Giriş
Nişanyan Sözlük “çarşaf”ı, yatağın üstüne serilen veya yorgan kaplanan bez örtü olarak tanımlamıştır. Türk Dil Kurumu’na göre ise Farsçada çādar-şab (çarşeb), gece ve örtü sözcüklerinden oluşan “gece örtüsü” anlamına gelen bir sözcüktür. Çarşafın hemen herkesin ilk aklına geldiği haliyle tüm zamanları kesen bu gerçek anlamı, elbet onun gündelik hayat içinde kapladığı yerden ileri geliyor: Günde ortalama 8 saatlik uyku dilimini düşünürsek, bir günün üçte birini çok ama çok yakın bir temasla geçirdiğimiz kişisel bir nesne aynı zamanda çarşaf. Bir zamanların kamu ekonomisinin simgesi Sümerbank’ın, temel tekstil üretimine, çarşaf üzerinden yapılan saldırılarla da meşrulaşan piyasa ekonomisinde sınıfını arayan çarşaf bu süreçte çeşitlense de; imgelemimizdeki yerini beyazlık ve dayanıklılık sıfatları ile korumaya devam ediyor. “Devlet çarşaf satmaz deyip Sümerbank’ı kapatanlar, bugün geldikleri noktada domates biber satıyorlar” (İnce, 2021).
Nihayetinde kolalısı, ütülüsü, sakız kokulusu, bembeyazı, desenlisi, lastiklisi, pamuklusu, sentetiği, tek ve çift kişiliği ile çeşitlenip sınıfını bulan yatak odalarının, yatakların olmazsa olmazı çarşaf. Yorgun bir günün ardından hayalini kurduğumuz o sıcak, serin yatağın tertemiz, mis kokulu örtüsü olsa da; varlığından çok yokluğunda fark ettiğimiz bir nesne. Bir otelde temizlik, rahatlık deyince dikkat ettiğimiz ve hatta otel deyince imgelemimize ilk gelen nesnelerden biri, yatağı kaplamış, bembeyaz bir çarşaf.
Arada, denizin, bahçenin kokularıyla birlikte çamaşırı yıkamakta kullanılmış arıtıcının kokusunu da getiren yele uyarak ırganan, renk renk ama beyazın baskın olduğu koca koca yüzeyler; otelin çarşafları, pike örtüleri, masa örtüleriydi bunlar (Karasu, 2019).
Yediden yetmişe herkesin günlük yaşamına yakından temas eden çarşafa dair çağrışımlardaki zenginlik, bu nedenle boşuna değildir. Bu yüzden olacak çarşafla ilgili bir benzetme ya da sembolik anlam, anında duyularımıza nüfuz eder. Histe, tende, dilde, kokuda, görüntüde yerini bulur. Gündelik hayatın altı çizilmemiş satırlarının okuyucusu edebiyatın sembolik alanında bir uğrağa da dönüşür.
Pürüzsüz, durgun, tüm belirsizliğini, huzursuzluğunu içine çekmiş denizin alabildiğine sakinliği ya da fırtına öncesi sessizliği tarif edilirken “çarşaf gibi” denir, örneğin: “Deniz yeni ütülenmiş çarşaf gibi, sakin” (Yıldırım, 2017:111).
Fiziki bir alana olabildiğince yayılmış olmanın görsel çekiciliğini sunarken de imgelemimize yine çarşaf koşar: “Örümcekler birer çarşaf gibi buğulu ağlarını gene doğan güne sermişler, köşelere çekilmişler, avlarını bekliyorlardı” (Kemal, 2003: 320).
Bu şiirsel göndermelerin yanı sıra yine gündelik hayatta deneyimlenen türlü türlü hallerin tarifi, en çıplak anlamıyla çarşafla olan deneyimimizle örtüşür. Akla, tahayyüle sığmayan bir beceriksizliği, sakarlığı betimlerken “çarşafa dolanmak” deyimini kullanırız. TDK`ya göre bir işin içinden çıkamamak, kötü ve başarısız duruma düşmek, zor durumda kalmak ya da “çarşaflamaktır” bu. Dolanmak demişken haftanın günlerinden ortancasının, çarşambanın, “çarşafa dolandığını” da es geçmemek gerek. Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı Salako (1974) filminde babasının evlendirmek istediği adamla evlenmemek için kendisine âşık olan Salako ile dağa kaçan Emine’nin Salako’yu oyalamak için haftanın her gününe bir kulp takması, Binbir Gece Masalları’ndaki anlatının başka türlü bir versiyonu gibidir: “Salı sallanır, çarşamba çarşafa dolanır…”
Gündelik hayatta deneyimlenen biçimsel özelliklerinden türeyen doğrudan anlatımlarının yanı sıra çarşaf nesnesinin toplumsal tarihte akışı, onu birbirinden çok farklı sembolik uğraklarda da işaretledi. Gündelik hayatta nesne olarak kullanımlarının ötesinde, içinde bulunduğu toplumsal-kültürel iktidarın serpildiği bir alanı sembolize ederek gerçek kullanımının çok ötesine gitmesine neden oldu. Kadın bedenine gömülü toplumsal iktidarın en belirgin sembolizmine dönüştü. Giysi olarak çarşaf ve bekâret çarşafı ile erkek iktidarın sembolik şiddetinin, kadın bedeninde maddileşmesinin nesnelerinden biri oldu. Bunu tersine çevirme, kadın bedeni üzerinden serpilen iktidara meydan okuma, çarşafı sembolik anlamlarından özgürleştirmekle mümkün olabilirdi ki; bunda da baş rolü, iktidarın dışladıkları çekti. Bu, çarşafı, gerçek kullanımına yakın bir nesneye tekrar dönüştürerek, onu politikanın ve sanatın alanına çekerek oldu. Böylece çarşaf hem gündelik hayatın hem toplumsal iktidarın yapılarının hem de bu yapıları bozguna uğratmanın bir zemini olarak tarihsel akışını sürdürdü. Gece örtüsü olarak çıktığı yolculukta, bu sefer, geceyi değil; ama, gündüzü örten bir giysiye, bekâretin kontrol mekânına, hem bir kamuflaja hem bir ifşa aygıtına hem de bir kurtarıcıya dönüşerek kılıktan kılığa girdi çarşaf.
