TOHUM
ESRA GÜVEN

İÇERİK

Tohumların Hamisi

Tohum başlangıç, son, potansiyel, mümkün, döngüdür. Bir kültür bitkisinin meyvesi olarak karnımızın doyacağının ilk işaretidir. Bir kişinin soyundan gelenler, aile, aşiret anlamları taşır tohum. Hatta tarla kelimesinin kökeni de tohuma yaslar sırtını. Eski Türkçe “tarıġla”, “ekin ekmek, tohum saçmak” fiilinden türetilmiştir (Nişanyan Sözlük).

350 milyon yıl önce “Karbonifer dönem”de yaşayan bitkiler, embriyolarını bir kabın içinde saklamaya başladığında o güne kadar yaşadıkları alanlardan çok daha geniş alanlarda yaşama olanağına sahip oldular. Artık tohumlar doğal süreçlerle (rüzgâr, yağmur, nehir, hayvanlar vb.) taşınıp uygun koşullarda uyanabilirdi. Kimi bitkiler de tohumlarını sulu, lezzetli yapılar içinde büyüttüler. Bu yapılar, hayvanları besledi ve onların da yaşamlarını kolaylaştırdı, besinlerini çeşitlendirdi; tıpkı bitkilerde olduğu gibi yaşam alanlarını genişletti. Ve hayvanlar da tohumların taşıyıcısı hâline geldiler. Hatta kimileri bitkilerle özelleşmiş ilişkiler geliştirdi. Bu hayvanlardan biri olan insan da sevdiği tohumların hamisi oldu. Yaşadığı, beslendiği yerlerde yediği bitkilerin çoğalmasını, coğrafyanın bir ucundan diğerine yolculuk edebilmesini, ıslah ve ekicilik faaliyetleriyle soylarını sürdürebilmelerini sağladı.

Meyve(tohum) örnekleri; kızılçam, hatmi, katır tırnağı, kedi nanesi.

Yerel, Ama, Milli Olmak Zorunda Değil

Bugün “yerel tohumlar” bir bölgede uzun süredir ekilen ve nesilden nesile aktarılan tohumlar anlamına geliyor olsa da; aslında, tarım yapmaya başladığımızda tüm tohumlar yereldi. Dolayısıyla, yerel tohum dediğimizde kökeni bu coğrafyaya ait olmasa da belli ve genellikle dar bir bölgede ekilmiş, tohumu alınmış ve yeniden ekilmiş bir bitkinin tohumundan bahsediyoruzdur. Eski ticaret yolları, sömürgecilik, bilimsel uğraşlar, seyyahlık veya göçler de birçok tohumun yaşadığı yeri değiştirmiş ve/ya genişletmiştir. Örneğin domates, Güney Amerika’da doğup Avrupa’da kültüre alınmış olsa da; Türkiye de dahil olmak üzere, dünyanın elverişli iklimlerinde kendine yaşam alanı bulan bitkilerden biridir. Keza patates, fasulye, biber kabak, mısır, yer fıstığı, yer elması, ayçiçeği, pamuk, tütün de öyle. Kabağın Amerika kıtasından gelmesi bitkinin “yerel” olarak nitelendirilemeyeceği anlamına gelmez. Birçok bitki Türkiye’de yetiştirilmeye başladıktan sonra coğrafyaya uyarlanarak kendi genetik/kültürel çeşitliliğini oluşturur.

Bu yazıda yerel tohum olarak adlandıracağım tohumlar ise “köy çeşidi” veya yasa/yönetmelikler nezdinde ve tohum şirketleri tarafından kullanılan “yerel/yerli çeşit” gibi kavramlarla karşılanabiliyor. Hatta kamu kurumlarındaki millileşme furyasına uygun olarak “yerli ve milli tohum” ifadesi de kullanılmaya başlandı.

Yerel Tohumun Tarım Uğraşı Açısından Önemi Nedir?

Yerel tohumlar belli bir bölgenin sınırları içinde yetiştirilen, yetiştirildiği bölgenin iklim koşullarına uyum göstermiş, türe özgü otoburlarla veya hastalıklarla mücadele kapasitesini geliştirmiş tohumlardır. Dolayısıyla yaşadıkları yerle kimi zaman yeri doldurulamaz ilişkiler kurarlar. Bu yüzden birçok meyve ve sebze, tüm tarımsal çabalara rağmen belli coğrafyalarda varlık gösterir, en yüksek verimine bu coğrafyalarda ulaşır. Veya yerlisi olduğu topraklar tarımsal araştırmalar için kılavuz olur.

Yüzyıllar boyunca, eken, biçen tüm ekicilerin bilgileri, emekleri tohumlarda birikmiştir. Bitkiyle, bitkinin yaşam döngüsüyle, tüm kullanımlarıyla (besin, tıbbi, boya, lif vb.), bitkinin hastalıkları ve onu seven otoburlarla nasıl başa çıkılabileceğiyle; yani hem bitkinin hem insanın yaşamsal pratikleriyle ilgili bilgilerdir bunlar. Bu bitkilere boşuna “kültür bitkileri” demiyoruz; çünkü, kültür ürünüdürler. Kültür sözcüğüne kaynaklık eden Latince colere kelimesi de “ekip biçmek, toprak işlemek” fiilinden türetilir (Nişanyan Sözlük).

“Mayasıla tosbağa yımırtası
Ağrılara keten tohumu lapası
Geçim darlığına laf salatası
Ye ki, sen kendini “Karun” sanasın” (Tan, 2000)

Her kültür bitkisinin adı, ekimi, ekim ve toplanma zamanları, yetiştirilme biçimleri, bitkiden yararlanma yöntemleri, saklama ve değerlendirilme usulleri, bırakalım ülkeleri; Türkiye içinde bile yöreden yöreye farklılık gösterir. Örneğin, “börülce” genel adıyla bildiğimiz sebze, Antakya’da “libye,” Adana’da “acebek,” Silifke’de “ülübü” adlarıyla bilinir. Pişirme, değerlendirme yöntemleri farklıdır. Dolayısıyla her tohum, tanınma ve kullanım farklarıyla birlikte o yörenin toprak ve insan çeşitliliğinin yansımasıdır.

Yazarı bilinmeyen, Kilise Köyü Çiftliği’ne dair çeşitli kısa listeler, değerlendirmeler ve benzeri gündelik notları içeren el yazmasından: 6 çeşit arpa, son ikisi hastalıklı başakları gösteriyor. Kaynak: İstanbul Üniversitesi, Nadir Eserler Kütüphanesi Koleksiyonu / NEKTY02003 []

Bir yerel tohumun yolculuğu, ekilmesi ve yeşermesi, kültürünün ekilmesi ve yeşermesi anlamına gelir. Tohum ekilmeye devam ediliyorsa bu kültür yaşıyor, ekilmiyorsa ölüyordur diyebiliriz; hem kültürel hem de varoluşsal anlamda. Her kültür bitkisi, “ıslah” edilmiş, doğal yayılış yeteneklerini yitirmiştir. Örneğin mısır, anası teosinte gibi kendi kendini ekebilen bir bitki değildir. Teosintenin tohum dağıtımı konusunda yardımcıları da boldur. Sert bir kavuzla kaplı tohumlar hayvanların sindirim sisteminden korunur ve dışkılarıyla yayılır. Bizim terbiye edilmiş mısırımızın tanelerinin koçanlarından ayrılması, kurutulması ve ekilerek soyunu devam ettirebilmesi ise insanların çabalarına bağlıdır.

Bu coğrafyayı yurdu bellemiş kavun türlerinden biri olan acur, “kıtti,” “kıtte” ya da “hıta” diye bilinen Ermeni salatalığı (Armenian cucumber), sürgün edilen Ermenilerin bohçalarında Amerika’ya taşınır. Bir halkın yurdu değişirken tohumun yurdu genişler. Ermenilere yuvalarını hatırlatan ve belki ‘burası da yuvanız olabilir,’ dedirten bir bağa dönüşür acur tohumları. 1933 yılında, the Fresno Bee’de, bir köşe yazarı şöyle yazar: “Göçmen Ermenilerin Küçük Asya’dan Fresno’ya gelmesiyle birlikte değişik türde yeni meyve ve sebzeler de tanınmaya başlandı.” Yazıda, çeşit çeşit meyve üreten yenilikçi çiftçiler sayesinde kavunların kendilerine, vadide nasıl “misafirperver bir ev” buldukları anlatılıyordu. Bu meyve türlerinden biri, bir zamanlar Ermeni Krallığı’nın başkenti olan; ama, şimdi Türkiye’nin güneydoğusunda Diyarbakır olarak bilinen Dikranagerd (Tigranakert) şehrinden adını alan “Dikranagerd Los Angeles karpuzu”ydu. Ayrıca, Ermeni miskkavunu (şamama kavunu), sakız kabağı ve elbette Ermeni salatalığı vardı. Ermeni salatalığı, 30 inç uzunluğa varabilen ve salataya doğranan, yoğurtla yenilen veya turşusu yapılan, Central Valley’deki Ermeni ailelerin favori uğraşlarından biri olan ve neredeyse her yerde yetişen, garip görünümlü bir “kavun”du” (Aghajanian).

