet damarından ilerliyor.
Oysa kavrulmuş kalmış imparatorluğa getirilecek yalancı bahar ve özgürlükler yağmur taşıyan bulutlar gibi gece yarısına varmaz İstanbul’da olacaktı. Anayasa, meclis, herkese eşit haklar falan filan… Falan, filan kimdir seni kandıran? Çünkü bu saydıklarımdan hiçbirisi bu topraklarda benim taşıdığım doğum lekeleri, izler, acayiplikler ve kalıtsal hastalıklar gibi gözle görülür, varlığına kanıt gerektirmez biçimde beliremedi. Dünyaya gözlerimi açtığım 1908 yılında ilan edilen medeni ve insani şeyler bu ülkede gölge gibi kaldı: Üzerine bas geç! Üzerine çık çiğne! Hem var hem yok, tıpkı gölge gibi (İşigüzel, 2013: 12)!
İşigüzel, lekeler-izler-sayrılıklar ile cumhuriyetin kalıtsal “hastalıkları” arasında bir koşutluk kuruyor. Kadınların (madunların) taşıdığı izler/lekeler olumlanırken; gölge2 olarak tabir ettiği cumhuriyetin doğum lekeleriyse sorunlaştırılıyor. Kadınların (madunların) babayla ve diğer eril karakterler/figürlerle mücadelesi, demokrasi ve özgürlüklerin gölge misali varlığıyla yokluğu arasında olmayan bir farkla üzerine nakşedildiği Türk modernleşmesinin, onları kıstırdığı cenderede, farklılıklara duyarlı, hayat dolu ve eşitlikçi bir alternatif modernleşmenin mücadelesidir. Bedeli de ağırdır. Şiddetten, eziyetten, bedensel ve ruhsal bütünlüğünün bozulmasından başlar, yaşamının çalınmasına kadar uzanır. Son kertede Venüs’ün –bizi kurmacanın ve Türk modernleşmesinin labirentlerinde dolaştırırken– kulağımıza fısıldadığı ve işaretlerle (kurmaca lügatiyle gösterge de diyebiliriz dilerseniz) anlattıkları mor iğnenin kısa tarihçesidir aslında:
Bir: “Kadın,” bir mücadelenin adıdır ve bizzat bu mücadelenin ürünüdür; çünkü, onu var eden deneyiminin (mücadelesinin) izleri ve yaralarıdır, göbek bağıyla kurucu bir ataya bağlı değildir.
İki: Elindekileri kendi mücadelesiyle kazanmıştır (bkz. Doğru Bilinen Yanlış/DBY-I).
Üç: Mücadeleyle kazandıklarını her daim korumak zorundadırlar, egemen(ler) ilk fırsatta onları ellerinden almak için aportta beklemektedir.
Dört: Kadınlık ontolojik olarak güçlü bir konumlanıştır ve bu konumdan direndiği sürece etik üstünlüğe de sahiptir.
Beş: Madunluğu nedeniyle karşısındaki birleşik iktidar bloğunu devirmek için elindeki silahlar yetersiz ve zayıftır.
Altı: Kadınlar dayanıştıkları, birbirlerine kol kanat gerdikleri zaman güçleri artar ve egemene kafa tutabilirler.
Yedi: Kadınlar, çeşitliliklerini ve farklılıklarını olumlayabildikleri ölçüde diğer madunları da çapraz kesen bir direniş hattı oluşturabilir ve bunda ısrarcı olabilirlerse egemen bloğu yerinden oynatacak ve karşılıklı olarak birbirlerini özgürleştirebilecek bir potansiyeli açığa çıkarabilirler.
Labirentler dehlizlere döndüğünde fısıltılar devam eder; ancak, lafız ezoterikleştiği için bu fısıltılar, kadınlar (madunlar) dışındakiler için duyma eşiğinin altında değilse de anlama eşiğinin altındadır.
Mor iğne, sirenlerin büyülü şarkıları ve Medusa’nın yaşam dolu kahkahalarıyla birlikte bu dehlizlerde yankılanır durur, kadın mücadelesinin (yazıldığı gibi okunmaz, feminizm diye telaffuz edilir) Türkiye’deki en belirgin simgesi ve tezahürlerinden biridir. Sivri ucuna mücadele, mor ucuna özgürlük nakşedilmiştir. Aslında birer meziyet olan kusurlarıyla, kendi tarihine olmayan göbek deliğiyle göbekten bağlı ve ortaya çıktığı toprakların rayihası üzerine sinmiş olarak. Göbek deliğinin olmaması nedeniyle de doğrudan kamusal alana, sokaklara doğmuştur.
Geceleri de Sokakları da Terk Etmiyoruz!
Fonda martı sesleri, şehir hatları vapurlarının düdükleri, dalga sesleri, vapurun denizle hemhâl olmasından kaynaklı çarpma sesleri ve gürültüler… “Şimdi size harika bir ürün tanıtmak istiyorum. Şu elimde gördüğünüz Mor İğne…” Yer/zaman: Kadıköy-Karaköy Şehir Hatları Vapuru, 2 Teşrinisani 1987, bir İstanbul sabahı. “…paslanmaz çelikten olup, nikel-krom alaşımlı olup, 7 cm uzunluğundadır.”3
İçinde mor kurdeleli iğnelerin olduğu bir sepeti elinde taşıyan kadının gür sesi vapurda yankılanıyor. Rivayet odur ki, o ses özellikle gecenin sessizliğinde, boğazda yankılanmayı sürdürmekte ve o da bir siren olan deniz kızı Eftelya’nın büyülü sesiyle hemhâl olmaktadır. Kolektif bir eylem bu. “Kadın,” mevcut güç ilişkilerine meydan okuyan bir politik konumlanışın4 ifadesi olarak cumhuriyetin ikinci yarısında güçlü bir biçimde sahneye çıkıyor: “Bu şık aksesuarın aynı zamanda size sarkıntılık edenlere karşı savunmanızda bir araç olduğunu şimdi size göstereceğiz. Hareket şu.. Hiç acımadan batırın, tetanos yapmaz.”
Böylece yaşamımıza dahil oluyor mor iğne.5 Hemen ardından TÜYAP’taki “Bedenimiz Bizimdir: Cinsel Tacize Hayır” standında görülüyor.6 Mor iğneyle birlikte, eril-egemen sistemin şiddeti örtmek suretiyle önemsizleştirip doğallaştırarak, her hâlükârda müsamaha gösterilebilir bir kategori olarak tanımladığı “sarkıntılık”ın hakkın rahmetine kavuşup eril/cinsiyetçi dile defnedilmesini müteakiben, fiili/faili teşhir eden “cinsel taciz/şiddet” kavramı dolaşıma girmeye başlıyor. 20 Kasım’da, “Sokakta Cinsel Taciz” konulu panelin ardından kadınlar, “geceler de bizim, sokaklar da” şiarıyla dışlandıkları meyhane ve kahvehane gibi mekânlara topluca giderek, bir anlamda oraları işgal ediyorlar. Anaakım medya eylemi “meyhane baskını” olarak görüyor. Feminizme karşı hasmane tavrı hiç dinmeyen “sol” bir siyasetin kadın kolları imzasıyla çıkan yazısındaysa eylemciler, “meyhane muhabbetçileri” olarak eril/cinsiyetçi bir dille hedefe konuyordu.7
Susma Haykır!