Çarşafa Girmek
Kavi ayağınla ez bir iyice ez
Çarşafı peşinden yırt da kaldır at
Göğsün ilerde başın gökle gez.
Günlük dilde “çarşafa girmek,” çarşaf giymeye başlamayı ifade eder. Giysi olarak çarşaf, çoğunluğu Müslüman olan toplumlarda kadınların dış mekânda, kamusal alanda, baştan aşağı örtünmek için kullandıkları pelerinli, eteklikli bir giysidir. Farklı türleri, tarzları, renkleri olmakla birlikte giysi olarak çarşafın veyahut örtünmenin rengi, çoğunlukla siyahtır. Gündelik hayattaki kullanımının aksine, bu sefer geceyi değil gündüzü örtmektedir. Alışageldik rengi beyaz değil; siyahtır ve bir nesne olarak toplumsal iktidarın taşeron bir öznesine dönüşerek kadın bedenini örtmekte, nesneleştirmekte, onu kamusal alanda “yok” olarak işaretlemektedir. Sadece ellerin ve yüzün açık kaldığı bu örtünme, dinsel kaynaklı olup kaynağını, hür ve iffetli bir kadın olmanın örtünmekten geçtiğini belirten bir ayetten almaktadır:
Ey Nebî (Peygamber)! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (mü’min kadınlara) söyle, cilbablarına sarınsınlar (örtünsünler). Bu, onların (cariye olmadıklarının, hür ve iffetli kadın olduklarının) bilinmesi ve onlara eziyet edilmemesi için daha uygundur. Ve Allah, Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden) (Öztürk).
Sözlükte ve genel kullanımda gece örtüsü anlamına gelen çarşaf, giysi olarak kamusal alanda sadece yetişkin kadınların kullandığı bir gündüz örtüsüdür artık. Çeşitli kaynaklara göre örtünmede çarşaf kullanımı, İslam kültürüne İran’dan geçmiştir. Öte yandan Müslümanlığın ilk zamanlarında, toplumsal sınıf farklılıklarını belirtmek üzere seçkin kadınlarca giyilen uzun elbise ve yüze takılan örtü de çarşaf işlevi görmektedir. Hazreti Ömer toplumsal çatışmayı ve sınıf farklılıklarını görünür bir şekilde ortaya koyması nedeniyle bu giysiyi yasaklamıştır. Ancak Abbasiler ile birlikte, tarikatlar ve medreselerin kuvvetli etkisi altındaki şehirlerde kadınların çarşaf giyerek dışarı çıkması, dinin gereği olarak görüldüğünden çarşaf tekrar kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlı’da ise özellikle Batılılaşma döneminde kadınlar uzun manto benzeri feraceyi kullansalar da; 1872’den başlayarak feracenin giyilmesi yasaklanmış, Suriye’den moda olarak gelen çarşafın kullanımı yaygınlaşmıştır (Bilgen, 1999: 43). Çarşafa yasak bu sefer, IV. Murad’ın tahttan indirildiği sırada dört erkeğin çarşaf giyerek onu kurtarmaya çalışmasının ardından, 1882’de Abdülhamid’in emri ile gelmiştir. Bu emrin bir diğer gerekçesi, bazı erkeklerin çarşaf giyerek hırsızlık yapması olarak belirtilmiştir (Aktas, 2018).
Tanzimat’la birlikte ise Batılılaşma yönelimli politikalar, bir Osmanlı sembolü olarak görülen çarşafın sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. 1908’de Meşrutiyet’in ilanı ile gelen değişiklikler çerçevesinde, toplumsal hayata dair tartışılan en önemli meselelerden biri kadınların giydiği çarşaftı. O dönemde özellikle İçtihad dergisi etrafındaki yazarlar, çarşaf meselesini sadece bir örtünme sorunu olarak değil; kadınların sosyal, kültürel ve ekonomik hayata katılımının önünde bir engel olarak görmüşler ve çarşaftan kurtulmanın, kadının kurtuluşu anlamına geleceğini ifade etmişlerdi. Cumhuriyete geçişle birlikte dinsel referansı daha da ağırlık kazanan çarşafın yasaklanmasından ziyade, kadınlara sıkıntı çektirmeyecek biçimde ve yeni kurulan toplumsal hayatla uzlaşı içinde, basit olması tavsiye edilmiştir. Kadınların ekonomik, kültürel ve toplumsal hayatta erkeklerle birlikte bulunmalarına engel olmayacak basitlikte olması önerilmiştir çarşafın (Karal, 1986). Çarşaf ve peçenin İslam’ın bir gereği olmadığı anlatılarak, namus ve iffetin peçede, çarşafta değil kadının öz benliğinde bulunduğu kaydedilmiştir.
