- Giriş
- Ötzi’nin Öyküsü
- Taşıma Kabının Öyküsü
- Bilmece Bildirmece, Dil Üstünde Kaydırmaca
- Katılaştırılan Her Şey Mezc Olur veyahut Sefer Tası Teorim
- Doğa Bizzat Sefer Tasıdır: Pirpirim veyahut Seferberlikotu
- Eşeğün Ön Ayağı Durduğu Yer veyahut Axis Mundi
- Politiki Kouzina
- Sinemada Sınıf Temsilleri ve Sefer Tası
- Mutemet Ali Rıza veya Aç Sınıfın Laneti
- Yüz Numaralı Adam veya Sefer Tası Karnavalı
- Umut Madunun Ekmeği veya Pandora’nın Kutusu
- Lunchbox veya Hikâye Anlatıcısının Büyüleyici Dünyası
- Fasülyeden Film veya Günün Yemeği
- Antrparantez Kuşbakışı Müzik, Roman, Şiir ve Diğerleri
- Devletten Uzak, Gökyüzüne Yakın
- Evlerden ırak olsunlar
- Hızın Harman Olduğu Yerde Sefer Tası Pörtlemeleri
- Kazanakapanan veya “Duvarsız ve Sınırsız Bir Kardeş Sofrası”
- Ötegeçeler
- Kaynakça
- Dipnotlar
Bazı filmler vardır, ne kadar çabalasak da biz onları değil; onlar bizi izler. Bazı romanlar vardır –tıpkı onlar bizi söylerken, daha yüksek veya kısık bir sesle teşebbüs etseydik onları söyleyebileceğimize dair mesnetsiz bir hisse kapıldığımız şarkılar gibi– biz onları okuyacağımıza, evirir çevirir onlar bizi okur durur. Bazı “şeyler” vardır, biz onları yazmaya çalışırken, fark ederiz ki, onlar bizi çoktan yazmış bitirmiştir. Sefer tası veya namı diğer “tas-ül sefer” de, gıkını bile çıkarmadan üstelik, bizi taşır durur. Onunla tanışıklığım bir insan ömrünün sınırları içinde kalır; ama, onun kendi tabiriyle dünyada zuhur edişi insanlıkla yaşıt: İnsanlığın bir göbek deliği varsa o, sefer tasıdır. Kendine sefer tası demiyor; “Sefer tası olarak da bilinirim, suretlerimden sadece biridir,” diyor müstehzi bir ifadeyle. Dilini biliyorsan, her şey; ama başta doğa, öğretmenindir; ondan koptuktan uzun yıllar sonra idrak edebildim ne güzel bir öğretmen olduğunu ve ne çok şey öğrendiğimi. Sefer tası ile tanışıklığımız doğanın öğrettiklerini anımsamaya çalışarak belleğimin örüklerini çözmemi müteakiben, gülerek “Çocuk, dinlen biraz, kafanın içinde bin bir hayal; olukta sürüklenen suya meftun yaprağın, maşukuyla yaptığı dansın ve onlara eşlik eden müziğin büyüsüne kapılmış, akıp duruyorsun,” diyen üç katlı metal bir kaba verdiğim tepkiyle başladı: Nedir komik olan? Gülme artık! Kalk ayağa, yemekler dökülecek içinden! Kim olduğunu sorduğumda, hikâyemi anlattığında onun da kim olduğunu anlayacağımı, neden bunları bana anlattığını sorduğumdaysa, etrafta bir teneke yığınıyla konuşacak kadar saf birilerini görüp görmediğimi sordu.
Nurlarıyla bu yolculuğun bir parçası olan gözler, adettendir, önce kendisini takdim edeyim: Adı Sefer, soyadı Tası (Lakabı: Çuval).1 Sefer, uzun yolculuk ve göçmeyle ilişkili Arapça bir sözcük (Devellioğlu, 1988), bir yerden başka bir yere gitmeyi imliyor (Eyüboğlu, 1988). Eyüboğlu (1988), terimin anlam genişlemesiyle askeri bir içerim kazandığını ileri sürse de, biz bunun militer söylemin baskısıyla kurulan bir anlam daralması olduğu fikrindeyiz (Tası & Altun, 2023). Aynı kökten gelen (ve konumuzla doğrudan ilgili olan) misafir ve sofra sözcükleriyle de akraba. Tas, yine Arapça kökenli, muhafaza ve sunumla alakalı ve özel bir biçimi olan bir nesneyi niteleyen bir sözcük. Tevellüt tam bilinmemekle birlikte kendisine ilk kez, 14. yüzyıl Selçuklu döneminde rastlanıyor.2 Genellikle dövme bakırdan, oval veya daire biçimde üretilen bu örneklerde onu yapan ustanın nişanesini taşıyan kimi figürler ve ibareler görülüyor.3 Üst üste yerleştirilen, her birinin diğeri üzerine oturarak kapak vazifesi de gördüğü (ilerleyen dönemlerde sahan işlevini gören kapaklar eklenecek), birden fazla otonom ünitenin birliğinden oluşan bir yapıya sahip. Mesleği taşımacılık. Gıdaları muhafaza ederek naklediyor. Sınıfsal bir tavra sahip, hizmetini emekçilere, düşük gelirlilere, öğrencilere sunuyor. Ömrü yollarda geçtiğinden “yol tası” olarak da biliniyor. Bütün kültürlerin ortak keseni olduğundan, dünyanın dört bir köşesinde farklı adlarla4karşınıza çıkıyor.
Çuval, yolda anlatılırsa daha anlamlı olur diyerek, yol boyunca anlattı öyküsünü; anlattığı aynı zamanda benim de öykümdü. Bir süre sonra hangimizin öyküsü nerede başlıyor nerede bitiyor ayırt etmek mümkün olmadı. Ayrılırken karaladığı notlarını verdi, doğrusu benimkinden de okunaksızdı yazısı. Notlarını okuyabildiğim, anlattıklarını anımsayabildiğim kadarıyla ve kendi öyküme dolayarak aktaracağım. Oluşan boşluklarıysa kendi bildiğimce dolduracağım. Onun tabiriyle, dereyi taşların üzerinde sekerek geçeceğim, takip ederken suya düşmeyin, e mi?