“Mor iğne kampanyası” son kertede kolektif aklın ve mücadelenin bir ürünüdür. Ankaralı ve İstanbullu feministlerin ortak eylemlilikleri ve birlikte mücadele pratiklerinin bir ürünüdür. Feminist hareket yolculuğuna başladığı kentlerle sınırlı kalmamış, Adana, Antalya, Mersin, Gaziantep, Diyarbakır, Samsun ve Eskişehir gibi kentlerde de yoğunlaşarak hareketi beslemiş ve hareketin yaygınlaşmasına katkı sağlamıştır.
Kadının mücadelesini feminizm olarak tanımlamaya başladığı 80’ler, yoğun politik baskıya ve dikta rejimine karşın, kadınların eylemleriyle sokakları doldurdukları renkli yıllardır. Kadınlar, oluşturdukları gruplar, çıkardıkları dergiler, yaptıkları çeviriler ve organize ettikleri toplantılarla düşünsel olarak üretkendirler. Genç kuşaklarla köprü kurmayı ve bayrağı onlara devretmeyi becerirler. Hareket yetisi kazanan feminizm, baskı dönemlerinde muhalif/özgürlükçü mücadeleden imtina etmeyen güçlü politik damarlardandır. Sanılanın aksine sosyalizm, 80’lerde feminist hareketin can damarlarından biridir. Sosyalist kadınların, örgütlerinin cinsiyetçiliğiyle yüzleşmesi de darbeden bağımsızdır; tersine, darbe mücadeleyi örtmüştür. Ankara ve İstanbul’da kadın sorununu odağa alan tartışmalarla feminist hareket hız kazanmıştır: “Her iki kentte eş zamanlı olarak bir araya gelen kadınlar geçmiş ve gelecekle hesaplaşırken, günün gündemi de kadın hareketi olarak belirginleşmekteydi” (Bora & Günal, 2002: 15). Odaklarından biri “kişisel olan politiktir” şiarı olan bilinç yükseltme grupları, 80’lerde harekete karakteristiğini verir. Hareketin taban örgütleri olarak nitelendirilebilecek kadınlar arası bilinç yükseltme gruplarında, kadınlığa dair birçok şey sorgulanarak (Bora & Günal, 2002: 44), kamusal ve özel alan arasındaki ayrımın politik olarak sorunlaştırıldığı bir mücadele hattı çizildi. 1982’de kadın sorunlarının tartışıldığı bir sempozyum düzenlendi. 1984’e gelindiğinde artık dernek, vakıf ve şirketler üzerinden örgütlenmeye başlandı (Kökalan, 2002: 84). Gündemini kendi belirleyen feminist hareket, başarılı birliktelikler oluşturarak diğer kadın örgütleriyle kolektif çalışmalar yaptı. YAZKO’nun “kadın sorunu” odaklı toplantılarında feministler kendi adlarına konuşmaya ve kendi politikalarını örgütlemeye başladı. 1983’te Somut dergisindeki “Kadın Sayfası” ile bunun devamı geldi. Dört ay süren bu deneyim, feministlerin düşüncelerini diğer kadınlarla paylaşmalarında tetikleyici oldu (Esin, 2000: 51). Feminist bilincin oluşumunda yadsınamaz katkıları olan Kadın Çevresi, 1983’te kuruldu. Feminist yazı ve kitapları çeviren bu grup, seminerler, tartışmalar ve toplantılar organize ederek özellikle genç kuşağı feminizmle tanıştırdı.
Kadın Çevresi’nden bir grup kadın 1987’de Feminist adıyla bir dergi yayımladı. Feminist-sosyalist dergi Kaktüs ise 1988’de yayın hayatına başladı. Ankara’da, Tunus Caddesi’nde kiraladıkları bir depoyu toplantı salonuna çeviren kadınların, perşembeleri buluşarak feminist politika üzerine tartıştıkları Perşembe Grubu 1987’de kurularak, her yaştan, eğitim ve gelir düzeyinden kadınları politikleştirdi ve fanzin dergi Yeter’i 12 sayı çıkarmayı başardı. Sonradan Kadın Dayanışma Grubu adını alacak kadınlar da bir yandan toplantılarını sürdürdüler. Yola çıktıklarında kendilerini feminist olarak adlandırmayan sol siyasetten gelen örgütlü bir diğer grup “Bağımsız ve Demokratik Kadın Tartışma Grubu”dur. Kadın gruplarını bir araya getiren Feminist Hafta Sonu (Şubat 1989), “Perşembe Grubu”nun en önemli başarılarından biridir. Bu toplantı ilk defa İstanbullu ve Ankaralı feministleri buluşturarak temas etmelerini sağladı. Feminist olsun olmasın kadın mücadelesinde yer alan 2500 kadının bir araya geldiği 1. Kadın Kurultayı, Mayıs 1989’da toplandı. Feministlerle sosyalist kadınlar arasındaki tartışmalar,8 feminist kadınların kurultayı terk etmesiyle sonuçlandı.
Mayıs 1987’de gerçekleştirilen “Dayağa Karşı Dayanışma” yürüyüşü,9 sözleri ve bestesi Filiz Kerestecioğlu’na ait olan Kadınlar Vardır’ın10 da ilk kez seslendirildiği, her aşaması kadınlar tarafından organize edilen ve katılımcıların da kadın olduğu ilk kitlesel gösteridir. “Kadının sırtından sopanın, karnından sıpanın eksik edilmemesi” gerektiği yönündeki atasözüne dayanarak, bir kadının eşinden gördüğü şiddetin mahkeme nezdinde geçerli bir boşanma nedeni sayılmaması11 üzerine kadınların gerçekleştirdiği bu yürüyüş, büyüyerek bir kampanyaya12 dönüştü, özgüçlenme süreçlerine katkısı oldu (Savran, 2005). Feminist hareketin kurucu eylemlerinden birine dönüşen kampanya, Kadın Çevresi tarafından hazırlanan, tanıklıklardan derlenen ve aile içi şiddeti sorgulayan bir yayına da vesile oldu (1988).
Şubat 1989’da Ankara’da yapılan 1. Feminist Haftasonu’nda, Kadın Dayanışma Derneği’nin hazırlığını yaptığı cinsel taciz kampanyası, Ankaralı feministlerin sarkıntılığa karşı kampanyasıyla yola çıktı. Başarısız Kadın Kurultayı deneyiminin ardından Kadın Kültür Evi’nde toplanıp bilinç yükseltme grupları oluşturan İstanbullu feministler birçok eylem örgütledi. Ağustos 1989’da cezaevindeki siyasi tutuklulara uygulanan şiddetin durması talebiyle kadınları siyah giymeye çağıran kampanya, bu toplantıların ürünüdür. “Siyah Eylem” nedeniyle gözaltındaki kadınların bırakılmasını müteakiben, ucu “mor iğne”ye kadar uzanan “Bedenimiz Bizimdir; Cinsel Tacize Hayır” kampanyasında uzlaşıldı.