Anna Garabedian’ın gururu: 32 santimlik salatalık. Kaynak: Arizona Daily Star (30.07.1959), s. 11. / © newspapers.com

İnsanlarla birlikte göçen tohumlara Bengisu Muazzez Kurtuluş’un Kaçış Çizgisi adını taşıyan enstalasyonunun sergi metninde de rastlarız: “Mezopotamya’nın en kadim kavimlerinden biri olan Ezîdiler, 19. yüzyılın sonlarına kadar yarı göçer olmalarına rağmen, yaklaşık son yüzyılda politik gerekçelerle sürekli göç ettirilmeye zorlanmışlardır. (…) topluluğun bilge kadınları, melek tavusdan ödünç aldıkları atalık tohumları, memelerinin altındaki keselerde saklamışlardır. (…) bu tohum keselerinden ya da çorap başlarına büküp sakladıkları keselerden çıkarıp, yerleştikleri her çölü vahaya çevirmişlerdir. Ezidi kadınların nabzında demlenen tohumlar, yine kendilerinin olamayacak topraklarda, güneşi selamlayan ekotonlar yaratmışlardır.”

Bengisu Muazzez Kurtuluş, “Kaçış Çizgisi”

Bitkilerin Islahı

Asırlar boyunca kültür bitkilerimizin neredeyse tamamını, insan eliyle yapılan seçilim yöntemleriyle ıslah edilen bitkiler oluşturuyordu. Bu seçilimi, bahçesi olan her bahçıvan yapar. Sağlıklı, istenilen özellikleri sergileyen bitkilerden tohum alınır ve ertesi sene bu tohumlar ekilir. Olağanüstü bir durum karşısında da (doğal felaketler, hastalık vb.) ekiciler birbirleriyle tohum alışverişinde bulunarak tohumlarını yenilerler.

Her bitki, dolayısıyla her tohum sadece endüstriyel amaçlara göre standartlaştırılmadığı sürece kimi avantaj ve dezavantajları potansiyel olarak taşır. Ancak endüstriyel amaçlarla standartlaştırma yoğunlaştıkça bitkiler, tatları da dâhil olmak üzere kendine has özelliklerini o derece kaybeder. Ticari olarak piyasaya sürülen tohumlar, o yerel tohumun çiftçiye avantaj sağlayabilecek güçlü özelliklerinin birçoğunu eler. Bitkinin besin değerleri de bu elemeye tabidir. Çünkü özel veya kamu fark etmez, standartlaştırma bugün bitkilerin en çok “verim, raf ömrü, görünüm, büyüme hızı, yoğun tarıma adaptasyon yeteneği” gibi ticari hedeflerle ıslahı anlamına gelmektedir. Ticari tohumların eksiklerini tamamlayacak bir paket vardır nasılsa: Yapay gübreler, tarım zehirleri, makineler, sulama, biyoteknoloji. Yapılan birçok araştırma, endüstriyel ıslah yaklaşımlarının bitkilerin besin değerlerinde düşüşe neden olduğunu göstermektedir.1

Tarımsal Faaliyetlerin Biricik Döngüsü Kırılıyor

Tarlasına ektiği mısırdan tohumluk ayırabilen bir çiftçi yeniden üretim için gereken araçlardan en önemlisine sahiptir: Ürün-tohum-ürün döngüsünü kuracak ve başlatacak olan tohuma. Bunu önleyebilmenin tek yolu, tohumun satın alınmasını sağlamaktır. Ektiğiniz bitkiden tohumluk ayırıp sonraki nesillere aktarabilmek, tohumların paylaşılabilir niteliğinin korunması ve hatta yaşamalarının tek yoludur. Çiftçi, yüzyıllardır ektiği tohumlar yerine tek kullanımlık hibrit tohumları veya üç senede bir yenilenmesi öğütlenen sertifikalı tohumları ekmesi için teşvik edildiğinde veya buna mecbur bırakıldığında, tohumun biricik anlamı/işlevi sekteye uğrar.

Hibrit Tohum Nasıl Üretilir?

Doğada hibritleşme (melezleşme), sıkça gözlemleyebileceğimiz bir olgudur. Birbiri arasında gen transferi yapabilecek aynı bitki türüne ait veya yakın akraba türler arasında böcekler, rüzgâr gibi doğal yollarla taşınan genler, yeni melez bitkiler doğurur. İnsanlar doğayı taklit ederek melez bitkiler elde etmiştir. Hibrit tohumların üretilmesi de doğal bir süreçtir; ancak, her zaman doğanın da bir söz sahibi olduğu rastgele eşleşmelere karşılık hibrit tohumlar, değişik özellikler taşıyan popülasyonlardan değil; giderek saflaştırılan soylardan, kontrolcü bir müdahaleyle alınır. Bu defa tozlaştırıcı, böcekler ve/ya rüzgâr değil; bizatihi insandır. Ve bu işlem en az 5-6 sene tekrarlanır.

Hibrit tohumlar ilk ekildiklerinde vadedilen özellikleri sergileseler de sonraki nesillerde bu özelikleri azalır, kaybolur ya da verim kayıpları yaşanır. Tekrar ekildiklerinde üretim sürecinde kullanılan ana baba soylarına çekme eğilimi gösterirler. Bu yüzden her sene yeniden satın alınmaları ve ekilmeleri önerilir.

Tarımsal biyoçeşitliliğin devamı, köylü/çiftçilerin üstlendiği seçilim, mutasyon, gen akışı ve tozlaşmaya dayanır. Hibrit tohumlar ve endüstriyel ıslah yöntemleriyle bu rastgelelik engellenince tarımsal faaliyetlerin dolayısıyla insan sağlığının da garantisi olan çeşitlilik geri dönüşsüz bir darbe almış olur. Ticareti çok özel koşullar dışında yapılamayan, çeşitli kamu mekanizmalarıyla desteklenmeyen yerel tohumlar ekilemez hâle gelir ve giderek yok olmaya yüz tutar.

Osmanlı İmparatorluğu’na Açılmış Küçük Bir Pencere

Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım, kaybedilen insan nüfusu ve azalan tarım üretimi, tohum ıslahı, verimi artıracak tarım yöntemleri üzerine eğilmenin itici güçleri olurken bu sırada Osmanlı İmparatorluğu kapanışını yapmaya hazırlanmaktadır.

1860 yılından itibaren pamuk başta olmak üzere tahıl tohumu ithal ediliyor ve tarım bölgelerindeki üreticilere dağıtılıyordu (Bağcı ve Özer, 2021). İmparatorluğun son dönemlerinde tarımsal üretimin “%13-14’ ü ihraç ediliyor, büyük kentlerin beslenmesi ise un ithalatı ile sağlanıyordu” (Topuz, 2007). Temelde imparatorluğun gelirinin ziraate bağlı olması, Avrupa’nın tarımda ham madde ihtiyacını karşılamayı amaç edinmesi ve tarım alanında yaşanan gelişmelere ayak uydurabilmek için ziraat bürokrasisi oluşturulmaya, eğitim kurumları açılmaya başlanmıştı.

Krikor Ağaton. Kaynak: Salt Araştırma/INPTTH033[]

Ziraat eğitimi için açılan ilk okul, 1848 yılında Yeşilköy Ayamama Çiftliği’nde, Ziraat Talimhânesi adı altında açıldı. Okulda ziraat konusunda eğitim veren hocalardan biri Krikor Ağaton’du. Alibeyköy çiftliğini kuran ve İmparatorluğa patates tarımını ilk kez getiren Ağaton Efendi’nin torunu olan Krikor Ağaton Paris’te ziraat eğitimi almıştı.2Okulun işleyişle ilgili planlananlardan biri de okulda yetiştirilecek olan ürünlerin tohumları, damızlık hayvanlar ve bunlar için gerekli olan alet-edevatın Avrupa’dan getirilmesi olmuştu (Çeşme, 2011). Kısa bir süre sonra okul kapanmıştır. Sebep olarak okulun bakımsızlığı, yeterli bütçe ayrılmaması yanında alınan maaşların yüksekliğinin de gündeme geldiği belirtiliyor (Akpınar, 2013). Ziraat Talimhânesi dahil olmak üzere ardısıra açılan diğer okulların da ömürleri uzun olamamıştır.