Kadın meselesinde cesur olalım. Kuruntuyu bırakalım… açılsınlar, onların zihinlerini ciddi ilimler ve fen ile süsleyelim. Namusu, bilimsel ve sağlıklı bir şekilde açıklayalım. Şeref ve gurur sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim (Atatürk’ten akt. Sarısama, 1998).
1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesinden hemen sonra bazı il ve ilçelerde çarşaf ve peçe yasaklanmaya çalışılsa da (Uyar, 1996: 7); kadınların çarşaf giymeye devam ettikleri ya da sokağa çıkmamayı tercih ettikleri belirtilmektedir. Diğer yandan giysi olarak çarşaf, çeşitli il ve ilçelerde belediye ya da il genel meclislerinin kararları ile yasaklansa da, çarşaf meselesi hiçbir zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kanun teklifi olarak getirilmemiştir (Levis, 1984: 270; Ilıcak, 2000). Cumhuriyet tarihi boyunca kılık kıyafeti düzenleyen yönetmeliklerden en önemlisi kamu kurumlarında başörtüsünü de yasaklayan, 1987 tarihli “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik”tir. Bu yönetmeliğin kadınların giyimi ile ilgili belli kısımlarında 2013 yılında yeniden değişikliğe gidilmiş ve başörtüsü yasağı1 kalkmıştır.
Giysi olarak çarşafın yoğunlukla tartışılması, dönem romanlarına da yansımış, kadının kamusal alandaki görünümü temel meselelerden biri olarak betimlenmiştir. Örneğin, Tanpınar’ın 1973 yılında yayımlanan Sahnenin Dışındakiler romanında Sabiha, tiyatro yapmayı, Batılı dansları öğrenmeyi ve kamusal alanda daha görünür olmayı isteyen; ancak, babası tarafından çarşafa girmekle cezalandırılan bir karakterdir: “Sabiha’ya bu akşam dans öğrenmek ne imiş göstereceğim! Çarşafa girip çıkarmayı öğrensin bakayım” (Tanpınar, 2017: 17).
Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanında da Feride’nin, öğretmenlik için gittiği bir Anadolu şehrinde, il milli eğitim müdürünün odasında, kolejden arkadaşı Kristiyan’la karşılaştığında aralarında gecen diyalogda çarşaf, Anadolu’yu, Batı’nın karşısında Doğu’yu resmeden bir giysidir. “Ah, Çalıkuşu her şey aklıma gelirdi fakat seni böyle simsiyah bir alaturka çarşafla ve gözlerinde yaşlarla burada bulacağımı ümit edemezdim.” (Güntekin, 2010: 241)
Giysi olarak çarşafın örtme, örttüğünü gizleme kabiliyetinin, onun kamuflaj amaçlı kullanımını da beraberinde getirmesi kaçınılmazdı. İstanbul’da iki erkeğin çarşaf giyip satıcı kılığında kapı kapı dolaşarak rastgele evlere girip hırsızlık yapmaları yakın tarihli bir haber olsa da (Sabah, 2017), bu durum, hatırlanacağı üzere, Abdülhamid’in çarşaf yasaklama gerekçeleri arasındaydı. Kapısı çalınanlardan bir kişi, yönetmenliğini Ertem Eğilmez’in yaptığı, Kemal Sunal (Şaban) ile Halit Akçatepe’nin (Ramazan) rol aldığı Şaban Oğlu Şaban (1977) filmindeki çarşaf sahnesini hatırlayıp şüphelendiğini, sonra da yetkililere haber verdiğini dile getirmiştir. Filmde Şaban ve arkadaşı Ramazan, askerden komutanları Hüsamettin’in (Şener Şen) kayınpederinin evine, kaybolan bir elması bulmak için, bohçacı kadın kılığında giderler.
Bursa’da çarşaf giyip sevgilisinin evini gözetleyen erkekle ilgili haber de (Hürriyet, 2017) filmi, zihinlerimizde tekrar güncellemiştir. Yönetmenliğini Kartal Tibet’in yaptığı, Kemal Sunal (Memo) ve Şener Şen’in (Sülo) rol aldıkları Davaro (1981) filmi de bu bakımdan başka bir örnektir. Memo’nun Sülo’nun oyununa gelip girdiği hapisten, yine Sülo’nun tepsi böreğinin altına gizleyerek içeri soktuğu çarşafı giyip kaçtığı sahne hepimizin aklındadır.
Sinema dünyasında, giysi olarak çarşafın kamuflaj kabiliyetinden öte, Anadolu kadınının gücünü ve direngenliğini vurgulamak için kullanıldığı film ise, Süreyya Duru yönetmenliğindeki Kara Çarşaflı Gelin’dir. Çekildiği yıl Sansür Kurulu tarafından üç kez reddedilen, 1977 Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne damga vuran film, toprak ağalarına getirdiği eleştiri ile dönemin en önemli politikalarından Toprak ve Tarım Reformu’nun neden başarısızlıkla sonuçlandığı üzerinedir (Öziş, 2017).