Sefer tasının anlattıklarıdır…
Göç, insanın ontolojik boyutudur. Göçmek daima hareket halinde olan insan türünün temel etkinliğidir (Wallerstein, 2022; Bauman, 2015). İnsanlık tarihi, kocaman bir göçler tarihidir. Bu tarihin görünmeyen yüzüyse taşıma kaplarıdır. Dünya üzerinde ne göç edilmemiş bir yer vardır ne de göç etmemiş bir insan topluluğu. Yoksa, başta büyük iklim değişiklikleri nedeniyle insan diye bir tür olmazdı (Preuß ve diğ., 2022). Kadim dünya sınırsız, duvarsız ve sınıfsız bir yerdi. Nereden mi biliyorum? Arkadaşım Ötzi ile buzullara gömüldüğümüzde yanında pasaportu yoktu. Ötzi, bir deli adam, Anadolulu, Akdenizli, Avrupalı, dünyalı yani (insanı anlatan bir öyküyü, ideolojilerden mürekkep toprak parçalarına sığdırmaya çalışmak beyhude bir çaba).6 Yaklaşık 5300 yıl önce, otuzlu yaşlarındayken, Avrupa olarak adlandırılan yerde bilinen hiçbir yerleşim yokken Alpler’i aşarken buzullara gömülmek suretiyle kendinin ve insanlığın öyküsünü anlatmayı beceriyor. Eşyalarının arasındaysa yiyeceklerini taşımakta kullandığı bir kap var, yani ben.7
Taşıma kabı, Homo sapiens sapiens’in kültürel kurucusudur ve türsel varlığının teminatıdır. Ağırlıklı olarak kadınların geliştirdiği barışçıl geçim ekonomisinin çıktısıdır (Şenel, 1982). Elizabeth Fisher (1980), insan türünün oluşumunda avcılığa atfedilen abartılı önemi, eril/emperyalist Batı uygarlığının ideolojik projeksiyonu olarak görüp Kropotkin gibi (2001), evrimin temel dinamiğinin iş birliği, karşılıklı yardımlaşma ve teveccühün, 19. yüzyılda doğaya yansıtılarak örtülen savaş zihniyetinden daha fazla hayatta kalmayı desteklediğini ve evrimin temel dinamiğinin kadının taşıma kabını icat etmesinin yarattığı çarpan etkisi olduğunu tespit etti. Çuval Kuramı ve Evrim bahsinde Fisher (1980), en eski kültürel icadın, toplanan ürünleri taşımakta kullanılan bir tür kap olması gerektiğini savlar. Fisher (1980), evrimin itici gücünün toplayıcılık olduğunu savlarken yanılmaz, insan türü –kendisi için büyük ve maalesef dünya için yıkıcı– ilk adımını attığında oradaydım. Benim ve insanın öyküsünün başladığı yer orasıdır. İlle 14. yüzyılda ısrar edecekseniz, getirip bunu bir askeri yapılanmaya bağlamayın,8 barışçıl geçimlik ekonomisinin bir aracısını Osmanlı’nın savaşçıl/yağma ekonomisine yamamayın, istirham ediyorum. Ben bunu yapmam, yapanı da tasvip etmem.
Bir bilmece üzerinden çağımıza sıçrayalım: “Kat kat sefer tası, içinde insan sesi.” Doğru, apartman. Bilmecenin fantastik evreninde envai çeşit söz oyunuyla bir araya gelebilecek iki nesneyi (apartman ve sefer tası), fantastik bağlamından koparıp mimar Öğün9 gibi, basit bir analojiyle birbirine yapıştırmak abesle iştigal etmektir. İlintilendirme şemail üzerinden kuruluyorsa, katmerli yapı ne tek ne de tipik biçimdir, sadece en bilinenidir. Kültür ve formu ilişkilendirdiği çalışmasında Köktürk (2016), sefer tasının çeşitli malzemelerden, değişik renklerde ve muhtelif biçimlerde tasarlandığını ortaya serer. Öyle ki çok katlı metal formun neredeyse bir istisna olduğuna inanasınız gelir. Bunlarla birlikte, yeni tasarımlar, sağlık, muhafaza (ısı, sızdırmazlık, koku, şekil, tat vb.), ergonomi, kolay taşınabilirlik, estetik, çok işlevlilik gibi özellikleri de gözetir.10 Aklınıza dahi gelmeyen binlerce malzeme taşıma kabına dönüşme potansiyeline sahiptir: Teneffüs kayıntınızı peçeteye sararak okula götürmüş olabilirsiniz. Tarlaya giderken, zeytinyağlınızı taşıdığınız tencerenin ters çevrilmiş kapağına, yine kuzinede pişmiş mısır ekmeğini koyarak, dalından kopardığınız salatalık ve yeşil soğanla birlikte bir poşete yerleştirmiş olabilirsiniz. Ayranınızı pet şişede, soğuk çorbanızı kullanılmış yoğurt kabında taşımış olabilirsiniz. Tostunuzu alüminyum folyoya, yufka ekmeğinizi gazete kağıdına sarmış olabilirsiniz. Limit sonsuza giderken bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Gıda rejimi üzerinden tarihselleştiriliyorsa: Anakronik! Sefer tası apartman kültürünün yükselişe geçtiği dönemde cazibesini yitirmiş, sınıf atlayamamanın göstergesi olmuş, alay ve küçümsemenin malzemesine dönüşmüştür. Apartman kültürüne eşlik eden gıdanın metalaşması, endüstriyelleşmesi, globalleşmesi, doğaya yabancılaşma ve total izolasyondur. Ulusaşırı şirketlerin eli değmeden kursağımızdan geçebilen her lokma istisnadır. Şiarım bu lokmaların hacmini ve sayısını arttırmaktır. Tüketim/hız kültürüne tüm gücümle direnerek çatlaklarından sızarım. Tam da bu nedenle bendenizin koruyup aktardığı her şey, egemen sistemin altını oyar.
Tabii bu buharlaşmalarına engel değilse bile, termodinamiğin ikinci ilkesi ve bozunma kinetiği gereği katılaşan her şey çözülmeye, bozunmaya, bulaşmaya ve mevcudiyetini yeni olanaklara açmaya meyleder. Katılaştırılmış birden fazla “şey” çözülüp bozunmaya başladığında, katılığın içine hapsolmuş her bir öge, cezb olduğu diğer parçalara doğru akmaya, bulaşmaya başlar. Mezc olma hali, sabitleyici bir kuvvetin bu bireşimi katılaştırmasına kadar sürer. Ta ki katılaştırılan yeniden mezc olana kadar. Sefer tası mezc olma gizil gücünü taşır. Bünyesinde koruduklarını, cezbedeceği ve onunla mezc olacak faile taşıdığında, kokular, tatlar, kimileyin bizzat nevale birbirine karışır, birbirinde çözünür, yeni bireşimlere erişir ve paylaşılır. Taslar birleşir ve bir dost sofrasına dönüşür, dostları mest eder ve yeni dostluklara vesile olur. Sözün özü, sefer tası, katı, geçirimsiz, temassız bir kültürün değil; kadim kültürlerin eşitlikçi, paylaşımcı, dayanışmacı, konargöçer kültürünün bir parçası, simgesi, icracısı ve taşıyıcı kabıdır.
Sofra, sefer tasına hem etimolojik hısımlıkla bağlıdır hem de onun aşamalarından biridir. Paylaşmanın, çoğalmanın, muhabbetin mekânıdır. Bu bağlamda doğanın mikro-modelidir. Doğa, dara düşenleri misafir ederek sofrasını açar. Kendi türüne düşmanlaşan tek canlı insandır. Bu coğrafyadan kesif bir kan kokusu sızar. İfadeler vahşetleri anlatmada, kelimeler acıyı tarifte kifayetsiz kalır. Adı telaffuz edilemeyenin cismi de olmaz, yalnızca hayalettir. Dolanır durur, kıyılanların felaket addettiği ve aslında birer çığlık olan fısıltıların arasında. Kimileyin Aghet olur bu çığlıksıltılar, kimileyin Katastrofi, Septemvriana veya Sayfo. İnsan zulmü reva görürken, doğa mazluma sefer tası olur. Yiyeceğini taşıyamayanın yanında yürür, besin değeri yüksek bitkilerini sofrasında paylaşır. Bunlardan en önemlisi (Mezopotamya ve Anadolu dillerini çapraz kesen) pirpirimdir (semizotu). Örneğin, “Kılıç Artıkları,” meşum kılıçların gölgesinde meçhule giderken, pirpirim gücü yettiğince onlara yoldaşlık etmiştir. Bu nedenle (ve yola revan bütün mazlumlara katık olduğundan) seferberlikotu olarak da bilinir.