Osmanlı ziraat tarihinde adının anılması gereken bir yapılanma olan ve tohum ıslahı açısından da önem taşıyan okul ise “Halkalı Ziraat Mektebi”ydi. Ticaret ve Ziraat Nazırlığı bünyesinde kurulan Ziraat Müdürlüğü’nün başında bulunan Hagop Amasyan, kuruluşa öncülük eden kişiydi. 3 Yine Avrupa’da ziraat eğitimi almış olan Amasyan’la birlikte, Kevork Torkomyan da Halkalı Ziraat Mektebi’nin öğretim kadrosunun oluşturulabilmesi için Avrupa’ya gönderilmişti (Yıldırım, 2015). Cumhuriyet döneminde kurulan tohum ıslah istasyonlarından biri olan Yeşilköy Islah İstasyonu’nun kurucusu ve ilk müdürü Mirza Gökgöl’ün aktardığına göre tohum ıslahı ile ilgili çalışmalar 1916 yılında Kosslan isimli bir Alman ıslah uzmanının Halkalı Yüksek Ziraat Mektebi’ne getirilmesi ile başlamıştı (Ersöz, 2020). Zaten Yeşilköy Islah İstasyonu da Halkalı Ziraat Mektebi’ne bağlı bir birim olarak kurulmuştu. Kosslan, tohum ıslah çalışmaları kapsamında Mekteb’e gelmiş ve bir buçuk yıl kalmıştır. Ancak savaş koşullarında çalışmalar sürdürülememiştir.4

Halkalı Ziraat Mektebi hocaları tarafından toplam 7 sayı çıkarılan derginin 1. sayısında yayınlanma amaçları arasında tohumla ilgili bir madde dikkat çeker:

“Okulda mevcut bulunan emrâz-ı nebatiye, haşerat ve kimya laboratuarlarında, ülkenin her tarafından gönderilen numûneleri incelemek. İncelenen bu numûnelerden elde edilen sonuçları ve tohum ıslah etme yöntemlerini yayınlamak” (Çeşme, 2011).

Devlet Tohumları

Osmanlı döneminde tarımsal eğitime başlanmışsa da, yeni açılan ziraat okulları ve var olanların iyileştirilmesi, tohum ıslah istasyonları, deneme tarlaları, köy enstitüleri, kredi ve desteklerle planlı ve sistematik tarım, dolayısıyla da tohum politikalarının Cumhuriyet döneminde geliştiğini söyleyebiliriz. Elbette bu politikalar, o dönemde nüfusun yüzde 76,5’inin köylerde yaşaması, %81,7’sinin ise geçimini tarımdan sağlamasına bağlı olarak ekonomik bir kalkışmanın tarıma dayanması mecburiyetiyle de ilgiliydi. Bu politikalar sayesinde tarımdan sanayileşmeye kaynak transferi yapılabilmişti5 ama geçimlik tarım dışında (1-10 dönüm üstü) değerlendirebilecek topraklar orta-büyük arazi sahiplerinde olduğu (İnce, 2006), vadedilen toprak reformu hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanamadığı için tohum ıslah çalışmalarından yararlananlar da temel olarak orta-büyük çiftçiler olsa gerektir.

Uluslaşma sürecinde, toplumun “beslenme” sorununu çözebilmek kadar, bunun “milli” kaynaklardan elde edilebilmesini sağlamak bir kuruluş anlatısı oluşturabilmek için gerekliydi. Dolayısıyla Ersöz’ün belirttiği gibi özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Tohum, küllerinden doğup yeniden var olmaya ve serpilip gelişmeye çalışan bir ülkenin içinde barındırdığı potansiyeli temsil etmesiyle kuruluş döneminin ideolojik yapılanışı için benzersiz bir sembol ortaya çıkarır.”

1925 yılında tohum ıslah istasyonları kurulmaya başlanır. Bir yandan yeni kurumlar oluşturulurken yurtdışından uzmanlar Türkiye’ye davet edilmekte ve eğitim için öğrenci gönderilmektedir. Örneğin ilk kurulan istasyon olan Islah-ı Buzr, (Sazova Tohum Islah İstasyonu) Odet Perrin ve Fritz Rummel tarafından yönetildikten sonra, 1929 yılında yurt dışı eğitiminden yeni dönen Emcet Yektay görevi devralır.

30’lı yıllarda yaşanan ekonomik buhranla birlikte tohumları ilgilendiren bir başka uygulama da Ziraat Bankası’na çiftçilerden buğday alım yetkisi verilmesidir. Banka bu buğdayların bir bölümünü ihtiyaç sahibi göçmen ve çiftçilere tohumluk olarak dağıtır. Tohumluk dağıtımı çeşitli yasalarla Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri uygulamaya konulmuş hatta kurumların dağıtabildiği tohumlar dışında tohum ithal edilip dağıtılması yoluna da gidilmiştir. Aynı zamanda Ziraat Bankası tarafından getirtilen tohumlukların gümrük vergisinden muaf tutulması sağlanmıştır.

Sazova Tohum Islah İstasyonu depo ve hangar olarak kullanılan bina. 1930’lu yıllar. Kaynak: EGKTAE Arşivi. Aktaran: Ersöz, 2020

Bir yandan da asıl gelişmenin umulduğu sanayiye ham madde sağlayacak tarım yöntemleri, bitkiler üzerinde durulur. Örneğin 1933’te Nazilli’de kurulan istasyon Sümerbank tarafından kurulacak olan Nazilli Basma Fabrikası’nın ihtiyacı olan pamuk üretiminin gelişmesinde önemli etkilere sahip olur.

1940 yılında kurulan Köy Enstitüleri’nde, yine aynı yıl kabul edilen kanunla (3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu) köylerde görev yapmaya başlayacak öğretmen adaylarına devlet tarafından üretim aletleri, ıslah edilmiş tohum, tarımsal faaliyette kullanılacak hayvanlar, cins fidan gibi üretim araçları verilmesi ve köy hududu içindeki ziraat işlerine elverişli araziden öğrencilerin ders uygulamalarına yetecek miktarda arazi tahsis edilmesi öngörülmüştür (Ersöz, 2020).

Deneme tarlalarından önce tohum denemelerinin hemen hepsi çiftçilere yaptırılıyor, ıslah istasyonları ise tohum ihtiyacının küçük bir bölümünü karşılayabiliyordu. Tarım Bakanlığı Dergisi’nin 1947 Yılı Tohumluk Faaliyeti raporuna göre istasyonlarda üretilen tohumluk miktarı 1018 ton olarak verilmiştir. Oysa ihtiyaç çok daha fazlaydı. Bunun üzerine 1950 yılında “Devlet Üretme Çiftlikleri” kurulmuş ve kuruma tohumluk üretme, dağıtma ve satın alma yetkisi verilmiştir. Tarımsal üretim merkezlerini tek bir çatı altında toplanmasını sağlayan yeni organizasyonla tohumluk üretimi de artarak; “… 1950 yılında 50.000, 1951’de 47.000, 1952’de ise 70.000 ton miktarına kadar yükselmiştir” (Ersöz, 2020).

Ancak 1963-67 yılları arasını kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’na göre yine de tohumluk ihtiyacı karşılanamamaktadır. Planda, ıslah edilmiş veya iyileştirilmiş tohum kullanılması öngörülse de, örneğin buğday için “1967’ye kadar toplam buğday ekim alanının yüzde 20’si ya da 1,5 milyon hektarında ıslah edilmiş tohumluk ile kimyevi gübre birlikte kullanılacaktır. Bugün çok az gübre kullanılmaktadır. Ayrıca toplam buğday alanının yüzde 55’inde de yalnız ıslah edilmiş tohum kullanılacaktır. Bu oran bugün yüzde 25 kadardır” denilmektedir. Keza çeşitli bitkiler için “yıllık sertifikalı tohumluk ihtiyacının 400 bin ton civarında olduğu, bunun ancak 1/4’ünün karşılanabileceği” tahmin edilmiş,6 tohumluk sorununun çözülmesi planlanmıştır.

Dolayısıyla Cumhuriyet tarihi boyunca bitki ıslahı yanında, çeşitli bitkilerde tohum ithalatı/üretimi devam eder ve tohum temizleme makinalarıyla temiz tohumluk sağlama yoluna gidilir. Emcet Yektay’a göre, “yabancı menşeli bu çeşitlerin, yüksek verim sahibi olsalar bile, yetiştirilmeye başlamadan önce ülke şartlarına adapte edilmesi zorunludur (…) En önemli ürünlerden biri olan buğdayların, yurt dışından ithal edilmiş nitelikli buğdaylar olsalar bile yerli buğdaylar ile birlikte hiç olmazsa bir yıl karşılaştırmalı ve tekrarlamalı olarak denemelere alınmadan ithal edilmesi, ‘karanlıkta atılmış bir adım’ olacaktır” (Yektay, 1931).