Kanlı Çarşaf: Gerdek Gecesi Geleneği
Bıraktığı kanın altında yatar beyaz,
Ya bir çarşaf yatakta durmaz,
Ya kefen başında bir çığlık avaz avaz,
Bil bakalım nedir bu maraz…
Kanlı çarşaf geleneğinde çarşaf, bu kez bir çift arasındaki cinsel ilişkinin, daha doğrusu çiftlerden birinin, kadının, tek taraflı olarak bekâretini ispatlamasının aracı olan bir nesnedir. Biyolojik bakımdan önemsiz olan “kızlık” zarının ilişki sırasında kanamasına dayalı bu ispat, nikâhtan sonra gerçekleşmesi tahayyül edilen gerdek gecesinde, çarşafta oluşan kan lekesinin sergilenmesi ile yapılmaktadır. Cinsiyet ayrımcılığına ve kadın cinselliğinin denetlenmesine dayalı bu gelenek, kadının, evlendiği günün ertesi sabahında, evlendiği güne kadar cinsel saflığını koruduğunun göstergesi olarak, üzerinde bekâret kanının olduğu kanlı çarşafı kaynanasına teslim etmesine dayanır. Çarşaf sallandırılarak kan lekesinin sergilenmesi ile kadının “saflığının” ve “temizliğinin” tescillenmesi esastır. Kadının kendi bedeni üzerindeki tercihlerini, haklarını ortadan kaldıran gerdek gecesi sonrası çarşaf kontrolü, aynı zamanda erkek ve kadın arasındaki tarihsel toplumsal eşitsizliğinin de sergilenmesidir. TDK Sözlüğü’nde “bakire,” “cinsel ilişkide bulunmamış (dişi), kızoğlankız” anlamındadır.
“Bekâret” ise “kızlık; saflık, temizlik, masumluk” gibi anlam ve sıfatlarda karşılık bulmakta, toplumun ve erkeğin sadece ve sadece kadında aradığı nitelikleri ifade etmektedir. Günlük dilde bekâret yerine kullanılan “kızlık” kelimesi, bunu tüm açıklığıyla ifade etmektedir: Cinsel ilişkide bulunmamış bayanın durumu, bir kadının evlenmeden önceki yaşantısı… Kalav’a (2012) göre bu gelenek, “namus” adı altında ataerkil, cinsiyetçi toplumsal örüntülerin bir parçası olup kadının evlendiği günün ertesinde namuslu olduğunu, bakire olduğunu kanıtlamak zorunda olmasına, erkeğin annesi ve babası tarafından kısıtlanmasına ve denetlenmesine dayalıdır. Namus kavramıyla ayrılmaz bir bütün oluşturan bekâret olgusunun, toplumsal cinsiyet iktidarının kontrol mekanizmalarından biri olduğu, Ergun’un anlattığı hikâyede en yalın şekilde özetlenmektedir. Adamın biri evlendikten iki gün sonra karısını öldürür ve hâkim huzuruna çıkarılır:
Hâkim: Neden öldürdün oğlum karını?
Adam: Bakire değildi Hâkim Bey.
Hâkim: O zaman neden birinci gün öldürmedin?
Adam: Birinci gün bakireydi Hâkim Bey (2008:11-12).
Bekâret üzerine yapılan tanımlar ve bunlara eşlik eden toplumsal cinsiyet tarihine, patriarkal devletin kurumlarına ve uygulamalarına göre Türkiye’de cinsel ilişki ya da evlilik bugün de bekâretin ana kıstaslarını oluşturuyor. Toplumsal cinsiyet iktidarının kadın bedeninde nefes aldığının, kadın bedeninde kendini yeniden ürettiğinin ispatı olarak da ifade edilebilecek bu gelenek veyahut kontrol, bir süredir yerini, birçok bölgede çarşaf sallandırma geleneği yerine medikal merkezlerde yapılan bekâret muayenesine (kontrolüne) bırakmış durumda. 1980’ler ve 1990’larda Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı okullarda ve çeşitli kamu kuruluşlarında yasal olan, sosyal-psikolojik travmalara neden olan bekâret kontrolü, kadın intiharlarını da beraberinde getirmiş, bekâret kontrolü/muayenesi tartışmalarını Türkiye gündemine taşımıştı. Bu tartışmalara, kadın hareketinin de etkisiyle, ivme kazandıran olay, 1988’de, Harita Genel Komutanlığı’nın memuriyete girişte “kızlık muayenesini” şart koşmasıdır. Habere göre, bekâret muayenesinin şart koşulmasıyla kimi kadınlar başvurularını geri çekmiş, kimileri ise torpille bekâret raporu almıştı.