Topluluklar/kültürler kendilerini tanımlayabilmek ve ahalilerine kerteriz olabilmek için alemleri birbirine iliştiren bir merkeze (Axis mundi) gereksinir. Seferberlik, zorunlu iskân, zorla yerinden edilme veya tehcir, bir ev/merkez yitimidir. Yeni bir merkez kaçınılmaz; ama, çoğunlukla muvakkaten ve en iyi ihtimalle muadildir. Radikal merkez kaymaları, yaşamsal kültürel kodları aktaracak taşıyıcılara gereksinir: Hoca Nasreddin,11 simgesel kültürün taşıma kabıdır. Anadolu, tarihinin en kaotik dönemlerinden geçerken, Anadolu bilgeliği ve muzipliğini de içeren önemli kültürel ögeler onun aracılığıyla aktarılır. Hocaya Axis mundi’yi sorduklarında, eşeğinin ön ayağını göstererek, inanmayanların ölçebileceğini söylemiştir (Boratav, 1996: 158):12 “Merkezi kafana takma, kurgudur, nere çakarsan orada durur,” diyen şen bilimin güzel bir örneği.
Daha sonra çılgın Türklerle eşli okey oynayacak olan Turgut Özakman, adeta bir lapsus olarak değerlendirilebilecek Korkma İnsancık Korkma13(1993) romanında, bastırılanın musallat olduğu bir merkeze gark olur. Keyifle okunan bu roman –bir nevi sefer tası sayılabilecek– bir kolektif hafıza termosudur. Termosa koyduğunuz sıvı, beklentinizin tersine durağanlaşmaz; acımaya, bozulmaya başlar ve muhteviyatını, rayihasını kaybeder. Üzerinden biraz zaman geçince ısısını da kaybeder. İçmeye cesaret etseniz bile, içine koyduğunuzun hayalinden fazlasını içemezsiniz. Özakman’ın romanı da öyledir: Üzerinden üç kıyım geçmiş bir nüfusun yok olmuş dokusunun, kokusunun, tadının hayalini içinize çekersiniz. İstanbul ve/veya Konstantinopolis, yerinden edenin de edilenin de şehri değildir, kocaman yıkıntının üzerinde yükselen soğuk bir mabettir, orada köklenmiş bütün nüfusların hayalinde yaşayan, hortlamaya bile mecali olmayan bir hayalettir. Tıpkı termosta acımış bir çay gibidir. Yitirdiği dostlukların, kopardığı bağların, söküp attığı köklerin onu getirdiği yerin dehşetinden ürken İnsancık’ın yapabileceği tek şey, o kentin hayal(et)ini tüketmektir. Yazar, hayali bir merkez tanımlayarak başlar. Okurundan, Nasreddin misali, hayali bir haritada dünyanın en doğusunu en batısıyla, en kuzeyini de en güneyiyle birleştirecek bir çizgi çekmesini ister (Özakman, 1993: 7). Okur, hayali aksların İstanbul’da birleşmesini yadırgamaz, kolektif belleğindeki çok sert bir kaybı idame ettiğinden buna inanmaya meyyaldir. Kültürlerin kesiştiği, mezc olduğu bir kavşak: Poli. Poli dendiğinde Rum nüfus Konstantinopolis’i anlar, çünkü Axis mundileri orasıdır.
İstanbul/Poli, Taş Devri’nden itibaren sayısız topluluğa, dört imparatorluk ve bir cumhuriyete şahitlik etmiştir. Yüzlerce kültürü bünyesinde dokumuş ve sayısız kültürel füzyona vesile olmuş. Sayısız kültür, acısını, sevincini, umudunu, direnişini ve bilumum öyküsünü yemeğine katmış, yemeğin bizzat kendisini bir taşıma ve saklama kabı olarak kullanmış, şehrin sofrasına sunmuştur. Orada diğer öykülerle buluşmuş, muhabbet etmiş ve onlarla harmanlanmış, mezc olmuştur. Şahitlik ettiği sayısız felaketi, ama muhabbetleri ve teveccühleri de, damıttığı kültürel-kodlarla aktarmıştır: Halkların kardeşliği ve kültürlerin bölünemezliği/geçişkenliği gibi. Claude Lévi-Strauss (1983) ve Mary Douglas (2013) ile, yemeğin bir iletişim aracı ve kod aktarıcısı olduğunda hemfikiriz. Yemek, ezilenlerin hafızasıdır. Tassos Boulmetis’in filmi Politiki Kouzina (2003)14 böylesi bir belleğin anlatısıdır. Yemeğin nasıl bir sefer tası olduğunu anlatır. İzleyende kardeşliğin hoş, devletin nahoş tadını bırakır. “Kouzina,” mutfak demektir. Poli kökünden gelen politiki, İstanbul; politiki kouzina ise “İstanbul mutfağı” anlamına gelir. Yönetmen, politiki’yi aynı kökten gelen “politikos”la (politik) mantoladığından, “İstanbul’un politik mutfağı” demek daha doğru olur. Arka planında, cumhuriyetin kara tarihlerinden biri olan 6-7 Eylül pogromunu taşıyan film, devletin ördüğü ağa dolanan dostlukları, aşkları ve muhabbetleri, halkların kardeşliğini fısıldamaktan hiç vazgeçmeyen İstanbul mutfağına sarıp sarmalayarak anlatır. Binlerce yıldır içimde taşıyıp hemhal olduğum için rahatlıkla söyleyebilirim: Yemek politik bir alandır, bulaştığı her şeyi de politikleştirir!
Her dönem ezilenlerin, sömürülenlerin safında oldum, kapitalizm palazlandığında emekçilerin yanında durduğum gibi (emekçinin Ferrari’si toplu taşım araçlarında unutulanların başında gelmem bunun kanıtıdır).15 Kapitalizmle birlikte, işliğin evden ayrılarak mesafesinin giderek açılması, beslenme rejimini ve rutinini değiştirdi. Öğle yemeği için evine dönemeyecek kadar uzaklaştırılıp satın alamayacak kadar yoksullaştırılan yeni sınıf, sofrasını sefer tasında taşıdı. Sinemada sefer tası sınıfsal bir gestustur. Charlie Chaplin’in kısa filmlerinden Behind the Screen (1916)16 hem emekçi sınıfın yeni rutinini hem de açlıkla (bitimsiz yeme sendromuyla) yoksulluğun ters orantılı olduğunu çok şık bir biçimde gösterir. Kapitalizmin zincirlerini koparıp vahşileştiği dönemlerde sermaye (ve sahipleri), potansiyel olarak her şeyi yiyebilecek devasa bir ağza dönüşür.