Islah istasyonlarındaki gelişmelere dair kısa haber. Kaynak: “Islah istasyonlarının son yılı”, Ulus no. 5481 (29.10.1936), s. 12.

Yektay’ın 1929-30 ekim yılında çeşit denemelerine aldığı buğdayların adları şöyleydi; Kızıl Kermir, Ak Kermir, Ak Kernez, Kızıl Kernez, Kızıl Dil, Ak Dil, Ak Köse, Serez ve Kunduru. Sazova Tohum Islah İstasyonu’nda yapılan çalışmalar bölgeye uygun buğday çeşitlerinin yerel hatlar içinde bulunduğunu göstermiştir. Aynı dönemde yapılan çalışmalardan biri de buğdayda sürme zararına karşı geliştirilebilecek çeşitlerle ilgilidir. Yerli çeşitlerden birçoğunun, sert buğdayların ise hepsinin sürmeye karşı dayanıklı olduğu ortaya çıkmış, bunların yabancı çeşitlerle melezlenmesine yönelik çalışmalardan vazgeçilmiştir (Ersöz, 2020).

Zamanla Almanya veya Fransa’dan alınan tohum temizleme makinelerinin sayısı artar. Yıllar içerisinde bunlardan bir kısmı uzun vadeli borç karşılığı çiftçilere dağıtılırken bir kısmı ise ıslah istasyonlarında veya tohum temizleme kuruluşlarında köylülerin tohumlarını temizlemek üzere hizmet verirler. Bürokratların kimine göre bu makineler yalnızca bol tohumu olan büyük çiftçilerin işine yaramaktadır. Kimine göre ise sadece varlıklı çiftçilere gönderilmektedir. Kimi, bozuk tohumların memleketin en büyük felaketlerinden biri olduğunu söyler, bir başkası ise tohum temizleme çalışmalarının bir seferberlik ilanını andıracak şekilde sürdürülmesini salık verir (Ersöz, 2020).

“Ziraat, ticaret ve ormancılıktan bahis onbeş günde bir neşrolunan” Toprak Dergisi’nden: “Anadolu Demiryolları tarafından bu defa zürrâya tevzi edilen tohumluk buğdaylar Eskişehir’de temizlenir iken” Kaynak: Toprak, no. 8 (01.12.1340 [=1924]), s. 121.
Çiftçiler tohum temizle makinesiyle çalışırken, 1920’ler. Kaynak: Salt Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostallar Koleksiyonu / AHIZM254 []

En azından söylemde ıslah çalışmalarının sonuçlarını alana ve tohumda kendine yeter bir ülke haline gelene kadar işler böyle çözülecektir. Ancak birgün gelip de “iyileştirilmiş tohum”dan daha iyileştirilmiş tohum olabileceği hesaba katılmamıştır. Tesadüfe bakın ki bunu 1980’lerde Özal’ın tarım bakanı düşünecektir.

Islah istasyonlarında çalışmaların başladığı ilk yıllarda gübresiz, makinesiz, kurak koşullarda yetiştirilebilen yerel buğdayların ıslahına ağırlık verilirken 1950’lerden sonra makinalı tarımın yoğunlaşıp yapay gübrelerin kullanılmaya başlanmasıyla (Marshall Planı etkisiyle), “verim” şartlarına ayak uyduramayan “fakir” buğdaylar elenmiştir. Yerli tohumlarla olduğu kadar yabancı pek çok çeşit de Türkiye’ye getirilerek denemeler yapılmış, buğdayda tane verimi öne çıkmıştır (Atay, 2006). Örneğin Sazova Tohum Islah İstasyonu’nda geliştirilen Sertak 32 buğdayı sulama koşullarında yatarken yurt dışından getirilen “Mentana” buğdayıyla yapılan melezleme çalışmalarından elde edilen “Melez 13” yatmıyordu. Ancak kuraklıktan daha fazla etkileniyordu. Nitekim Yetkay sonrası göreve gelen Rıfat Gerek döneminde yurt dışından birçok tohum getirilmiş olmasına rağmen çalışmalar yüksek performans gösteren eski çeşitler üzerine yoğunlaştırıldı (Ersöz, 2020). Yani ıslah edilen, ithal edilen veya geleneksel olarak ekilmeye devam eden her bir tohumun huyu, macerası, anlatacakları farklıydı.

ABD’li bilim insanı Harlan, 1948-64 yılları arasında Türkiye’den 2.121 yerel buğday materyali toplar. Harlan’ın Şemdinli’den topladığı PI 178383 no’lu hat, önceleri kara pas hastalığına hassasiyeti, yatması, vernalizasyona direnci ve düşük ekmeklik kalitesiyle yetersiz bulunmuştu. Ancak gen bankası raflarında 15 yıl bekletildikten sonra ABD’nin kuzeybatısında ortaya çıkan sarı pas hastalığı salgını nedeniyle tekrar raftan indirildi ve başta sarı pas olmak üzere bazı hastalık ve zararlılara dayanıklı olduğu anlaşıldı (Türkiye’nin Buğday Atlası, 2016).

1963 yılında 308 sayılı “Tohumlukların Tescil, Kontrol ve Sertifikasyonu Hakkında Kanun” yürürlüğe girer. Kanunla birlikte yapılan düzenlemeler ve Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda geçtiği haliyle artık tohumluk sorunu devlet kurumları yanında sözleşmeli çiftçiler ve özel teşebbüs tarafından çözülecektir.7 Devlet, tohum ihracat ve ithalatını kontrol altına almakla birlikte uluslararası tohum kuruluşlarına katılmaya da hak kazanır (ISTA ve 1968’de OECD’nin tohumluk sertifikasyon sistemi). Bu katılımlarla birlikte ıslah istasyonlarında da yabancı kökenli tohumlara erişim kolaylaşır ve yapılan çalışmalarda yoğun olarak kullanılmaya başlanır. Aynı şekilde yerel tohumlar da kurumlar aracılığıyla yurt dışına gönderilir.

İlk dönem tohum ıslah çalışmalarına dair kısa bir değerlendirme

Anlaşılan o ki tohum ıslah istasyonlarında özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok değerli çalışmalar yapılmasına rağmen bu çalışmaların meyvesi toplanamamış, hatta kimi materyaller kaybedilmiştir. Politikalar değişince tohum ve toprak, Marshall Planı ve Yeşil Devrim’in etkileriyle yüzleşmek zorunda bırakılmıştır. Çalışmalarda ne kadar “başarılı” olunduğundan bağımsız olarak, o dönemdeki “yerlileşme” ve “millileşme” söylemlerinin oturduğu zeminin bugünden farkı, bu zeminin “gerçek” kılınmaya çalışılmasıdır. Tabii bu gerçekliği yaratanlar istasyonlarda, enstitülerde, deneme tarlalarında çalışanlar ve bu tohumları sahiplenip tarlasına eken köylü/çiftçilerdir.

Yapılmışı Var

1980‘li yıllara kadar üretim ve tedarik sisteminde kamu ağırlıklı bir sistem yürürlükte kalır. 1980’li yılların başlarından itibaren ise dönemin rüzgârına bağlı olarak özel girişimlerin başrolü kaptığı bir tohumluk endüstrisi modeline geçilir. Serbest piyasa ekonomisinin uygulanması, 1983 yılında tohumluk fiyatlarının ve 1984’te ise tohumluk ithalatının serbest bırakılmasıyla birlikte özel sektörün önü açılmış olur. İthalat yapacak firmalara kredi ve faiz teşvikleri sağlanır. Yerli veya yabancı pek çok tohumluk firması, doğrudan veya ortaklıklar yoluyla Türkiye’de faaliyet göstermeye başlar. “… sermayedarın milliyeti ne olursa olsun, hepsi de köylüye getirilen yasaklarda anlaşıyorlardı. (…) İsrail’den ithal edilen tohumun sahibi Fransız şirketi olabiliyor. Benzer şekilde Türkiye’den ihraç edilen tohum da Amerikan şirketine ait olabiliyor” (Özkaya, 2017).