Dönemin, Hacettepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hüsnü A. Kişnişçe, bu uygulamaya itirazını şu şekilde belirtmişti: “Bizim yıllardır yaptığımız sağlık muayenesi, işe girecek bir kişinin o işi yapamayacak bir özrü var mı, diyedir…” Yine dönemin SHP İzmir Milletvekili Türkan Akyol ve Barolar Birliği Başkanı Teoman Evren de bekâret kontrolü uygulamasına şiddetle karşı çıkarak bu uygulamanın olası etkilerine dikkat çekmişlerdi. Feminist kadın grupları da bir araya gelerek Sirkeci Postanesi’nden Milli Savunma Bakanlığı’na protesto imzalarını telgrafla göndererek bu aşağılayıcı ve cinsiyetçi uygulamayı kınamışlardır (İkibine Doğru, 1988). 1990 yılında, Kadın dergisinin İstanbul’da düzenlediği, “Bekâret ve Evlilik Öncesi Cinsel İlişki” adlı panelde, avukat Selma Atabek, kadın bedeninin babalar, ağabeyler, amcalar, dayılar, okullar, yurt yöneticileri ve polis tarafından denetim altında tutulduğunu ve kadınların, kendi bedenleri üzerindeki denetimi yeniden ele geçirmesi gerektiğini belirtmiştir. Aynı panelde, sanatçı Füsun Erbulak ise, kızların doğar doğmaz “kızlık zarlarından” kurtarılmaları gerektiğini belirtmiştir (akt. Ergun, 2008). 1992’de Ula ve Simav’da MEB’e bağlı okul müdürleri tarafından bekâret muayenesinden geçirilmesi istenen iki kadın öğrencinin intihar etmesi, hem yerel hem de uluslararası kadın örgütlerini harekete geçirerek meselenin kamusal alanda daha geniş çapta tartışılmasını beraberinde getirdi. Tüm bu tartışmalara rağmen, 31 Ocak 1995 tarihinde Ortaokul Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliği’ne,3 “iffetsizliği tespit edilmiş olmak,” örgün eğitimden uzaklaştırılma nedeni olarak girdi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz’a göre yönetmelik gerekliydi, çünkü ancak böylelikle “iffetsiz öğrencilerin diğer öğrencilere ahlaki yönden kötü örnek olması” engellenebilecekti. “Kızımın iffetsiz kızlarla aynı sınıfta okumasını istemem,” diyen Nevzat Ayaz’ın bir öğrencinin iffetsiz olup olmadığının nasıl tespit edileceği sorusuna verdiği yanıt ise “Sözlükte4 ve TCK’da bunun tanımları var,” seklinde olmuştur (Karakuş, 2022b). Ayaz’ın bu ifadelerine ek olarak, dönemin Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Işılay Saygın’ın 27 Aralık 1997’de Yeni Yüzyıl’da yayımlanan röportajında, gazeteci Neşe Düzel’in bekâret kontrolü ve intiharlarla ilgili sorularına verdiği yanıtlar, protestoların alanının daha da genişlemesini beraberinde getirdi (Karakuş, 2022a).
Düzel: Kaç genç kız bekâret kontrolü yüzünden intihar etti bu ülkede?
Saygın: Ediyorsa edecektir. Bence o kadar önemli bir şey değil o. Üç tane, beş tane. Caydırıcı olsun diye bazı kurallar koymak, terbiye vermek lazım. Böyle bir diyaloğa girmesin erkekle.
Bunun üzerine “Bekaret Kontrolüne Karşı Kadın İnisiyatifi,”5 Saygın’ın yürütücülüğünü yaptığı Ankara Üniversitesi’ndeki “Kadına Yönelik Şiddete Hayır” konferansına giderek “Işılay Saygın istifa” dövizlerini açmışlardır (Karakuş, 2022b).
Bütün bu tepkilerin ardından, Adalet Bakanlığı bekâret kontrollerini sınırlamak üzere 21 Ekim 1998 ve 5 Ocak 1999 tarihlerinde iki genelge yayınladı. Bu genelgelere göre, bekâret muayenesi kadının onayı olmadan ancak yargıç ya da savcı kararıyla, “Kamu Esenliğine ve Aile Düzenine Karşı Suçlar” adı altında toplanan tecavüz, reşit olmayanlarla cinsel ilişki ve fuhuş vakalarında uygulanabilecekti. Ergun’un da (2008) belirttiği gibi kadın bedenine dayalı bütün bu suçların, kadına karşı değil de topluma ve aileye karşı işlenen suçlar olarak tanımlanması, ilginç ve bir o kadar da rahatsız edici bir ayrıntı ve ataerkil toplum düzeninde egemen olan, kadın bedeninin kadının kendisine değil, ailesine ve topluma ait olduğu fikrinin bir yansımasıdır.
2001’de Birleşmiş Milletler 25 Kasım Uluslararası Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Günü kapsamında düzenlenen ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın girişimi ile başlatılan Kadın Sığınakları Kurultayı’nda konu, etraflıca ele alındı. Kurultay’da kadın cinselliğini denetleme amacıyla, bekâret kontrolünü de içerecek şekilde, geniş bir yelpazeyi kapsayan ve namus gerekçesiyle işlenen suçların ortadan kaldırılması için, uzun vadede erkek egemenliğinin ve patriarkal ilişkilerin kırılması, namus cinayetleri konusunda gerekli araştırma ve çalışmaların yapılması gerektiği vurgulandı. Türk Ceza Kanunu’nda ensest, tecavüz, bekâret kontrolü, namus cinayetleri ve namus gerekçesi ile işlenmiş diğer suçlar ile ilgili özel bir düzenleme yapılması ve bu konulardaki cezaların arttırılması önerildi (Pazartesi Dergisi, 2001). 2003’te Birleşmiş Milletler CEDAW Komitesi’ne sunulmak üzere hazırlanan periyodik raporda, son on yılda Türkiye’de en çok tartışılan konulardan birinin, kadın cinselliğinin, kadının insan haklarının olduğu ve bekâret kontrolünün Anayasanın 17. Maddesinin1 bağışlanamaz bir ihlali olarak görülmesi gerektiği belirtildi. Nihayet 2005 yılında, kadın örgütlerinin ısrarlı çabasıyla, bekâret kontrolü, bir suç olarak tanımlanarak TCK’ya girdi: Kadınları bekâret kontrolüne (genital muayeneye) gönderen veya bu muayeneyi yapan kişiler hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezası istenecektir. Bu düzenlemenin yasalaşmasında, Avrupa Birliği Uyum Yasaları çerçevesinde, 26 sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu TCK Kadın Platformu’nun katkıları göz ardı edilemez. Bu platformun temel amacı, hükümet üzerinde baskı kurarak yasa maddelerinde, özellikle kadınlar açısından olumlu sonuçlar doğurabilecek değişlikler yapılmasını sağlamaktı. Bekâret muayenesi konusunda da Kadın Platformu önemli taleplerde bulunmuş ve Meclis Adalet Komisyonu üzerinde ciddi baskı oluşturmuştur.