Dört erkeğin kaçırıp tecavüz ettiği kadının bir seks işçisi olması nedeniyle faillere ceza indirimi uygulandı. Karar, Anayasa Mahkemesi’nin önüne geldiğinde de mahkeme oy çokluğuyla 438. madde gereği bir fahişeyle iffetli bir kadının aynı kefeye konamayacağı gerekçesiyle cezada indirim yapılabileceğine karar verdi. Bu kararı müteakiben feminist örgütler yoğun kampanyalar düzenledi. Bunların sonucunda Kasım 1990’da 438. madde kaldırıldı.13 Bekâret kontrolü olarak bilinen, kadın bedeni ve cinselliği üzerindeki devlet kontrolünün/iktidarının yakıcı hâle gelmeye başlamasıyla mücadele de yoğunlaştı. Bu maksatla birçok eylem ve kampanya gerçekleştirildi. Aralık 1988’de, Genelkurmay’ın kadın memurlara bekâret kontrolü uygulamasına karşı yürütülen kampanya ve Haziran 1990’da Ankara’da başlatılan “Bekâret Kontrolüne Hayır” kampanyası bu kampanyaların öncüleridir. 1992’de iki öğrencinin bekâret kontrolü sonrası intihar etmesinin ardından protestolar yoğunlaştı. Ocak 1995’te okul müdürlerine bekâret kontrolü yapma yetkisi veren maddeye, Aralık 1997’de ise dönemin Turizm ve Çevre Bakanı Işılay Saygın’ın bekâret kontrolünü olumlayan açıklamalarına karşı yoğun protestolar gerçekleştirildi. Bu kampanyalar ve eylemler sonrasında 1998 ve 2005 yıllarında yapılan düzenlemelerle bu sorun çözüldü.14
1980’lerde ortaya çıkan farklı feminizmler, 90’lı yıllarda feminist eylem içinde birbirlerine temas ederek, farklılıkları ve benzerlikleriyle feminizm ortak paydasında mücadelelerini sürdürdü. Artan ve çeşitlenen kadın grupları arasında iletişimi sağlayabilecek Uçan Süpürge15 gibi platformlar kuruldu. 1997’de daha çok kadının siyasete girmesi hedefiyle kadın adayları desteklemek için Ka-Der16 kuruldu. 1995 yılında yayın hayatına başlayan Pazartesi,17 patronsuz ve yöneticisiz, kadın katılımına açık bir dergidir ve farklı kadın perspektiflerini sunmasıyla önemli dergilerden biri olmuştur (Kara, 2000: 67). Ankara’da kurulan “Mavi Çorap” adlı kolektif Dolaşan Mavi Çorap adlı bir dergi çıkarmıştır. “Mor Yazı” kadın grubu, 1991 yılında Eksik Etek dergisi çevresinde toplanıp erkek egemen kültürel değerleri eleştirerek çözüm önerileri sunmuştur.18
Feminist oluşumlar şiddete maruz kalan kadınların barınabilecekleri sığınakların açılmasında etkili olmuşlardır. Böylece “Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı,” 1990’da kurulmuştur. Belediyeler veya vakıflar tarafından kurulan kadın dayanışma merkezleri yine 90’ların önemli oluşumlarındandır. Ancak sığınma evlerinin çoğu, 1994’te yerel yönetimlerin çoğunu Refah Partisi’nin kazanmasıyla kapatılmıştır. Politik İslam’ın iktidara yaptığı yolculukla mobilize olan kadınlar, hareketin merkezileşmesiyle radikal konuma kaydılar. Bu konum, “Müslüman Feminizm”in oluşumuna zemin hazırlayarak onu güçlendirdi. Diğer yandan devlete karşı verdikleri mücadelede destekçileri olan feminist ve sol gruplarla kurdukları ilişkiler de bir nevi katalizör oldu. Ankaralı bir grup Müslüman kadının yazılarının, düşünsel zeminde ayrıştıkları Kaktüs dergisinde yayımlanması önemli bir temastır. 1988’deki başörtüsü eylemleri ise bir başka temas noktasıdır. Başta feministler olmak üzere sol cenahın önemli bir bölümü, kadınlara uygulanan baskı karşısında onları destekledi. Müslüman feministlerden Gonca Kuriş ortadan kaybedildiğinde de feministler hep birlikte sokağa indiler. İlerleyen yıllarda politik İslam’ın iktidar koltuğunda otoriterleşmeye başlamasıyla Müslüman/muhafazakâr feministlerin ve okuryazar kesimin kahir ekseriyeti, kendi mahalleleriyle saf tutup seslerini kısmayı yeğlediler. Eleştirel konumlarından uzaklaştıkça da eriyip gittiler. 90’lardaki dinamizmini yitiren Müslüman feministler, feminist hareketle ilişkilerini rölantiye alıp kendi kanallarından ilerlemeyi tercih ederken, Müslüman genç kadınların mobilizasyonu ise dikkatten kaçmamalıdır.
Kürt kadın hareketi egemen söylemin marjinalleştirdiği iki kimliği bir arada taşıyan kadınlardan mürekkeptir. Kürt kadınlar, bir yandan Kürt kimlikleri nedeniyle devleti karşılarında bulurken; diğer yandan da erkek egemen yapılarda kadın kimlikleriyle mücadele etmişlerdir. Kürt feminist grupları ve “bağımsız kadın platformları” 90’lı yılların ortalarında, erkeklerin ağırlıkta olduğu milliyetçi parti ve örgütlerin kadın sorununa el koymasına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Kadınların “ulusal dava” için araçsallaştırılmasını eleştirirler. Cinsiyetçilikle hesaplaşmayı ulusal birlik adına bastıran bu tutuma karşı, bağımsız bir Kürt kadın hareketinden yanadırlar. 1996’da yayın hayatına başlayan Roza ve daha sonra buradan ayrılanların yayımladığı Jujin, Kürt feminist hareketin önemli dergilerindendir. Kendilerini, Kürt kimlikleriyle Türk feminist ortamlarında, feminist kimlikleriyle de Kürt politik ortamında dışlandığını hisseden bir grup Kürt kadını olarak tanımlarlar. Bu deneyim, Kürt feminist kadınlar olarak kendi seslerine ve bağımsız bir örgütlenmeye sahip olma ihtiyacını doğurmuştur. Kürt örgütlerinin cinsiyetçiliği nedeniyle bağımsız ve güçlü bir Kürt kadın hareketinden yanadırlar (Bora & Günal, 2002: 280-281). Kadın direnişinden kadınların devrimine giden yolu, Kürt kadınlarının ikili, yoğun mücadelesi döşemiştir. Kendi örgütlerinde feminizmi dolaşıma sokmak, müzakere güçleriyle orantılıdır. Bir dönem feminizme yakın seyreden ve feminist olarak adlandırılmaktan rahatsız olmayan bu hareket, şimdilerde daha çok kendi kozasını örerek ilerlemektedir. Başta feminizmin dekolonyal ve Kürdî bir kolu olarak tasarladıkları, dergileriyle kendilerini ifade ettikleri ve tartıştıkları Jinoloji,19 şimdilerde, feminizm olmayan başka bir kadın kuramı ve aktivizmi olarak telaffuz edilmektedir. Ancak her hâlükârda Kürt kadınları, muhafazakâr-dinci [ve eril] düşünceyle mücadelelerinde geri dönülemeyecek ve dönmek istemeyecek kadar ileri gitmiş olan kadın kadroları sayesinde, parti içinde ve dışında özgürleşme süreçlerini sürdürdüler (Koç, 2012).