80 sonrası için söylenebilecek en önemli şey, Türkiye’de tarımın sürdürülebilmesini sağlayan tüm girdi ve üretim faaliyetlerinin üzerindeki kamu denetiminin kaldırılması veya işlevsizleştirilmesidir. Bunun yanında katıldığımız uluslararası birlikler, anlaşmalar yerel tohumlar üzerindeki baskıyı artırmış, piyasalar karşısında tamamıyla savunmasız bırakmıştır. “Hatta bu dönemde Özal’ın bir tarım bakanı var, Hüseyin Hüsnü Doğan, Özal’ın manevi evladı. Hürriyet’e verdiği bir demeçte şöyle diyor: “Tohum şirketleri kırk yıldır araştırıp bulmuşlar verimli tohumu, biz yeni baştan, sıfırdan mı üreteceğiz?” (Aysu, 2019).

Ancak yine de yerel tohumlar ekiliyor, satışı yapılıyordu. Tohumluklarda sermayeye bağımlılık gelişmemişti. Bu kendiliğinden işleyişin önünü kesebilmek için devlet, “çiftçilerin zarar etmesini önlemeye çalıştıkları” iddiasıyla 2006 yılında 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu”nu çıkardı. Kanun, yerel tohumların/fidelerin ihtiyaçtan fazla olmamak kaydıyla takasını serbest bırakırken; ticaretini yasakladı. 2018’de gündemimize giren “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik” ise yerel tohumlarla ilgili tek “sorumlu” olarak kamu kurumlarını görevlendirdi.

“Türkiye’de 2000’li yıllarda 100 civarında olan tohumculuk sektöründe faaliyet gösteren firma sayısı son 15 yılda göstermiş olduğu artışla günümüzde 832’ye ulaşmış olup bu durum yurtiçi sertifikalı ve kaliteli tohumluk kullanım ve üretimini önemli oranda arttırmıştır” (TAGEM, 2018-2022).

Modası Geçmiş Nesneler

Yerel tohumlar, kamu kurumlarının diline yeri geldiğinde bir tehdit nesnesi olarak “ekmeyin aç kalırsınız,” yeri geldiğinde modası geçmiş bir nesne olarak “60 yıl önceki çeşitlerle tarım yapamazsınız” söylemleriyle yerleşirler.

5553 sayılı Tohumculuk Kanunu ile kurulan TÜRKTOB “turistler ve sığınmacılarla birlikte yaklaşık 100 milyonluk nüfusu gereği şekilde doyurabilmeyi” düşündüklerini söyleyip yerel tohum ekmemiz durumunda başımıza gelecekler konusunda uyarıda bulunur: “1961 yılında Türkiye’nin ortalama buğday verimi 90 kg/da’dır. Nüfusu ise 27.2 milyondur. 2017 yılında ise buğday verimi 280 kg/da civarına yükselmiş, yani 3 misli artmıştır. Nüfus ise yine 3 misli artarak 82 milyona ulaşmıştır. Bugün 60 yıl önceki çeşitleri kullanıp, dekara 90 kg ürün alarak 82 milyon insanı beslemenin mümkün olmadığı açıktır” (TÜRKTOB, 2020).

Buğday bir zamanlar “tahıl ambarı” olarak bilinen Anadolu topraklarının dünyaya armağanıdır. Bu topraklar 23 yabani buğday türüne ve 400’den fazla kültüre alınmış buğday çeşidine ev sahipliği yapar (Türkiye’nin Buğday Atlası, 2016). “Bereketli hilal”in bir parçası olan Güneydoğu Anadolu bölgesi, buğdayın ilk evcilleştirildiği yuvadır. Yeşilköy Tohum Islah İstasyonu kurucusu ve müdürü Mirza Gökgöl, Türkiye’nin her yerinden topladığı buğday örneklerini sınıflandırmış 18 binin üzerinde farklı tip ve 256 adet yeni buğday varyetesi belirlemiştir. Ancak bu genetik kaynak materyali korunamamıştır (Karagöz).

TAGEM’in hazırladığı raporda, “Özel sektörün, başta melez (hibrit) çeşitler olmak üzere, daha yüksek kâr getiren ürün gruplarında faaliyet gösterdiği izlenmektedir” deniliyor (2018-2022). Yani buğdayda söz edilen verim artışını özel sermayenin çalışkanlığına değil; bitki ıslahını ve çeşit geliştirme işini üstlenen köylüye/çiftçiye ve kamu kurumlarına borçluyuz.8 Verimi artıran bir diğer nedense yoğun tarım uygulamalarıdır. Bu uygulamaların faturasını da sağlığımızı kaybederek ödüyoruz.

Tohum meselesi ve tohum ıslah istasyonları hakkında. Kaynak: “Köylünün Büyük Derdi Tohum Meselesi hallediliyor”, Ulus no. 5610 (13.03.1937), s. 6.

“21 özel sektör tohum firması ile işbirliği kapsamında 200’den fazla genetik materyal de özel sektöre aktarılmıştır. Yazlık sebze türlerinde 320 nitelikli hat ve 42 çeşit geliştirilmiş olup, bunlardan 214 hat ve 31 çeşit özel sektöre devredilmiştir” (Bakan Pakdemirli, 2020).

Özel sektör, yerel tohum ıslahı konusunda gönülsüz olduğunu belirttiği ve bu gönülsüzlüğü yasalarla da dokunulmazlık altına aldığı için kurumlar, yerel tohumlardan ıslah ettikleri çeşitleri ve hatları da sektör hatırına üretip teslim etmektedir. Çiftçinin mağdur edilmemesi için ticaretinin yasaklandığı iddia edilen yerel tohumlar, çiftçiyi mağdur etmeyecek yöntemlerle yaşatılabilecekken özel sektörün gen havuzuna aktarılır.

Hibrit olsun olmasın yoğun kültürel müdahalelere uyumlu tohumlarla 60 yıl önceki çeşitleri karşılaştırmak elbette haksızlık olacaktır. Ayrıca yerel tohumlarımızın, eğer hâlâ aynı yerde duruyorlarsa neden 60 yıl geride kaldıklarını da sormalıyız. Öte yandan bu tohumlarla çalışmak için bir birikime de sahibiz. Üstelik bu birikim sadece “yerli ve milli” değil; evrensel. Dünyanın her yerinde ekicilerin elleriyle yaşatılıyor.

Bencil Gen: Özel Sermaye

Tohumculuk sektöründe özel sermayenin temsilcilerinden TÜRK-TED’in (Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği) Tohum adlı yayınında neden hibrit tohumlara yönelindiği açıklanmaktadır:

Örneğin f1’de bulunan herhangi bir hastalığa dayanıklılık özelliği f2’de kaybolur, dolayısıyla bu özelliklere sahip bir çeşit talep eden kullanıcılar her sene yeniden f1 tohum satın alma zorunda kalırlar. Zaten f1 melezlerin bu özellikleri sayesindedir ki birçok kişi ve kuruluş bitki ıslahı konusuna yatırım yapıyor (TÜRKTED, 2011).

Anavatanı Meksika olan mısırın, temelleri ABD’de atılan hibritleşme serüveni yayılarak tüm dünyadaki tohum şirketlerinin can simidi hâline gelmiştir. Tayfun Özkaya Simmonds’tan aktarır: “Hibrit mısır bir başarıdır, ancak büyük ölçekli çalışmaların onlarca yıl sürdürülmesi ile bu gerçekleşmiştir. Popülasyon ıslahına aynı çaba koyulsa idi ne olacaktı? Buna iyi bir cevap alamıyoruz. Çünkü hibrit ıslahını kabul etmek için ekonomik dürtü çok büyüktü” (Özkaya, 2014).

Kısacası özel sermayenin sadece yüksek kâr getiren hibrit çeşitler üzerine çalıştıkları için yakınmak yersiz kaçmaktadır. Hibrit tohumlara yapılan yatırım, şirketlere çiftçileri tohumluk ayırma olanağından yoksun bırakma gücü vermiştir. Bitki yetiştirmek artık sadece uzmanların yetkili olduğu bir uğraştır. Çiftçilere tek kalan bu uzmanlığın operatörlüğünü yapmaktır. Sorun sadece yerel tohumların yok olmasıyla genetik bir mirasın yok olacağı gerçeği değil; aynı zamanda, artık tarımsal faaliyetlerimizin hiçbir kültürel ifadesinin olamayacağı gerçeğidir.

Filipinler merkezli MASİPAG ‘ın (Kalkınma için çiftçi- bilim insanı işbirliği kuruluşu) çiftçi ve bilim insanlarının birlikte geliştirdiği çeltik çeşitlerini ekolojik yöntemlerle yetiştirenler ve endüstriyel tarım yapanlarla kıyasladığı bir çalışmaya göre; organik grupta tohum seçimine çiftçilerin % 77’si, endüstriyel grupta %25’i katılırken, ıslah çalışmalarına organik gruptaki çiftçilerin %14’ü katılmış, endüstriyel grupta ıslah çalışmalarına katılım olmamıştır (Özkaya, 2014).