Yeşilçam da aynı izleği takip eder. Popüler sinemanın sınıf mücadelesini ne kadar kayda geçirdiği ve buna nasıl tepki verdiği başka bir tartışma konusudur. Ancak tipik Sefer T. temsilleri, Türkiye toplumunun kapitalizmle imtihanını tartışmaya açmada başarılıdır. Söz konusu göstergebilimsel bir gerilla savaşıysa, sefer tası madunun elindeki önemli silahlardan biridir. Silahını yitirdiğinde kendi de yiter. 80’li yıllar neoliberalizmin yerli piyasada dolaşıma girdiği, küresel kapitalizme (yeni-emperyalizm diye okunur) bağlandığı yıllardır. 12 Eylül faşizmi, sol muhalif/dayanışmacı politikalar veya politik oluşumlar gibi, bu entegrasyona engel olabilecek bütün engelleri ortadan kaldırırken; ardından gelen Özal’lı yıllar bu yolun muhafazakâr yeni-sağ taşlarını döşer. 90’lı yıllarsa muhafazakâr yeni sağ ideolojinin ve neoliberal ekonominin kültürel/toplumsal izdüşümlerinin belirmeye başladığı bir döneme tekabül eder. Orta sınıf yarılarak külliyatlı bir kısmı deklase olurken; alt sınıflara yaklaşıp orta direk tanımında birleşir. Bu yoksullaştırmadan nemalanan kesimse üst sınıfa yaklaşır. Böylelikle, kitleleri sınıf atlama hayaliyle fare yarışına tutan bir dehşet dengesi kurulur. “Tüketim”in bir statü göstergesine dönüştüğü, imajın yoğun bir biçimde üretilip hızla tüketildiği, bireyciliğin demokrasi kılığında pompalandığı, muhalefetin uzlaşma koduyla tedavülden kaldırıldığı, herkesin diğerine benzediği; ama, kimsenin yan yana dur(a)madığı, kültürün pazara endekslendiği, yeni kimlik inşasına yarayışlı arzuların kışkırtılıp ketleyeceği düşünülenlerin yasaklandığı veya diskalifiye edildiği (Gürbilek, 1992; 2001 & Kozanoğlu, 1992; 1995) bir kültürel/toplumsal iklim türer. Küresel kapitalizmin tavında dövülen bu yerli/milli sınıf ebedi bir açlık hissiyle maluldür. Ulaşabildiği her şeyi tüketmek için adeta ant içmiştir. Yegâne amacı sınıf atlamak veya yırtmak olan Homo manducus’un17 vurgun, talan ve sirkat dışında hiçbir ilkesi yoktur. Ertem Eğilmez’in Namuslu (1984) filmi, Status memurus’un18 görevine bağlı bir kamu çalışanından, işini bilen bir memura dönüşmesini gösterir. Bu kadar lakırdı içinde sefer tası nerede duruyor derseniz, yerlerde yuvarlanıyor. Ali Rıza’nın (Şener Şen) soyulduğu sahneyi anımsayın,19 kurumunun maaşlarını bankadan çekerken bile sefer tası, görev şinas memurun simgesi olarak yanındadır. Rüşvet almadığı, çalmadığı için fazlasına zaten gücü yetmez. Sefer tasının yuvarlanarak gözden yittiği bu sahne, oldukça manidardır. İkisinin yolları ayrılmıştır artık. Soygun, Ali Rıza’nın Homo manducus’laşmasının başlangıcıdır. Film evrenine bakarsak, türünün son örneğidir. Yeşilçam’ın kutsal motiflerinden biri olan ve toplumun mikro-evreni olarak kodladığı aile bile çürümüş, tek tabanca kalmıştır. “Namuslu” Ali Rıza sonunda pes ederek önüne geleni tokatlamaya, kullanmaya ve yolmaya başlar. Sefer tası ise, ait olduğu yere –dayanışmanın, direnmenin, paylaşmanın uzamlarına doğru yuvarlanmayı sürdürür.
70’lerin Yeşilçam geleneğinin alışıldık kalıplarını yineleyen, Osman Seden’in Yüz Numaralı Adam20 (1978) filmi, sefer tasının başka bir temsilidir. Mitik evrenin iyilerin kötülerle ebedi mücadelesini, melodram kurgusunun kötülerin kaçınılmaz yenilgisiyle harmanlayan bu denklem, içinde üretildiği dönemin toplumsal atmosferiyle uyumludur. Kent dönüşmeye başlamışsa da henüz neoliberal milat aşılmamıştır ve biraz naif ve acemice olsa da başka bir dünyanın olanakları zorlanmaktadır. Gelecek tasavvuru hâlâ canlıdır. Şaban’ın (Kemal Sunal)21 etrafında vurguncusu, soyguncusuyla “iyi” insanları sömürmek isteyenler mevcuttur; ancak, bunlar azınlıktadır. Güçlüler, devletle, polisle, bürokrasiyle ilişkileri iyi olsa bile yenilmez değildir. Şarlo ile Anadolu soytarı geleneğinin prototiplerinden Keloğlan’ın birleşimi olan “Şaban” da, iktidarı ters yüz edip karnavallaştırarak ona direnir. Filmde ezilenlerin, yoksulların hemzemin olduğu kimlik mekânlarından biri olan toplu taşıma aracında Şaban, ortamı panayıra çevirirken Sefer T. başroldedir. Tas saçılır, herkese bulaşır ve herkesi birbirine ular. Ciddiyetten eser kalmaz. İnsanın düzene tabi olmayı ve tüm statüleri reddettiği, gayrıciddi ve samimi hallerini hep sevdim. Göz göze ve yürek yüreğe bir arada durup başlarını göğe kaldırdıklarında, yere bakmayı reddettiklerinde kendim gibi hissettim; sevgilerinin, dostluklarının ve direnişlerinin mahfazası olarak.
Politik ekran, sınıf problemine özenli yaklaşır, göstergelerini dikkatli seçerek işler. Türkiye politik sinemasının kurucu yönetmenlerinden Yılmaz Güney’in Umut (1970)22 filminin final sahnesinde Hasan (Tuncel Kurtiz), yükselen kapitalizm karşısında bir pahası kalmayan varlarını, yok pahasına satarak aldığı ekmeği (alamadığı şarap önemli bir ayrıntıdır, memetik matriste alkolün soframızdaki yeri ekmeğimizden hemen sonra gelir) ve tarladan apardığı karpuzları heybesiyle getirir. Heybede ekmekle karpuz dışında bir şey daha taşınır: Umut. Heybe, bohça veya genelleştirdiğimiz haliyle sefer tası Pandora’nın kutusu gibidir. İçinden ne çıkarsa çıksın, umut hep baki kalır. Filmin popüler repliklerinden biri, fakirin yüzünün, parası olmadığı için soğuk olduğunu söyler. Umut, o yüzün donmamasının, güç hatlarını kavradığı müddetçe mücadeleye devam edebilmesinin müsebbibidir. Umut ve onu koruyup aktaran her şey politiktir. Kuşkusuz Güney, 70’lerle birlikte iyice keskinleşen sınıf çelişkilerinin toplumsal yapıyı nasıl değiştirdiğini, bu dinamiği kavrayamayanın yıkıntının altında kalacağını, çözümün sınıf atlama illüzyonuna kapılmak değil, sınıf tahakkümünün ortadan kaldırılmasından geçen mücadelede olduğunu tartışır izleyicisiyle. Hasan (Tuncel Kurtiz) ve Cabbar’ın (Yılmaz Güney) yanlış trende olduğunu bilir; ama, onları hâlâ ayakta tutan umutlarının, ilk fırsatta doğru trene geçmelerini sağlayacak potansiyeli taşıdığına da inanmak ister.