2000’ler, kısmen 90’larda olgunlaşan öncülerinin sistem tarafından emildiği yıllardır. Çoğunlukla söylemlerindeki radikallik, form değiştirerek anaakıma yaklaşır. Bununla birlikte, aktardıkları bilinç ve bakış açıları genç kuşak tarafından dikkate alınmış ve geliştirilmiştir. Her mecrada feminist söylemin ağırlığı vardır ve bu söylem, ister önemsensin, isterse karşı durulsun veya görmezden gelinsin, odakta durmaktadır. Yeni kuşak, küttür ve sanat ürünlerini oluştururken, düşünürken, yazarken feminizmi daha çok referans almaktadır. Akademide ciddi bir feminist literatür oluşmaya başlar. Üniversitelerde kadın çalışma merkezlerinin ve programlarının açılmasıyla feminist akademisyenlerin sayısı artar. Feminizm, akademik ve entelektüel bir potada gelişimini sürdürürken toplumun bütün kompartımanları, kadınlar tarafından artan oranda feminist perspektiften sorgulanmaktadır. 80’lerle sokaklara taşan ve 90’larla kurumsallaşan feminist hareket, 90’ların sonlarından itibaren ivmesini kaybetmiş gibi görünse de, gelişimini sürdürerek toplumsal dokuya nüfuz etmiştir. Müslüman feministlerin ve Kürt kadın hareketinin kendi mecralarına çekilme eğilimlerine karşın koalisyon politikalarından ve kesişimsellikten vazgeçilmemiştir. Benzer biçimde 2000’lerde güçlenerek kurumsallaşan ve kamusal alana müdahil olan LGBTQ hareketi, kendi gündemi ve dinamizmiyle tartışmaya dahil olmuş, özellikle trans dışlayıcı feminizm tartışmalarıyla hararet yükselmiş; fakat, yeni açılımlara da olanak sağlanmıştır. Koalisyon politikalarının ve kesişimsel dinamiğin potansiyeli, feminist ve LGBTQ aktivistlerin direnişin çekirdeğine yerleştiği Gezi’de hissedilmiştir. Bu grupların Gezi’ye sağladığı katkılar önemlidir; küfrü, direnmenin aracı olarak da kullanabilmek için cinsiyetçi saiklerinden nasıl arındırılabileceğini sorgulayan atölyelerden cinsiyetçi sloganların tashih edilmesine, erkeklikle malul direnişçi gruplarla kurulan temasta bebek adımlarıyla da olsa erkekliği sorgulamak ve dönüştürmeye vesile olmaya varana kadar, bir işgal alanının bir komün deneyimine dönüştürülmesinde de. Hâlâ sokaklarda direnen, mücadele eden, alanları terk etmeyen, haklarını sonuna kadar savunan ve bunlar için polisle karşı karşıya gelen neredeyse bu çekirdektir.
Mor iğnenin bu dönemdeki tezahürlerine hızlıca göz atacak olursak açık ara en çarpıcı olanı İstanbul Feminist Kolektifi’nin gerçekleştirdiği “Bacağını Topla Yerimi İşgal Etme” kampanyasıdır. Hızla yayılarak viralleşen kampanya, kendiliğinden bir eylemliliğe dönüşür.20 20 Mart 2021’de cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kadına yönelik şiddete karşı önemli bir kalkan olan İstanbul Sözleşmesi feshedildi. Bu süreç feminist kadınların ve LGBTQ’ların yoğun protesto ve kampanyalarına sahne oldu.
“Feminist Gece Yürüyüşü,” yine bu dönemin karakteristiğine uygun bir icradır. Türkiye’de düzenlenen en yüksek katılımlı feminist eylem olan yürüyüş, 8 Mart’ta feminist talepleri dile getirmek, kadınların geceleri ve sokakları terk etmediğini göstermek için icra edilir. Kadınlar ilk kez 1996 yılında ellerinde meşalelerle geceyi arşınladılar. İlk feminist gece yürüyüşü ise 2003’te savaşa karşı yapılmış ve 2005’ten itibaren Feminist Gece Yürüyüşü adını almıştır.21 Artık gelenekselleşen Feminist Gece Yürüyüşü, idarenin ve emniyetin bütün engellemelerine22 karşın barikatları yıkarak sürmektedir. Sonraki yıllarda Feminist Gece Yürüyüşü organizasyonlarında LGBTQ’lar da yerini aldı. Heteroseksizm, devlet şiddeti, milliyetçilik, militarizm ve ırkçılık eleştirisi, eril/patriyarkal sistem eleştirisinin yanında yer almaya başladı; Kürt kadınlarla 90’larda geliştirilen ortak eylem deneyimi Feminist Gece Yürüyüşü ile zenginleşmeye başladı, barış talebi daima canlı tutuldu ve metinleri Türkçe-Kürtçe okuma geleneği başladı.23 Yürüyüş, kesişimsel/koalisyonel politikalarıyla Gezi’nin rüşeyminin yeşerdiği mecralardan biridir. Yayınevleri ve dijital platformlar, bu dönemin hem çıktıları hem de failleri olarak hareketin içinde yer aldı. Dergi de yayımlayan “Amargi” kolektifi (2007) de bu dönemin ürünüdür.
Toplu İğnenin Açtığı Delik Ürküttüğü Kurbağaya Kesinlikle Değer
Mor iğnenin ortaya çıkışında, bir öz savunma aracı olan toplu iğnenin toplumsal/kültürel alandaki failliği önemlidir. Özellikle toplu taşıma araçlarında cinsel şiddet/tacize maruz kalan kadınların, gündelik yaşamlarında şeyleri birbirine iliştirmek için sıklıkla kullandıkları tanıdık bir nesneyi, tacizsavara dönüştürmeleriyle, kuşaklar boyunca icra edilecek ve aktarılacak bir kadın deneyimi ortaya çıkmış oldu. Yakalarının veya çantalarının kenarına iliştirilen toplu iğne, “kadın kuvvetlerinin”24 nişanesi gibidir. Sivri ucunda tacizciyi taşır; taciz, iğnenin toplu ucunda birikir ve iletken olmadığından failin kendisine bir şok olarak geri döner. Cinsel taciz, utancı ve suçluluk duygusunu maruz kalana yükleyebildiği ölçüde etkilidir. Toplu iğne yalıtkan olduğundan, iğnenin topunda yön değiştiren utanç, tacizcinin kaba etinden girmek suretiyle başka uzuvlarda unutulup kalan aklı tekrar başa sokar.25 İğnenin yaptığı, failin ve arkasına sığındığı eril-egemen ideolojinin ifşasıdır ve son kertede kadının güçlenmesine vesile olur.26 Bu nedenle iğne, sıklıkla birbirinin sesi olmak, birbirine arka çıkmak ve birlikte güçlenmek anlamına gelen kız kardeşliğin farklı formlarında ortaya çıkar.27
Önce Konuşup Uyarıyoruz Taciz Devam Ederse Pataklıyoruz veya Kızılcık Sopası Ritüeli
Bu formların en şenlikli ve etkili örneklerini şişkin eril egoların [egemen güç ilişkilerinin sorunsuz işleyebilmesi için söylemlerin dolayımında şişirilmek ve performatif olarak yinelenmek suretiyle doğallaştırılır –ki hafif kısık bir gözle azıcık yamuk bakılsa, eziklikle malul olduğu su yüzüne çıkacak bu acınası şişirme işlemine yaşadığımız topraklarda “hadi oğlum göster bakiim amcalara pipini” adı verilir– ve o çocuk, yaşamı boyunca her istendiğinde pipisini (çünkü fallusun yok şey olduğunu kalbinin derinliklerinde her daim bir burulma olarak hisseder) göstermekle mükelleftir veyahut zaten bir gazdan ibaret olduğu için onu ikame edecek bir şeyi masaya koyarak el yükseltmek zaruretindedir], kız kardeşlik sofrasında patlatılmak suretiyle gazının alındığı vakalardır. Çoğumuz duymuşuzdur kendilerini hizaya sokmaya, taciz etmeye çalışan eril bireylerin izole edilerek (toplu taşıma aracından indirerek vb.), yaptığının aslında ne olduğunun uygulamalı olarak öğretildiği vakaları.