Tohumun her sene parayla satın alınmasının çiftçiyi sarsmayacağı, tohum maliyetinin üretim maliyetlerinin çok küçük bir bölümünü oluşturduğu iddia edilmektedir. Şikayet etmeye devam edersek tohumlar üzerinde araştırma geliştirme faaliyeti yürütmekten vazgeçecekler, dünya da böylece açlığa mahkum olacaktır. Tohumun maliyeti “görece” düşük olsa dahi yapay gübre ve tarım zehirlerinin maliyetinin çok yüksek olması, pazarlanan tohumların ancak bu paketle birlikte “verim” vaadini gerçekleştirebilmeleri bir kenara, tüm paketi aynı tekellerin satıyor olması, hibrit tohumlara yapılan yatırımın anlamı hakkında bize daha çok şey söyleyebilir.

Tarım kimyasalları konusunda tekelleşme eğilimi güçlenerek devam etmektedir. Bu eğilimler tohumun geleceği hakkında kâhinlik etmemize de izin veriyor. ETC’nin 2014 verilerine göre dünyada tohum ticaretindeki payı %10’dan büyük iki firma var: Monsanto-Bayer CropScience ve Dow-Dupont. Tarım kimyasallarında ise bu ikisinin yanına iki firma daha ekleniyor listeye: Syngenta-ChemChina ve BASF (IPES-Food & ETC Group, 2021). Veriler, şirket payların özellikle tekelleşmelerden sonra katlandığını gösteriyor

60 Yıl Önceki Tohumlarımıza Ne Oldu?

60 yıl önceki tohumlarımızın bir bölümünün hâlâ yaşadığına dair bazı sivil çabalara veya mucizelere tanığız. Örneğin, İzmir’in Tire ilçesinin Kahrat köyünde bir çeyiz sandığına konulan buğday tohumları, yıllar süren tatlı uykusundan uyanır. Tohumları gün yüzüne çıkaran torun, büyükannesinden kalan tohumların yerel olarak “kızıl buğday” adı verilen ve geçmişte ekim sahalarını dolduran bir buğday türü olduğunu öğrenir ve bunları ekmeye başlar (Kale, 2019).

Selami Başer’in yine bir sandıkta bulduğu Ayaş domatesi tohumları, eski bir domatesin yeniden hayat bulmasını sağlar (Sabah, 2020). Çeyiz sandıklarına bir miktar da tohumun konulması bir çocuk doğduğunda, evini yapabileceği ağacın ekilmesi gibi yaşamın devamlılığı için sürdürülen geleneklerden biriydi. Haberlerde böyle hikâyeler çok gösterişli bir dille anlatılsa da bu ve benzeri gelenekler, yaşamın örgütlenişiyle yakından ilgilidir. Bugünse eğer imkân varsa bir çocuk doğduğunda banka hesabı açılıyor. Ayrıca köylerde dahi bu gelenekler yaşatılamıyor. Çünkü yerel tohumların ekimlerinin özendirildiğini, desteklendiğini gösterir hiçbir devlet politikasına, yasaya sahip değiliz. Hatta tam tersi uygulamalar çiftçinin elinde kalan tohumlara da göz dikiyor. “Bakanlık’ın (…) çiftçinin elindeki yerel tohumun alınarak şirket veya devletin ürettiği sertifikalı tek tip çeşitleri dağıtarak yerel tohumların yok olmasına katkıda bulunduğu konusunda somut örnekler de bulunmaktadır” (Özkaya, 2019).

Dolayısıyla yoklanan sandıklar ve çekmecelerden bir şey çıkmaması ihtimali çok daha fazla. Bazen bunun bile faturası köylüye kesilebiliyor, “tohumlarınıza neden sahip çıkmadınız” deniyor. Oysa bu sadece köylülerin sorumluluğu değildi. 1980’lerden beri izlenen politikalar yerel tohumları şehirde yaşayan kimi insanlar için birer mite dönüştürdüyse de köylü için hazırladığı senaryo bambaşka oldu. Endüstriyel tohumlar ve tarım politikaları yerel tohumlarla birlikte köylüyü/çiftçiyi de yerinden ediyor.

Yerel tohumların ticarete sunulabilmesi için Tohumculuk Kanunu’nda geçerli olan tek istisna, “Standart tohumluk: Kayıt altına alınan çeşitlere ait ve Bakanlık tarafından belirlenen bitki türlerinde, sadece laboratuvar kontrolleriyle ticarete arz edilen tohum” ifadesidir. Hâlâ piyasada standart tohumluk bulunabilmektedir; ancak, verilen bilgilere göre “örtü altında yetiştirilen (açık plastik tünel veya sera) sebzelerin tamamının F1 hibrit çeşitlerden oluştuğu, açık yetiştiricilikte %70-80’lere varan oranlarda hibrit tohum kullanıldığını” (Yanmaz vd., 2020) göz önünde bulundurursak geleceklerinin pek parlak olmadığını teslim etmemiz gerekir.

Devletin Güvenli Elleri Yerel Tohumları Koruyabilir mi?

2017’de, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği 1. Yerel Tohum Buluşması’na katılan Emine Erdoğan, “Gıda konusu küresel kapitalizm elinde bir silaha dönüşmüştür. Tarımsal verimliliğin ancak kimyasallarla mümkün olduğu iddialarına karşın, dünyada gıda kıtlığından çok gıdaya erişim sorunu vardır,” dediği sıralarda Türkiye’de 6,3 milyon ton olan kimyasal gübre tüketiminin %85`i ithal edilmiş, AKP iktidarı boyunca gübre destekleri verilmiş, gübrede KDV kaldırılmıştır (TAGEM, 2018). Bakanlığın sitesinde Mirasımız Yerel Tohum projesinin temellerinin atıldığı buluşmayla ilgili olarak 2019 yılı sonu itibariyle toplanan tohumların 1131’e ulaştığı, farklı bitki türlerinde 42 çeşidin TAGEM tarafından 2020 yılında tescile sunulmasının planlandığı bilgisi veriliyor.

Yerel tohumların satışının yasaklandığı Tohumculuk Kanunu’nun mimarı kurumların ilgisi, hatta Erdoğan’ın “küresel kapitalizm” karşıtlığı biraz da zevahiri kurtarma çabası olarak görünüyor. Belediyeler ve sivil inisiyatiflerce yürütülen faaliyetlerin ve defalarca düzenlenen tohum takas şenliklerinin varlığı kurumları en azından zorluyor.

1. Yerel Tohum Buluşması, 31 Mart 2017. Kaynak: T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı []

“Emine Erdoğan’ın 2017 yılında İzmir’de yapılan “Yerel Tohum Buluşmaları” ile temelini attığı çalışmalar, Samsun ve Şanlıurfa’da devam etti. Bu bölgelerde yıllardır yetiştirilen ürünleri gelecek kuşaklara aktarabilmek amacıyla halk ve çiftçiler ellerinde bulunan yadigar tohumları devletin güvenli ellerine teslim etti” (Haberler.com, 2019).

Gönüllü İşler

Bitki ıslahı, yerel tohumun yaşatılması, küçük bostanlarda ekim yapan köylü/çiftçilerinin de pekâlâ altından kalkabileceği bir iş olsa da artık buna ihtiyaç duyulmaması, tohum bilgisinin de, hastalıklara dair çözümlerin de, toprakla ilgili bilginin de uzmanlık gerektiren bir işe, bir yatırım alanına dönüşmesi giderek bohçalarımızın boşalmasına neden oluyor. Bir yerel tohumun özellikle de bugün, sağlıklı bir şekilde saklanması, çoğaltılması, yaşatılması her zaman iyi niyetli çabalardan fazlasını gerektirdi. Ama yasaklar, sadece iyi niyetlilere ve gönüllü işlere izin veriyor.