Bazen de yanlış tren sizi doğru istasyona götürür! The Lunchbox (Sefer Tası) (Batra, 2013)23 yanlış bir sefer tasının iki kişiyi doğru istasyona götürmesinin, onlara “yanlış yaşamların doğru yaşanamayacağını” (Adorno, 2005: 41)24 göstermesinin öyküsüdür. Anlattığı coğrafyaya göre adı dengbej, hakivati, meddah veya nakkali olan hikâye anlatıcısının en büyük özelliği, onu dinleyenlerin öykülerini yine kendilerine anlatan bir mahfaza olmasıdır. Dinleyenleri icranın ortasına oturtur: Hikâyelerini devşirir, tasnif eder, tatlarını kaçırmadan, çeşnilerini bulaştırmadan kendi öyküsüne yerleştirir, yeni tatlar kotararak ayrı ayrı her birine ulaştırır. Sefer tasının da yaptığı, öyküleri saklayıp aktarmaktır; övünmek gibi olmasın, iyi bir öykü anlatıcısıyımdır. Filmin Türkiye’de izleyeninin çok olması ve izleyen herkese mutlaka dokunup geçmesi sefer tası kültürünün yaygınlığından, kültürlerin bölünemezliğinden geçer. Mumbai’nin sefer tası taşıma sistemi olan “Dabawallah,”25 evlerden iş yerlerine sıcak yemek taşır. Kendine özgü, günde iki yüz bine yakın kabın dağıtıldığı ve hata yapma olasılığı yaklaşık sekiz milyonda bir olan yerel bir dağıtım ağıdır. Ulaştıranından ulaştırılana ve içinde taşınana varana kadar küresel ve hız müptelası tüketim ağlarının karşısına dikilir. Saajan (Irrfan Khan) ile Ila (Nimrat Kaur) arasında kurulan iletişimin müsebbibi, aslında sekiz milyonda bir olabilecek bir sürçmedir, sistemin çuvalladığı yerde ortaya çıkar. Sefer tası hem yemekle hem mektupla karşılıklı öyküleri taşır, kentin ve kapitalizmin hızına/tüketiciliğine/yıpratmasına/iletişimsizliğine ara verir ve bir dostluğa vesile olur. Bu yanlış sefer tası, her ikisini de karşılıklı dönüştürerek doğru bir istasyona taşır: Onları yaşamın habisliklerine önce duyarlı, ardından da direngen hale getirir.26
Başrolde olduğum bir filmden söz etmek isterim: Fasülye (Tekay, 2000).27 2000’ler, 12 Eylül faşizmiyle terbiye edilip yeni-emperyalizmle marine edilen pesto soslu neoliberalizmin yerli/milli meyvesinin olgunlaştığı yıllardır. Daha sonra bu mamulün rezil tadı, cümle alemin iyice malumu olacak; ama, o yıllarda janjanına kanıp yemeyip yanında yatanlar da olacak. Bora Tekay’ın bu ilk filmi, sefer tasını merkeze alması ve absürt komedi adı verilen bir tarzın kapısını açmasıyla iki ilke imza atıyor. Kısıldığı taşradan İstanbul’a geçip film çekmek isteyen yönetmen,28 filmi de bu yolculuğunun aracı olarak görüyor. Bu nedenle sefer tasının sessiz sedasız; ama, filmin ortasında durması manidar. Yönetmen de sevmiyor filmin ağızda bıraktığı tadı, yine de kendi serüvenini ifade edebilmeyi becerebildiğini düşünüyorum. Hadi biraz da nazire yapayım: Onca kelli felli oyuncunun içine turp sıktığı filmi ben kurtarıyorum. Söylemesem olmaz, absürt komedi olarak ekranda tezahürünü bulan bu türün tadı da bir şeye benzemiyor. Absürt, derinlikli bir felsefenin ve eleştirel sanat yaklaşımının ürettiği, düşünsel/ideolojik tercihleri ve incelikli bir dramaturgisi olan uzun soluklu macera. Tarihin eşitsiz ve tahakkümcü bir anında, ideolojilerin öldüğü ve tarihin bittiğini iddia eden bayat bir ideolojinin dolaşımda olduğu bu dönem, sanat alanında da, yalnızca bir satıhtan (vitrinden) ibaret, derinliği ve birbiriyle ilişkisi olmayan (olması da murat edilmeyen) yanardöner imajların eleştirellikten ve derinlikten uzak bir edayla bir arada sergilendiği bir tarzla zuhur ediyor. Boş göstergelerden mürekkep bir alıntılar mezarlığına dönüşüyor. Ne anlatı evreni içinde birinin dönüşümüne izin veriyor, ne de alımlayıcısını dönüştürmeye yelteniyor. Parodinin ve camp estetiğinin sivri dilinden de oldukça uzak. Dolayısıyla bu tarzın kendisi bir şaka oluyor. Demem o ki, tıpkı apartman kültürü gibi, bu tarz-ı ‘estetiğin’ de hiçbir yönden sefer tasıyla bir alakası yok; çünkü, taşımayı değerli bulduğu hiçbir şey yok. Ben bu tarzı, evlerden ırak olsun, fast-food kültürünün bir iz düşümü olarak değerlendiriyorum.
Herkesin elinin uzanabileceği popüler bir alan olduğu ve toplumsal/kültürel dinamikleri ve temsil mevzusunu tartışmak için verimli bir zemin oluşturduğu için sinemayı atlama taşı olarak kullandım. Sanatın diğer alanlarıyla da ilişkim iyidir, her köşe başında benimle karşılaşma ihtimaliniz oldukça yüksek. Ancak yoğun aşinalık ve bin bir kılıkta karşınıza çıkma potansiyelim nedeniyle, muhtemelen fark etmeksizin yanımdan geçer gidersiniz. Yaş grubunuza bağlı olarak Gırgır, Leman, Uykusuz gibi mizah dergilerinden biriyle muhabbetiniz olduysa karşılaşmışızdır. Roman okuruysanız da karşılaşmışızdır, aceleyle yanınızdan geçmişimdir; tıpkı yoğun bir anda, dostunuzun teğet geçen gülümsemesi gibi. Ne bileyim, aklıma Yaprak Dökümü (Güntekin, 2016) geliyor mesela. Şarkılarda ansızın zuhur ederim. Funky tarzı ve psychedelic havasıyla Mustafa Kuş’un seslendirdiği Sefer Tası’nı29 dinlemenizi isterim. Şiirlerse en sevdiğim mekânlardır; örneğin, A. Kadir’in içinden sefer tası geçen şiiri Beşiktaş Tramvayı30 (Meriçboyu, 2012: 66).31 Şarkılardan, türkülerden türetilen protesto malzemelerini es geçmeyelim. Örneğin, Dersim/Hozat’tan Ali Çağan’ın derlediği Kara Çadır32 adlı yemen ağıtındaki dörtlüklerden biri, bir protestoda “Yemen yolu çamurdandır / Sefer tası bakırdandır / Gemiciği olan bedel öder / Şehidimiz fakirdendir” şeklinde uyarlanmıştır33. Her bir alandan örnekler çoğaltılabilir.
Gökyüzüne yakınlık hissiyle, paylaşımcı/dayanışmacı ekonomisiyle, kültürlerin/halkların kardeşliği ilkesiyle ve kardeş sofralarıyla Gezi Direnişi, kocaman bir sefer tasıdır, söylemeden geçmek olmaz.