Bu vakaların aşağı yukarı ortak noktası, ortak bilince sahip, birlikte mücadele eden, birbirine kol kanat geren bir grup genç kadından oluşmasıdır, spor takımları gibi. Sivri şapkalarıyla yaşamımıza dahil olan Kampüs Cadıları’nın bu bağlamda önemli bir yeri var. Rastlantısal olarak değil; ama, bilinçli ve ideolojik olarak bir arada duran bu oluşum, kız kardeşliğin politik bir tezahürü olarak belirdi. O günden itibaren de etkili biçimde mücadelesini sürdürüyor. Kampüs Cadıları’nın mor iğne olmaları hasebiyle bahsimize dahil oldukları cüz ise, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin meşhur “Orta Bahçe”sinde gerçekleştirdikleri “Edepsizi Evcilleştirmek28 ” veya namıdiğer kötekleme performansı. Cinsel şiddeti veya kadın düşmanlığını kendinde hak gören her fail, erkeklik performansı orta yerinden kırıldığında, yani pipisini gösterirken paranteze alındığında, “fail çıplak” sesleri kulağında Büzürk makamından29 yankılanırken, kalabalığın orta yerinde cıbıldak bir bebe olduğu gerçeğine katlanmak zorunda kalır. Baştan söyleyelim, bu durumdaki her fail hem mağdurdur hem de katıksız bir biçimde masumdur, kabahati şiddetini ve nefretini yönelttiklerinde bulur. Eyleminin sorumluluğunu ise hiçbir biçimde almaz.30 İşin en acı tarafı ise, muhtemelen bunun hiçbir zaman farkına da varmaz, bu nedenle beslendiği ve içinde semirdiği eril-egemen iktidarın ona verdiği yetkiye dayanarak hiddet ve şiddeti geometrik olarak artarken, duygusal olarak amcalara pipisini gösteren yarı çıplak bir bebe aşamasında çakılır kalır. Münker ve de Nekir’i de, aynı şekilde, ifadesini unutmamak için tekrarlayarak bekler durur. Eski kız arkadaşını taciz ettiği için DTCF Orta Bahçe’de Kampüs Cadıları tarafından evrile çevrile (kelimenin tam manasıyla tekme-tokat) pataklanan Ersel Ç. de, ona sorulduğunda sütten çıkmış bir ak kaşık olduğunu beyan etmiştir. Küçük bir farkla kaşık olduğu doğrudur: Feci şekilde marizlendiği için egosu örselenmiş bir kaşık.31 Kampüs Cadıları için münferit bir eylem olsa da, dünyanın diğer coğrafyalarında benzer işlevler üstlenen bir kadın dayanışması ve öz savunma örneği olarak atlanmaması gereken bir vakadır.32 Kimilerimizin düşündüğü gibi ekstrem değil; “Toplu İğne Kuşağı”na göre daha cesur ve efektiftir.
Mor Cepkenler
Toplu iğne kuşağı öncesi bir örneğe göz atmanın sırasıdır. Mor cepken etkisi artık solmuş, aile içi şiddeti önlemede bir nevi toplu iğne işlevi görmüş etkili bir Yörük geleneği. Yakından bildiğimiz ifşa mekanizmasının simgesel bir izdüşümü aslında. Mor cepkeni giyip görünür bir yere oturan kadın, eşinden şiddet gördüğünü beyan etmiş oluyor. Beyanı esas kabul eden obanın kadınları mor cepkenli kadının yanında saf tutarak, onunla dayanışıyor. Şiddeti uygulayan kocaysa toplumdan izole ediliyor, kimseye bakacak yüzü kalmıyor. Kadınlar evlenirken çeyiz sandıklarına ilk koydukları mor cepkenin yeri ayrıcalıklı. Kadının özgürlüğünün ilanı ve eşini boşadığının bir göstergesi. Kadın yeniden evlenme hakkına sahipken, şiddet uygulayan kocaya kesilen cezaysa asla yeniden evlenememesi. Artık işlevi kalmayan mor cepken, kadın soylu göçer geleneklerinin bir uzantısı gibi duruyor.33 Cansel Karacan, Osman Şahin’in Mor Cepken ve Kamile Yılmaz’ın Mor Cepkenli Kadınlar isimli kitapları vasıtasıyla ilgisine mazhar olan bu geleneği, belgesele çevirmek için kolları sıvamıştır.34 Belgeselden söz açılmışken Melek Özman’ın, tam da mevzumuza parmak basan filmi, İsyan-ı Nisvan’ın35 adını anmamak olmaz.
Sanatçı Zeren Göktan’ın 2013 yılındaki “Sayaç” sergisinin dijital parçası ve bir karşı anıt olarak devamıdır. Türkiye’de kadına yönelik şiddet nedeniyle ölen kadınların adeta dijital boncuklar gibi dizilerek, bu kadınların gazetenin veya haber kuşağının içine/sayfasına sıkışmış bir isimden ibaret değil; kocaman birer yaşam olduklarını anımsatan, iyi düşünülmüş kıymetli bir sanat-anıt. Önce anti-sayaç olmasını, sonra da en kısa zamanda yerin dibine batmasını gönülden murat ettiğimiz bu sayaç, toplumun kadına yönelik şiddetle yüzleşmesi hedefiyle 2008’den beri işlenen kadın cinayetlerinin çetelesinin tutulduğu, hiçbir kadının öldürülmeyeceği meçhul bir zamana kadar devam edecek bir çalışma. Birhan Keskin ve Aslı Serin’in aynı adla yazdıkları şiir şöyle biter: “Bütün kadınlara bundan böyle başka türlü ‘ateşli’ olmayı/ ‘şiddetle’ öneriyorum Aslı/ Çıkıp iki oda bir salondan/ Ateşli silahlar elimizde, Uma’nın kılıcı belimizde,/ Savunma ve dövüş sanatlarında ustalıklı./ anitsayac’ta bu kadar kadın ismi yeter,/ Yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan.”