Bu uzun politik ve hukuksal mücadeleye rağmen toplumun büyük bir kesiminde, bekâret kontrolünün, kadın bedeni üzerindeki şiddetin serpildiği bir alan olmaya devam ettiğini, feminist hareket ve çalışmaların yanı sıra güncel haberler ve programlar aracılığıyla biliyoruz. Bir erkeğin, “bakire değil” diyerek evlendikleri gece eşini, ailesinin evine gönderip boşanma davası açmasının üzerinden çok geçmedi. Erkek, tam kusurlu bulunarak nafaka ve tazminat ödemeye mahkûm edilse de kadın, karşı dava açmak için bakire olduğunu kanıtlamak zorunda kalmıştır (haberler.com, 2017). Erkeğin avukatı boşanma davası için mahkemeye sunduğu dilekçede durumu şöyle anlatmıştır:
Gerdek gecesinde kızlık zarı kanaması olmamıştır. Müvekkilinin annesi-halası bir karar alıp, müvekkilimin kolundan bir çizik atıp kanı akıtması, bu kanlı çarşafı dışarıya getirmesini istemişlerdir. Bu kanlı çarşafı davalının baba evine götürmüşlerdir (Diken, 2017).
Bekâret meselesinin toplumsal ve kültürel hayat üzerindeki nüfuzuna, yaş sınırının olmadığı bir yayın akışında gösterilen Kanal D dizisi Zalim İstanbul’daki (2020) bekâret sahnesi en güncel örneklerden biri olarak gösterilebilir. Dizide bekâretin vurgulandığı kanlı çarşafın toplanma sahnesi, birçok izleyici tarafından gereksiz bulunarak kanal mesaj yağmuruna tutulmuştur.
“ Çarşafların bekâreti, gözyaşı ile bozulur bebeğim. Küfrüm aşar edebimi.”
Nursen Yıldırım, 2017
Politik Çarşaf
Politik çarşaf, onu gerçek anlamından koparıp toplumsal ve kültürel iktidarın bir sembolüne dönüştüren patriarkal ilişkilerden uzakta ve de bu ilişkileri yıkmak üzere dönüştürülen bir mekân olarak da ele alınabilir. Adını muhtemelen “çarşaf çarşaf ortaya dökmek” deyiminden almaya niyet etmiş; ancak, bu deyimin hakkını çok da verememiş Çarşaf dergisini en azından bu çabası için bu mekâna dahil edebiliriz. İlk sayısı 17 Aralık 1975’te çıkmaya başlayan Çarşaf dergisi, o tarihlerde yavaş yavaş ses getiren Gırgır’a rakip olma düşüncesiyle önce Nehar Tüblek, sonra da Semih Balcıoğlu editörlüğünde çıkmaya başlamıştır. Görsel düzenlenişiyle Gırgır’a göre daha fazla albenisi olsa da, iktidar yanlısı politika izleyen Akbaba’nın devamı olması nedeniyle, içerik olarak Gırgır’ın çok gerisinde kalmıştır. Çarşaf, başlangıçta iyi bir satış grafiği çizse de yoksulluk, pahalılık gibi sosyo-ekonomik konuları mizahla sergileyen Gırgır’ı tahtından indirememiştir. 17 yıl, Hürriyet’in mizah eki olarak yayımlanmış, 1992’de ise yayın hayatına son verilmiştir (Cantek & Gönenç, 2017:17).
1997’de Beyoğlu, Ülker Sokak’ta travestilere, seks isçilerine yapılan baskınlarda çarşaf, bu kez Rapunzel’in saçları olarak karşımıza çıkıyor. Sokakta sıkıyönetimi andırır biçimde her apartmanın önüne polis dikildiği günlerde imdada, çarşaf yetişiyor. Bu süre boyunca apartmanların arka tarafından, üst katlardan alt katlara, oradan diğer sokaklara geçmek için birbirlerine bağlanmış çarşaflar kullanıldı. Gelenler de yine bu şekilde birbirine bağlı çarşaflar aracılığıyla aynı yoldan üst katlara çıkabildiler. Kapılar kırılıp balyozlarla evlere girilene, sokak tümden dağıtılana kadar böyle idare edildi (Esmeray, 2019: 71).
Çarşafın en politize hali ile Nevin Yıldırım’ın dava sürecinde tanışmış olabiliriz. 2012’de Isparta’nın Yalvaç ilçesinde kendisine sistematik olarak cinsel şiddette bulunan erkeği öldürerek meşru müdafaa hakkını kullanan Nevin’in cezasının onanması sürecinde ailenin, toplumun, yargının, devletin tüm kurumlarının, yani erkek iktidarının ifşasının dikkat çekici mekânlarından biri çarşaf olmuştur. Nevin, mahkemece müebbet hapis cezasına çarptırılmış, gerekçeli kararda sanığa yönelik maktulden kaynaklanan haksız bir fiilin bulunmadığı kaydedilmiştir. Bunun üzerine, Nevin’in maruz kaldığı erkek şiddetini görünür kılarak hukuk mücadelesi başlatan feminist avukatların ardından feminist sanatçılar “Kadınlara adalet için, yaşadığımız adaletsizlikleri çarşaf çarşaf ortaya döküyoruz,” diyerek kampanyalar örgütlediler. Çarşaflara Nevin’in portresini çizip “Yıkayınca çıkmıyor, Nevin size bakıyor” yazarak Galatasaray Meydanı’nda toplandılar. Nevin’in hikâyesini görünür kılarak, yaşamak için öldürmenin, adaleti kendi elleriyle sağlamak zorunda kalmanın çaresizliğini, erkek-kasaba-hukuk iş birliğini ifşa ettiler (Eyüboğlu, 2021).