Antika olarak etiketlenen tezahürlerim, yeni-Osmanlıcı trendin de katkısıyla, yüksek fiyatlara satılmakta ve bir zamanlar yoksulların sofrası olan bu kaplar şimdi varsıl hanelerde süs eşyası olarak kullanılmaktadır.34 El emeği ve göz nuruyla bana şekil veren, süslerimi nakşeden kahir ekseriyeti Rum veya Ermeni olan ustalardan ar ederim. Adımın zehirlenmekten tırsan askeri ve mülki erkânla birlikte anılmasına35 gelince: İstediği her şeye bedel ödemeksizin sahip olabileceğini düşünen bu tayfanın benden medet ummasının tek nedeni “toto” korkusu. Sefer tası sevdası Ergenekon yargılamalarına kadar ulaşan bir paşa, önce kurum yemeklerindeki yağın midesine “tokandığı”nı söylüyor,36 ardından da zinhar tas mas yok, paketleyip “zebze” götürüyordum demeye başlıyor. Haa, bir de bu gibi durumlarda benim eklediğim çeşniler var tabii. Zurna, tasa koyduğunda değil; tasın sana neyi ulaştırdığında zırtlar, anladınız siz onu! Bu nedenle de fırsatını bulduklarında patlatıp dururlar beni, siz onu haberlerde şüpheli nesne bomba uzmanları tarafından fünye ile patlatıldı diye duyarsınız.37
Direnişimi sürdürsem de, kapitalizm ve iktidar tarafından esir alındığım her yer, beni ziyadesiyle tedirgin ve huzursuz etmeyi sürdürür.
Sefer tası, köksapgillerden ayrık otu38 misali her fırsatta pörtleyerek direnmeyi sürdürür;39 tüketim toplumunun hızı/geçiciliği içinde kendine direniş alanları yaratarak alternatif bir ekonomiyi ve beslenme rejimini var etmeye çalışır. İlk örneğim Sefertası Hareketi.40 Bu hareket, “sürat felakettir” mottosundan feyz alan küresel “yavaş yemek” hareketlerine paralel olarak, Ümit Sinan Topçuoğlu’nun girişimiyle ortaya çıktı. Benzerleri gibi bu girişimin de temel motivasyonu, gıdaları, ulusötesi şirketlerin tekelinden ve alametifarikaları olan “hız”dan arındırmak; yemeği yeniden çeşitlendirmek, ona tat ve keyif katmak; yerel üreticilerle temas sağlayıp adil, temiz ve iyi gıdayı tekrar dolaşıma sokmaktır.41 Koruma ve taşımayı simgelemesi nedeniyle de hareketin sembolü olarak sefer tası seçilmiştir. Hareket, sefer tasının felsefesiyle tamamen uyumludur. İkinci örneğim, sefer tasıyla paket servis uygulaması. Özellikle fast-food şirketleri, maliyetinin düşük, pratik ve hızlı olması nedeniyle, yemeklerin paketlenmesi ve dağıtımında, doğada ayrışmayan maddeleri kullanmaktadır. Bunun karşısında kimi mekânlar, sorunun müsebbibi olmasalar da, sürmesine olan katkılarını ortadan kaldırmak için paket serviste sefer tası kullanmaya başlamışlardır. Yükselen eğilimlerden biri Ankara’nın vegan mutfaklarından Terra Kafe’nin de ön ayak olduğu gibi, paket servis almak isteyenlerden sefer taslarını beraberlerinde getirmelerini istemektir. Bu bağlamda pörtleyen ikinci alternatif politika, Mersin’e yerleşik Kültürhane’nin sefer tasıyla evlere servis uygulamasıdır. Ayrıca dergilerinin Aralık (2020) sayısına adımı verip, beni kapak yapmalarından (Sefer Tası sayısı)42 da onur duydum. Lakin bana sorsalardı, teneke kafalı fotoğrafım yerine karizmatik olanlarından birini verebilirdim basmaları için… Pofff, söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil. Eklemeden geçmek istemem, çocuklar her kültürün en radikal ve en azimli taşıyıcısıdır. Sefer tası kültürünü, adı ve formu değişse de, yıllardır özenle beslenme çantası olarak taşır dururlar. Bu durumu hiç yabana atmayın derim. Üstelik, o çantaya başka neleri koyup taşıdıklarını hiç bilemezsiniz.
Bazen kapta taşınan, çocuğun bizzat kendisidir. Metaforlaştığındaysa geleceğe dair bir potansiyeldir, yarın hayalidir, kurtuluş umududur. Şahit olduğum en çarpıcı sefer tasında çocuk taşıma öyküsüyse “Kazanakapanan”dır. İbrahim İnce’nin aktardığı bu öykü,43 adeta bir yaratılış mitosu gibi kurgulanarak Hohamlı Yörüklerin varoluşunu açıklamaya çalışır. Aydın ellerinde Börklüce Mustafa’nın (Dede Sultan) yanında eşit ve sömürüsüz bir dünya için Bedreddinilere katılan Yörükleri, kırım, kıyım ve zorla yerinden edilme beklemektedir. Üstelik bu zulüm orada kalmaz, tarihin muhtelif cüzlerinde tekrar tekrar sahnelenir. Zalimin korkusu yersiz değildir, isyana durmak bisiklete binmeye benzer, bir kez öğrenildiğinde bir daha asla unutulmaz. Mazlum bu yetisini kılıktan kılığa sokarak zalimin gözünden kaçırır. Kazanakapanan öyküsü, zorla yerinden edilen Yörüklerden bir kadının, kırımdan korumak istediği oğlunu kazana saklayarak kaçırmasını anlatır. Bu yaradılış ve çıkış mitosunda kurucu ata gibi kurgulanan çocuk, aslında kolektif belleği taşıyan bir koddur. Geçmişte yaşanan acılar ve travmalar kadar direnişleri ve umutları da taşır. Umudun, çocuğun şahsında yeniden filizlenişi, sınıfsız ve sınırsız bir dünyanın olanaklılığını madunun bilincine ve bilincinde taşır: Bu öyküdeki çocuk figürü, gördüğüm en iyi sefer taslarından biridir. Sefer tasının belirli bir safhasını teşkil eden sofra, daha doğru bir tabirle kardeş sofrası, sömürüsüz ve eşitlikçi bir toplumun pasının temizlendiği ve test edildiği yerlerdir. Tarihinin ilk dönemlerinden beri sofra, kolektif oluşun mekânlarındandır. Yalnız yeme mefhumu olmadığından, ıssızlığın ortasında bile taşıma kabından çıkarılan nevaleyle sofra donatıldığında, dört bir yöne, duyan birileri varsa sofraya beklendiği bağırılarak duyurulurdu. Adları ister çilingir sofrası olsun, ister barana, isterse yeryüzü sofrası44 her biri Bedreddinilerin kolektivizminin ve kurdukları duvarsız, sınırsız kardeş sofrasının bir tezahürüdür.
Suyun öte yanı, sınırın aşımı, bir vaadi barındırır. İntikal temsilen olmaz, bizzat icra gerektirir. Yürünmeden önce yol yoktur, menzile erişmemişse yenisini yürümek gerekir (Subcomandante Marcos, 2001). Hız hedefin özgüllüğünü soğurmasın, sıçradığımız taşların ereğe ve her ereğin diğerlerine açıldığı merhalelerin toplamı olan sürece dair olduğu anlaşılsın diye her taşı sofraya çevirdim. Bir taşıma kabı olarak, naklettiğim/paylaştığım nevale daima yiyecekten fazlasıdır. Sizin pişirdiğinizi öykülere sararak taşır, yeri geldikçe önünüze sererim. Öyküleri biriktirir ve paylaşır, her muhabbette yenlerini toparlar ve taşımayı sürdürürüm.