Babasız Kızlar Balosu
Aynı adlı şiirini “Babanız sizi sevdi de ne oldu?/ Korkak, kör ve bok gibisiniz” diye bitiren Perihan Mağden (2001: 63), Pazartesi dergisi için yazdığı “Babasız Kızlar Balosu” adlı şenlikli yazısını da “Babasız kızlar geliyor. Taş taş üstünde komayacaklar” (1997: 22) diye noktalar. Bu yazısında Mağden, kadınların aile içinde ve babaları tarafından sevgi kisvesi altında iğdiş edildiği fikrindedir. Bu bağlamda babasızlık önemli bir metafordur. Geleceği kuracak olanınsa sayıları her geçen gün artan ve ruhları iğdiş edilmemiş bir büyük çete olan babasız kızlar olacağının altını çizer. Bu çete diğer ötekilerle/madunlarla kesişerek büyüyor, her geçen gün zıvanadan daha fazla çıkıyor, sokaklara el koyuyor, yaşamı ve özgürlüğü birlikte örmeyi sürdürüyor.
Babanın reddi, otoritenin, iktidarın, kutsalın reddidir. Her türlü otorite figürüne, bilaistisna her kutsala fako fak (Bingölçe, 2001: 61) demektir. “Babasız kızlara delice güveniyoru(z). Öyle şeyler bekliyoru(z) ki onlardan” (Mağden, 2001).
Öz Savunma Haktır!
Pulbiber Mahallesi’nde Madak’tan öğrendiğimiz üzere, Amazon bir savaşçının popüler bir temsili olan “Zeyna,” kadın mahkûmların en sevdiği TV dizisi karakteri37 (2014: 23). Bahadır (2014), ölümden korunmak için özgürlüğünü feda eden, parmaklıkların arkasında ölüm tehdidinden uzak yaşadığı için de tutsaklığın onlar için handiyse bir özgürlük alanı olduğu bu kadınları anlatıyor. Elinde kılıcıyla güçlü bir Amazon kadınının duygusal karşılığını, nasıl bir arzuya seslendiğini kavramak zor olmasa gerek. Hasmane bir dünyada ölüme karşı yaşamın, esarete karşı özgürlüğün, savaş ve sömürüye karşı barışın saflarında mücadele ediyorsanız, üstüne üstlük cins kırımı bir normsa, öz savunma sadece bir hak değil; aynı zamanda zarurettir. Bu bağlamda, sistematik tecavüzcüsünün ve müstakbel katilinin kesik kafasını köy meydanına bir anıt gibi diken Nevin Yıldırım38 Zeyna’nın heykeli dikilesi bir tezahürüdür.
Fısıltı Halinde Sahneye Dökülenler
Sahne boştur, çünkü Satenik’in bir şarkısı perdelere takılı kalmıştır, Hıranuş ile Virjinya’nın diyalogları eski kostümlerden birin yırtığına sığınmıştır. Hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkarlar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler (Taner, 1996: 120-121). Kısa tabiriyle bastırılanın geri dönüşü. İşin ironik yanı, 100. yılını taze bitirdiğimiz Cumhuriyet, hâlâ modernleşme krampları yaşarken, cumhuriyetin alternatif öyküsünü birlikte yazabilecekken denklemden çıkarılmış halklar kendi modernleşmesini handiyse tamamlamışlardı. Sesleri kısılsa da gerçek ortadadır, feminizmle daha önce tanışmışlar, mücadeleyi yükseltmişlerdir39 . Maddemizin kapsamı geniş tutulabilseydi cumhuriyetin sesini bastırdıklarını duymaya çabalamak elzem olacaktı. Örneğin hayal mahsulü bir şehir efsanesi olan Baltalı Hamo başlığı altında, imparatorlukta yaşamış kadın kabadayıları görmek keyifli olabilirdi. Dünyanın ilk kadın savaş pilotunun aslında hayatta kalan bir “kılıç artığı” olduğu savının, bir başka “kılıç artığı” araştırmacının tabutuna çakılan ilk çivi olduğunu görmek ziyadesiyle tatsız olabilirdi. Mustafa Kemal’in safında mücadeleye katılan “Kadın Efeler”in varlığı bir vaka; ama, boş sahnede bir pervaza sinmiş Eleni Çavuş’un40 varlığı da bu toprakların husule getirdiği kadını anlamak için gereklidir. 80’lerle birlikte serpilen feminizmin bastırılana karşı duyarlı olduğunu ve bu seslerin feminist hareket için kurucu değeri olduğunu söyleyerek bu bahsi üzülerek kapatayım.
Doğru Bilinen Yanlışlar (DBY)
DBY-I: Cumhuriyet kadınlara bir şey bahşetmez. Osmanlı’da, donanımlı kadınlardan mürekkep güçlü, örgütlü ve çeşitli bir kadın mücadelesi mevcuttu. Kırk civarında dergi yayımlanıyor. Cumhuriyetin kurulmasıyla da mücadelesini hız kesmeden sürdürüyor kadınlar. Örneğin, Kadınlar Halk Fırkası’nın, Cumhuriyet Halk Fırkasından önce kurulduğunu; ancak, cumhuriyetin eşinin yanında aksesuar olarak duran kadın anlayışına halel getireceğinden, bunun gibi ruh ikizi oluşumların bile şu ya da bu yöntem ve vesileyle kapatıldığını unutmamak gerekiyor. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde kadınlarla ilgili yapılan reformlar, kadınları, ailenin merkezinde olduğu erkek egemen sistemden koparmayı düşünmemiştir (Koç, 2012). Ezcümle, eril-egemen kadın imgesine ve kurgusuna sığmayı reddeden kadın, kendi mücadelesiyle elde ettiklerini yine kendi mücadelesiyle korur ve geliştirir. Osmanlı’dan 80’lere taşınan feminist mücadele de maalesef maddenin sınırları dışında kalıyor. 80’lerle birlikte yeni bir aşamaya geçen feminist hareketin, kendini önceleyen mücadelelerin mirasını taşıdığını söyleyerek bu bahsi üzülerek kapatayım (Durumdan vazife çıkarılabilecek bu formülün tüm diğer halklara da uygulanabileceğini lütfen unutmayın).
DBY-II: Feminist hareket kolonyal bir bakiye ve mücadeleyi bölen bir burjuva unsur değildir. 80’lerle birlikte sokağa çıkan hareketin kurucu damarlarından biri, sol-sosyalist mücadelenin içinden gelen kadınlardır. Sol siyasetlerin taammüden ve çok sert bir biçimde bastırıldığı dönemde kadınlar, kendilerine konfor alanı yaratmak yerine, mücadelelerini yaşamsal gördükleri kanallarda sürdürmüşlerdir. Feminist hareketin bu toprakların mirasını yüklenen, kendine özgü renkleri ve dokusu olan bir taban hareketi olduğunu söyleyerek bu bahsi de kapatayım.