Organize çabalarla bir araya gelmeye çalışan inisiyatiflere ve bu yapıların veya belediyelerin düzenlediği tohum takas şenliklerine katılabilir ve çalışmalara destek verebiliriz. Bu topluluklardan bazıları;

  1. Can Yücel Tohum Merkezi: Seferihisar belediyesine bağlı olarak 2011 yılında başlayan proje, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülüyor. Amaçlarını, “yerel tohumların ortaya çıkarılması, çoğaltılması, Üretim Merkezleri’nin oluşturulması ve bu merkezlerin tüm Türkiye’ye yayılması” olarak özetliyorlar (bkz. http://www.canyuceltohummerkezi.com).
  2. Karaot Tohum Derneği : İzmir Torbalı ilçesi Karaot Köyü’nde faaliyet gösteren bir tohum derneği. Dernek amacını “kaybolmakta olan yerel sebze ve meyve çeşitlerinin korunması ve tohumlarının çoğaltılarak gelecek kuşaklara aktarılması,” olarak özetliyor (bkz. https://karaotkoyu.wordpress.com/organik-tarim/karaot-tohum-dernegi ). Derneğin kurucularından Feray Karapınar TEDX konuşmasında yerel tohumlar için, “senin olmayan bir şeyi satamazsın,” diyor.
  3. Muğla Büyükşehir Belediyesi Yerel Tohum Merkezi: Belediyenin sitesinde, “Yerel Tohum Ulusal Güç sloganı ile yola çıkan Muğla Büyükşehir Belediyesi Türkiye’nin en kapsamlı yerel tohum merkezine sahip,” deniliyor. Tohumların sağlığı açısından çok önemli olan hastalık analizlerinin merkezde gerçekleştirilebildiği ve dağıtımının yapıldığı bilgisi veriliyor (bkz. https://www.facebook.com/mbbyereltohum).
  4. Tohum Emanetçileri: Emanetçiler Derneği altında bir araya gelen insanlar, “Genetiği değiştirilmemiş ve hibrit olmayan atalarımızdan kalan eski tohumları arıyoruz, buluyoruz, elimizden geldiği kadar onları çoğaltıp isteyenlerle paylaşıyoruz,” diyorlar (bkz. https://www.facebook.com/groups/tohumemanetcileri).

“Yerel tohumlar katılımcı ıslah ile geliştirilebilir, yeni bölgelere yayılabilir. Katılımcı ıslah en başından itibaren köylüleri işin içine katarak, çiftçiler ve teknik elemanların birlikte ıslah çalışmaları yapmalarıdır. Islah edilen çeşitler fikri mülkiyete konu olmaz, herkesin ortak malıdır. Ancak şirketler tarafından çalınmaması için copy left denilen özel sistemlerle kayıt altına alınır” (Özkaya, 2017). Yerel tohumların yaşayabilmesinin tek yolu böyle topluluklar oluşturmak gibi görünüyor. O zaman gıda birimimiz, dekara kaç kilo buğday alındığı değil; buğdayın besin değerleri olabilir mesela. Sağlıklı bir toprağı, havayı, suyu, köylüyü, tarım işçisini, biyoçeşitliliği yani tam tekmil dünyanın iyiliğini konuşabiliriz böylece.

Açları Doyurmak ve Tohumların Geleceği

Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) kavramı tohum için de kullanılıyor olsa da, gıdalarımız üzerindeki etkisi genetiği değiştirilmiş yiyecekler (GDY) başlığı altında sınıflandırılıyor. Şimdilik GDY’in Türkiye’de ekimi yasalarca engelleniyor, ancak 39 hayvan yeminde kullanımı serbest (13 soya çeşidi, üç enzim ve 23 mısır çeşidi).9 Tarım alanları ve bitkiler en azından görünürde GDY’den korunuyor olsa da, hayvan ve insan sağlığına etkileri konusunda savunmasız durumdayız. Dahası “açları doyurmak” oyununun son sahnesinde GDY’in başrolü kapmaması imkânsız görünüyor.

GDY’ler kültürel ve genetik mirasımızın piyasalaşmasının son aşamasını temsil etmektedir. Hibrit tohumlarda bile en az 5-6 sene çalışmayı göze alabilecek bir firma benzer niteliklere sahip bir ürün geliştirme şansına sahipken, GDY yüksek teknoloji ürünü, sahibi olduğu şirketler dışında kimsenin kullanması ve/veya geliştirmesi mümkün olmayan, yeniden ekimleri ücretlendirilen tohumlardır. Tıpkı SARS-COV2 için üretilen aşılarda olduğu gibi patent yasalarıyla korunurlar. Örneğin Monsanto “patent ihlâli nedeniyle 2005’ten bu yana üreticiler aleyhine doksan dava” (Ray, 2015) açabilmiştir.

GDY tarımı çok daha büyük alanlarda tek tip üretime sebep olduğu, üretim süreci daha fazla tarımsal girdi (makine, yapay gübre, tarım zehirleri, sulama vb.) gerektirdiği için büyük sermayenin küçük çiftçiliği yok etmesi anlamına gelecektir. Bu da kalan tarım topraklarının daha hızlı bir şekilde büyük sermayeye devri, köylü/çiftçilerin mülksüzleşerek kent yoksullarına katılması demektir. Kültür bitkilerinin yaşayacağı bulaşıklık sorunu tarımsal biyoçeşitlilik kaybını hızlandıracak, birçok yerel tohum ve bitki/hayvan türü yok olacaktır. Kaldı ki hâlihazırda var olan hibrit, sertifikalı tohumların kullanımı bile bu yok oluşu gerçekleştirmeye yetmiştir.

“Uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi (CIMMYT) raporuna göre ise, Türkiye’de 1990 yılında ekilen buğdayın sadece %31’i geliştirilmiş çeşitlerden oluşuyordu, yani %69’u hala yerel (ıslah edilmemiş) çeşitti. Dr. Karagöz’ün hesaplamalarına göre 2014 yılında 11.713.223 hektar olan tüm tahıl ekim alanlarının %7.11’ine karşılık gelen 801.849 hektar genişliğindeki alanda yerel çeşitlerin yetiştirildiği söylenebilir. FAO’nun 2016 tarihli raporunda ise, Türkiye’de ekilen buğdayın sadece %1’lik kısmını yerel türlerin oluşturduğu ifade ediliyor.”10

Hibrit veya GDY (Genetiği değiştirilmiş yiyecekler) tartışmalarında baskın iki eğilimden bahsetmek mümkün; biri nüfus artışıyla birlikte gıdaya olan ihtiyacın katlanacağı ve benzeri aciliyet tonu taşıyan söylemlerle bu teknolojilerin kullanımını muştularken, diğeri Türkiye’de sadece GDY de değil hemen bütün konularda olduğu gibi “ilerleme, kalkınma, gelişme” düsturlarına yeri geldiğinde feda edilmesi gereken doğal zenginliklerin, kültürel mirasların hesabını tutuyor.

Bugün üretilen gıdanın %40’ının çöpü boyladığı bir dünyada, üretimi arttırarak açlıkla baş edilebileceğini iddia etmek hamasi bir rahatlıktan başka bir anlama gelmiyor. Tarım ve hayvancılık politikalarındaki dünyanın kaynaklarını, rezervlerini heba etmemize sebep olan yeşil devrim, hibrit tohumlar veya GDY hep “açlığı önleme” misyonuyla önümüze serildi, seriliyor. Kent yoksullarının nereden geldiğine bakınca her açları doyurma vaadinin yeni açlar yaratmak üzerine kurulu olduğunu görüyoruz. İşin tuhafı ödediğimiz bunca faturadan sonra “tarım toplumu olmak” bir ideale dönüşecek gibi görünüyor. Aç kalmamızı umursamayacak kadar şefkatli bir iktidara denk gelirsek gayet olası da.

MERAKLISI İÇİN BAĞLANTILAR

Ağaç Diken Adam/The Man Who Planted Trees : https://vimeo.com/106017870
Tohum: Anlatılmayan Öykü: https://www.youtube.com/watch?v=gBc8y2S7oJw
Acı Tohumlar (Bitter Seeds): https://en.wikipedia.org/wiki/Bitter_Seeds
Özgürlük Tohumları: https://www.youtube.com/watch?v=H1beWzWvO0c

KAYNAKÇA

Aghajanian, L. (t.y.). The Story of Armenian Immigration to America Through a Cucumber

Akpınar, M. (2013). Bir Tanzimat Bürokratının Portresi: Krikor Ağaton Efendi (1823- 1868). Tarih İncelemeleri Dergisi

Ata Tohumu ürünler marketlerde tüketiciyle buluşacak. (2019). Haberler.com. https://bit.ly/3OBcNXG

Atay, A. T. (2006) Türk Tohum Islahının Tarihçesi. Tarım ve Mühendislik. https://bit.ly/3F4JqtB

Aysu, A. (2019). Söyleşi Tuba Çameli. 1×1 Express. https://bit.ly/3AMZz4m

Bağcı, A., Özer, İ. (2011) Türkiye Tohumculuğunun Tarihsel Gelişimi, Mevcut Durumu, Problemleri ve Çözüm Önerileri. Iğdır Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi,11. https://bit.ly/3V9lvyP

Blair, N., Faulkner, R.D., Till, A.R. & Poultonb, P. R. (2006). Long-term management impacts on soil C, N and physical fertility: Part I: Broadbalk experiment. Soil and Tillage Research, 91(1–2), 30-38. https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0167198705002758

Boratav, K. (2003). Türkiye İktisat Tarihi. 9. Baskı. Ankara: İmge.