Yaklaşık iki yüzyıldır ulus-devletle terbiye edilen tarifler bir halta benzemedi, yiyen de pişman yemeyen de. Cumhuriyetin tadı tuzu ve bilumum baharatı eksik; ama, kotarılmış bir aş olduğunu ve kurulacak bir kardeş sofrasında keyifle paylaşabileceğimiz bir aşı birlikte kotarana kadar, onu tatlandırıp tuzlandırmanın da hepimizin hanesinde durduğunu söylemek suretiyle bu kıssanın hissesini kucağınıza bırakıp huzurlarınızdan ayrılıyorum. Arz ederim. Sürçü lisan ettiysem de affola.
“Sefer tası”nın anlattıkları ve aktardıkları anımsadığım kadarıyla bundan ibarettir…
Adorno, T. (2005). Minima Moralia. O. Koçak & A. Doğukan (Çev.). İstanbul: Metis.
Batra, R. (Yönetmen). (2023). The Lunchbox. Hindistan: Sikhya Entertainment.
Bauman, Z. (2015). The Migration Panic and Its (Mis)uses. https://socialeurope.eu/migration-panic-misuses (Erişim tarihi: 2022).
Boratav P.N. (1996). Nasreddin Hoca. Ankara: Edebiyatçılar Derneği.
Boulmetis T. (Yönetmen). (2003). Politiki Kouzina. Yunanistan & Türkiye: Village Roadshow Productions.
Chaplin, C. (Yönetmen). (1916). Behind the Screen. ABD: Lone Star Corporation.
Devellioğlu, F. (1988). Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat. Ankara: Aydın.
Douglas, M. (1997). Deciphering a meal. C. Counihan & P. Van Esterik ( Ed.) içinde. Food and Culture: A Reader. (48-58). New York: Routledge.
Eğilmez, E. (Yönetmen). (1984). Namuslu. Türkiye: Uzman Filmcilik.
Eyüboğlu, İ.Z. (1998). Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü. İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Fisher, E. (1980). Woman’s Creation: Sexual Evolution and the Shaping of Society. New York: McGraw-Hill.
Güney, Y. (Yönetmen). (1970). Umut. Türkiye: Güney Film.
Güntekin, R.N. (2016). Yaprak Dökümü. İstanbul: İnkılap.
Gürbilek, N. (1992). Kötü Çocuk Türk. İstanbul: Metis.
Gürbilek, N. (1992). Vitrinde Yaşamak. İstanbul: Metis.
Kozanoğlu, C. (1992). Cilalı İmaj Devri. İstanbul: İletişim.
Kozanoğlu, C. (1995). Pop Çağının Ateşi. İstanbul: İletişim.
Köktürk, C. (2016). Design Guidelines for Lunch Box as Compact Home Experience. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara: ODTÜ.
Kropotkin, P. (2001). Karşılıklı Yardımlaşma. İstanbul: Kaos.
Lévi-Strauss, C. (1983). The Raw and the Cooked. Chicago: University of Chicago.
Meriçboyu, A. (2012). Mutlu Olmak Varken. İstanbul: Can.
Özakman T. (1993). Korkma İnsancık Korkma. İstanbul: Mitos.
Preuß, H.J. & diğ. (2022). Forced Displacement and Migration. Wiesbaden: Springer.
Seden O.F. (Yönetmen). (1978). Yüz Numaralı Adam. Türkiye: Çan Film.
Subcomandante Marcos (2001). Koca Antonio’dan Öyküler. İ. Özünlü (Çev.). İstanbul: Anahtar.
Şenel, A. (1982). İlkel Topluluktan Uygar Topluma: Geçiş Aşamasında Ekonomik Toplumsal Düşünsel Yapıların Etkileşimi. Ankara: V Yayınları.
Tası, S. & Altun, H. (2023). 100 sene 100 nesne: Madde-i tas-ül sefer. Mersin: Kültürhane.
Tekay, B. (Yönetmen). (2000). Fasülye. Türkiye: Konsey Film.
Wallerstein, I. (2022). Migrations and Their Politics. O’Hearn, D. & Ciccantell, P.S. (Ed.) içinde. Migration, racism and labor exploitation in the World-System. (267-272). New York: Routledge.
Kapak Görseli: Göçmen işçi Ahmet Yıldırım’ın sefertası, 1970’ler. Kaynak: Amsterdam Museum / KA 20243.1 []
- Aslında kendine taşıma kabı denmesini tercih ediyor, kısaca “çuval” diyebilirmişiz. Le Guin’in “Carrier Bag Theory of the Fiction” makalesinde, Deniz Erksan’ın “carrier bag”i çuval olarak çevirmesini başarılı bulmuş. Bu bağlamda Bediz Yılmaz’ın yazdığı “Çuval” maddesini okumamı salık verdi. Keyifli bir yazı, ben de öneririm.
- Üzerinde bir ibare olmadığı için tam tarihleri kesin olarak tespit edilememekle birlikte 14. yy’a ait olduğu düşünülen kimi örnekler Karaman Müzesi’nde sergilenmektedir.
- Bu kaplara hayat veren ustaların kahir ekseriyeti gayrimüslim ustalar olduğu için, Hristiyan kültürüne ait figürlere sıklıkla rastlanmaktadır. Girland Sanat Galerisi’nin (www.girlandsanat.com) ilgili bölümünü önerebiliriz.
- Kimi zaman dabbas, rantag, caja de almuerzo olabiliyor adı, kimi zaman da bento, lunch box veya Henkelmann.
- Ötzi ile taşıma kabını ilintileyen yazılar içinde en keyifli olanlarından biri: HTTP://GASTROEDEBİYAT.BLOGSPOT.COM/2018/04/YOLA-CKAN-YEMEK-ERHAN-SERTBAS.HTML
- 6000 ila 8000 yıl önce Anadolu’dan başlayan neolitik çiftçi göçünün bir parçası, ataları önce Akdeniz’in Güney kesimindeki adalara yerleşiyorlar. Bu göç o topraklarda yaşayan Paleolitik avcı topluluklarla karşılaşmanın yarattığı dönüşümle sonuçlanıyor. Sardinya’dan yola çıktığı düşünülüyor. Merak edenler için: https://www.nationalgeographic.com/history/article/tzi-the-iceman-what-we-know-30-years-after-his-discovery
- Ötzi’ni yanındaki eşyalar: https://www.iceman.it/en/equipment/
- Sefer tasını Yeniçerilerle ilişkilendiren kaynaklar, bir yandan da ağız birliği etmişçesine Osmanlı’nın toplumsal ve siyasal hayatında önemli etkileri olan bu yapılanmayı devalüe eder.
- Emine Öğün’le yapılan röportaj apartmanı sefer tası kültürüyle ilintileyen örneklerden sadece biridir. Lacivert Dergi’deki röportaj için: https://www.lacivertdergi.com/dosya/2017/09/13/apartman-bir-sefer-tasi-kulturudur Adnan Özyalçıner’le yapılan mülakat: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/adnan-ozyalciner-istanbul-sefertasi-gibi-yukseliyor-1799198
- Zurnanın zırt dediği yer yine pazarlama. Kapitalizmin sefer tası ile kurduğu ilişki ağacın gölgesi ile kurduğu ilişkiden hallice değil.