Politik çarşafın siper yüzüyle 2015-2016’da Varto, Silopi, Silvan, Lice, Şemdinli, Dersim, Diyarbakır, Cizre ve Silvan’da karşılaştık. Bu şehirlerdeki devlet savaşına karşı, sivil halk ile ordu arasında, halkın çektiği bir paravana dönüştü çarşaf bu sefer. Sokaklar ve binalar arasına bir uçtan diğer uca gerilen çarşaflarla halk, kendisini keskin nişancılardan korumaya çalıştı (Bianet, 2015).
Sonuç
Çarşafın gerçek ve sembolik kullanımları arasındaki derin dramatik farklılıklar elbet onun içinde bulunduğu toplumsal, kültürel iktidar alanı ile ilgili. Patriarkal ilişkilerle örülü bir toplumda, iktidarın fiziksel ve sembolik pratiklerinin gündelik hayatın en mikro köşelerine kadar sızması, kadın bedeninin nesneleştirilmesi ile ilerlemekte. Kadın bedeni üzerinde hem nesne hem de özne niteliği ile, gerçek ve sembolik referanslarıyla, bu denli etkin olan bir nesneyi tam da bu özellikleri aracılığıyla ters yüz eden de, yine bu iktidarın dışladıkları, bu iktidarın her türlü ayrımcılığının, sömürüsünün muhatapları. Öyle ki çarşaf, Nevin’in dava sürecinde aile-toplum-hukuk-iktidar ilişkilerindeki erkekliklerin ifşa aygıtına dönüştü. Ülker Sokak’taki ev baskınları sırasında ve doğu illerinde sivilleri de içine alan devlet savaşında çarşaf imdada koştu. Sanatsal çalışmalarını bir süre cezaevindeki imkânsızlıklar içinde sürdürmek zorunda kalan Zehra Doğan eserlerini üretirken çarşafları ve regl kanını kullanarak politik sanatı ete kemiğe bürüdü (Yılmaz, 2021).
Çarşaf nesnesini sembolik iktidarın elinden alıp onu gerçek anlamına yakın bir yerden sanatın ve politikanın alanına taşırken şirin kazalar da olmadı değil. 1980`lerdeki öğrenci eylemlerinde kullanıldıktan sonra, öğrencilerden birinin evinde bir köşeye bırakılan bir pankartın, öğrencinin annesi tarafından çarşaf sanılıp yıkanarak balkondaki diğer çamaşırlarla birlikte çamaşır ipine asılıp uçuştuğunu düşünün. Güneşli bir havada, kuş seslerinin, sokak satıcılarının ve çocuk seslerinin arasında bir evin balkonundan sallanan, sallandıkça tüm sokağa yayılan mis gibi bir kırmızı kahrolsun faşizm kokusu….. (Esen, 2021). Bu kokuyla başınız tatlı tatlı dönerken, kurumak üzere çamaşır iplerine asılmış çarşaflar arasında saklambaç oynadığınız çocukluğunuzu bulun, hafif rüzgârın etkisiyle sallanan çarşaflar arasından süzülen sonsuz gün ışığının şiirselliğini hatırlayın sonra. Tertemiz bir çarşafın insana verdiği o hoş hissi alın yanınıza, temiz bir yatakta, çarşafta, adınızı bile unutma isteğinizi, hele de misafirlikteyseniz…
Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup, uyusam…
Kalktığımda yatağım hâlâ lavanta koksa
Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar
Nerede olduğumu hatırlamasam
Hatta adımı bile unutsam…
Melih Cevdet Anday
Aktaş, C. (2018). Tanzimat’tan 12 Mart’a Kılık- Kıyafet ve İktidar. İstanbul: İz.
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü. (2003). Cedaw Raporu.
Bilgen, S. (1999). Osmanlı Dönemi Türk Kadın Giyimi 16. yy-19. yy., (Doktora Tezi). Ankara: Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uygulamalı Resim Anabilim Dalı.
Cantek, L. & Gönenç, L. (2017). Muhalefet Defteri Türkiye’de Mizah Dergileri ve Karikatür. İstanbul: YKY.
Çarşaf yardımıyla kaçmıştı! 6 saat geçmeden yakalandı. (2019). TGRT Haber. https://www.tgrthaber.com.tr/yasam/carsaf-yardimiyla-kacmisti-6-saat-gecmeden-yakalandi-2660981
Emek, E. (2008). Önsöz. H. Blankö (Ed.) içinde. E. Ergün (Çev.). Türkiye’de Bekâretin “El Değmemiş” Tarihi. İstanbul: İletişim.
Esen, S. (2021). Uçuşan Pankart. https://senlik.org/2021/03/ucusan-pankart/
Esmeray. (2019). Ülker’de ne oldu? Patikalar: Resmi Tarihe Çentik. Ankara: Kaos GL.
Eyüboğlu, O. M. (2021). Nevin Yıldırım’ın Hikâyesi Neden Bu Kadar Tanıdık? 5 Harfliler. https://www.5harfliler.com/nevin-yildirimin-hikayesi-neden-bu-kadar-tanidik/
Güntekin, R.N. (2010). Çalıkuşu, İstanbul: İnkılâp.