DBY-III: Tacizci-tecavüzcü erkek ille alt sınıftan veya “Kürt” inşaat işçisi gibi yabancı biri değildir; hatta çoğu zaman değildir. Tacizi-tecavüzü bu imgeye indirgeyen söylem, katıksız ideolojiktir. Taciz-tecavüz failleri ekseriyetle ailenin savunmasız bıraktığı alanlarda yeşerir, tanıdıklarca gerçekleştirilir. Tacizci-tecavüzcü cahildir söylemi ideolojik bir indirgemedir, nice entelektüelin taciz/tecavüz vakaları malumumuzdur, ki bu, buzdağının görünen kısmıdır. Entelektüel erillik, bütün boşlukları itina ile kapatarak ve izlerini çok iyi örterek ilerler, tehlike anındaysa ilişkilerini ve entelektüel yatırımını kullanarak darbeyi yumuşatıp sıyrılmayı iyi bilir.
Son Söz: Gece Karanlıktan Korkarsan Bu Kenti Ateşe Veririz
Tezer Özlü, Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde “Ölüyorum, devrimci mücadeleyi bensiz sürdürün” (2014: 52) diyor. Yaşamın son eşiğinde de olsa (belki de o nedenle) devrimci mücadelenin önemine vakıf olmuş roman kişisinin vasiyeti gibidir bu. LASTESIS, Şilili bir feminist/aktivist sanat kolektifi. Performanslarından biri (A Rapist in Your Way) hızla yaygınlaştı, tüm dünyada kadınlar tarafından yüzlerce kentte icra edildi. Son söz onlardan gelsin: “Devrim ve gelecek feministtir ve öyle kalacaktır” (LASTESIS, 2023: 2).
Kenar Süsleri
Yolculuğuna dijital bir ansiklopedi projesi olarak başlayan 100 Sene 100 Nesne’nin yolu, madde bazında kardeş platformlarla zaman zaman kesişiyor. Mor iğnenin bu yolculukta muhabbet etmekten keyif aldığı değerli dijital platformları kenar süsü kod adıyla bulabilirsiniz.
Anıtsayaç
http://anitsayac.com/
Feminist Bellek
https://feministbellek.org/
Aramızda
https://aramizda.org.tr/
ÇatlakZemin
https://catlakzemin.com/
Sosyalist Feminist Kolektif
http://www.sosyalistfeministkolektif.org/
Kadın Kültür ve İletişim Vakfı
https://www.pazartesidergisi.com/
Kadın Eserleri Kütüphanesi
http://kadineserleri.org/
AĞ-DA
https://ag-da.org/
İstanbul Toplumsal Cinsiyet Müzesi
http://www.tohumekenlerfidedikenler.istanbulgendermuseum.org/
5Harfliler
https://www.5harfliler.com/
Tacize Karşı Mor İğne
http://morigne.blogspot.com/
Karşı Radyo
https://karsiradyo.com/
Şenlik
https://senlik.org/
Bahadır, B. (2014). Ölü Kadınlar Memleketi. Ankara: Ayizi.
Bingölçe, F. (2001). Kadın Argosu Sözlüğü. İstanbul: Metis.
Bora, A. (2011). Feminizm Kendi Arasında. Ankara: Ayizi.
Bora, A. & Günal, A. (2002). 90’larda Türkiye’de Feminizm. İstanbul: İletişim.
Colectivo Lastesis. (2023). Set Fear on Fire: the Feminist Call that Set the Americas Ablaze. Londra: Verso.
Ekmekçioğlu, L. & Bilal, M. (2006). Bir Adalet Feryadı. İstanbul: Aras.
Esin, Ç. (2000). Feminism, Women’s Movement(s) and Women’s Organizations. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara: ODTÜ.
İşigüzel, Ş. (2013). Venüs. İstanbul: İletişim.
Jung, C. (2003). Dört Arketip. İstanbul: Metis.
Kadın Çevresi (1988). Bağır! Herkes duysun. İstanbul: Kadın Çevresi Yayınları.
Kara, N. (2000). Feminist Kadın Hareketleri ve Medya. (Yayımlanmamış Doktora Tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi.
Koç, H. (2012). Muhafazakarlığa Karşı Feminizm. İstanbul: Destek.
Kökalan, F. (2002). 1980 Sonrası Türkiye’de Kadın Çalışmaları. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Muğla: Muğla Üniversitesi.
Madak, D. (2014). Pulbiber Mahallesi. İstanbul: Metis.
Mağden, P. (1997). Pazartesi Yazıları. İstanbul: İletişim.
Mağden, P. (2001). Dünya İşleri. İstanbul: Everest.
Özlü, T. (2014). Çocukluğun Soğuk Geceleri. İstanbul: YKY.
Savran, G. (2005). 80’li Yılların Kampanyaları ve Özel Alanın Politikası. Amargi, 81-101.
Taner, H. (1996). Sersem Kocanın Kurnaz Karısı. İstanbul: Bilgi.
Kapak görseli: Mor iğne Kaynak: Blogspot / Tacize Karşı Mor İğne [Kampanya Bloğu] (2008) []
- Kampanya detayları için: http://morigne.blogspot.com
- Gölge, Jung’un arketipik yaklaşımının temel kavramlarındandır. Toplumsal/kolektif okumalara olanak veren yaklaşım Türk modernleşmesine büküldüğünde, üzerine basıp geçilmenin (ki bu kısmı da doğrudur) ötesinde, kolektif kimliğin (kolektif persona) daha derin ve bundan çok daha karanlık bir (Jungyen tabirle) kolektif gölgeyle birlikte yaşadığını görebiliriz. Bu bağlamda İşigüzel’in tespiti önemlidir. Toplumun karanlık yüzü olan gölge, bastırılmış düşüncelerden, korkulardan, arzulardan, toplumsalın içeremeyeceği eğilimlerden ve kolektif suçluluğun ürettiği utançtan mürekkeptir. Jung’a göre bunun ilacı, gölgeyle (kurucu karanlık) yüzleşmektir (Jung, 2003)
- Bu uzunluk, iğnenin suç aleti kapsamına girmemesi için secilmiştir.
- Feminist hareketin, kuramsal ve eylemsel olarak katettiği güzergâh, kadın kimliğini özcü yaklaşımlardan azade değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Kuşkusuz, diğerlerinin yanında bu tutum, daima tartışmanın (dolayısıyla gelişimin) bir bileşeni olmayı sürdürecekse de, bu yazı kesişimsel feminizmler ve koalisyon/dayanışma politikaları zaviyesinden kadını, her türlü özcülükten ayrı stratejik-politik bir konumlanış/konumsal bir kimlik olarak değerlendirmektedir.
- Mor iğne ile ilgili iki önemli tanık (Demet Demir & Handan Koç), Karşı Radyo’dan dinlenebilir: https://soundcloud.com/karsiradyo/mor-igne-kampanyasi-demet-demir-anlatiyor & https://soundcloud.com/karsiradyo/mor-igne-kampanyasi-handan-koc-anlatiyor?ref=clipboard
- Kampanyayla ilgili Kaktüs’te yayımlanan yazı için: https://www.pazartesidergisi.com/pdf/Kaktus9.pdf
- Kaktüs’te yayımlanan yanıt için: https://www.pazartesidergisi.com/pdf/Kaktus10.pdf
- Tartışmalar, kimi zaman oldukça verimsiz mecralarda sürüyorsa da, kadınların örgütlerinde yürüttükleri mücadele, kadın mücadelesinin yüksek enerjisi ve gelecek vaatleri, sol siyasetleri metazori de olsa, kısmen feminizme bükmeyi becermiştir.