- Silenos’un arkadaşı, yoldaşı ve Satir çetesinin bir üyesidir. Kafası her daim güzeldir, radikaldir, edepsizdir, nüktedandır.
- Boratav el yazmalarından derlediği Nasreddin Hoca kitabına gelen tepkiler üzerine ikinci baskısını yapmaya hiç bir yayınevi cesaret edememiştir. Kitabın ikinci ve üçüncü baskılarını Edebiyatçılar Derneği üstlenmiştir.
- Romanını okumak ya da tekrar okumak isteyenlere tek önerim, Özakman’ın bilincinin sürçtüğü ya da kolektif hafızanın ortaya saçıldığı yerleri dikkate almaları. Yoksa böylesi etkili bir yazar, hepimizi ideolojik beşiğinde sallayarak uyutur :)
- Ayrıntılı bilgi için: https://www.imdb.com/title/tt0378897/
- Toplu taşıma araçlarında unutulan sefer tası haberi için: https://www.cnnturk.com/turkiye/toplu-tasima-araclarinda-unutulan-esyalar-arasinda-takma-dis-bile-var?page=1
- Ayrıntılı bilgi için: https://www.imdb.com/title/tt0006414/ & ilgili sahneyi izlemek için: https://youtu.be/LM2wm4Bz7mA
- Yiyen insan anlamında önerilmiştir: Manducus, Roma Atellan komedisinde çiğneyen bir ağızla temsil edilen, ekşi suratlı masktır.
- Levent Kırca’nın bir parodisinden ödünç alınmıştır. İlgili bölüm için: https://youtu.be/vWDrHiZsKxU
- İlgili sahneyi izlemek için: https://youtu.be/pNF6z3VcfHk
- Ayrıntılı bilgi için: https://www.imdb.com/title/tt0253970/?ref_=tt_pg & ilgili bölümü izlemek için: https://youtu.be/gFhY-IbpvCs
- Kemal Sunal’ın film setlerine yemeğini sefer tası ile taşıyıp, paylaştığını aktarmak isterim.
- Ayrıntılı bilgi için: https://www.imdb.com/title/tt0066500/
- Ayrıntılı bilgi için: https://www.imdb.com/title/tt2350496/
- Bu tartışmaya getirdiği açılımla ilgilenenler için Judith Butler’ın Adorno Ödülü konuşması: https://itaatsiz.org/?p=4550
- Ayrıntılı bilgi için: https://hbr.org/2012/11/mumbais-models-of-service-excellence
- Hikaye anlatıcılığı bağlamında Oh Jephan’ın yönettiği 2015 Kore yapımı mini-web dizisi Jeomsim Dosilag/Lunch Box’ı anımsatmak isterim. Farklı kültürden iki insanın aracılığıyla birbirini tanımasına aracılık ederken, öyküleri taşıyıp aralarında köprüler kuran yine sefer tasıdır. Ayrıntılı bilgi için: https://www.imdb.com/title/tt10739350/
- Ayrıntılı bilgi için: https://www.imdb.com/title/tt0263334/
- Tekay, bu maceradan batarak çıkıyor ve borçlarını karşılamak için dizi sektörüne yöneliyor. Kendini dizi yönetmeni olarak tanımlayan macerasını ağzından dinlemek isteyenler için: https://open.spotify.com/episode/3J4X0qdGhnTzXyfCpx012d
- Bu şarkı 70’lerin sonlarında Almanya’da kaydedildi.
- Bu nefis şiiri bize anımsatan arkadaşımız Esin Gülsen’in kulaklarını çınlatmadan geçmek doğru olmaz.
- Şiire ulaşmak için: https://www.antoloji.com/besiktas-tramvayi-siiri/ & bu vesileyle A. Kadir’in diğer şiirleriyle kolajlanarak Deniz İlgi tarafından bestelenen aynı adlı parçayı, Metin Özülkü’nün “Şarkılarla A. Kadir” albümünden dinleyebilirsiniz: https://youtu.be/Q8NG53SopRY
- Türkünün yorumlarından birini Sağ, Akkale ve Tatlıses’ten dinlemek için: https://youtu.be/v9nFacIJJYs
- İlgili haber için: https://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/hep-yoksul-askerler-oluyor-haberi-15725
- Konu ile ilgili bir haberi izlemek isterseniz: https://youtu.be/pn4Mk0H7WmQ & okumak için: https://www.bolgegundem.com/iscinin-yemegini-tasidigi-sefer-tasi-sus-esyasi-oldu-939470h.htm
- Habere ulaşmak için: https://www.milliyet.com.tr/siyaset/ozkokun-sefer-tasi-sirri-893305 & https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ozkok-basbug-duzgun-bir-insandir-361600
- Yemekteki şap iyi gelmiyor demesini beklemiyordunuz umarım, Şap Enstitüsünü tek başına ayakta tutan bir kurumun en tepesindeki kişinin. Yemeğin yağı midesini yakan tertipler için anonslu bir şarkı Sultana’dan geliyor: Your bird can’t fly https://youtu.be/BkbXZfXQOUk
- En medyatik örneklerinden olan Sivas vakası için: https://www.cnnturk.com/turkiye/sivasta-supheli-sefer-tasi-panigi?page=3
- Ayrıkotu, Ansiklopedinin de bir parçası olan Bediz arkadaşımızın da kullanmayı sevdiği bir metafordur, bu vesileyle onun da kulaklarını çınlatalım.
- Ayrıkotu sisteme biat etmez, ne evcilleştirilebilir (sömürülebilir), ne de kökü kurutulabilir. Dezenformasyonun hilafına son derece besleyici ve yararlıdır. Doğanın öğrettiği dayanışma kültürünün önemli bir parçası ve sefer tasının da ustasıdır.
- İlgili bir haber için: https://www.hurriyet.com.tr/ege/sefertasi-fast-food-a-karsi-7937963
- Sağlık veya diyet önemli itkilerden biridir. Özellikle belli bir bedende kalma baskısı altında olan moda ve medya çalışanlarının adı, genellikle magazinel boyutuyla sefer tası ile birlikte anılabiliyor. https://www.siyasetcafe.com/defne-samyelinin-guzellik-sirri-sefer-tasi-38898h.htm
- Dergiye ulaşmak için: https://guncel.kulturhane.org/2020/12/22/sefer-tasi-aralik-2020/ & 32 kısım tekmili birden umut adası Kültürhane’ye ulaşmak için: https://www.kulturhane.org/
- Gazeteci Yusuf Yavuz’un hazırlayıp sunduğu Ocak 2016 tarihli Islak Çarıklar programında (29’) anlatılmıştır. Programa erişmek için: https://youtu.be/crJQ9R_14n0
- Gezi direnişinin içinde çeşitli biçimlerde kurulan kardeş sofralarından biridir. Devrimci, anti-kapitalist Müslümanların önayak olduğu, bütün sınırlar ve sınırlamalardan azade, eşitlikçi olması dışında bir kuralla kendini bağlamayan ve nevalelerin bir araya getirilerek kolektif olarak paylaşılması esasına dayanan bir iftar sofrasıdır.
