Ersöz, B. (2020). Cumhuriyetin İlk Kırk Yılında Türkiye’de Tohum Islah Araştırmaları: Eskişehir Sazova Tohum Islah İstasyonu Örneği. https://bit.ly/3F4kq5F

Çeşme, V. (2011). Halkalı Ziraat Mektebi. https://bit.ly/3GPG9zE

IPES-Food & ETC Group. (2021). A Long Food Movement: Transforming Food Systems by 2045. https://bit.ly/3F4XGmf

İnce, E. (2006). Köylüyü Topraklandırma Kanunu’nun Türk Siyasal Yapısının Oluşumu Üzerindeki Etkileri. Çitad, V. 13. https://bit.ly/3H7YUyA

Kale, D. (2019, Kasım 16). Çeyiz sandığı ile yüz yıl öncesinden gelen bereket. Independent Türkçe. https://bit.ly/3Uaycbd

Karagöz, A. Dr. Mirza Gökgöl: Türk Tarımına Silinmez Bir İmza Atmıştır. TURKTOB Dergisi. https://bit.ly/3VdDoN4

Nişanyan Sözlük. https://www.nisanyansozluk.com.

Lovell, R. (t.y.). How modern food can regain its nutrients. Follow the Food (BBC Future ve BBC World News ortak yapımı multimedya dizisi). https://www.bbc.com/future/bespoke/follow-the-food/why-modern-food-lost-its-nutrients

Özkaya, T. (2017, Mart 17). Tohum şirketlerini destekleyen tarım politikaları. Yurt Gazetesi. https://bit.ly/3VrKblV

Özkaya, T. (2014). Sürdürülebilir Tarım ve Çiftçi Hakları Açısından Türkiye’de Tohumluk Sorunu. XI. Ulusal Tarım Ekonomisi Kongresi. Samsun.

Özkaya, T. (2017). Tohum Takas Şenlikleri Ve Tarımsal Biyoçeşitlilik. Apelasyon, 42. https://bit.ly/3Vxaffd

Özkaya, T. (2019). Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik’de Yapılan Değişiklikler Hakkında. https://bit.ly/3u0SmK2

Özkaya, T. (2020). Belediyeler Yerel Tohumların Korunmasında Etkili Olabilirler mi?. https://bit.ly/3XtVD2h

Ray, J. (2015). Yeraltındaki Tohum. Modus. (Aktaran: Evrensel, Ö. (2017). Tohumların Metalaşma Biçimleri: Teorik Bir Çerçeve. https://bit.ly/3F47JYx

Sandıkta bulduğu asırlık Ayaş Domatesi tohumuyla dünyaya açıldı. (2020). Sabah. https://bit.ly/3u2dVKp

Selçuk, ata tohumuna sahip çıktı (2021, Eylül 3). Cumhuriyet. https://bit.ly/3F4N6eV

Tan, Ş. (2002) Aktaran: Aydın Arıcıoğlu, Turhan Baytop Anısına, https://bit.ly/3tZjxFk

TAGEM. (2018-2022). Tohumculuk Sektör Politika Belgesi. https://bit.ly/3gKAUqa

TAGEM. (2018). Gübre Sektör Politika Belgesi. https://bit.ly/3GMnjcE

Tarım ve Orman Bakanlığı. (2020). Geliştirilen 82 Yerli Tohum Çeşidi Sektör Kullanımına Sunuldu. https://bit.ly/3EHanSC

Topuz, H. (2007) Cumhuriyet Dönemi Ekonomisinde Tarımsal Yapının İncelenmesi (1923-1950). https://bit.ly/3u0FKmv

TÜRKTED. (2011). Doğru Bilinen Yanlışlar. Tohum Dergisi, 2, 28. https://bit.ly/3UaIYyb

TÜRKTOB. (2020). Kavramlar ve Verilerle Tohumculuk Sektörü. https://bit.ly/3U3TA1S

TÜRKTOB. (2020). Türkiye Tohumcular Birliği Sosyal Sorumluluk Projesi Yerel Çeşit/ Materyal Toplama Projesi 5. Çağrı İlanı. https://bit.ly/3AMDses

Türkiye’nin Buğday Atlası. (2016). WWF Türkiye ve Eti Burçak.

Yanmaz, R., Balkaya, A., Akan, S., Kaymak, H.K. & Sarıkamış, G. (2020). Sebzecilik sektörü; dünü, bugünü ve geleceği. Türkiye Ziraat Mühendisliği IX. Teknik Kongresi, 585-607.

Yektay, E. (1931). Tohum Islahının Vazifeleri İhtisas Raporları:1931 Birinci Ziraat Kongresi, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti İhtisas Raporları, İstanbul, Ahmet İhsan Basımevi. s.825-829. (Aktaran: Ersöz, B. A.g.e.)

Yıldırım, M. A. (2015) Osmanlı’da Modern Ziraatın Gelişimine Katkı Sunan İki Ermeni Mütehassıs: Hagop Amasyan ve Kevork Torkomyan. https://bit.ly/3OBhOiZ

Not: Bağlantıların birçoğu Wayback Machine üzerinde arşivlenmiştir.

DİPNOTLAR
  1. 2006’da sonuçları yayınlanan, 170 yıl boyunca yapay gübrelerle organik gübrenin kış buğdayı üzerindeki etkilerini karşılaştıran ve buğdayların demir ve çinko seviyelerine bakan Broadbalk deneyi sadece buğdayların değil tüm ürünlerin besin değerlerinin akıbeti hakkında bize çok değerli bilgiler vermektedir. BBC’ye demeç veren Rothamsted Araştırma’dan toprak ve bitki bilimi profesörü Steve McGrath buğdaydaki besin değerlerini azaltan şeyin topraktaki mikro besin eksikliği olmadığını, cücelik genlerinin keşfedilmesinin etkili olduğunu söyler. Dr. Orvile Vogel ve Dr. Norman Borlaug tarafından geliştirilen ve bu genleri taşıyan buğday türleri üzerinde Ford ve Rockefeller vakıflarının desteğiyle yapılan çalışmalar küresel buğday üretimini ikiye katlamıştır. Borlaug tarafından gelişirilen yeni çeşit azotlu gübre kullanımda yatmayan, bodur ve tüm enerjisini başaklarını büyütmeye harcayan bir buğday çeşididir. Buğday başına elde edilen tane miktarı artarken besin değerlerinde aynı oranda bir artış olmaz hatta nişasta miktarları iki ya da üç katına çıkar. Buğdaydan un yapmaya kalktığınızda da besin maddelerinin oranı daha da düşer. Meksika’da geliştirildiği için Meksika Buğdayı adıyla anılan çeşit Akdeniz’de bölge ayrımı gözetilmeden dağıtılır, denenir ve daha sonra da tohumları başka buğday çeşitleriyle birlikte ithal edilir. Ekimlerine başlanmasıyla 1960’ların ikinci yarısında kaydedilen %12’lik verim artışının, aynı zamanda artan ek uygulamalarla ilgili olduğu düşünülüyor (Gübre kullanımı 1966-68 yılları arasında 1 milyon tondan, 2,1 milyon tona çıkar.) (Türkiye’nin Buğday Atlası, 2016). Bkz. Blair ve diğerleri (2006) ve Lovell (t.y.).
  2. Krikor Ağaton, Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Krikor_A%C4%9Faton
  3. Halkalı Ziraat Mekteb-i Alisi. Sevtap Kadıoğlu. https://istanbultarihi.ist/340-halkali-ziraat-mekteb-i-alisi
  4. Yeşilköy Tohum Islah ve Deneme İstasyonu (Yeşilköy Zirai Araştırma Enstitüsü) (1926-1986),
  5. Boratav, örneğin 1930’lu yıllar için “sanayileşmenin yükü öncelikle köylüler (özellikle buğday üreticileri) ikinci olarak da işçi sınıfı tarafından paylaşıldı” der.
  6. Kalkınma Planı (Birinci Beş Yıl) 1963 -1967, T.C Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, Ocak 1963.
  7. Kalkınma Planı (Birinci Beş Yıl) 1963 -1967
  8. Konuyla ilgili ek okuma için; Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu (2006, Kasım 5). Tohumlarımız Düşürülmüyor Toprağa
  9. Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesindeki denetleme kurulu kaldırıldı, Cumhuriyet, 2022.
  10. Belki Veganlar…, Defne Koryürek, 2019, Yeşil Gazete

İLGİLİ NESNELER