- Kadın Çevresi yayını Feminist’in gözünden yürüyüş: https://www.pazartesidergisi.com/pdf/Feminist3.pdf
- Şarkıyı, Rengin Kadın Korosu’ndan dinlemek için: https://youtu.be/iTY-EAtZrOQ
- https://m.bianet.org/bianet/kadin/186540-dayaga-karsi-yuruyus-un-30-yildonumunde-kadinlar-anlatti
- Banu Paker’in Feminist Bellek için yazdığı yazıdan: https://feministbellek.org/dayaga-karsi-kampanya/#_ftnref1
- Ayrıntılar için: https://bianet.org/kadin/siyaset/66-ilk-yasal-kazanim
- Detaylı bilgi: https://catlakzemin.com/7-subat-1998-bekaret-kontrolunu-destekleyen-isilay-saygina-istifa-cagrisi/
- Farklı kentlerdeki kadın gruplarını ilişkilendirecek bir platform olarak 1996’da şirket statüsüyle kurulur. Aynı adla düzenlediği kadın filmleri festivaliyle tanınır. Uçan Haber adlı bir bülten çıkarır.
- Aksu Bora’nın “kuku kardeşliği” olarak eleştirdiği KA-DER süreci, kadın dayanışmasında feminizmin önemini vurgular (Bora, 2011).
- Pazartesi, Feminist ve Kaktüs dergilerinin dijital arşivleri için: https://www.pazartesidergisi.com
- Osmanlı ve cumhuriyet döneminde yayımlanan kadın dergileri için Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’na göz atılabilir: http://kadineserleri.org/koleksiyonlar/sureli-yayinlar-koleksiyonu/
- https://jineoloji.org/
- Ayrıntı için: https://m.bianet.org/biamag/kadin/154999-kadinlar-bacaklarini-topla-yerimi-isgal-etme-diyor
- Selime Büyükgöze’nin kaleminden: https://feministbellek.org/feminist-gece-yuruyusu/
- https://www.amnesty.org.tr/icerik/turkiye-feminist-gece-yuruyusu-yasaklama-darp-ve-polis-siddeti-olmadan-yapilabilmeli
- Detaylar için: https://t24.com.tr/yazarlar/candan-yildiz/feminist-gece-yuruyusu-20-yasinda,34504
- ICan Yücel’in bir grup feministe yönelik cinsiyetçi “Karı Kuvvetleri” yakıştırmasının tersine çevrilerek sahiplenilmesine selam niyetine, Şirin Tekeli’nin anlatımıyla: https://www.5harfliler.com/sirin-tekeli-ile-soylesi-kari-kuvvetlerinden-feminist-harekete/
- Toplu taşıma aracında, utancın utanması gerekene iadeli taahhütlü olarak gönderilişinin hikâyesi: https://www.takvim.com.tr/guncel/2013/01/08/ignebus
- Bir de yutulsa bile güçlenmeye sebep olmayan; ama, hayati tehlike yaratan toplu iğneler vardır. Arama motoruna başörtüsü iğnesi yazdığında yurdun dört yanından onlarca haber fışkırır, tıp literatürüne kadar girmiştir örtüyü takarken yutulan iğneler. Kadına başörtüsünü takmayı da, çıkarmayı da emreden söylemler birbirinin ayna imgesidir ve beden üzerinde iktidar kurarak hak talep eder. Sembolik anlamları da olsa, başörtüsünün şekli şemali, iğnenin takılıp takılmayacağı vb. mevzular dinsel değil; politiktir. İğnenin varlığı veya örtünün sıkılığıysa baskıyla doğru orantılıdır. Kadının pozisyonuysa direnişçi olmaktan çok, kimliğe/öyküsüne sahip çıkma itkisiyle tepkiseldir. Bu öyküyü bozmaya çalışan bir iktidarın, öyküsünün sınırlarını daraltmaya çalışan başka bir iktidarla yer değiştirmesi, olasılıkla mütedeyyin kadının öznelik kapasitesini de daraltıcı etmenlerden biridir.
- Feryal Öney’in aktardığı rezil etme öyküsü, toplu olarak ve yüksek sesle icra edilen bir eylem olduğundan bu bağlamda kıymetlidir. https://www.evrensel.net/haber/105646/igne-batiramadiysam-da-rezil-ettim
- Teatral duruşlarını ve çalışmalarını büyük ölçüde önemsemekle birlikte, yanlış bir dramaturgide ısrar edip, onlarca yıldır Hırçın Kız/Şirreti Evcilleştirmek oyunuyla akım demeye çalışan Moda Sahnesi’ne nazire olsun diye.
- Sağlık Bakanlığı’nın şifa niyetine yayımladığı (yeminle, şaka değil) kitapta, Büzürk makamının beyne, kulunçlara, korkuya ve ateşli hastalıklara iyi geldiği söyleniyor. https://www.sondakika.com/haber/haber-her-derde-deva-makam-ve-sarkilar-3122643/
- En çarpıcı örneğini Burçe Bahadır’ın Ölü Kadınlar Memleketi adlı çalışmasında görebiliriz, kadın cinayetlerinden mahkûm erkeklerin birçoğu, yaptığı eylemin sorumluluğunu, hatta eylemin kendisini üstlenmekten acizdir; bu nedenle de sevmeden, sevilmeden ve hiç özlenmeden bu dünyadan göçüp giderler (Bahadır, 2014).
- Kampüs Cadıları’nın kaydettiği “Edepsizi Evcilleştirme” performansı: https://youtu.be/MP1jbbcXgBY ve ilgili haber için: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/universitede-kampus-cadilarindan-dayak-506519
- Hindistan’da yoksullara, kadınlara ve çocuklara karşı işlenen suçlarla mücadele için kurulan ve 400.000’in üzerinde üyesi olan öz savunma/kadın dayanışma birliği Gulabi Gang (Pembe Çete) bu örneklerden biridir. https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2018/09/19/gulabi-gang-pembe-cete-hindistanda-kadinlar-oz-savunmada
- https://www.belgeseltarih.com/yoruk-kadininin-mor-cepkeni-kadin-haklarinin-simgesi/
- https://www.gazeteduvar.com.tr/mor-cepken-gelenegi-belgesel-oluyor-haber-1529510
- https://filmmor.org/isyan-i-nisvan/
- http://anitsayac.com/?year=2023
- Taht Oyunları’nın sevilen kahramanı Arya’nın kılıcına “iğne” adını verdiğini unutmayalım.
- Detaylar için: https://catlakzemin.com/hayatta-kalmanin-cezasi/
- Lerna Ekmekçioğlu ve Melissa Bilal’in Bir Adalet Feryadı çalışmasına (2006) bakılabilir.
- https://chasanbulut68.tumblr.com/post/622543669878194176/eleni-%C3%A7avu%C5%9F-1920li-y%C4%B1llarda-karadenizde-gerilla/amp
