Ilıcak, N. (2000). Atatürkçülük, Çarşaf, Peçe ve Tesettür. Yeni Şafak. https://www.yenisafak.com/arsiv/2000/mayis/27/nilicak.html
İftiraya uğrayan gelin bekareti için rapor aldı: Kanlı çarşaf davası. (2017). Haberler. https://www.haberler.com/guncel/bekareti-icin-rapor-aldi-kanli-carsaf-davasi-9748750-haberi
İkibine Doğru Dergisi. Sayı 53.
İnce, M. (2021). Devlet çarşaf satmaz deyip Sümerbank’ı kapatanlar, bugün domates
biber satıyorlar. https://www.veryansintv.com/muharrem-ince-devlet-carsaf-satmaz-deyip-sumerbanki-kapatanlar-bugun-domates-biber-satiyorlar/
Kalav, A. (2012). Namus ve Toplumsal Cinsiyet. Mediterranean Journal of Humanities.
mjh.akdeniz.edu.tr II/2
Karal, E.Z. (1986). Atatürk’ten Düşünceler. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Karakuş, F. (2022a). 7 Şubat 1998: Bekâret Kontrolünü Destekleyen Işılay Saygın’a İstifa Çağrısı! Çatlak Zemin. https://catlakzemin.com/7-subat-1998-bekaret-kontrolunudestekleyen-isilay-saygina-istifa-cagrisi
Karakus, F. (2022b). 9 Şubat 1995: Milli Eğitim Müdürlüğü Önünde ‘Bekaret kontrolüne hayır’ Eylemi Yapıldı. Çatlak Zemin. https://catlakzemin.com/9-subat-1995-milli-egitim-mudurlugu-onunde-bekaret-kontrolune-hayir-eylemi-yapildi
Karasu, B. (2019). Narla İncire Gazel. Ankara: Metis.
Kemal Sunal’ın Şaban oğlu Şaban ve Davaro filmlerindeki sahneler İstanbul’da gerçek oldu: “Onlar erkekliğin yüz karası!” (2021). Sabah. https://www.sabah.com.tr/trend/galeri/yasam/kemal-sunalin-saban-oglu-saban-ve- davaro-filmlerindeki-sahneler-istanbulda-gercek-oldu-onlar-erkekligin-yuz-karasi/3
Kurdoglu, E. (2015). Silvan, Varto, Mardin ve Midyat’ta… Bianet. https://m.bianet.org/bianet/print/167383-silvan-varto-mardin-ve-midyat-ta
Levis, B. (1984). Modern Türkiye’nin Doğuşu. M. Kıratlı (Çev.). Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Öziş, P. (2017). Kan Davası ve Kadın: Kara Çarşaflı Gelin (1975). Öteki Sinema.
https://www.otekisinema.com/kan-davasi-kadin-kara-carsafli-gelin
Öztürk, Y.N. Ahzâb Suresi 59. Ayeti Yaşar Nuri Öztürk Meali https://www.kuranmealleri.net/ahzab-suresi/59.ayet/yasar-nuri-ozturk-meali
Pazartesi Dergisi. (2001). Sayı 80.
Sarısaman, S. (1998). Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Kadın Kıyafeti Meselesi. Ankara.
Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatük Yolu Dergisi, 6, 21.
Şaban Oğlu Şaban filmi gerçek oldu. (2017). Hürriyet. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/saban-oglu-saban-filmi-gercek-oldu-40574086
Tanpınar, H. (2017). Sahnenin Dışındakiler. İstanbul: Dergâh.
Uyar, H. (1996). Çarşaf, Peçe ve Kafes Üzerine Bazı Notlar. Toplumsal Tarih, Sayı 33.
Yaşar, K. (2003). Bir Ada Hikayesi 2 – Karıncanın Su İçtiği. İstanbul: YKY.
Yılmaz, T. (2021). Çarşaf, Kahve, Regl Kanı: Sistemi Alt-Üst Eden İşler. 5 Harfliler.
https://www.5harfliler.com/carsaf-kahve-regl-kani-sistemi-alt-ust-eden-isler/
Zorla bekaret raporuna 20 bin lira tazminat. (2017). Diken.
Kapak görseli: Photo by Mathias Reding on Unsplash
- Bkz. “Başörtüsü” maddesi.
- akt. Emek, 2008.
- İzmir Barosu’ndan bir grup avukat Milli Eğitim Bakanlığı’na dava açarak yönetmeliğe karşı çıkmış; ancak, davayı kaybetmiştir.
- Ayaz’ın sözünü ettiği sözlük yukarıda referans verilen TDK Sözlüğü’dür.
- 1989’da Ankara’da çeşitli kadın örgütlerinin başlattığı, Bedenimiz Bizimdir, Cinsel Tacizi Durdurun kampanyası, bekâret muayenelerini sorunsallaştırması bakımından önemli bir girişimdir. 1990 tarihinde Ankara’da başlatılan Bekâret Kontrolüne Hayır kampanyası kapsamında yapılan protestolar ve yine 1992’de Boğaziçi Üniversitesi Kadın Grubu tarafından başlatılan kampanya ve 1995 tarihinde Ortaokul Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliği’ne “iffetsizliği tespit edilmiş” olmanın örgün eğitimden uzaklaştırılma nedeni olarak görülmesine karşı eylemler yine bu bağlamda önemlidir.
























